Yukarı Çık




3   Önceki Bölüm 

           
Çeviri: Animeci_Reyiz

Hadi Cevabı Kontrol Edelim

Bu noktadan sonra aptallığım daha da hızlandı.

Miyagi’ye, “Dışarıda birini arayacağım, hemen döneceğim,“ diyerek apartmandan çıktım. Konuşmamı dinlemesini istemiyordum ama tabii ki Miyagi peşimden geldi.

Birini aramayalı çok olmuştu. Ekranda Wakana ismi görünüyordu. Uzun süre ona baktım. Apartmanın arkasındaki ağaçlarda yaz böcekleri vızıldıyordu.

Görünüşe göre, son düğmeye basma konusunda gergindim. Geriye dönüp baktığımda, çocukluğumdan beri neredeyse hiç kimseyi takılmaya davet etmemiştim ya da sohbet etmek için ulaşmamıştım. Bu şekilde birçok fırsatı kaçırmıştım ama aynı zamanda bir o kadar da beladan kurtulmuştum. Bu konuda hiçbir şey hissetmiyordum, ne pişmanlık ne de memnuniyet.

Düşünmeyi bıraktım. Takip eden boş anlarda, telefonun arama tuşuna bastım. Açtığı anda halledebilirdim. Ne konuşacağımı biliyordum.

Zil sesi sinirlerimi geriyordu. Bir, iki, üç kere. Ancak bu noktada, karşıdaki kişinin cevap vermeme ihtimalini düşündüm. Telefonla arama yapmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki, bir yanım aramanın her zaman ve her yerde cevaplanacağını varsaymıştı. Dört, beş, altı kere. Görünüşe göre Wakana telefonu açacak durumda değildi. Bir yanım rahatlamış hissetti.

Sekizinci kez çaldığında, pes edip telefonu kapattım.

Wakana, üniversiteden bir sınıf altımdaki bir kızdı. Ona yemeğe çıkmayı teklif edecektim. Ve eğer bir şekilde iyi giderse, kısaltılmış hayatım sona erene kadar benimle vakit geçirmesini isteyecektim.

İçimde bir yalnızlık aniden kabardı. Hayatımın sonunun bu kadar net ve yakın olmasıyla bende fark ettiğim ilk değişim, insanlarla birlikte olmaya dair yeni ve yabancı bir arzuydu. Sadece biriyle konuşmak istiyordum, çok kötü bir şekilde.

Wakana, üniversitede bana ilgi gösteren tek kişiydi. Bu bahar, okula yeni başladığı sırada o ikinci el kitapçıda tanışmıştık. Tozlu, yıpranmış eski bir kitaba tamamen dalmıştı ve ben ona “Çekil, yolumu kapatıyorsun“ dercesine bir bakış attım. Bir şekilde bunu “Bu adam bana bakıyor - onu tanımıyorum ama bir yerden mi tanıyorum?“ şeklinde yorumlamıştı. Yeni öğrencilerin yapabileceği türden bir hataydı.

“Şey, daha önce tanıştık mı?“ diye çekingen bir şekilde sordu.

“Hayır,“ dedim. “Tanışmadık.“

“Ah. Özür dilerim,“ dedi Wakana, hatasını fark ederek. Beceriksizce başka yöne baktı. Ama hemen toparlandı ve gülümsedi. “O zaman sanırım bu ikinci el kitapçı tanıştığımız yer oldu?“

Şaşırmak sıra bana gelmişti. “Sanırım öyle.“

“Evet. Harika,“ dedi ve kitabı rafa geri koydu.

Birkaç gün sonra, okul kampüsünde tekrar karşılaştık. O günden beri birkaç kez öğle yemeği yedik ve uzun uzun kitaplar ve müzik hakkında konuştuk - hatta dersleri asarak bile.

“Benden daha çok kitap okuyan benim yaşımda ilk kişisin,“ dedi Wakana, gözleri parlayarak.

“Sadece okuyorum. Hiçbir şey kazanmıyorum,“ diye cevapladım. “Kitaplardan değerli bir şeyler çıkaran o beyin parçası bende yok. Kocaman bir kazandan küçücük bir kaseye çorba döküyorum gibi. Kaseye değer değmez taşıyor ve bütün anlamı kayboluyor.“

“Böyle mi tanımlıyorsun?“ diye merakla sordu Wakana. “Bilincine yardım etmiyor olabilir ama ’unut’tuktan sonra bile, okuduğun her şeyin bir şekilde beyninde bir yerlerde olduğunu ve farkında bile olmadığın şekillerde sana yardım ettiğini düşünüyorum.“

“Bu bazı durumlarda doğru olabilir. Ama benim için - sadece kişisel deneyimimden konuşuyorum - gençken tüm zamanını okumakla geçirmek sağlıksız. Okumak, yapacak başka bir şeyi olmayanlar içindir.“

“Yapacak bir şeyin yok mu, Kusunoki?“

“Pek sayılmaz. İşim dışında,“ diye cevapladım.

