Yukarı Çık




531   Önceki Bölüm 

           
Yüzünü değiştirip iki ana caddeden birine saptıktan sonra Klein, doğruca yeşil posta kutusuna yöneldi ve cebinden çoktan hazırlamış olduğu mektubu çıkardı.

Bu, resmi polis belgesini taklit ederek düzenlediği sahte bir “ölüm bildirimi”ydi. Symeem Limanı’ndaki çavuşa gönderilmişti. Konu, Bayam’da aniden ölen yerel sakin Wendt’ti.

Rol yapmaya karar verdiğinde Klein, işlerin rayında gitmesini sağlamak ve genç kız Raine’e onarılmaz bir zarar vermemek için önceden bir plan hazırlamıştı.

Planına göre Uyku Tılsımı’nı kullanarak gerçekteki rolünü bir rüya gibi gösterecekti. Böylece, eğer Raine’in Wendt’e karşı bir sevgisi yoksa, ondan gelecek itirafı doğrudan reddedeceğini öngörüyordu. Ardından Wendt’in ölümünü duyduğunda suçluluk hissetmeyecek, en fazla biraz korkuya kapılacaktı. Bunun karşılığında, kiliseye gidip dua ederek ve günah çıkararak teselli bulabilecekti.

Eğer Raine de Wendt’i seviyorsa ve bu itirafa olumlu karşılık verirse, rüya Klein’a geri çekilmek için bir fırsat sağlayacaktı. Wendt’in ölüm haberi, Raine’in beklentilerini sona erdirecek ve geleceğini fazla sarsmadan atlatabileceği bir durum yaratacaktı.

Fakat yine de bu biraz acımasızdı. Kadının nasıl biri olduğundan bağımsız olarak, rüyasında kendisine açılan bir adamın ardından onun ölüm haberini almak mutlaka kalp kırıcıydı. Uzun süre toparlanamayacaktı.



Şöyle düşündü: Eğer hiçbir şey yapmazsam ve Wendt’in ölüm haberi Raine’e ulaşırsa, kız mutlaka çok üzülecek, belki o kadar derinden olmasa da… Fakat kalbindeki o düğüm asla çözülemeyecek. Ömrü boyunca Wendt’in kendiyle bir gelecek kurmak için mi maceraya atıldığını, yoksa onu hiç sevmediğini mi sorgulayıp duracak…

Böyle bitirmek de aslında fena bir yol değil. Acısını atlattığında, bir zamanlar gerçekten sevilmiş olmanın verdiği o inceliği kalbinde taşıyarak geleceğine devam edebilecek.

Ahh… Ne olursa olsun, rol yapacağım diye başkalarının hayatına zorla müdahale etmek, masum birinin kaderini belli ölçüde etkilemek… İstediğim mazeret ne olursa olsun, bu gerçekten iyi niyetli bir şey değil. Tıpkı Roselle’in dediği gibi, Beyonder yolunda ne kadar ilerlersen, o kadar yozlaşmış ve karanlık hissettiriyor. Belki de rol yapma yöntemi bir katalizör değil… Yapabileceğim tek şey, bu etkileri mümkün olduğunca azaltmaya çalışmak…

Mektubu yolladıktan sonra Klein derin bir nefes verdi. Dikkat çekmeyen sıradan bir yüzle kasabanın tek hanına doğru yürüdü.

Yolda, yaşadıklarını zihninde toparladı. “Kendini başkasının yerine koyup karşılığını almak” büyük ihtimalle Yüzsüzlerin ilkelerinden temel bir maddeydi. Hem de “istediğin kişiliğe bürünebilirsin ama en nihayetinde yine de sensin” ilkesinden hemen sonra geliyordu.

Başka bir Yüzsüz olsaydı, bu rol uğruna Wendt’in ölümüne dair tüm bilgiyi görmezden gelirdi. Raine’in itirafını kabul eder, bir iki yıl onunla ilişki yaşar, evlenir, çocuk sahibi olurdu. Ardından bu kimliğin bağlayıcı ilişkilerinden kurtulmak için kim olduğunu hatırlar ve soğukça terk edip giderdi… Eğer bu süreçte kimliği açığa çıkmazsa iksir büyük ölçüde sindirilmiş olurdu… Ama ben bunu yapamam! Bu tamamen vicdanıma aykırı! Yapabileceğim tek şey sınırları zorlamak…

Klein içini çekti. Nedensiz bir korku hissetti.



Başını salladı ve sessizce kendine iğneleyici bir şekilde düşündü: Beyonder’lar yalnızca tehditler ve delilikle savaşmak zorunda kalmaz, aynı zamanda türlü türlü kötü düşüncelerle ve insanı aşağıya çeken, dikkatsiz olunduğunda düşüşe sürükleyebilecek yozlaşmayla da mücadele etmek zorundadır…

Yine de, günün sonunda insan uçurumun karanlığına kapılıp, bir zamanlar yok etmeye yemin ettiği bir canavara dönüşebilir. Ahh…

Düşüncelerini bastırarak hana adım atan Klein, tezgahtaki adama,
“Normal bir oda,” dedi.

