Yukarı Çık




11   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   13 


           
Yaşlı kadın, aynayı Youko’nun dalgın parmaklarının arasından aldı ve sakince inceledi.

“Aynada bir sorun görünmüyor.” Aynayı Youko’ya geri uzattı.

Youko şimdi düşününce, sesinin de farklı geldiğini fark etti. Tamamen başka birine dönüşmüştü. Bir canavar ya da hilkat garibesi değil, ama...

“Eh, demek ki eskisi gibi görünmüyorsun.”

Yaşlı kadının sesindeki gülümseme Youko’nun başını kaldırmasına neden oldu. “Ama neden?” diye sordu.

Tekrar aynadaki kendine baktı. Kendi yerindeki o yabancıyı görmek tuhaf bir histi.

“Neden olacak... Benim bileceğim iş değil.”

Bunun üzerine Youko’nun elini tuttu ve ıslak bir bezle sayısız küçük yarayı sildi.

Youko aynadaki o kıza daha dikkatli baktığında, kendine dair tanıdık gelen izleri seçmeye başlayabiliyordu. Ama çok siliktiler.

Youko, bir daha eline almamaya kararlı bir şekilde aynayı bıraktı. Bakmadığı sürece, nasıl göründüğünün bir önemi olmayacaktı. Elbette, ayna olsun ya da olmasın, saçlarını görmezden gelemezdi ama saçlarını boyattığını farz ederse buna katlanabilirdi. Bu, görünüşünün diğer her yönüyle barıştığı anlamına gelmiyordu, fakat şu anda kendine tüm çıplaklığıyla bakacak cesareti yoktu.

Yaşlı kadın, “Bu konuda pek bir şey bildiğimi söyleyemem ama olur böyle şeyler, en azından öyle duydum. Er ya da geç alışır, kabullenirsin,” dedi.

Masadaki kovayı aldı. Yerine büyük bir kâse koydu. İçinde, çorbaya batırılmış pirinç keki benzeri bir şey vardı.

“Hadi, buyur. Daha çok var.”

Youko başını iki yana salladı. Zerre kadar iştahı yoktu.

“Yemeyecek misin?”

“Canım istemiyor.”

“Bir tadına bak bakalım. İnsan gerçekten aç olup olmadığını bazen ancak öyle anlar.”

Youko sessizce başını iki yana salladı. Yaşlı kadın iç geçirdi. Uzun bir su testisini andıran topraktan bir çaydanlıktan bir fincan çay doldurdu.

“Sen öte yakadan mı geldin?” diye sordu. Bir iskemle çekip oturdu.

Youko gözlerini kaldırdı. “Öte yaka?”

“Denizin ötesinden. Kyokai’nin karşı tarafından mı geldin?”

“Kyokai de ne?”

“Uçurumların dibindeki deniz. Boşluk Denizi, gece gibi kapkara olan deniz.”



Demek adı Kyokai’ydi. Youko bu kelimeyi aklının bir köşesine yazdı.

Yaşlı kadın masaya bir mürekkeptaşı kutusu koydu ve bir sayfa kâğıt serdi. Kutudan bir yazı fırçası çıkardı ve Youko’ya uzattı.

“Adın ne?”

Youko giderek artan kafa karışıklığını bir kenara itti, itaatkâr bir şekilde fırçayı aldı ve adını yazdı:

“Youko Nakajima.”

“Ah, evet, bir Japon ismi.”

Youko, “Burası Çin, değil mi?” diye sordu.

Yaşlı kadın başını yana eğdi. “Burası Kou (巧). Daha açık olmak gerekirse, Kou Krallığı.” Başka bir fırça alıp karakterleri yazdı.

“Burası Hairou (配浪) kasabasıdır. Hairou, Rokou (廬江) vilayetine bağlı Shin (郷槙) kazasındadır. Rokou, Fuyou (符楊) sancağının bir vilayetidir, o sancak da Jun (淳) eyaletine bağlıdır. Jun ise Kou Krallığı’nın bir eyaletidir. Ben de Hairou’nun ihtiyarlarından biriyim.”

Yazı stili Japoncadan sadece belli belirsiz farklıydı, Youko bunu anlayabiliyordu. Çin karakterleri bile neredeyse aynı görünüyordu.

“Bu kanji, değil mi?”

“Eğer yazdığım şeyi kastediyorsan, evet o. Kaç yaşındasın?”

“On altı. Peki Kyokai’nin (虚海) kanjileri nedir?”

“Boşluk (虚, kyo) Denizi’dir (海, kai). Mesleğin ne?”

“Öğrenciyim.”

Yaşlı kadın, Youko’nun cevabını duyunca duraksadı. “Pekâlâ, konuşabiliyorsun ve harfleri de tanıyorsun. Peki, o garip kılıcının dışında yanında başka ne taşıyorsun?”

