Yukarı Çık




64   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   66 


           
24 Aralık (Perşembe) – Ayase Saki





Dönem sonu töreni biter bitmez, annemin almamı istediği malzemeleri (sebzeler ve çeşitli baharatlar) satın almak için dışarı çıktım ve ardından hemen eve döndüm. Bu akşam, evde hem doğum günü hem de Noel partisi yapıyoruz. Annem bugün izin almış ve yemek yapacağını söylemişti, bu yüzden ona yardım edebilmek için bir an önce eve varmak istiyordum. Geldiğimde, artık iyice alıştığım ön kapıyı açtım. “Ben geldim,“ diyerek ayakkabılarımı çıkardım.

“Hoş geldin. Beklediğimden hızlı geldin,“ dedi annem, mutfakta duruyordu.

Henüz öğleden sonra olmuştu.

“Yardım edeyim.“

“Aa, ben tek başıma halledebilirim. Sen biraz dinlensene?“

Her şeyi ona bırakamam—ama bunu açıkça söyleyemem.

“Ben iyiyim, yorulmadım. Ayrıca, al bakalım.“

Aldığım malzemeleri plastik poşetle yemek masasına bıraktım.

“Teşekkür ederim.“

“Üstümü değiştirip hemen geliyorum.“

“Bugün biraz inatçısın sanki. Kime çektiğini merak ediyorum…“

Sana anne ama bu düşüncemi içime atıp odama geçtim. Üstümü değiştirdikten sonra doğruca mutfağa döndüm.

“Bugün ne yapıyorsun? Özel bir şey var mı?“

“Noel’i ve ikinizin doğum gününü kutlayacağımıza göre, normalden biraz daha özel bir şeyler yapayım dedim. Pilav, miso çorbası, salata ve et.“

Bu… Bizim sıradan akşam yemeğimizle pek farklı görünmüyor?

“Ama asıl önemli olan şu eti kullanacağız!“

Buzdolabının kapağını açtı ve içerideki manzarayı gösterdi.

Vay canına, bu et parçası devasa! Üstelik birkaç küçük pakete bölünmüş.

“Bu… normal tavuk değil, öyle değil mi?“

“Hindi eti.“

“Nasıl…? Ne zaman…?“

Ördek eti olsa şaşırmazdım. Yerel marketlerde satılıyor ama hindi eti… Son zamanlarda biraz daha yaygınlaşsa da, burada hala oldukça nadir bulunuyor. Sanki ancak rüya âlemine girersem tadına bakabilirmişim gibi. Annem bunu nasıl buldu?

“Bu önceden pişirilmiş mi?“

“Ham halinden pişirmek bana bile fazla gelirdi. Tarifini biliyorum ama çok zaman alır. Önce üç gün boyunca dondurman, bir gün önceden hazırlık yapman, içini doldurman ve tekrar birleştirmen gerek… Ki çok lezzetli olur ama o kadar uğraşmaya değer mi sence?“

“E-Evet, bayağı zahmetliymiş.“

“Kesinlikle. O yüzden biz hazır kızartılmış sipariş ettik. Daha doğrusu, Taichi-san sipariş etti. Az önce geldi. Sadece ısıtmamız yeterli.“ Buzdolabını kapattı.

“Yani eti en sona bırakabiliriz… Peki ya diğerleri?“

“Pilav, salata ve miso çorbası.“

“Huh? Ama bunlar çok uzun sürmez ki…“

“Yoksa yanlış bir şey mi düşündün?“

Huh?

“Ooh, Ayase-san. Hoş geldin.“

Arkamı döndüğümde Asamura-kun’un odasından çıktığını gördüm.

“Ah, ben geldim.“

“Ve bakıyorum ki sen de uyanmışsın, Akiko-san. Akşam yemeği hazırlıklarına mı başladın?“

“Aslında önce mutfağı temizlemeyi düşünüyordum,“ dedi annem, mutfağı işaret ederek.

Ah evet, yılın sonuna yaklaşıyoruz sonuçta.

“Ben de yardım edeyim,“ dedi Asamura-kun.

“Ben de!“

“Benim, aslında gerek yoktu ama teşekkür ederim,“ dedi annem gülümseyerek ama ben mutfağı temizlemenin ne kadar zahmetli olduğunu biliyordum.

Sonuçta yemek yaparken bolca yağ kullanırsın ve bu da zorlu lekeler bırakır.

“Gerçi… beklediğim kadar kirli değilmiş,“ dedim duvara bakarak.

