Yukarı Çık




70   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   72 


           
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbr6LxtvSLejOV_5kZRkOdslfX0wpc0UUp86m31Fs0BimGl9w3iytlujsBVl1x4MI-Fk8uyrsl_8dWxWLTGCZ5P_Xe3EFEcuur0qCVMUidEoPc60lg5TM9GaBcwkZPIs2C_Si4x5ElBoFUEi38VeuMdgUR6rwfvv4wC8o2Aifxf2-cwLRQYN-qds17jw/s2048/Cover%202.jpeg


7.CİLT : PROLOG
Asamura Yuuta





Dünyayı kaplayan yoğun kar, yavaşça eriyerek 12 Şubat günü nihayet kayboldu ve bizi bir Cuma sabahına getirdi. Soğuktan donmuş ellerimle ayakkabı dolabımı açtım ve içeri girip terliklerimi değiştirdiğim anda bir ses bana seslendi.

“Günaydın, Asamura.”

Arkamı döndüğümde, iyi arkadaşım Maru’nun gizemli bir gülümsemeyle bana selam verdiğini gördüm.

“Günaydın, Maru. Bu sabah antrenman yok mu?”

“Kar yüzünden içeriye çekildik, bu yüzden erken bitirdik ama sen hiç tereddüt etmiyorsun ha?”

“Ha?” Maru’nun ne demek istediğini anlayamamıştım, bu yüzden şaşkın bir ses çıkardım. “Ne demek istiyorsun?”

“Sadece ayakkabı dolabını hiç düşünmeden açmana hayran kaldım.”

“Bu… kötü bir şey mi?”

“Normalde olmazdı ama… bak.”

Maru’nun bakışları, yan sınıftan bir çocuğa kaydı.

Çocuk, bir an tereddüt ettikten sonra ayakkabı dolabını açtı. Ardından derin ama yine de duyulabilecek kadar belirgin bir iç çekti.

“Bu yıl 14 Şubat Pazar’a denk geliyor, değil mi?”

“Ah, anlıyorum.”

14 Şubat’ın Sevgililer Günü olarak bilindiğini elbette biliyordum. Hristiyan inancında, sevdiğin insanlara kalpten gelen bir şey vermek için ayrılmış bir gün olarak görülüyordu ve bu gelenek Japonya’ya da taşınmıştı. Ancak bir şekilde zamanla değişmiş ve kadınların erkeklere çikolata verdiği bir güne dönüşmüştü. Son yıllarda bu gelenek biraz daha esnemiş (ya da aslında köklerine dönmüş) ve artık hem erkekler hem de kadınlar önem verdikleri kişilere çikolata vermeye başlamıştı. Ve bu yıl Sevgililer Günü hafta sonuna denk geldiği için, çikolataların ya bugün, yani Cuma günü ya da asıl gününde verileceği anlamına geliyordu.

“Belki de ayakkabı dolabında seni bekleyen bir çikolata vardır, bu yüzden açmadan önce bir an tereddüt edersin ama ben hiçbir şey umursamadan dolabı açıp geçtim, öyle mi?“

“Aynen öyle.“

“Ama böyle bir şey gerçekten oluyor mu? Yani, ayakkabı dolabında çikolata bulmak?“

Benim hiç böyle bir şekilde çikolata aldığımı hatırlamıyorum, çevremde de böyle bir şey yaşayan biri olduğunu duymadım. Üstelik, hijyenin bu kadar önemsendiği bir çağda, yiyeceği ayakkabı dolabına koymak hem sağlıksız hem de mantıksız görünüyor. Kaldı ki, bir lise öğrencisinin ayakkabı dolabı pek de temiz sayılmaz. Oraya koymaya değer tek şey muhtemelen bir mektup olurdu.

“Bunu mantıklı bir argüman olarak kabul edebilirim ama… Asamura, Sevgililer Günü’nde hijyeni düşünmek ve gerçekçi olmaya çalışmak… çoğu erkeğin yaptığı bir şey değil.“

“Öyle… mi dersin?“

“Beyninde bunun mantığını anlayabilirsin ama içinde bir yerlerde o küçük umut ışığını söndüremezsin. İçten içe, bir yerde… Hayır, en azından bir kızın senden hoşlandığını varsayman son derece normal.“

“Bu hiç de normal değil.“

“Ama biz erkekler biraz deliyiz. O yüzden bu, normal.“

“Çok kusurlu bir mantık.“

Bu sohbet eşliğinde sınıfımıza vardık. İçeri girdiğimde farkında olmadan atmosferin farklı olup olmadığını anlamak için etrafa göz gezdirdim. Kısaca söylemek gerekirse, sınıftaki hava oldukça sakindi ve pek kimse Sevgililer Günü hakkında konuşmuyordu. Muhtemelen Suisei Lisesi’nin ortalamadan daha ileri seviye bir okul olmasının etkisi vardı. Yine de gün içinde, kızların birbirlerine çikolata verdiğini ya da çok fazla kız arkadaşı olan erkeklerin çikolata aldığını gördüm. Ancak tanıdığımız çiftler, sınıfta birbirlerine çikolata vermiyordu. Neden acaba?

