Böylece bir kez daha soğukkanlılıkla reddedilmiştim.
Her şey, Totsuka’nın sözlerini dikkate alıp Yukinoshita’dan tavsiye istemeye gitmemle başlamıştı.
Planım, konuşmayı hizmet kulübünden ayrılabileceğim bir noktaya çekmek, ardından tenis takımına katılma niyetimi açıkça duyurup... zamanla o kulüpten de sessizce silinmekti. Ama şimdi bu plan pürüzsüzce engellenmişti.
“Yani, Totsuka’nın beni tenis takımına almasının sebebini anlıyorum—kısacası, onları harekete geçmek için korkutmalıyım. Yeni biri takıma katılırsa, bu zamanla işleri değiştirmez mi?“
“Senin gibi bir mahlukatın böyle bir grup ortamında hayatta kalabileceğini gerçekten düşünüyor musun? Sence seni kolayca kabul ederler mi?“
“Off…“
Doğruydu… Sırf ayrıldığım için övgü almazdım, ama kulüp saatinde tembel tembel takılan, keyif yapan o insanları görürsem, belki de raketimle onları vurmaya başlardım.
Yukinoshita kısaca güldü, bu gülüş neredeyse bir iç çekişi andırıyordu.
“Sen gerçekten grup içinde olmanın ne demek olduğunu anlamıyorsun, değil mi? Yalnızlığın üstadısın.“
“Bunu senden duymak hiç istemezdim…“
Yukinoshita, verdiğim cevabı tamamen görmezden gelerek konuşmasını sürdürdü.
“Senin gibi ortak bir düşmanla karşılaştıklarında birleşmelerinin mümkün olduğunu kabul ediyorum… Ama tüm çabalarını seni dışarı atmak için harcarlar, bu da kişisel gelişime dönüşmez. Dolayısıyla bu bir çözüm değil. Bunun kanıtı da benim.“
“Anlıyorum… Bekle, kanıtı sen misin?“
“Evet. Ortaokulda yurtdışından dönmüştüm, doğal olarak yeni bir okul hayatına başladım. Ama sınıfımdaki tüm kızlar… Daha doğrusu okuldaki tüm kızlar beni dışarı atmak için can atıyordu. Yine de tek bir kişi bile beni geçebilecek kadar kendini geliştirmeye çalışmadı. Ne beyinsizler ama…“
Bir anlığına Yukinoshita’nın arkasında kara alevlerin havayı doldurduğunu gördüğümü sandım.
Hassiktir, sanırım gerçek bir mayına bastım…
“Ş-şey, evet, bu mantıklı galiba… Yani senin kadar sevimli bir kız olunca, böyle şeyler olabiliyor…“
“...Ş-şey, bu doğru. Diğer kızlara kıyasla görünüşümün açık ara en iyi olduğunu söylemek abartı olmaz. Tabii öteki kızlar da o kadar iradesiz değildi ki hemen pes etsinler, yani bu doğal bir sonuçtu diyebiliriz. Bununla birlikte, Yamashita-san ve Shimamura-san da oldukça sevimliydi… Erkekler arasında da popülerlerdi. Ama bu sadece görünüşleri için geçerliydi. Dersler, spor, sanat yeteneği, hatta görgü ve ruh hâli konusunda bile topuklarıma erişemezlerdi. Ve eğer dünyayı altüst etmek bile beni yenmeye yetmeyecekse, tüm çabalarını beni bacaklarımdan çekip aşağıya indirmeye odaklamaları doğaldır…“
Yukinoshita bir an için ne diyeceğini şaşırmış gibiydi, ama kısa sürede eski ritmine döndü ve arka arkaya şatafatlı, kendini yücelten ifadeler saçmaya başladı.
Onun konuşmasına bir nehir gibi akıyor diyebilirsiniz, ama daha çok Niagara Şelalesi’nin azgın sularına benziyordu... Tek nefeste tüm bunları söyleyebilmesi gerçekten etkileyiciydi.
Acaba bu, Yukinoshita’nın utancını saklama şekli miydi? Belki de onun da sevimli tarafları vardı...