“Babamla ben mutfağı pek kullanmıyoruz aslında.“

“Ben buraya taşındıktan sonra sıvı yağ aldım mesela. Öncesinde hiç kullanmadıklarını düşünüyorum,“ diye açıkladı annem.

Gerçekten de, eğer yemek yaparken hiç yağ kullanmazsan, mutfağın fazla kirlenmesi mümkün olmaz… Demek Asamura-kun, benim tempura yaptığımı görünce bu yüzden bu kadar şaşırmıştı. Kızartmaya pek alışkın değilmiş.

“Aslında havalandırma fanlarını da temizlemeyi düşünüyordum ama o iş daha kolay.“

“Son zamanlarda epey çalıştırdık onları.“

“Evde tempura falan yapılabileceğini düşünmemiştim…“

“Ah, Asamura-kun… Tabii ki yapılır.“

“Evet, evet…“ Asamura-kun buruk bir gülümseme takındı.

Bir gün kendisinin de denemek istediğini söylemişti ama önce izleyip öğrenmesi gerekecek kesin.

Öyleyse… Hm, sanırım bu yıl temizlik fazla zor olmayacak. Havalandırma fanlarının filtresini çıkarıp mutfak lavabosunda ya da banyoda yıkayabiliriz. Deterjan kullanarak temizlemek gerekse bile, fazla uğraştırmaz. Ayrıca ocak etrafındaki fayansları yağ lekelerinden arındırmak için deterjana yatırmamıza da gerek kalmayacak gibi duruyor.

“Sanırım çok zaman almaz.“

“Öyleyse üçümüz birlikte çabucak halledelim, ne dersiniz?“

Annem iç çekti.

“Peki, ama önce akşam yemeği hazırlıklarını bitirmemiz lazım,“ dedi.

Asamura-kun ve ben aynı anda başımızı salladık.

Yaklaşık iki saatimizi aldı ama sonunda mutfağı pırıl pırıl yaptık. Sonrasında atıştırmalıklarla küçük bir mola verdik ve ardından yemek hazırlıklarına geri döndük. Annemin benimle yemek yapmayı dört gözle beklediğini düşünüyorum çünkü Asamura-kun’u mutfaktan resmen kovdu. O da isteksizce odasına döndü. Bir iki saat daha göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Miso çorbası ve salata yaptık… Açıkçası pek Noel yemeği gibi hissettirmedi. Hatta hala biraz hafif kaçıyordu, ta ki annem Üvey Babamın sipariş verdiği pastayı almaya gittiğini söyleyene kadar.

Akşam yemeğinden sonra pasta mı?! Yarın tartıya çıkmaya korkuyorum şimdiden. Belki de yemeğin hafif olması daha iyidir… Annem, aldığım lahana ve salatalıkları kullanarak bir şeyler hazırlamaya başladı. Doğradığımız sebzeleri bir Ziploc poşetine koyup salladı. Turşu mu yapmaya çalışıyor? Ama bugün Noel, değil mi? Öte yandan, aynı zamanda Asamura-kun’un ve benim doğum günümüzü de kutluyoruz. Bu açıdan bakınca, geleneksel bir şeyler yapmanın çok da garip olmadığı söylenebilir. Ama… doğum günü partisi için turşu yapmak biraz alışılmışın dışında.

“Neden öyle tuhaf bir yüz ifadesi yaptın, Saki?“

“Eh, sonuçta senin kızınım.“

“Öyleyse sen de kesinlikle Taichi-san kadar harika biriyle tanışırsın.“

“Tabii, tabii.”

Babam bizi terk ettikten sonra, Annemin tekrar evlenmesi konusunda pek emin değildim. Belki de sadece temkinliydim. Şimdi düşününce garip geliyor ama annemin evde erkekler hakkında konuştuğuna dair çok az anım var. Beni büyütürken aşkı tamamen göz ardı etmiş olmalı. Üstelik işi gereği pek de hoş olmayan birçok erkekle karşılaşmış olabilir, bu yüzden genel olarak erkeklere karşı bir güvensizlik geliştirmiş olmasına şaşırmazdım. Yeniden evlenme konusunu açtıktan sonra, bir kez evde babam hakkında konuştuk. O gün, annem şöyle demişti:

“İki yabancının anlaşması zor.“

O sıralar biraz mola vermişti. Evde içki içmesi nadirdi ama bardağını havaya kaldırıp eğdiğinde, içindeki buzlar birbirine çarpıp tıkırdadı.

“Onunla anlaşamadık ama o olmasaydı, beni başka biri de kurtaramazdı.“

“Sanırım… öyle?“

“Hayat böyle işliyor işte. Herkesin gözünde mükemmel görünen biri yoktur. Günümüz gençlerinin dediği gibi: ‘Sevebildiğini seversin,’ değil mi?“

Bunu ilk kez o zaman duymuştum.