Sonunda günün son zil sesi çaldı ve Maru arkasını döndü.

“Ne oldu sana, Asamura? Tüm gün tuhaf bir ifadeyle etrafa bakınıp duruyordun.”

“Tuhaf bir ifade mi…? Önümde oturan kişi bile fark ettiğine göre, bayağı belli olmuş olmalıyım.”

“Resmen bir filozof gibi görünüyordun.”

Bir dakika. Ben Socrates, Platon, Nietzsche ya da Sartre değilim, tamam mı? Ayrıca beynimi bu kadar zorladığım da yoktu.

“Dünyadaki açlık sorununu çözmeye falan çalışmıyordum. Sadece, açıkça sevgili olan çiftlerin bile herkesin önünde birbirlerine çikolata vermediğini düşünüyordum.”

Bunu duyunca Maru bana şüpheli bir bakış attı.

“Asamura… Bu sözlerin, aslında tüm çiftlerin herkesin önünde birbirleriyle rahatça flörtleşebildiği gibi bir varsayıma sahip olduğunu ortaya koyuyor, biliyor musun?”

“Bu…”

Doğru değil—demek istedim ama aklıma babam ve Akiko-san’ın yüzleri geldi. Aslında… doğru olabilir. Son zamanlarda şahit olduğum tek romantik ilişki onlara ait sonuçta.

“…bir ihtimal olabilir sanırım?”

“Hey, bir dakika… Tanıdığın çiftler, herkesin içinde açık açık sarılıp öpüşüyor mu yani?”

“Buna benzer bir şey görmedim… Ama yapsalar da pek şaşırmazdım.”

Babam ve Akiko-san’ın şehirde dolaşırken birbirlerini öptüklerini bilmiyorum ama en azından kollarını birbirine dolayarak yürüdüklerini tahmin edebilirim… Yine de bir oğul olarak, ebeveynlerimin aşk hayatı hakkında fazla hayal kurmak istemem doğrusu.

“Kesin çok fazla Amerikan filmi izledin. Gerçekte, böyle çiftler yan yana yürüseler bile dalga konusu olurlar. İnsanların içinde herhangi bir fiziksel temas göstermek aşırı utanç verici olur.”

“Utanç verici… Evet, mantıklı.”

Benimle Ayase-san’ın da bu tür şeyleri yapmamasının sebebi utanç… değil mi? Öyle gibi geliyor ama tam olarak da değil. Yeni yıl için babamın ailesini ziyarete gittiğimiz zamanı anımsadım. Dedeme düşüncelerimi net bir şekilde açıkladıktan sonra odama dönüp uyumuştum. O sırada Ayase-san sırtıma dokunmuş ve “Teşekkür ederim, Yuuta-kun.” demişti.

Ayase-san’ın küçük kız kardeşim olmasından hiçbir zaman şikayetçi olmadım. Dedemle yaptığım konuşmayı duyduğunu fark ettiğimde biraz mahcup olmuştum ama içten duygularımın ona ulaştığını bilmek beni mutlu etmişti. Akrabalarımızın bizi yanlış anlaması riski vardı ve her an ebeveynlerimiz geri dönebilirdi. Tüm bu tehlikelere rağmen, Ayase-san bana yaklaşmış ve fiziksel temas kurmak istemişti. Üstelik söylediği o sözlerle… Buna nasıl kayıtsız kalabilirdim ki?

Ayase-san o andan sonra başka bir şey söylemedi ve hızla kendi futonuna döndü ama benim kalbim öyle hızlı atıyordu ki uyumakta zorlandım. Görülme ihtimalimizin olduğu bir ortamda bile fiziksel temasa izin vermiştik. Bu da Ayase-san’ın neden böyle riskli bir şey yaptığını düşünmeme sebep oldu. Onun normalde böyle davranan biri olmadığını biliyordum ama bu şekilde bağ kurabilmiş olmamız beni mutlu etmişti.