Yukinoshita uzun süre konuştuğu için nefes nefese kalmıştı. Yüzü de hafifçe kızarmıştı.
“Ah, ne rahatlatıcı… Beklediğim gibi. Hiç de sevimli değilsin işte.”
Aslında dürüst olmak gerekirse, tanıdığım hiçbir kız Totsuka kadar sevimli değildi… Bu da neydi şimdi?
Ah, doğru… Aslında konumuz Totsuka’ydı.
“Ama tenis takımını iyileştirmek için bir şeyler yapılırsa Totsuka mutlu olur, sanırım…”
Ben konuşurken Yukinoshita gözlerini açtı ve bana dik dik baktı.
“Ne kadar sıra dışı… Sen ne zamandan beri başkaları için endişelenen türden biri oldun?”
“Hadi ama… Bana ilk kez tavsiye için başvuruldu, yani, bilirsin işte…”
Sonuçta, yardım istenmiş olması beni bir nebze mutlu etmişti. Üstelik Totsuka epey sevimliydi… Farkında olmadan dudaklarım bir gülümsemeyle gevşedi.
Yukinoshita, sanki o gülümsemeyi durdurmak istercesine araya girdi.
“Geçmişte sık sık aşk tavsiyesi için bana danıştılar.”
Göğsünü gururla kabartarak konuştu, ancak ifadesi giderek karardı.
“…Gerçi bir kızın aşk tavsiyesi istemesi genellikle sadece başkalarını bağlama stratejisidir.”
“Ha? Ne demek istiyorsun?”
“‘Kimi sevdiğimi açıklarsam, etrafımdakiler daha dikkatli olmaya başlar, değil mi? Tıpkı bölgeni işaretlemek gibi. Artık bilinen bir gerçek olduğunda, sınırı ihlal eden hırsız muamelesi görüp dışarı atılır. İtiraf eden bir erkek bile olsa yine de atılırsın. Bunların hepsini bana anlatman gerçekten gerekli miydi…?”
Yukinoshita’nın arkasında yeniden kara alevler yanmaya başlamıştı. “Kızlar ve aşk tavsiyesi” dedikten sonra biraz acı-tatlı bir şeyler duymayı ummuştum, ama bu sadece daha da tatsız gelmişti.
Neden saf bir gencin bir rüyasını daha çiğnemek zorundaydı? Bundan zevk mi alıyordu?
Yukinoshita, tatsız anılarını silmek istercesine birden alaycı bir şekilde güldü.
“Kısacası, her isteği dinleyip herkese yardım etmenin iyi bir şey olduğunu varsayma. Eski bir deyiş vardır: ‘Aslanlar bile yavrularını dipsiz çukurlara atıp öldürür.’”
“Öldürmek amacı bozar…”
Üstelik asıl deyiş: “Aslanlar kendi yavrularını avlarken bile tüm güçlerini tüketir.”
“Peki sen olsan ne yapardın?”
“Ben mi?”
Şaşkın Yukinoshita birkaç kez göz kırptı, sonra düşünceye daldı.
“Sanırım hepsini ölene kadar koşturur, sonra ölene kadar raket sallama antrenmanı yaptırır, en sonunda da ölene kadar antrenman maçları oynatırdım.“
Bunları hafifçe gülümseyerek söyledi. Gerçekten ürkütücüydü.
Tam o sırada yerimden sıçradım—kapı güm diye açılmıştı.
“Heeyyoo~~!!“
Yukinoshita’nın tam zıttı bir enerjiyle, kafası havada Yuigahama neşeli bir selamla içeri daldı.
Yuigahama her zamanki aptalca sırıtışını takınmıştı. Her zamanki gibi kaygısız görünüyordu.
Ancak arkasında, ciddi ama bir o kadar da çelimsiz bir ifade taşıyan biri duruyordu.
Özgüvensizce aşağı bakan gözleri, solgun beyaz teni... Yuigahama’nın blazer’ının eteğini güçsüzce tutuyordu. Hafif bir rüya gibiydi; ışığa tutar tutmaz kaybolacakmış hissi veriyordu.