Bana geniş bir gülümsemeyle omzuma hafifçe dokundu ve “O zaman sana başka bir şey vereceğim,“ dedi. Sonra telefonumu eline alıp kendi e-posta adresini ve numarasını kişiler listeme kaydetti.

Eğer Himeno’nun çoktan hamile kaldığını, evlendiğini, çocuğunu doğurduğunu, boşandığını ve beni tamamen unuttuğunu bilseydim, belki Wakana’ya gerçekten bir adım atardım. Ama bahar aylarında hâlâ Himeno’yla olan sözümü koruyor ve yirminci yaş günümde bir “artık“ olmaya kararlıydım. Bu yüzden Wakana’ya hiç ulaşmadım, eğer o arar ya da mesaj atarsa da konuşmayı birkaç mesaj veya dakika içinde öldürüyordum. Ona umut vermek istemiyordum.

Özünde, akla gelebilecek en kötü zamanlamaya sahiptim.

Sesli mesaj bırakmak istemedim. Bunun yerine, telefonla söyleyeceklerimi bir mesaj olarak attım: *“Aniden yazdığım için özür dilerim, ama yarın bir yere gitmek ister misin?“* Mesajı çok dikkatli hazırladım - ne fazla kaba olsun, ne de Wakana’nın bende gördüğü imajı zedelesin.

Anında bir cevap geldi. Yalan söylemeyeceğim - rahatlamıştım. Hâlâ beni önemseyip cevap verecek biri vardı.

Alışılmadık bir şekilde, hemen cevap vermek istedim ama mesajı açınca hatamı fark ettim.

Gelen cevap Wakana’dan değildi. Sadece bu olsa bile çok kötü olmazdı. Ama telefonumun ekranında gördüğüm cümle şuydu: *“Bu e-posta adresi artık aktif değildir.“*

Wakana e-posta adresini değiştirmiş ve bana haber vermemişti. Benimle iletişim hattını sürdürmeye gerek görmediğine karar vermişti.

Tabii ki, bu onun yaptığı bir hata da olabilirdi. Belki de çok yakında bana ulaşabileceğim yeni bilgilerle cevap verecekti.

Ama zaten neredeyse emindim. Zamanım geçmişti.

Boş boş ekrana bakışımdan, Miyagi başıma gelenleri sezdi. Yanıma gelip kolumun üzerinden ekrana baktı.

“Sonucu kontrol edelim,“ dedi.

“Az önce aramaya çalıştığın kız senin son umudundu. Wakana seni sevebilecek son kişiydi. Baharda sana ilgi gösterdiğinde ona bir şans verseydin, şimdi yakın bir ilişkiniz olabilirdi. Hayatının değeri belki bu kadar düşmezdi... ama çok geç kaldın. Wakana artık seni umursamıyor. Aslında, şu an sana karşı bir kırgınlık bile hissediyor ve şu anki erkek arkadaşını sana göstermek istiyor.“

Miyagi o kadar mesafeli ve duygusuz konuşuyordu ki, orada bile olmadığım hissine kapıldım.

“Bundan sonra seni sevmeye çalışacak başka biri asla olmayacak. İnsanları sadece yalnızlığını hafifletmek için araç olarak gördüğünde, bunu genellikle hissederler.“

Yan daireden neşeli sesler geliyordu. Birkaç üniversite öğrencisi, erkekli kızlı bir grup gibiydi. Onların penceresinden gelen ışık, benimkinin yanında çok daha parlaktı. Eskiden olsa bunun hakkında bir fikir bile üretmezdim, ama şimdi içimi acıtıyordu.

Tam en kötü anda telefon çaldı. Wakana geri arıyordu. Önce açmamaya karar verdim, ama sonra tekrar denememesi için açtım.

“Az önce sen mi aradın, Kusunoki? Bir şey mi oldu?“ diye sordu. Eminim her zamanki gibi konuşuyordu, ama Miyagi’nin söylediklerinden sonra sesi eleştirel geliyordu. Sanki “Bu kadar zaman sonra neden beni arıyorsun?“ diye soruyordu.

“Özür dilerim, yanlışlıkla oldu,“ diye hafif bir sesle cevap verdim.

“Ah, tabii ki. Şaşırmadım. Sen insanları arayan biri değilsindir zaten,“ diye güldü. Bu da bana alaycı geldi. Sanki “İşte bu yüzden seninle uğraşmayı bıraktım“ diyordu.

“Evet, doğru,“ dedim, arayıp kontrol ettiği için teşekkür ettim ve kapattım.

Yan daireden gelen sesler daha da gürültülü ve ışık daha parlak geliyordu.

İçeri girmek istemediğimden, oracıkta bir sigara yaktım. İkincisini de içtikten sonra yakındaki süpermarkete gittim, rafları dolaştım ve bir altılı bira paketi, kızarmış tavuk ve hazır noodle aldım. İlk kez, ömrümü satarak aldığım üç yüz bin yene dokundum. Bu özel durumda bir şeylerle şımartmak istedim, ama neyin “şımartmak“ sayılacağını bile bilmiyordum.