Maru’nun bilinçaltı varsayımlarım hakkındaki argümanı kafamda tekrar yankılandı. İçten içe… Ben de başkalarının önünde bu kadar açık bir şekilde fiziksel temas kurmak mı istiyordum? Ve sadece utandığım için mi bundan kaçınıyordum?

“Asamura, biri seni çağırıyor.”

Maru’nun sözleriyle başımı kaldırdım.

Kapıda sınıfın içine göz atan bir kız fark ettim. Meğer Ayase-san’ın sınıfından yakın arkadaşı, Narasaka Maaya-san’mış. Elini sallayarak beni yanına çağırdı. Maru’ya veda edip kulübüne gitmesine izin verdim ve Narasaka-san’ın peşinden gittim.

“Narasaka-san? Bir şey mi oldu?”

“Benimle gel.”

Beni, katın köşesinde bulunan bir depo kulübesinin yanındaki alt merdivenlere götürdü. Orada, beni daha da şaşırtan bir şey vardı—Ayase-san çoktan orada bekliyordu.

“Maaya, bunu sana vermem konusunda hiç susmadı…”

“Bana… neyi vereceksiniz?”

Narasaka-san yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana döndü.

“Sevimli küçük kız kardeşinin sana gizlice çikolata verdiğim için kıskanmasını istemem, o yüzden işte al!“

Arkasında sakladığı paketi çıkararak bana uzattı ve kendini böyle açıkladı.

“Bu senin Sevgililer Günü hediyen!“

“Bu da benden ama pek özel bir şey değil.“

Ayase-san da bana paketlenmiş bir hediye uzattı.

Bunu evde vermiyor da… okulda mı? Gerçi, bu pek şaşırtıcı sayılmaz. Muhtemelen Narasaka-san’a karşı pek direnememiştir.

“Şey… teşekkür ederim.“

Böyle hediyeleri hemen açıp açmamam gerektiğini her zaman merak ederim ama bazen tepkimi görmek onları mutlu edebilir, bu yüzden en azından sormak istedim.

“Açabilir miyim?“

“Tabii ki! İçinde aşk mektubu falan yok.“

Narasaka-san gülümseyerek söylediğine göre doğruyu söylüyor olmalı.

“O halde seninkinden başlayayım.“

Narasaka-san’ın Sevgililer Günü hediyesinin paketini açtım ve içinden mağazadan alınmış çikolata çıktı.

Ve tatlı bir anlam taşıyabileceği ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak için, kapağın üzerine kocaman bir şekilde “Zorunlu“ yazmıştı.

“Olası yanlış anlamalara neden olmayacak, tam bir zorunlu çikolata örneği!“

“Teşekkürler. Bu çikolatayı kabul etmemi gerçekten kolaylaştırdı.“

“Değil mi? Harikayım!“

Bunu hallettiğime göre, sıra Ayase-san’ın hediyesine gelmişti. Daha paketi açar açmaz bunun mağazadan alınmadığını ve epey emek verdiğini fark ettim. Aslına bakarsan, daha çok çikolata trüflerine benziyordu, dolayısıyla basit bir çikolata olarak adlandırabilir miyim emin değildim. Hatta dışını küçük pul görünümlü parçalarla süslemişti.

(Çikolatalı trüf : İçi ganaj, dışı çikolata veya kakao tozu ile kaplı bir tür şekerlemedir.)

“Bunları benim için mi yaptın?“

“Vaaay! Saki, bu kim bilir ne kadar zamanını almıştır! Feuilletine’yi de kendin mi yaptın?“

“Tabii ki hayır. Hazır aldım ve trüflerin üzerine serptim.“

“Feu… neydi?“

“Feuillantine. Yuvarlak çikolatanın üzerindeki şey. Çikolata dünyasında birçok farklı isim var ama aslında çiğ krepi hafifçe kızartıp ardından ince ince öğüterek elde edilen bir şey.“

“Anladım. Yani fırınlanmış pirinç krakerlerini toz haline getirmek gibi mi?“

“Ş-Şey… Aşağı yukarı öyle ama bunu böyle anlatırsan Sevgililer Günü’nün büyüsü kaybolur ve sıradan bir mahalle teyzesi şeker yapmış gibi olur, o yüzden kes şunu. Ama güzel görünüyor, değil mi?“ diye sordu Narasaka-san.

“Bekle… Demek bu yüzden dün gece mutfak ışıkları bu kadar geç saate kadar açıktı?“

“Ş-Şey, evet. Kardeşler için bu kadarını yapmak normal değil mi?“

Ayase-san böyle söyledi ama bunun gerçekten doğru olup olmadığını anlayamıyordum. Açıkçası, hayatımda ilk kez ev yapımı çikolata alıyordum, o yüzden ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Narasaka-san’ın tepkisine bakılırsa, bunları yapmak oldukça uzun sürmüş olmalı.