“Ah… Hikigaya-kun!“
Beni görür görmez yüzüne aydınlık bir gülümseme yayıldı, soluk tenine renk geldi. Öyle gülünce kim olduğunu nihayet anladım.
Neden bu kadar kasvetli görünüyordu ki…?
“Totsuka…“
Yavaşça pıtır pıtır yanıma geldi ve bu kez kolumu sıkıca tuttu. Hey, hey bu kural dışı… Yine de erkek olduğunu unutmayayım.
“Hikigaya-kun, sen burada ne yapıyorsun?“
“Ah, ben bu kulübün üyesiyim… Senin burada ne işin var peki?“
“Bugün yeni bir müşteri getirdim, hihihi~~.“
Yuigahama gereksiz büyük göğüslerini kabartarak konuştu. Sana sormadım ki… Bunu Totsuka’nın o sevimli dudaklarından duymak istiyordum…
“Hadi ama—ben de bu kulübün parçasıyım, biliyorsun değil mi? Yani biraz çalışıp hakkımı vermek istedim. Bir de Sai-chan’ın kafası takılı gibiydi, onu da buraya getirdim.“
“Yuigahama-san.“
“Yukinon, gerçekten teşekkür etmene gerek yok. Bir kulüp üyesi olarak bu kadarı—“
“Yuigahama-san, kulüp üyesi olduğuna dair en ufak bir kanıt göremiyorum…“
“Değil miyim?!“
Değil miydi?! Bu şaşırtıcı… Yavaş yavaş bu kulübün parçası olduğu belli oluyordu bence ama.
“Doğru. Hiç dilekçe vermedin ve danışman öğretmen üyeliğini onaylamadı. Yani üye değilsin.“
Yukinoshita kurallar söz konusu olduğunda nedensizce acımasızlaşıyordu.
“Yazarım! Dilekçe istiyorsan milyon tane yazarım! Sadece beni kulübe alın!“
Yuigahama gözleri dolu dolu bir şekilde bir kağıt parçası alıp yazmaya başladı. “dilekçe“… Bari büyük harfle yazsaydın “dilekçe“’yi.
“Yani, Totsuka Saika-kun... Değil mi? Bizden ne istiyorsun?“
Yukinoshita, aceleyle dilekçe yazan Yuigahama’yı görmezden gelip Totsuka’ya döndü. Totsuka, Yukinoshita’nın buz gibi bakışları altında titremeye başladı.
“Ş-Şey... Tenis takımını... daha iyi hale getirmek... istiyorum sanırım...?“
Totsuka önce Yukinoshita’ya bakıyordu ama cümlesi ilerledikçe yavaş yavaş bana döndü. Benden kısa olduğu için tepkimi ölçmeye çalışırken yukarı doğru bakıyordu.
Lütfen bana bakma... Neredeyse kalbim fırlayacak , başka yere bak artık.
Tam o sırada, beni kurtarmak gibi bir niyeti olmasa da Yukinoshita araya girdi:
“Yuigahama-san’ın sana ne dediğini bilmiyorum ama hizmet kulübü mucizevi bir çözüm değil. Biz sadece bağımsızlığı teşvik etmek için destek veririz. Tenis takımının düzelip düzelmeyeceği tamamen size bağlı.“
“Anlıyorum...“
Totsuka’nın omuzları çöktü; hayal kırıklığına uğramıştı. Yuigahama ona boş umutlar vermiş olmalı...
“Mühür neredeydi, mühür...“ diye mırıldanan Yuigahama çantasını karıştırmaya başladı. Öfkeyle bakışımı hissedince başını kaldırdı:
“Ha? Ne oldu?“
“Ne demek ne oldu?... Sorumsuzca söz verdin, şimdi de bu genç adamın narin umutlarını paramparça ediyoruz.“
Yukinoshita’nın acımasız sözlerine rağmen Yuigahama şaşkın şaşkın kafasını yana eğdi:
“Hım? Hımmm? Ama... Yukinon ve Hikki kesin bir şey yapabilir diye düşünmüştüm... Yanıldım mı?“
Bu lafı tamamen kayıtsız bir tonda söylemişti. Ama dinleyene göre alaycı bir meydan okuma da sezilebilirdi. Ne yazık ki tam da bu şekilde algılayacak biri oradaydı.