“Peki, bu… Asamura-san? Onunla birlikte olmaktan emin misin?“

“Şimdilik, evet.“

“‘Şimdilik’ mi? Şimdi endişelendim.“

“Sana tüm hayatımız boyunca birlikte olacağımızı söyleyecek kadar kendime güvenemem. Daha önce de her şeyin yolunda gideceğini sanıyordum ancak olmadı. Ama… en azından sen evlenene ya da bir damadım olana kadar süreceğini düşünüyorum.“

Peki ya benim ikisini de yapmaya hiç niyetim yoksa?

“Peki… o zaman neden tekrar evlenmek istedin?“

“Belki de benimle aynı acıyı yaşadığı için?“

“Ah… Doğru, o da boşanmıştı.“

“Aynen öyle. En azından, aynı şeyin tekrar yaşanacağını sanmıyorum. Belki de bu sadece benim safça bir dileğim ama insan bazen yolundan sapmadan hayatını değiştiremez.“

Kendi kendime Gerçekten böyle mi işliyor? diye düşünürken buldum kendimi, sanki bu benim meselem bile değilmiş gibi. Evlilik ne anlama geliyor ki? Üzerinde pek düşünmemiştim, bu yüzden annemle aynı şekilde bakmam mümkün değildi ama hayatımda kendi yolumu bulmuştum. Bir kocanın desteğine ihtiyaç duymadan, kendi kendime yetebilecek kadar para kazanmak istiyorum. Kendi ayaklarımın üzerinde duracak güce sahip olmak istiyorum.

“Evet, evet. Ve mümkünse, Taichi-san’a ‘Üvey Baba’ diye hitap etmeni istiyorum.“

Bu söz beni hazırlıksız yakaladı. Söyledikleri beynime hemen ulaşmadı bile. Üvey Baba—Tahminimce, annem Asamura-san’ı açıkça kabul etmemi istiyor. Sonuçta, bir anda zor bir yaşta bir üvey kızı olması ona büyük bir baskı hissettirebilir.

“Yoksa işler karışır.“

—Yanılmışım.

“Karışır mı?“

“Yani, Yuuta-kun’un soyadı da Asamura. Aksi takdirde kimin hakkında konuştuğun belli olmaz değil mi?“

“Yuuta… Kim o?“

“Ah? Sana söylemedim mi? O, Taichi-san’ın oğlu. Asamura Yuuta-kun.“

“Yani onun… bir çocuğu mu var?“

“Aynen öyle. O da senin gibi 16 yaşında. Doğum günü seninkinden bir hafta önce olduğu için senin abin olacak. Yuuta-oniichan güzel olur, Yuuta-nii de kulağa hoş geliyor. Aslında doğum günleriniz bu kadar yakın olduğu için neredeyse ikiz gibisiniz.“

Hayır, hiç de öyle değiliz. Kan bağı olmayan ikiz diye bir şey duymadım.

“Bunu ilk kez duyuyorum.“

“Eh, artık duydun ve sanırım onu önümüzdeki hafta göreceksin. Yani iki seçeneğin var. Ya Taichi-san’a ‘Üvey Baba’ diyeceksin ya da Yuuta-kun’a ‘Abi’ diyeceksin. Benim için fark etmez, karar senin.“

O andan sonra ne olduğunu pek hatırlamıyorum. Biraz daha sohbet ettikten sonra gün sona ermiş gibi hissediyorum ama bu ani gelişme beni gerçekten hazırlıksız yakaladı. Üstelik onu bu kadar yakında görecek olmam… Keşke annem bunu bana daha önce söyleseydi. O, “En azından asıl gün gelmeden önce öğrendin, değil mi?“ dedi ama karşılık verecek söz bulamadım.

“Kimse bunu ancak tanışma günü açıklamak üzere saklamaz ki!“

O günden bu yana yarım yıldan fazla zaman geçti. Eğer anneme tekrar her şeyin yolunda olup olmadığını sorsam, muhtemelen yine “Şimdilik“ diye cevap verir. Annem, aşkın sonsuza dek sürmediğini biliyor ve buna hazırlıklı. Yine de, üvey babam ve annemin birbirine çok benzediğini hissediyorum. Tam olarak tarif etmek zor ama annemin onunla tanıştığından beri biraz daha açık ve rahat olduğunu görebiliyorum. Artık kendine düzgün molalar vermeye istekli olduğu ve kendini işe harap etmediği için ona minnettarım. Sağlığını bozmasından çok daha iyi.