Miyagi kendi sepetine besin barları ve maden suyu gibi çok sıradan şeyler doldurdu. Böyle şeyler alması garip gelmedi, ama onu bunları yerken hayal etmeye çalışsam da başaramadım. O kadar insanlık dışıydı ki, en temel insani eylem olan yemek yemek bile onunla bağdaşmıyordu.

Kendi kendime, insanların bizi birlikte yaşayan bir çift sanabileceğini düşündüm. Aptalca - ama hoş - bir hayaldi. Hatta yanımızdan geçenlerin de bu yanılgıya düşmesini umdum.

Açıkçası, Miyagi adındaki bu kızın varlığı her zaman rahatsız ediciydi. Ama yıllardır, birlikte yaşadığım bir kızla rahat kıyafetler içinde yiyecek ve içki almaya gitme fikrine gizli bir ilgim vardı. Bunu yapanları gördüğümde hep imrenirdim. Bu yüzden, sadece beni gözetlemek için bile olsa, bir kızla gece alışverişi yapmak keyifliydi.

Bu mutluluk boştu. Ama hissettiğimi inkar edemezdim.

Miyagi self-checkout kasasına gidip önce ödemesini yaptı. Yiyecek dolu poşetlerle apartmana döndük. Yan dairedeki eğlence sesleri hâlâ devam ediyordu, duvardan sürekli ayak sesleri geliyordu.

Dürüst olmak gerekirse, onları kıskanıyordum. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Normalde eğlenen insanlara bakıp sadece “Bunun nesi eğlenceli ki?“ diye düşünürdüm.

Artık ölümün farkında olduğum için, kendime göre çarpıttığım tüm değerler düzeliyor, asıl doğalarına dönüyordu. Tıpkı herkes gibi, arkadaşlık arzulamaya başlamıştım.

“Böyle zamanlarda çoğu insan ailesinin tesellisini arardı,“ diye düşündüm. Koşullar ne olursa olsun, ailen her zaman senin yanındadır, sonunda onlara dönmelisin. En azından, aşina olduğum bir düşünce tarzı buydu.

Ama aile herkes için sıcak bir kucak değildir. Son üç ayımda ne olursa olsun ailemle iletişime geçmemeye kararlıydım. Çok az zamanım kalmıştı ve bu zamanı daha da kötü hale getirmek için hiçbir çaba sarf etmek istemiyordum.

Çocukluğumdan beri, küçük kardeşim ailemin sevgisini benden çalmıştı. Öncelikle, her şeyde benden daha iyiydi. Dürüst ve açık sözlüydü, uzun boylu ve yakışıklıydı. On iki yaşından şu anki on dokuz yaşına kadar, istediği zaman bir kız arkadaşı olmamıştı ve üniversitesi benimkinden daha iyiydi. Atletikti, hatta lise beyzbolunda ulusal turnuvada oynamıştı. Üstün olduğum tek bir alan bile yoktu. Ben gelişmeyi bırakıp geriledikçe, her yıl daha da başarılı olan kardeşim daha da öne çıkıyordu.

Ailemin sevgisinin benden çok ona yönelmesi doğaldı. Bana bir başarısız gibi davransalar da, bunun haksız olduğunu düşünmüyordum. Aslında, karşılaştırıldığında gerçekten bir başarısızdım. Eşit miktarda sevgi gösterilseydi, bu haksızlık olurdu. Onların yerinde olsam ben de aynısını yapardım. Daha çok hak edeni sevmek ve gerçekten karşılık verecek olana yatırım yapmakta ne yanlış var ki?

Eve dönüp ailemin koşulsuz sevgisi ya da her ne diyorsanız onun sıcaklığında yaşama şansım neredeyse sıfırdı. Komşumun kapısını çalıp onların partisine kabul edilme şansım daha yüksekti.

Suyu ısıtırken bir bira içtim ve kızarmış tavuğu kemirdim. Hazır ramenim hazır olana kadar iyice sarhoş olmuştum. Böyle zamanlarda alkol evrensel bir çareydi. Tabii doğru miktarda içerseniz. Köşede defterine bir şeyler yazan Miyagi’ye yaklaştım ve “Benimle içmek ister misin?“ diye sordum. Kim olduğu umurumda değildi, sadece benimle birlikte içecek birini istiyordum.

“Hayır teşekkürler. Çalışıyorum,“ dedi, defterinden başını kaldırmadan.

“Merak ediyordum - ne yazıyorsun?“

“Gözlem kaydım. Senin hareketlerini.“

“Ah, tamam. O zaman sana yardım edeyim. Şu an sarhoşum.“

“Öyle görünüyorsun,“ diye onayladı Miyagi.

“Ve sadece bu da değil. Seninle içmek istiyorum.“

“Biliyorum. Az önce söyledin,“ diye homurdandı Miyagi, rahatsız görünerek.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3   Önceki Bölüm