Omotesando’nun böyle bir Cumartesi günü kalabalık olmasını beklemeliydim. Sokak o kadar insanla doluydu ki bazen kaldırımın ilerisini bile göremiyordum. Otoyol ise arabalarla öylesine tıkanmıştı ki orada araç kullanmak tam bir işkence olmalıydı. Üstelik şu an öğle vaktiydi, bu yüzden çoğu insan yemek yiyecek bir yer arıyordu. Telefonumu çıkarıp haritayı kontrol ettim. Dershanenin yakınındaki bir kafeden bahsediyorduk, yani—Bir saniye, bu dershane… İsmi tanıdık geliyor.
“Sakiii! Buradayım!”
Birinin adımı seslendiğini duyunca başımı kaldırdım. İleride, caddenin aşağısında, elini sallayarak zıplayan bir kız gördüm. Kalabalığı yararak ona ulaşmaya çalıştım.
“Maaya, bu gerçekten çok utanç verici!”
“Ne utanç verici?” diye dümdüz bir ifadeyle sordu. Bu da beni kendimden şüphe etmeye itti.
Garip olan ben miyim?
“Boş ver,” dedim ve Maaya’nın yanına geçtim.
Dışarıda küçük bir terası olan bir kafede sıradaydık. Terasta, her biri dört kişilik üç masa vardı. Hava oldukça soğuk olmasına rağmen, mekan tıklım tıklımdı ve biz de Fransız mı yoksa İtalyan mı olduğu belli olmayan isimli bu kafe için sırada bekliyorduk. Açıkçası, benim tek istediğim bir an önce içeri girmekti. Neyse ki, bir çalışan dışarı çıkıp diğer misafirlerin rezervasyonlarını sormaya başladı. Sıramızın gelmesi uzun sürmedi.
“Narasaka adına bir rezervasyonum var; iki kişilik.“
“Evet, Narasaka-sama için 12:30 rezervasyonunu teyit ediyorum.“
Bunun ardından, bizi içerideki masamıza yönlendirdiler. Mekanın konsepti, “Büyük şehir ormanında bir vaha“ gibiydi. Her yer yeşilliklerle kaplanmış, köşelere dekoratif bitkiler dizilmişti. Kafenin iç kısmında, su sesi çıkaran küçük bir havuz bile vardı. Cam kenarındaki bir masaya oturtulduk; buradan sokağın manzarasını görebiliyorduk. Masanın üzerinde “Rezerve“ yazan küçük bir plaka duruyordu ve masa, iki kişi için özenle hazırlanmıştı.
Oturduğumda, haritada gördüğüm dershanenin tam da sokağın karşısında olduğunu fark ettim. İşte o an, burayı neden hatırladığımı anladım—çünkü burası Asamura-kun’un gittiği dershaneydi. Merakıma yenilip saate baktım: 12.30. Muhtemelen sabahki son dersini bitirmek üzereydi.
“Ne oldu? Seni oraya bu kadar dalıp gitmeye iten şey ne?“
Maaya’nın sesiyle birlikte hızla cama çevirdiğim bakışlarımı ondan uzaklaştırıp ona döndüm.
“Hiçbir şey.“
“Ooooh?“
“Hadi ama, ne yiyeceğimize karar verelim.“
Masada duran menüden birini ona uzatmak üzereydim ki elini sallayarak beni durdurdu.
“Gerek yok, rezervasyonu yaparken her şeyi sipariş ettim zaten. Bugün benden~“
“Gerçekten mi?“
“Pankekleri sabırsızlıkla bekliyorum… Peki sen az önce neye bakıyordun?“
“Tekrar söylüyorum, hiçbir şeye bakmıyordum—“
“Aa, bu Asamura-kun!“
Yüzümü hızla tekrar pencereye çevirdim. Ancak o an, bunun Maaya’nın kurduğu bir tuzak olabileceğini fark ettim Ama gerçekten de Asamura-kun’u binanın önünde gördüm. Dershane kapısından yeni çıkmıştı ve bir yere doğru gitmeye başladı. Şu an teneffüste olduğuna göre, muhtemelen yemek yiyecek bir yer arıyordu ama kalabalığın arasında hızla kayboldu, bu yüzden nereye gittiğini anlayamadım.
“Orası bir dershane değil mi? Onun bir dershaneye gittiğini bilmiyordum.“
“Geçen yazdan beri ders alıyor.“
“Ooo… hoo… hoho… Abinin günlük programını ezbere biliyorsun ha? Ha, evet, notları yükselmişti değil mi?“
Bunu nereden duydu ki? Ama doğruydu, o yüzden başımı salladım. Kaldı ki bizim gibi yakın kardeşler için bu kadarını bilmek gayet normal olmalıydı.
“Demek dershanenin etkisi var. Yine de bayağı aceleci görünüyordu. Elimi salladım ama beni fark etmedi.“
“Sen… ne yaptın?“
Camdan ona el mi salladı? Bunu yaparken hiç mi utanmadı? Panikle etrafa göz gezdirdim ama neyse ki diğer müşteriler kendi yemekleriyle meşguldü ve kimse bize bakmıyordu.