Annem ve babam birbirine uygun bir çift değildi. On yılı aşkın birlikteliklerinde, bir kez bile birbirlerine uyum sağlayamadılar. Babam, annemi sadece kendi kafasında yarattığı haliyle görüyordu.

Bu konudan ve başka şeylerden konuşurken, annemle akşam yemeği hazırlıklarına devam ettik. Zaman öylece geçti ve üvey babamın eve gelmesi gereken vakit yaklaştı. Tam o sırada Asamura-kun da odasından çıktı. Muhtemelen her zamanki gibi ya kestiriyordu ya da bir kitap okuyordu. Sonuçta o tam bir kitap kurdu. Annem ona seslendi.

“Yuuta-kun, televizyonu açar mısın?“

“Televizyon mu? Neden?“

Görünüşe göre annem, arka planda biraz gürültü oluşturması için bir film açmak istemişti. Biz televizyonu göremiyorduk ama enerjik bir çocuğun sesi duyuluyordu. Üstelik çalan şarkılar da Noel şarkılarıydı, yani muhtemelen bir Noel filmi oynuyordu. Asamura-kun salonun kanepesine oturdu ve filmi izlemeye başladı.

Buradan onun yüz profilini görebiliyordum ve o an, ilk tanıştığımız günü hatırladım. O kadar gergindim ki kendi kafamda Asamura Yuuta’nın bir imajını oluşturmuştum ama o, bunu anında yıkıp geçmişti. Ailelerimiz muhtemelen o anki halimizi endişeyle izliyordu, ancak Asamura-kun’un sözleri içime bir rahatlama ve huzur hissi vermişti. Bana, benden herhangi bir beklentisi olmayacağını fark ettirmişti. İşte bu yüzden o zaman şöyle demiştim:

“Senden büyük bir beklentim olmayacak, bu yüzden senin de benim için aynısını yapmanı istiyorum.”

O günden beri, Asamura-kun her zaman görüş alanımda oldu…

Akşam yemeği için tüm hazırlıkları bitirdiğimizde, annem biraz dinlenebileceğimi söyledi. Önlüğümü çıkardım ve ne yapacağıma dair düşünmeye başladım. Odama döndüğümde, masama dağılmış kelime kartlarını fark ettim. Bugün kış tatili başlıyor, bu yüzden ders çalışmak için özel bir nedenim yoktu. Üstelik, yakında akşam yemeğine oturacağımızdan, sınavlara hazırlanmak da pek mantıklı gelmiyordu. En iyisi, kelime kartlarımla biraz daha çalışmaktı.

Kulaklıklarımı telefonuma bağlayıp lo-fi hip-hop çalmaya başladım. Arka planda yağmur sesiyle birlikte hafif bir melodi kulaklarımı okşuyordu. Kelime kartlarımı elime aldım ve odamdan çıkıp oturma odasına yöneldim. Televizyonda hâlâ Noel filmi oynuyordu, ancak kendi müziğimi dinlediğim için replikleri ya da sesleri duyamıyordum. Yine de, Üvey Babam’ın eve dönmesini burada bekleyebilirdim. Asamura-kun’un yanına oturdum ve kartları çevirmeye başladım.

Bounce—Bir şeyi geri sektirmek. Tamam, anladım.

Concern—Biriyle ya da bir şeyle ilgilenmek.

Ah, bu aynı zamanda birine karşı ilgi göstermek anlamında da kullanılıyor. Worry ile benzer değil mi? Kartları çevirmeyi bıraktım ve düşündüm. Daha önce sözlükten bakmıştım. Concern, doğrudan kötü bir olay olduğunda kullanılmıyor. Daha çok, endişe duyduğun şeyi önlemek için bir şeyler yapma anlamı taşıyor. Sadece endişelenmek yetmez, yardım etmek de gerekir sonuçta ama bu farkı hatırlamam ne kadar önemli olacak, bilmiyorum.

Consider—Düşünmek, bir şeyi yapmayı planlamak?

Kulaklarıma dolan hoş ritim eşliğinde kelime kartlarımla çalışmaya devam ettim. Yanımda Asamura-kun, sessizce filmi izliyordu.




O gece beni tam olarak neyin uyandırdığını bilmiyorum ama muhtemelen karanlığın içindeki bir şeyi fark etmemdi. Zifiri karanlık odamın içine bir ışık süzülüyordu. Kapı açıktı.

“Kapattığımı sanıyordum…“ diye kendi kendime mırıldandım ve yataktan kalktım.

Yanımdaki lambayı açtım ve kapının yanında duran küçük bir kutu fark ettim.

