Koridora döndüğümde, bazı öğrencilerin sinsice sırıttığını fark ettim.
Başımızın dertte olduğunu açıkça görebiliyorlardı, bu da sinir bozucuydu.
Koridorda hızlı adımlarla ilerlerken telefonumdan Ayanokouji-kun’u aramayı denedim.
Telefon çaldı ama ne kadar beklediysem de açmadı.
Ya fark etmedi ya da açmamayı tercih etti.
“Horikita-san.”
Merdivenlere yönelirken seslenen kişi Matsushita-san’dı.
“Üzgünüm ama acelem var.”
“Biliyorum. Ayanokouji-kun’la görüşmeye gidiyorsun, değil mi? Ben de seninle geleceğim.”
Yanıma geçti ve tempomu bozmadan benimle yürümeye başladı.
“Neden sen de geliyorsun?”
“…Onun sınıf değiştirme sebebini bilmek istiyorum. Son kez soruyorum, bu senin bir planın değil, değil mi Horikita-san?” “ Ne yazık ki öyle bir planım yok.”
“Ryuuen-kun’un sınıfına geçmesi stratejik açıdan mantıklı olabilirdi, ama Class C’ye düşmesi hiçbir anlam ifade etmiyor.
Sakayanagi-san artık yokken, o sınıfa katılmanın anlamı kalmadı.”
“…Demek ki Ayanokouji-kun kimseye haber vermeden sınıf değiştirdi.”
“Bilmiyorum. Biri ondan bunu istemiş olabilir. Belki tehdit edildi—”
Ya da belki büyük bir para karşılığında kalbi değişti…
Ama hemen anladım ki bunlar neredeyse imkansız.
En azından, Ayanokouji-kun paraya aldırış edecek biri değildi.
Ve tehdit edilse bile böyle bir karar alacak türde birisi değildi.
Bu da şu anlama geliyordu: Bu karar… gerçekten kendi kararıydı.
Kafamın içinde en kötü senaryo şekillenmeye başladı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.