“Evet ama beni hiç görmedi!“
“Yani… Buna gerçekten şaşırdın mı?“
Omotesando, iki şeritli araç trafiğine yetecek kadar geniş bir caddeydi. Üstelik her iki yanında kaldırımlar olduğu için karşı tarafı görmek zaten oldukça zordu. Böyle bir kafeye içeriden bakmak ise daha da zor olmalıydı. Ayrıca kim, durduk yere birinin ona deli gibi el sallayacağını beklerdi ki? Açıkçası, Asamura-kun’un bizi görmemiş olmasına sevindim. Buraya onu görmek için gelmiş gibi görünmek istemezdim.
“Ama Saki, sen onu hemen fark ettin değil mi?“
“Ah… Ş-Şey… çünkü kardeşiz?“
“Hehehe.“
“Tekrar söylüyorum, düşündüğün şey değil…“
Maaya, konuşmayı sürekli istediği yöne çekiyordu. Ama artık buna alışmıştım.
“Beklettiğimiz için özür dileriz, siparişleriniz geldi.“
Tam o sırada bir çalışan masamıza geldi.
Getirilenleri görünce sesimi kontrol edemedim. Maaya dün, doğum günümü popüler bir pankekçide kutlayalım demişti, bu yüzden buradaydık ama bunu hiç de özel bir şey gibi anlatmadığı için sadece birlikte pankek yiyeceğimizi sanmıştım. Ama bu…
“Doğum günün kutlu olsun Saki!“
Çalışanın masaya bıraktığı tepside pankekler yoktu. Bunun yerine, üzerinde “Happy Birthday“ yazılı, gerçek bir pasta duruyordu. Üstelik üstündeki şirin mumlar da cabasıydı. Çalışan, önlüğünden bir çakmak çıkarıp mumları yaktı. Ardından doğum günü şarkısını söylemeye başladı ve Maaya da ona katıldı. Bunu oldukça yüksek bir sesle yaptıkları için diğer müşterilerin ilgisini çekmeye başladık.
“Hadi ama! Üfle artık mumları!“
Panik içinde Maaya’nın dediğini yaptım. Tam o anda, herkes alkışlamaya başladı. Ah, bu kadar ilgi… Herkes bana bakıyor… Yüzlerinde gülümsemeler vardı. Bu kadar insanın doğum günümü kutlamasına sevindim ama… Bu gerçekten fazlasıyla utanç verici. Daha önce hiç böyle bir doğum günü kutlamamamıştım.
“İşte sürpriz böyle yapılır! Tehe!“
Maaya, parlak bir gülümsemeyle göğsünü kabarttı, ardından yüzüne ukala bir ifade yerleşti.
“O son ‘Tehe’ gereksizdi.“
“Ama artık nasıl bir his olduğunu biliyorsun!“
“Bunu bilmem gerekmiyordu…“
“Hehehe. Ama mutlu oldun değil mi?“
“Şey… en azından kötü hissettirmedi.“
“Neyse, işte sana hediyem.“
“Huh? Ama zaten bana bir şey ısmarlıyorsun…“
“Bu pek bir şey sayılmaz. Hadi ama aç şunu.“
Avucuma sığacak kadar küçük olduğu için önemli bir şey olacağını düşünmemiştim ama paketi açtığımda karşıma… bir dudak nemlendiricisi çıktı.
“Bunlardan asla elimizde fazla olmaz değil mi?“
“Evet…“
Elimdeki küçük şeye bakarken bir kez daha Maaya’nın düşünceliliğine hayran kaldım. Öncelikle, kabının tasarımı çok şirindi. Gösterişli olmasa da, silindirik şekli, ortadaki dar kısmı, kapağın rengi ve tutma yerinin tasarımıyla oldukça hoş görünüyordu. Çevirip açtığımda, parlak kırmızı bir renkle karşılaştım. Çekici bir tonu vardı ama bir lise öğrencisi için fazla iddialı olmayacak kadar da sadeydi.
“Hem nemlendirici özelliği de var. Bu mevsim için mükemmel.“
“…Teşekkür ederim.“
Onun bu hediyeyi seçerken gerçekten düşündüğünü fark ettim. Şimdiye kadar sadece annemle yaşamaktan hiç rahatsız olmamıştım. Ancak önceliğimiz her zaman geçimimizi sağlamak olduğundan, ondan doğum günü hediyesi istemek benim için zor bir şeydi. Bu yüzden, bir arkadaşım tarafından böyle bir doğum günü kutlaması yaşamak benim için bir ilk olabilirdi. Aslında daha önce doğum günümü kutlayan bir arkadaşım bile olmamıştı. Maaya’yla da daha yeni arkadaş olmuştuk. Sanırım gerçekten bu kadar yakınlaşmamız, onun Asamura-kun’u görmeye gittiği zaman başladı. Belki de bu yüzden bana hediye alacağını hiç beklememiştim.