“Noel Baba…?“

İlkokuldayken Noel Baba’ya gerçekten inandığım zamanı hatırladım ama bir sabah anneme “Teşekkürler, Anne“ dediğimde, Noel Baba’nın eve gelmeyi bıraktığını fark etmiştim. Üzerime bir hırka giyip hediyeye uzandım. Büyük bir şey değildi, avucuma rahatça sığıyordu. Kurdeleyi çözüp ambalaj kağıdını açtığımda beyaz bir kutuyla karşılaştım. Kutunun üstünde “Saki’ye“ diye başlayan bir mektup vardı.

Annemden geliyordu. Kızı olarak bana duyduğu minnettarlığı ve bana fazla baskı yapmış olabileceğinden duyduğu endişeyi yazmıştı. Aileden gelen samimi bir mektubu okumak neden her zaman bu kadar utanç verici olur ki? …Ama yine de mektubu biraz daha okudum ve ardından küçük kutuyu açtım. İçinde pahalı bir markaya ait bir bileklik vardı. Sonra tekrar mektuba döndüm.

Seni tanıdığıma göre, büyük ihtimalle liseden mezun olur olmaz bağımsız olmaya çalışacaksın—

Bu satırı okuduğumda neredeyse yerimden sıçrıyordum. Bu isteğimi hiç açıkça dile getirmemiştim ama o çoktan anlamıştı bile.

Ve nasıl olsa bu olacak, çünkü benim kızımsın ve asla gereksiz yere para harcamazsın. Sen inatçısın sonuçta.

“Çünkü ben senin kızınım, değil mi…“ dedim, elimdeki bilekliğe bakarken.

Bu yüzden sana bu bilekliği hediye etmek istiyorum. Önümüzdeki yıl, aklın tamamen üniversite sınavlarıyla dolu olacak, o yüzden henüz biraz özgürlüğün varken vermek istedim. Eğer işler sarpa sararsa, bilekliği satabilirsin. En az bir ay boyunca yiyecek almanı sağlar. O zamanı birinden yardım istemek için kullan, tamam mı?

Benim başkalarına güvenmekte zorlandığımı bile biliyordu.

“Ama… Daha yeni hediye aldım. Kim aklı başında birine hediye verip sonra da ‘Eğer gerekirse satabilirsin’ der ki?“

Aslında, tam da burada biri var, değil mi?

Annem mektubuna, böyle pahalı bir şey seçtiği için özür dileyerek devam etmişti ama bunu benim için yapmak istediğini söylemişti. Sonra da mektubunu o şekilde bitirmişti. İç çekmemi engelleyemedim. Mektubu da ekleyerek bunu bana geri vermeyi zorlaştıracağını biliyordu.

Bilekliği bileğime taktım, bir süre öyle kaldım, sonra yatağımın üzerine bıraktım. Lambamın soluk ışığı ona vurduğunda parlak bir gümüş rengine bürünmüştü. Parmağımla nazikçe dokundum.

“Sıkı çalışmaktan korkmuyorum. Bir gün bunu sana on katıyla geri ödeyeceğim.“ diye mırıldandım, sesim biraz kısık çıkmıştı.

Daha çok bir dua gibi hissettirdi aslında. Bilekliği dikkatlice kutusuna geri koydum ve kaldırdım. Onu asla satmayı düşünmeyeceğim. Benim için önemli olan insanlarla bir araya geldiğimde onu takacağım. Bilekliğin kutunun içinden görünmesini sağlayarak yatağımın yanına yerleştirdim ve battaniyemin altına sokuldum.

“Teşekkürler, Anne.“ diye fısıldadım, gözlerimi kapatmadan önce kutunun içine son bir kez daha baktım.

Karanlığın içinde bile soluk gümüş rengi hâlâ görünüyordu. Boyutu, bir meleğin başındaki hale gibi tam otururdu, değil mi? Gerçi haleler altın olurdu. Eh, küçük bir fark.

Gözlerimin ardında değer verdiğim herkesin yüzleri birer birer belirdi ve sonra kayboldu.

Mutlu Noeller. Umarım hepsi hep mutlu kalır.

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi5tbj3qEBKTJwohfCXEcKHNzfkqcJJDbNlBKfmQozt4pp68KHVQal2yKltz998JGrvjHGa-pC_nhV4fMqsqtrqg2-MCD0n_RpfVGcxBWi6qSQNCaaMU540npdX4HgE6pFKJgUCxhmBQjcKp10EPQTDsszJ64Eou16yZpf2vXIF5kdHZ6k7XdF00bdpdw/s2048/Chapter%2010.jpg

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


64   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   66