Youko ceplerini boşalttı: bir mendil, bir tarak, el aynası, bir not defteri ve kırık bir saat. Hepsi bu kadardı. Üstünkörü bir incelemeden sonra yaşlı kadın her birinin ne olduğunu ya da ne anlama geldiğini sordu. Başını salladı, tekrar iç geçirdi ve her şeyi elbisesinin ceplerine yerleştirdi.

“Şey... bundan sonra bana ne olacak?”

“Ona... ona amirlerim karar verecek.”

“Yanlış bir şey mi yaptım?”

Ona kesinlikle bir suçlu gibi davranıyorlardı, diye düşündü Youko. Ama yaşlı kadın başını iki yana salladı.

“Yanlış bir şey yaptığın anlamına gelmez. Sadece tüm kaikyaku’ların (海客) valiyi görmesi gerekir. Kural bu. Hemen bir sonuca varmana gerek yok.”

“Kaikyaku?”

“Denizden (海, kai) gelen misafir (客, kyaku) demek. Kyokai üzerinden doğudan geldikleri söylenir. Kyokai’nin doğu ucunda Japonya adında bir ülke olduğu söylenir. Kimse kendi gözleriyle görmedi ama doğru olmalı, madem bu kadar çoğu buraya düşüyor.”

Yaşlı kadın dosdoğru Youko’ya baktı. “Bazen o Japonlar bir shoku tarafından yutulur ve tıpkı senin gibi bizim kıyılarımıza vurur. İşte kaikyaku budur.”

“Shoku?”


“‘Tutulma’ (蝕) ile aynı karakterle yazılır. Bir fırtına, büyük bir kasırgadır ama normal bir fırtınadan farklıdır. Bir göz açıp kapayıncaya kadar belirir ve bir anda yok olur. Sonrasında da kaikyaku’lar ortaya çıkar.”

Sonra tedirgin bir gülüşle ekledi: “Çoğu çoktan ölmüş olur. Yaşayanlar olsa bile, uzun süre dayanmazlar. Ama yine de onları valiye götürürüz. Orada, seninle ne yapacaklarını çözecek bir sürü akıllı insan var.”

“Ne gibi?”

“Ne gibi mi diye soruyorsun? Açıkçası, bilemem. Buralarda en son karaya vuran canlı bir kaikyaku, büyükannemin zamanındaydı ve söylentiye göre daha vilayet merkezine götürülmeden ölmüş. Yol boyunca boğulmayıp buraya kadar gelebildiğin için şanslı bir kızsın.”

“Ama...”

“Ne oldu, evlat?”

“Ama ben tam olarak neredeyim?”

“Jun eyaletindesin, sana söyledim ya. İşte burada.” Yaşlı kadın, yazdığı yer isimleri listesini işaret etti.

“Bunu demek istemiyorum!”

Dönüp yaşlı kadına yalvardı, kadın ise ona faltaşı gibi açılmış gözlerle bakıyordu. “Bu Kyokai hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Kou Krallığı’nın nasıl bir krallık olduğunu bilmiyorum. Bu dünya hakkında hiçbir şey bilmiyorum! Neler oluyor?”

Yaşlı kadının sıkıntılı bir iç çekişten başka cevabı yoktu.

“Bana eve nasıl döneceğimi söyle.”

“İmkânsız.”

Bu ani cevap Youko’nun endişeyle ellerini ovuşturmasına neden oldu. “İmkânsız mı?”

“Hiçbir insan Kyokai’yi geçemez. Buraya bir şekilde nasıl gelirlerse gelsinler, geri dönüş yoktur.”

Bu açıklama onu zerre kadar tatmin etmedi. “Geri dönüş yok mu? Bu çok saçma.”

“Bu olanaksız.”

“Ama... ben...” Gözleri yaşlarla doldu. “Peki ya annemle babam? Dün gece eve gitmedim. Bugün okulu astım. Okula gitmem lazım. Herkes merak edecek.”

Can sıkıcı bir sessizlik oldu. Yaşlı kadın bakışlarını kaçırdı. Ayağa kalkıp masadaki eşyaları düzenlemeye başladı. “Olan bitene alışsan daha iyi olur herhalde,” dedi.

“Ama buraya gelmek benim fikrim değildi! Benim hiçbir suçum yok!”

“Bütün kaikyaku’lar böyle söyler.”

“Bütün hayatım orada. Yanıma hiçbir şey almadım. Neden eve gidemiyorum? Ben...”

Daha fazla kelime çıkmadı. Hıçkırıklara boğuldu. Yaşlı kadın ona aldırmadı. Odadan ayrıldı. Mumu bile yanına alarak getirdiği her şeyi götürdü ve Youko’yu zifiri karanlık hücrede tek başına bıraktı. Sürgülerin sesi karanlıkta yankılandı.

Youko, “Eve gitmek istiyorum!” diye çığlık attı.

Fakat bu kadar keder içindeyken devam etmek çok zordu. Yatağın üzerine kıvrılıp ağladı. Sonunda bitkin düşene kadar ağladı.

Ve rüyasız bir uykuya daldı.




Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


11   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   13