“……Hmph. Bunu demeye mi getirdin, Yuigahama-san… Şuradakinin işi becerip beceremeyeceği ayrı konu, ama beni sınamaya kalkışman…“
Yukinoshita güldü. Ah, içinde garip bir tetik çekilmiş gibiydi… Yukinoshita Yukino, meydan okumaları tüm gücüyle paramparça eden türden biriydi – hatta kışkırtılmadan bile ezer geçerdi. Benim gibi barışçıl bir Gandhi’ye bile acımazdı.
“Öyleyse peki Totsuka-kun, dileğini kabul ediyorum. Tek yapmam gereken tenis yeteneğini geliştirmene yardım etmek, değil mi?“
“E-evet, öyle... Ben gelişirsem herkesin de gayret edeceğini düşünüyorum.“
Yukinoshita’nın dik dik bakışından ürkmüş olmalı ki Totsuka cevabını arkama saklanarak verdi. Omzumun hemen üzerinden gözüken yüzünde tedirgin bir korku vardı. Titreyen bir yaban tavşanı gibiydi… Buna bakınca insan ona tavşan kız kostümü giydirmek istiyor.
Tabii ki Buz Kraliçesi yardım teklif edince korkmak doğaldı. Yukinoshita’nın “Güçlendiririm, ama karşılığında ruhunu alırım!“ dediğini hayal edebiliyordum. Yoksa bu kız bir cadı mıydı?
Totsuka’nın endişesini hafifletmek için onu korur gibi bir adım öne atıldım...
Totsuka’ya yaklaştığımda şampuan ve deodorant kokusu geldi.
Tarifsiz bir şekilde tam bir liseli kız gibi kokuyordu… Hangi şampuanı kullanıyordu acaba?
“Yardım etmemiz sorun değil de, nasıl yapacağız peki?“
“Zaten söylemiştim, değil mi? Hafızanıza güvenmiyorsanız, not almayı düşünebilirsiniz.“
“Bir dakika, yoksa o söylediklerinde ciddi miydin…“
Yukinoshita’nın “ölene kadar“ çalıştırmaktan bahsettiği anları düşünürken, bana gülümseyerek baktı… Sanki aklımdan geçenleri okuyor gibiydi. Kahretsin, o gülüş dehşet vericiydi…
Totsuka’nın beyaz teni iyice soldu ve titremeye başladı.
“Ben… ölecek miyim…?“
“Sorun değil. Ben seni korurum.“
Bunu söyleyip Totsuka’nın omzuna hafifçe vurdum. Dokunduğumda Totsuka’nın yüzü kızardı ve bana yoğun bir bakış yöneltti.
“Hikigaya-kun… Bunu ciddi mi söylüyorsun?“
“Yok, özür dilerim… Sadece hep böyle şeyler demek istemişimdir.“
“Seni korurum“ cümlesi her erkeğin “söylemek istediği şeyler“ listesinde ilk üçtedir. (Merak edenler için birinci sıra “Arkamdan gel, ben hallederim“dir.) Neyse, Yukinoshita’yla başa çıkamazken kimseyi ondan koruyamam elbette. Sadece… Totsuka’yı rahatlatacak bir şey söylemezsem, o tedirginlik hiç geçmeyecekti.
Totsuka hafifçe iç çekip kaşlarını çattı:
“Hikigaya-kun’u bazen gerçekten anlayamıyorum… ama—“
“Hım, Totsuka-kun’un tenis antrenmanları okul sonrası, değil mi? Öyleyse özel çalışmalara öğle arasında başlayalım. Kortta buluşalım mı?“
Yukinoshita sözünü kesti ve yarından itibaren plan yapmaya koyuldu.
“Tamamdır~~!“
Yuigahama az önce bitirdiği dilekçeyi sallayarak cevap verdi. Totsuka da onayladı. Demek ki…
“Yani… Ben de mi geleceğim?“
“Doğal olarak evet. Sonuçta öğle arasında yapacak başka işin yok, değil mi?“
…Tam on ikiden vurdun.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.