Yukarı Çık




1.1   Önceki Bölüm 

           
“Sen hiçbir yanlış yapmadın, Caim.”

Bu, Caim’in annesine dair son hatırasıydı. Yatağında yatan annesinin yanında ağlarken işittiği sözlerdi bunlar.

“Senin doğmuş olmandan gerçekten mutluyum. Seni kollarımda tutabilmek, büyüdüğünü görebilmek bundan büyük bir nimet olamaz. O yüzden... lütfen kendini suçlama.”

Caim biliyordu: Sasha’nın bedeni ikizleri doğururken zayıflamıştı ve o günden sonra sağlığı sürekli kötüleşmişti. Zaman zaman kan tükürüyordu ve... tüm bunların sebebi, Caim’in bedeninden farkında olmadan yayılan hafif zehirli akıntılardı.

Zehir sadece kanında değil, diğer vücut sıvılarında, hatta nefesinde bile vardı. Sağlıklı insanlara etki etmeyecek kadar zayıftı, ama annesi için ölümcüldü. Bu yüzden Kevin, Sasha’yı oğlundan ayırmaya, ona dokunmasını engellemeye defalarca çalışmıştı. Fakat o her defasında bunu reddetmişti. Kocası ne derse desin, Arnette ne kadar yalvarırsa yalvarsın, Sasha daima Caim’in yanında kalmıştı.

“Senin lanetli bir çocuk olarak doğmana sebep olan benim. Hiçbir yanlış yapmadın, bu yüzden kendini suçlama.”

Gücü tükenmiş kollarıyla oğlunun elini kavradı. Sonra, sanki...




Hayatının geri kalan kıvılcımlarını yakarcasına, son nefesini toplayıp geride bırakacağı oğluna fısıldadı:
“Mutluluğu bul. Kendi aileni kur ve onlarla yaşamını sürdür.”

Bu onun son sözleri oldu. Ardından acıyla kan kustu ve sonsuz bir uykuya daldı. O andan sonra Kevin, karısının Caim yüzünden öldüğünü ilan etti ve oğlunu malikaneden kovdu. Yalnızca Arnette’i kendi çocuğu olarak yetiştirdi.

〇 〇 〇

“Off... Sonunda evdeyim...”

Doğduğu malikaneden ayrılmasının üzerinden birkaç saat geçmişti. Caim, nihayet yaşadığı orman kulübesine varabilmişti. Yolda defalarca dinlenmek zorunda kaldığı için bu kadar uzun sürmüştü.

“Çok yorgunum... Tek istediğim yatıp uyumak...” diye mırıldandı. Kapısını açarken omuzları tükenmişliğin ağırlığıyla düşmüştü.

Ne yazık ki içeride bir lamba yoktu. Bu yüzden kulübenin zifiri karanlığında yolunu, belleğine güvenerek bulmalı, yatak yerine kullandığı tahtaya kadar gitmeliydi. Fakat içeri adımını atar atmaz durdu.

“Kim var orada?!” diye haykırdı, birinin varlığını hissederek. Gelen ses yoktu—muhtemelen nefesini tutuyordu—ama Caim, evinde alışık olmadığının dışında bir şeyler olduğunu sezmişti.

Hırsız olamaz—çünkü çalacak hiçbir şey yok. Köylülerden biri de olamaz...



Köylüler, Caim’in lanetli bir çocuk olduğuna inandıkları için ondan daima uzak durmuş, kulübesine hiç yaklaşmamışlardı. Bu yüzden aklına bir hayvan ya da canavar olasılığı geldi, ama onların yaydığı o kendine özgü kokuyu duymamıştı.

Sessizce odun yararken kullandığı baltayı aradı, kavradı ve kulübenin içini gözleriyle taradı. Derinlere doğru dikkatle ilerlerken nefesini tuttu, kulaklarını ve gözlerini en ufak işareti yakalayabilmek için keskinleştirdi.

“Ha? Ne sürpriz. Beklediğimden daha dikkatlisin.”

Caim, şokla nefesi kesildi—ses tam kafasının yanından gelmişti. Davetsiz misafir arkasında duruyor, eğilip kulağına fısıldıyordu.

“Al bakalım!” diye kükreyip baltayı savurmaya çalıştı, ama davetsiz misafir bileğini kolayca yakalayıp onu durdurdu.

“Hıh, reflekslerin de gayet iyiymiş. Bir Usta Dövüşçü’nün oğlundan da bu beklenirdi zaten. Çok fazla eğitim almamışsın gibi görünüyor ama sende büyük bir potansiyel hissediyorum.”

Davetsiz misafir, beyaz bir ceketinin altında erkek takımı giymiş uzun boylu bir kadındı. Siyah saçları ve gözlüğünün ardındaki entelektüel bakışları güçlü bir etki bırakıyordu.