“Peki? Sürpriz yapılınca nasıl hissettin?“
“Sinir bozucu.“
“Ne?! O da ne demek şimdi?!“
“Hehehe.“
Teşekkür ederim Maaya ama eğer böyle önemli bir şeyse, keşke daha önce bana söyleseydi. Asamura-kun’un doğum günü için benzer bir şey yapamadığım için içten içe pişmanlık hissediyordum. Eğer sürpriz yapmanın bu kadar mutlu edici bir şey olduğunu bilseydim, mutlaka bir şeyler düşünürdüm ama en azından pankekler harikaydı.
O günün ilerleyen saatlerinde, iş vardiyamız sona erdi. Her zamanki gibi Asamura-kun’un yanında yürüyerek eve dönüyorduk. Eğlence bölgesinden geçerken etrafımızdaki ışıklar yavaş yavaş azalıyor, yerlerini gökyüzündeki yıldızlara bırakıyordu. Karanlık gece göğü üzerinde, yan yana dizilmiş üç yıldız fark ettim. Acaba bu takımyıldızın adı neydi? Belki Asamura-kun biliyordur? Ona göz ucuyla baktım. Daha doğrusu, boynuna.
“Onu takıyorsun, değil mi?“
“Tabii ki. Gerçekten sıcak tutuyor, o yüzden teşekkür ederim.“
Onun, aldığım boyunluğu takıyor olmasına sadece bakarak bu kadar mutlu olacağımı hiç tahmin etmemiştim. Yarın ise kendi doğum günüm. Ailelerimizden sadece ikimiz dışarıda yemek yememiz için izin aldık. Bu, sevdiğim kişiyle ilk kez doğum günümü geçirecektim. Heyecandan bayılacak gibi hissediyorum. Durum hakkında ona sorduğumda, henüz iyi bir rezervasyon bulamadığını söyledi. “Sabırsızlıkla bekle,“ demişti. O sözleri bir an şüpheyle karşıladım.
“Hm…?“ o an istemeden bir ses çıkardım ama hemen ardından “Evet, bekleyeceğim.“ diyerek fark etmediğimi göstermeye çalıştım.
“Sabırsızlıkla bekle“…? Bu, garip bir şekilde söylenmişti. Zaten bir restoran bulmuş olsaydı, anlaşılır olurdu ama henüz rezervasyon yapmadığını söyledi. O zaman, nereye gideceğimizi bilmeden sabırsızlanmam mı gerekiyor? Bu, onun bir şeyler planladığı anlamına mı geliyor? Bu düşüncelere o kadar dalmıştım ki hiç konuşmaz oldum. Asamura-kun da hiçbir şey söylemeyince, evimize kadar sessizce geldik ama eğer yanlış düşünmüyorsam… Asamura-kun bir sürpriz hazırlıyor olabilir mi? Eğer öyleyse, fazla düşünmemeliyim. Sürprizini bozmamalıyım, özellikle de birini böyle mutlu etmek ne kadar güzel olduğunu yeni öğrendikten sonra. Bu yüzden, hiçbir şey bilmeden sadece sabırsızlanacağım.
Eve vardığımızda, Asamura-kun ve ben akşam yemeğimizi yedik, sonra ben odama geçtim. Ertesi gün için her şeyi hazırladım, rahatlatıcı bir banyo yaptım ve yatağıma girdim. Alarmımı kurdum ve bugünkü olayları düşünmeye başladım. Bir dahaki sefere, kesinlikle Maaya’ya da doğum günü sürprizi yapacağım. Ayrıca, Asamura-kun’un yarınki akşam yemeği için ne planladığını merak ediyorum. Ve—bugün söylediği o sözleri hala unutamıyorum.
“Sabırsızlıkla bekle, dedi.“ Bu, “Sabırsızlanıyorum,“ demekten biraz farklıydı ama yine de onun bana sürpriz yapmayı planladığını düşünmeden edemedim. Yatakta daha da derinleşerek bu düşüncelerle devam ettim.
Bu demek oluyor ki Asamura Yuuta’nın düşünce yapısını ve vücut dilini daha iyi okumaya başladım değil mi? Modern edebiyat konusunda hala çok iyi değilim, bu yüzden ne düşündüğünü anlamada kendime güvenim yok ama… yarın akşam alacağım cevabı sabırsızlıkla bekliyorum. Tuhaf bir şey. Babam evden ayrıldığında ve annem çalışıyorken, hiç Noel Baba’nın hediyesini beklemezdim… ama işte burada, kendi doğum günümü heyecanla bekliyorum.
Battaniyemin sıcaklığına kapılırken, zihnim yavaşça uykuya dalan o karanlık boşluğa doğru kaydı. Uyandığımda 17. doğum günüm olacak, o yüzden… İyi geceler.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.