Sunny, bir Kâbus Yaratığı’yla yüzleşmeye gidiyordu. Üstelik herhangi bir yaratık değil, beşinci kategoriden — dehşet saçan, korkunç bir Zalim. Hayatta kalma şansı o kadar düşüktü ki, bu savaşa girmeyi birine teklif etse yaratığın iki veya üç rütbe üzerindeki bir Uyanmış hariç, herkes ona gülerdi.
Kaldı ki Sunny kesinlikle o seviyede değildi.
Ancak, daha da sefil bir sondan kaçınmak için bu Dağ Kralı denen şeyle bir şekilde başa çıkmak zorundaydı. Dahası en başından ertelenmiş idamında yok artık denecek kadar gülünç ihtimallerin ona karşı üst üste gelmesinden çoktan usanmıştı, bu yüzden bunu düşünecek enerjisi kalmamıştı. Sonuçta, korkacak ne vardı ki?
Zaten ölü sayılırdı. Bir insan daha fazla ölmezdi.
Öyleyse endişelenecek bir şey yoktu.
Kamp ateşinin diğer tarafında, işler kötüden de kötüye gidiyordu. Kölelerin çoğu zaten ölmüştü. Birkaç asker hala umutsuzca canavar’la savaşmaya çalışıyordu, ancak uzun süre dayanamayacakları belliydi. Sunny’nin gözleri önünde, Zalim ölü bir köleyi yerden kaptı, zinciri de beraberinde yukarı sürükledi. Korkunç ağzını kocaman açtı ve tek bir ısırıkla, kölenin vücudu artık param parçaydı, daha doğrusu geriye sadece prangaların içinde kanlı uzuvlar kalmıştı.
Dağ Kralı çiğnerken, beş süt beyazı gözü umursamazca uzaklara bakıyordu, çenesinden kan süzülüyordu.
Yaratık’ın üst kollarının meşgul olduğunu gören askerlerden biri çığlık attı ve uzun mızrağını sallayarak ileri atıldı. Zalim başını çevirmeden, daha kısa olan alt kollarından birini uzattı, askerin kafasını demirden bir pençeyle yakaladı ve sıktı; zavallı adamın kafatasını balon gibi patlattı. Bir an sonra, başsız vücut uçurumdan aşağı fırlatıldı ve boşlukta kayboldu.
Kurnaz iki büklüm oldu, midesinde ne varsa dışarı çıkarıyordu. Sonra titrek bir şekilde ayağa kalktı ve Sunny’ye ters ters baktı.
“Eee? Gördük, şimdi ne olacak?“
Sunny cevap vermedi, başını hafifçe yana eğmiş, Zalim’i düşünceli bir şekilde gözlemliyordu. Kurnaz ona bir kez daha baktı, sonra bilgeye döndü.
“Sana söylüyorum ihtiyar, bu çocuğun kafası yerinde değil. Birisi nasıl bu kadar sakin kalabilir ki?!“
“Şşşş! Sesini alçalt, seni budala!“
Kurnazın yüzünden kan çekildi, ağzını iki eliyle kapattı. Sonra Zalim’in olduğu yöne korku dolu bir bakış attı.
Neyse ki, o iğrenç yaratık zaten ölmüş olan şanslılar ve hala hayatta olan şanssızlarla ziyafet çekiyordu, onlara hiç dikkat etmiyordu. Kurnaz yavaşça nefesini bıraktı.
Sunny ise hayatta kalma şansını hesaplamakla meşguldü.
’Bu şeyden nasıl kurtulurum?’
Özel güçleri yoktu, ya da Zalim’i öldürmeye hazır bir ordusu da. Elinde o lanet şeye saplayacak bir çubuk bile yoktu.
Sunny bakışlarını yaratık’ın ötesine, aysız gökyüzünün sonsuz karanlığına kaydırdı. Geceyi izlerken, havada parlak bir ışık çaktı ve Zalim’in kollarından biriyle çarpışarak kıvılcım yağmuruna dönüştü. Genç asker — Sunny’nin kahraman kurtarıcısı — az önce canavar’a yanan bir odun parçası atmış, şimdi de meydan okurcasına kılıcını kaldırıyordu.
“Gel karşıma, seni şeytan!“
’Oyalama! Tam da ihtiyacım olan şey!’