“Eğer sana bir tavsiye vermem gerekseydi,” dedi kadın, “şunu söylerdim: Birini fark ettiğini belli ettiğin anda, geri kalan her şey anlamını yitirir. Yapman gereken...”



“Ya aptalı oynayıp ani bir saldırı yapmalıydın ya da hemen kaçmalıydın.”

“B–Bırak beni!”

“Elindeki tehlikeli şeyi bırakırsan bırakırım,” diye yanıtladı kadın. “İznin olmadan evine girdiğim için özür dilerim. Ben senin düşmanın değilim, o yüzden baltanı indirir misin lütfen?”

Caim sessiz kaldı. Kadının sesi sakindi, içinde en ufak bir düşmanlık hissetmiyordu, bu yüzden sözlerinde doğruluk payı olabileceğini düşündü. Amacını bilmiyordu, fakat gerçekten zarar vermek isteseydi, arkasından saplamak işten bile değildi.

Başka çaresi kalmayınca, Caim yüzünde öfkeli bir ifadeyle baltayı bıraktı.

“Aferin sana.”

Kadın kolunu serbest bırakır bırakmaz, Caim hızla geri sıçradı.

“Kimsin sen?! Neden evimdesin?!”

“Bu kadar savunmaya geçmene gerek yok. Tam bir vahşi hayvan gibisin.”

“Cevap ver artık!”

“Tamam, tamam. Acele ettirmene gerek yok, zaten en başından beri kendimi tanıtmayı düşünüyordum,” dedi kadın, ellerini teslim olmuş gibi kaldırarak. “Adım Faust. Ben, şey... sanırım senin ebeveynlerinin dostuyum.”



Caim’in gözleri şaşkınlıkla büyüdü.

“Bugün buraya bir doktor olarak, hastamı ziyaret etmeye geldim,” dedi Faust dostça bir gülümsemeyle. “On üç yıl önce bedenine nakledilen Zehir Kraliçesi’nin laneti ne kadar ilerlemiş görmek istiyorum. Muayene etmeme izin verir misin?”

“Zehir Kraliçesi mi...? Nakledilen...?” Caim kaşlarını çattı, hiçbir şey anlamamıştı.

Onun yüzündeki şaşkınlığı gören Faust, hafifçe acı bir gülümseme sergiledi. “Ebeveynlerin sana içinde büyüyen lanet hakkında ne kadar şey öğretti?”

“...Pek bir şey söylemediler.”

“Demek ki ya sana anlatmaya yürekleri elvermedi ya da onları suçlamandan korktular,” dedi Faust, eşyalarının arasını karıştırarak bir lamba çıkardı. Ardından onu yaktı ve zifiri karanlık odayı turuncu ışıkla doldurdu. “Neyse, otur. Sana lanetini anlatacağım,” diye ilan etti ve ahşap tahtanın üzerine oturdu.

“Burası benim evim, haberin olsun,” diye homurdandı Caim, kadının sanki kendi yatağıymış gibi davranmasına kızarak. Yine de yanında oturdu. Şüpheli kadına güvenmiyordu, fakat laneti hakkında daha fazlasını öğrenme isteği ağır basmıştı.

“Ah, çayın var mı? Biraz susadım da.”


 “Hiç utanman yok! Şişede biraz var, kendin al iç işte!”

“Ah, gerçekten var mıymış? Açıkçası hiçbir şey beklemiyordum,” dedi Faust, yerde duran şişeyi alıp kapağını açarak. İçindeki sıvıyı kokladı ve gözleri hafifçe irkildi. “Vay, ilginç bir çay bu. Sen mi yaptın?”

“Aslında çay değil. Burada bulduğum otları kullandım. Tadı iğrenç, ama içince kendimi çok iyi hissediyorum.”

“Tabii ki öyle olur—iyileştirici otlar kullanmışsın, bunlar iksirlerin yaygın malzemeleridir. Şifalı otlardan çay yapıp içmen gayet isabetli olmuş.” Hiç tereddüt etmeden bulanık, çay denmeyecek suyu kafasına dikti, acı tadı alırken yüzünü buruşturup keyif alıyormuş gibi kıstı gözlerini. “Evet, iğrenç ama sorun değil. Sonuçta derler ki, iyi ilaç acı olur ve faydalı her şeyin tadı kötüdür. Misafirperverliğin için teşekkür ederim.”

Caim hiçbir şey demedi; sonuçta bunların hiçbiri onun niyeti değildi. Kadın kafasına göre evine girmiş ve şimdi de kafasına göre çayını içiyordu. Ama sonsuza kadar sessiz kalamazdı.

“Yani... beni muayene etme meselesi neydi?” diye sordu dobra bir şekilde. Faust, kendisini ebeveynlerinin arkadaşı olarak tanıtmıştı. Annesine yakın birine güvenebilirdi, ama babasının dostuna kalbini açamazdı. “Bir de lanetin bedenime nakledildiğini söyledin. O da ne demek oluyor?”