“Gerçekten önemli bir şey değil,“ dedi Ayase-san ve yüzünü başka tarafa çevirdi. Açıkça mahcup olmuştu.

Narasaka-san ise bu sahneyi sessizce izleyip bana fısıldadı.

“Fena değil, Asamura-kun. Belki de sandığımdan daha büyük bir çapkınsın?“

“Ne demek istediğin hakkında en ufak bir fikrim bile yok.“

Çikolata almak beni nasıl bir çapkın yapıyordu ki? Onun düşünce tarzına hiç yetişemiyordum.

“Neden bahsediyorsunuz?“

“Sadece Saki’nin ne kadar emek verdiğini anlatıyordum ama böyle bir abin olunca, insan elinden gelenin en iyisini yapmak ister tabii!“

“Ben bunu Asamura-kun için yapmadım…“

“Öyle miii? Neyse, tamam. Görev başarıyla tamamlandı. Artık eve gidebilirsin, Büyük Abi~“

“Evet, evet.“

“Görüşürüz, Asamura-kun,“ dedi Ayase-san ve arkasını dönüp uzaklaştı.

Geriye yalnızca ben kalmıştım ki Narasaka-san yanıma geri döndü.

“Okul gezisi yaklaşıyor, değil mi?“

Ne söyleyeceğini tam olarak bilmiyordum ama hafifçe başımı salladım.

“Sizin, birlikte gezebilmeniz için elimden geleni yapacağım.“

“Ha? Birlikte mi?“

“Saki olmadan yalnız hissedersin, değil mi?“

“H-Hayır, lütfen benim için endişelenme.“

“Mütevazı olmana gerek yok! Sevimli küçük kız kardeşinle ilk okul gezin olacak, değil mi?“

Aslında, babamın memleketine gittiğimizde benzer bir deneyim yaşamıştık. Ama bunu söylersem, Ayase-san ve benim aramızda geçen bazı şeyleri de ima etmiş olabilirdim. Yine de, Narasaka-san’ın yüzündeki o sırıtışı görünce, aramızdaki ilişkinin bir şekilde değiştiğini fark etmiş olabileceğinden endişelenmeye başladım. Bir şekilde ona uyum sağlayıp konuşmayı idare etmeyi başardım ancak sonunda gittiğinde, içimde kopan paniği fark edince ter içinde kaldığımı hissettim.

Aynı zamanda, Narasaka-san’ın sataşmaları beni pek de rahatsız etmiyordu. Aksine, içimde bir mutluluk ve sıcaklık hissi uyandırıyordu. Öyleyse… Eğer gerçekten mutluluk buysa, neden Ayase-san ile olan fiziksel temasımı mümkün olduğunca minimumda tutma ihtiyacı hissediyorum?

Bir parça çikolata trüfü aldım ve ağzıma attım. Feuillantine, çiğnerken hafif çıtır bir doku katıyordu ve çikolata yavaşça eriyerek ağzımı tatlı bir lezzetle doldurdu.


https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgzHpQ72x4V3N46n8Mykomniz3Lht5mXcSACucTRAHznnBVm1xLUO9iTO-Qq02lkok0nmxy0o-SOYWnWAUyNip9RXN0lp0SjhEyTcrwQ8OoI4Gz8ktyiR_61zkGQdcX9PGM0Rx5DwMNx1cMuzJIy5ImDQugEC6a-ogXugDECjkpZmAkrHfqcAZpq_fPcg/s2048/colour%201.jpeg

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjmZntUhcjGgDXDBrvT3xyNt6uWmLGuQh-0idF51azKkkdc33vG9EiUOts7DIg70Z3qlxggzlYKAj7tGyze-KMbKQMicYXsNFvvN07XHD6FFZsKM8_dYYxZ0g5FLoDQuTeKgOOQiacLmWhGTi_aZBrZSR3zdIUWufzPKwYjQvxx6q5sg2U7_jphLomhZQ/s2048/colour%202.jpeg

https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjeLAd8P7etZYXstH885PUNFRrE-LP3IiYEtZXgFG5IdzlXIrMKEqTvxvpMSLyF9A29YB4iEgc2u85Rm10UpBgykZx6ySqnhwwLlHmPhr47mO_SST_dM-nE0NgFcifBI4Q7ead4UDsPtrfJPiz2dgkpB7z67HuQdVInwPgp5goJOdS1Z9tH_ARa1LUjPQ/s2048/colour%203.jpeg

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


70   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   72