Sunny’nin Dağ Kralı’nı kendi elleriyle öldürmesi mümkün olmadığı için, yardım almaktan başka çaresi yoktu zaten. Bir insan bu iş için yeterli olmazdı, bu yüzden bunun yerine doğanın gücünü kullanmayı planlıyordu.
’Madem o piçi ben öldüremiyorum, o zaman bırakalım yerçekimi benim için halletsin.’
Planın ayrıntılarını düşünürken, genç kahramanın aptal cesareti bir fırsat sundu. Artık her şey o gösterişçi aptalın ne kadar hayatta kalmayı başarabileceğine bağlıydı.
“Benimle gelin!“ diyen Sunny, taş yolun diğer ucuna, ağır vagonun uçurumun kenarına doğru durduğu yere koşmaya başladı.
Kurnaz ve bilge birbirlerine bir bakış attılar ama sonra peşinden gittiler, belki de onun bu sessizliğini bilgelikle, hatta ilahi bir ilhamla bağdaştırmışlardı. Ne de olsa, Deliden velî, velîden deli olur demişler.
Arka tarafta, Kahraman çevikçe Zalim’in pençelerinin altından sıçrayıp, kılıcıyla onu kesmeye çalışıyordu. Kılıcın keskin kenarı, kirli kürkün üzerinde etkisizce kayıyor ve yaratık’ın etinde bir çizik bile bırakamıyordu. Bir sonraki saniye, Zalim aniden korkutucu bir hızla hareket etti, dört elini de sinir bozucu düşmanına doğru savurdu.
Ama Sunny’nin bunu bilme imkanı yoktu. Tüm hızıyla koşuyordu, vagona gittikçe yaklaşıyordu. Oraya ulaştığında, etrafta larva olup olmadığını kontrol etmek için aceleyle etrafına baktı ve arka tekerleklere yöneldi.
Vagon, taş yolun daralıp genişlediği yerde bırakılmıştı. Rüzgarı kesmek için yola yan duruyordu, önü dağın yamacına, arkası ise uçuruma bakıyordu. Geri kaymasını önlemek için arka tekerleklerin altına iki büyük tahta takoz yerleştirilmişti. Sunny arkadaşlarına döndü ve takozları işaret etti.
“Size söylediğimde, ikisini de çekin. Sonra da itin. Anlaşıldı mı?“
“Ne? Neden?“
Kurnaz şaşkın bir ifadeyle ona baktı. Bilge önce takozlara, sonra da Zalim’e baktı.
Kahraman, mucizevi bir şekilde hala hayattaydı. Yaratık’ın uzuvları arasında dans ediyor, her seferinde parçalanmaktan yarım saniye farkla kurtuluyordu. Zaman zaman kılıcı havada parlıyordu, ama boşunaydı: Dağ Kralı’nın kürkü çok kalındı ve derisi, sıradan silahlarla zarar göremeyecek kadar sertti. Genç savaşçının yüzünde belli belirsiz bir tedirginlik vardı.
Sunny’nin görebildiği kadarıyla diğer tüm askerler ölmüştü. Bu yüzden kahramanın biraz daha uzun yaşamasına ihtiyacı vardı.
’Henüz ölme!’ diye düşündü.
Kurnaza ise sadece “Görürsün“ dedi.
Bir sonraki an Sunny tekrar koşuyordu, vagona sabitlenmiş zinciri takip ediyordu. Aradığı şeyi, taş yolu kaplayan cesetler, kan ve iç organlar yüzünden fark etmek zordu, ama bu kez şans ondan yanaydı. Kısa bir süre sonra, ihtiyacı olanı bulmuştu — zincirin kopan ucu.
En yakın pranga setini, içinde kilitli olan kölenin korkunç derecede şekli bozulmuş cesediyle birlikte bulan Sunny, dizlerinin üzerine çöktü ve anahtarla cebelleşmeye başladı.
Boğuk bir çığlık duyuldu ve üstün körü bir bakışla, Kahraman’ın sonunda Zalim’in darbelerinden birine yakalanarak havada uçtuğunu fark etti. İnanılmaz bir şekilde genç asker ayaklarının üzerine düştü ve taşların üzerinde birkaç metre kaydı. Tüm uzuvları hala yerindeydi; vücudunda korkunç yaralar da yoktu. Hiç duraksamadan, Kahraman öne doğru yuvarlandı, kılıcını düştüğü yerden aldı ve sonra bir kez daha yuvarlandı, bu sefer diğer tarafa doğru ve yaratık’tan gelen ağır bir darbeden kıl payı kurtuldu.