Bu sözleri görmezden gelemezdi. Doğduğundan beri zehir lanetiyle yaşamış, hep bunu sıradan bir salgın hastalık gibi talihsiz bir rastlantı sanmıştı. Ama Faust’un dediğine göre bu lanet bilerek onun bedenine nakledilmişti.

Eğer öyleyse... buna sebep olanı asla affetmeyeceğim!

Hayatındaki tüm sıkıntıların sorumlusu biriyse, ona asla merhamet göstermeyecekti.

Ne pahasına olursa olsun, onu öldüreceğim!

“Üzerime bu kadar öldürme arzusu saçma. Buraya geliş sebeplerimden biri de her şeyi açıklamak,” dedi Faust, yerdeki şişeyi bırakırken yüzünde hafif kaygılı bir tebessümle.

Caim, kadının rahat tavırlarıyla kalbinin çatlaklarından sızıp asıl meseleyi ustaca geçiştirdiğini hissediyordu.

“Şimdi, lanetine dönelim,” diye devam etti Faust. “Onun kaynağı, Demon Lord seviyesinde bir canavar: Zehir Kraliçesi.”

Caim sessiz kaldı. Zehir Kraliçesi... Faust az önce de bu ismi söylemişti. Şimdi düşününce, kendisini dışlayan köylülerin de birkaç kez ondan söz ettiklerini hatırladı.


“Gerçekten hiçbir şey anlatmamışlar sana. Ne kadar sorumsuzca.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Zehir Kraliçesi lanetinin kaynağı, evet. Ama ebeveynlerin de tamamen masum değildi. Tabii bu benim için de geçerli, dolayısıyla ben de biraz sorumluluk taşıyorum.”

Sonra Faust, Caim ile Arnette doğmadan biraz önce, on üç yıl kadar evvel yaşananları anlatmaya başladı.

O zamanlar, Zehir Kraliçesi olarak bilinen Demon Lord seviyesinde bir canavar, Jade Krallığı’nın kuzeyinde ortaya çıkmıştı. Canavarların gücünü göstermek için sınıflar vardı; en zayıftan başlayarak sırasıyla: Sıradan, Şövalye, Baron, Vikont, Kont, Marki, Dük ve en üstte Demon Lord. Demon Lord seviyesindekiler, tüm ülkeleri yerle bir edebilecek felaketler olarak anılıyordu.

Ve işte, o türden bir felaketi—Zehir Kraliçesi’ni—alt edip krallığı kurtaranlar, o zamanlar kıtanın en güçlüleri olarak bilinen bir maceracı grubu olmuştu: İlahi Demir Yumruk. Daha doğrusu, onların zaferi tek başına değil, sayısız insanın birlikte yürüttüğü bir seferin merkezinde yer alan bu grubun öncülüğüyle mümkün olmuştu. Yine de sonuç ağır bedellerle gelmişti. En sonunda, İlahi Demir Yumruk’un ve tüm grubun lideri olan Kevin, kont unvanı ile ödüllendirilmiş, diğer üyeler de çeşitli mükâfatlar almıştı.

“Ne var ki, kazandıkları görkem karşılığında bir talihsizlik yaşadılar. Zehir Kraliçesi, kendisine son darbeyi vuran kadını—Sasha’yı—lanetledi,” diye açıkladı Faust, sesi kumların içine sızan su gibi Caim’in zihnine işleyerek. “Onun son laneti çok güçlüydü. Sasha öylesine zayıf düştü ki, ölümün eşiğine geldi. Ne hekimler, ne büyücüler, hatta ben bile çare bulamadım. Bunun üzerine ben, laneti Sasha’nın karnındaki ikizlerden birine aktarırsam hayatının kurtulabileceğini önerdim.”

“Yani sen demek istiyorsun ki...?”

“Aynen öyle. Bahsettiğim sensin, Caim Halsberg. Ebeveynlerin, anneni ve ikiz kız kardeşini kurtarmak için laneti bilerek sana nakletti.”

Caim soluğu kesilmiş gibi irkildi. Eğer Faust’un dediği doğruysa, o zaman doğuştan lanetli olmasının sebebi şanssızlık ya da yazgı değil, bizzat ebeveynlerinin kararıydı.

Demek ki... bu annenin ve o adamın suçu?!

Demek ki annesinin yaşarken ona sürekli af diler gibi davranmasının, sanki bir günahın kefaretini ödercesine özürler dilemesinin sebebi, laneti onun üzerine yıkmış olması mıydı?

“Bu... bu tamamen haksızlık değil mi?!” diye bağırdı Caim, farkında olmadan ayağa fırlayarak; göğsünde dizginlenemez duygular kabarıyordu.



Devam edecek.... Yeni bölüm talebi için ileti gönderin


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


1.1   Önceki Bölüm