İnce yapılı hancı başını kaldırıp ona baktı, ardından,
“Geçerli bir kimlik belgesi,” dedi.

Az önce uydurduğu bir yüzün böyle bir belgesi nasıl olabilirdi ki? Klein mahcup bir gülümsemeyle,
“Yanıma almayı unutmuşum,” dedi.

“Öyleyse burada kalamazsınız. Bu, kasabamızın kuralıdır.” Hancı yeniden başını eğdi ve günün gelir-gider hesabını yapmaya devam etti.

Klein cebinden bir soli banknot çıkarıp sanki hiçbir şey olmamış gibi tezgâhın üzerine itti.

Hancının gözleri birden kocaman açıldı.

“Hayır, hayır, onu kaldırın! Çavuş yüzünden hapse girmek istemem!”



“Defol, defol! Kimliksiz pislik!”

Klein, hanın kapısından dışarı atılırken şaşkınlık içindeydi. Paranın, her şeye kadir sayılan o kudretin, gücünü yitirmiş olmasına inanamıyordu.

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından boş bir ara sokağa girerek yüzünü yeniden belirgin hatlara sahip Gehrman Sparrow’a çevirdi.

Sonra tekrar hana döndü, tezgâha parmaklarını hafifçe vurdu ve Backlund aksanıyla Loen dilinde,
“Bir oda,” dedi.

Hancı başını kaldırdı, elindekileri hemen bıraktı, ayağa kalktı ve gülümseyerek başını salladı.

“Tamam, tamam.

“Deniz manzaralı bir oda mı istersiniz, yoksa daha sessiz bir yer mi?”

Ardından baharat ülkelerini andıran kalın aksanlı, oldukça kırık bir Loen diliyle konuştu. Artık kimlik meselesini açmadı bile.

“Burası gerçekten de fazlasıyla pragmatik bir dünya…” diye içinden alay etti Klein, ardından kibarca,
“Sessiz,” diye karşılık verdi.

“Evet, evet, hemen,” dedi hancı telaşla.

Bir görevliyi çağırdı, anahtarları aldı ve Klein’ı bizzat üst kata, ikinci kata çıkardı.


“Efendim, kaç gün kalacaksınız? Geceliği bir soli beş peni,” dedi hancı.

“Yalnızca bu gece.” Klein, adamın aşırı hevesine dayanamayıp kısa bir yanıt verdi.

Azure Rüzgârı Hanı’nda, Danitz’le kaldığı lüks süit odanın geceliği beş soliydi.

Hiç kuşkusuz, hancının seçtiği bu oda temiz ve düzenliydi; liman hanlarında rastlanan o tipik nem izine dair hiçbir şey yoktu. Klein etrafına göz gezdirip memnuniyetle başını salladı.

“Mükemmel.”

“Onurumdur,” dedi hancı, belli belirsiz bir korkuyla dalkavukluk ederek.

Klein eşyalarını bırakıp biraz dinlendi, sonra akşam yemeğini halletmek için aşağı kata indi.

Zeminde, tezgâhın yanına gelişigüzel dizilmiş masalar vardı. Üzerlerinde yağlı bir tabaka göze çarpıyordu. Köşedeki şömineyse yanıyor, hem ışık hem de sıcaklık yayıyordu.

Rorsted Takımadaları biraz daha güneyde yer alıyordu ve kışın en düşük sıcaklık yaklaşık 10°C civarındaydı. Ancak yerel halk için bu hâlâ üşütücüydü, bu yüzden ısınmak için ateşe ihtiyaç duyuyorlardı.

Klein rastgele bir masa seçip oturdu. Yerel bir spesiyal olan ızgara et ve baharatlı mantar çorbası sipariş etti. Ana yemek olaraksa patates ekmeği istedi.




Yemeğini beklerken bakışlarını lokantadaki müşteriler üzerinde gezdirdi. Gözleri istemsizce bir kadına takıldı.

Kadının basitçe toplanmış siyah saçları ve belirgin yeşilimsi gri gözleri vardı. Yüzü, kolay kolay bıkılacak türden değildi; hatta bakıldıkça insanın merakını daha çok uyandırıyordu.

Belli ki yerli değildi. Üzerinde bir erkeğe ait gömlek ve kalın, taba rengi bir ceket vardı. Yanında, ortası çökük, geniş kenarlı bir şapka duruyordu.

Bu, denizlerde sık rastlanan tipik bir maceracı kıyafetiydi. Masasında oturan diğer üç erkek de aynı şekilde giyinmişti; üzerlerinde doğayla haşır neşir olduklarının izleri açıkça görülüyordu.

Klein, güzel kadınları beğenmekten hiç sakınmazdı; fakat dikkatini bu kadına çeken şey güzelliği değildi.

Denizde kadınlara karşı güçlü bir önyargı vardı. Buna rağmen maceracılar ve korsanlar arasında bir kadın belirli bir statüye ulaşabiliyorsa ya son derece kurnazdır ya da olağanüstü güçlüdür, hatta çoğu kez ikisi birden… Böyle insanlara karşı daima temkinli olmak gerekirdi.

Çizmelerinde taze çamur izleri var… Ormandan mı yeni döndüler? Heh, gerçekten maceracı oldukları belli… Klein, gördüğü ipuçlarından ilk çıkarımını yaptı.

Eğer bu dört maceracı Bayam’dan feribotla gelmiş olsaydı, daha önce lağıma ya da çamura bassalar bile izler çoktan kurumuş olurdu. Üstelik kasabaya son iki gündür hiç yağmur yağmamıştı; yollar genelde temizdi, sadece biraz toz vardı. İki olasılığı da elediğinde, geriye tek bir açıklama kalıyordu: Şehir dışındaki ormandan yeni dönmüş olmalıydılar.



kasabanın dışındaki ormandan.

Klein, birçok maceracının sömürge adalarının ilkel ormanlarına dalarak terk edilmiş, unutulmuş pagan tapınaklarını ya da sunaklarını aradığını duymuştu. Buralarda çoğu zaman eski ibadetlerden kalma altınlar ve mücevherler bulunurdu; ancak çeşitli sebeplerle kimsenin bilmediği yerlere gömülüp kalmışlardı. Adalardaki meyhanelerde, birilerinin ormanda yaptığı macerayla bir gecede servet kazandığına dair hikâyeler hiç eksik olmazdı.

Ama o yerlerde hâlâ kötücül ruhlar dolaşıyor olabilir… En iyisi korsan avlamak ya da en azından önceden gerekli bilgileri edinmek… Klein gözlerini kadından çekti ve yemeğini beklemeye odaklandı.

Yedi Kilise, kolonilerin ilkel inançlarında tapınılan tanrıları kötücül ruhlar olarak sınıflandırıyordu; fakat Klein, bunların bazılarının aslında doğa ruhu olduğuna inanıyordu.

Bir süre sonra, yerel spesiyal olan ızgara et geldi. Et küçük parçalar hâlinde doğranmış, tahta şişlere geçirilmişti. Üzerine kızılımsı kahverengi bir sos sürülmüştü. Koku iştah açıcı, rengi davetkârdı.

Önceki hayatımdaki kebaplara benziyor… Loen’de genelde iri et parçaları kızartılır, piştikten sonra dilimlenirdi. Buradaysa yöntem farklı; etin içine lezzetin daha iyi işlemesini sağlıyor… Klein tahta şişi eline aldı, bir parça et koparıp dişledi. Etin suyunun hafifçe ağzına aktığını hissetti; tuzlu kokunun arasında hafif bir tatlılık vardı.

Tam bana göre! Memnuniyetle başını salladı.

Klein yemeğini keyifle yedi ve yerel bir içki olan “Gurney Sap”ı da tattı.



özel bir içecekti; şekeri ve sütüyle limonatayı andırıyordu.

Sonra odasına çıktı. Bir gece önce avda olduğu için hiç uyumamıştı. Erken yıkandı, şömineyi söndürdü ve yatağa girdi. Ancak çok erken uyumanın bir sorunu vardı: Gece yarısı tuvalete kalkmak.

Klein’ın uykusu bölündü. Gözlerini açtı ve yorganını kaldıracak cesareti yavaş yavaş topladı.

Gece yarısı Symeem’in sıcaklığı 8–9°C civarındaydı ve bu, üşümek için fazlasıyla yeterliydi.

Bir süre kımıldamadan yattı, sonra kolunu uzatıp sessizce geri çekti.

Birkaç saniye düşündükten sonra tekrar elini uzattı ve başucundaki masadan Güneş Broşunu aldı.

Her ne kadar yalnızca Ruhsal düzeyde kavurucu bir yaz hissi veriyor ve gerçek ısı yaymıyor olsa da, en azından kendisini üşümediğine inandırabilirdi.

Klein yataktan kalktı ve tuvalete doğru yöneldi.

Alt karın bölgesindeki baskıyı hafifletmek için gözlerini kısarak ilerledi.

İşini bitirip pantolonunu çekerken, tam ellerini yıkamaya hazırlanıyordu ki ruhsal sezgisi aniden tetiklendi.


Klein hafifçe kaşlarını çattı ve başını kaldırıp banyonun havalandırma boşluğuna baktı.

Birden, siyah ve kaygan bir şey aşağıya sarkarak oraya tutundu.

Çatal dilini çıkaran zehirli bir yılandı bu!

Klein irkildi. Ağzını açıp, “Bang!” diye haykırdı.

Yılan acı içinde vuruldu ve ikiye ayrıldı.

Ne oldu böyle? Klein birkaç saniye boyunca ona dikkatle baktı. Başka bir hareket görmeyince banyodan çıktı ve cebinden altın bir sikke çıkardı.





Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


531   Önceki Bölüm