“Yuvarlanıyor mu o?! Kim bu durumda yuvarlanır ki?!“
Daha fazla zaman kaybetmeden, Sunny nihayet prangaların kilidini açmayı başardı. Ölü köleyi onlardan silkeleyerek çıkardı, sonra da zincirin kendi etrafında dönerek kilitledi — ve bir halka yaptı.
Artık her şey kararlılığına, el-göz koordinasyonuna… ve şansa bağlıydı.
Hala vagonun yanında bekleyen Kurnaza ve Bilgeye dönerek bağırdı:
“Şimdi!“
Ardından, yeterli uzunlukta bir zincir alıp ayağa kalkan Sunny, Zalim ile karşı karşıya geldi.
Kahraman ona bir bakış attı. Gözleri bir anlığına zincirde oyalandı ve ardından hızla vagonu takip etti. Sonra, en ufak bir duygu belirtisi göstermeden, genç savaşçı çabalarını ikiye katladı ve yaratık’ın dikkatini Sunny’den uzaklaştırdı.
’Demek zekisin de, öyle mi? Şerefsiz!’
Kafasını gereksiz tüm düşüncelerden temizleyen Sunny, elindeki zincirin ağırlığına, kendisi ile Zalim arasındaki mesafeye ve hedefine odaklandı.
Zaman biraz yavaşlamış gibiydi.
’Lütfen ıskalama!’
Tüm gücünü toplayan Sunny döndü ve zinciri havaya fırlattı, sanki bir balıkçı ağını atıyormuş gibi. Halka uçarken açıldı, Kahraman ile Zalim arasındaki boşluğa doğru yaklaşıyordu.
Sunny’nin hedefi, Zalim’in ayaklarından biri halkanın içine bastığında zinciri çekip canavarın ayak bileğine sıkıştırabileceği bir yere fırlatmaktı.
Ama planı… müthiş bir şekilde başarısız oldu.
Yani, daha doğrusu tam bir gösteriydi.
Son anda, Dağ Kralı aniden irkilmiş ve yana doğru hareket edince zincir halkası yere düşmek yerine, tam boynunun etrafına inmişti. Bir saniye sonra sıkılaştı ve demirden bir ilmek gibi boğazını sardı.
Sunny bir an donup kaldı, gözlerine inanamıyordu. Yumruklarını sıktı ve zaferle havaya kaldırmamak için kendini zor tuttu.
’EVET!’ diye bağırdı içinden.
Birkaç an sonra, vagon uçurumdan aşağı yuvarlanacak ve Zalim’i de beraberinde çekecekti. Sunny emin olmak için arkasına baktı ve solmuş olan rengi daha da soldu.
Kurnaz ve bilge, vagonun tekerleklerinin altındaki takozları çekmeyi başarmışlardı ve yolun kenarına doğru ittiriyorlardı. Ancak vagon yavaş hareket ediyordu… çok yavaş. Sunny’nin tahmin ettiğinden çok daha yavaş.
Panikleyerek Zalim’e döndü. Boynuna baskı yapan ani ağırlık karşısında şaşıran yaratık, zinciri parçalamak için ellerini zaten yukarı kaldırıyordu.
Sunny’nin gözleri büyüdü.
Bir sonraki saniye, Kahraman Zalim’in bacaklarından birine vurdu ve dengesini bozdu — az da olsa zaman kazandırdı. Sunny zihninde küfürler ederek vagona doğru koşuyordu. Vagona ulaştığında, Kurnaz ve Bilgenin yanına, nemli ahşaba doğru kendini attı, zaten küçüktü, feci şekilde hırpalanmıştı ve aşırı derecede yorgundu ama kalan tüm gücüyle itiyordu.
’İlerle a*k! Hadi artık!’
Vagon biraz hızlandı ama hala yavaştı.
Aynı zamanda, Zalim nihayet boynuna dolanan zinciri tutmayı başardı ve kendini zincirden kurtarmak üzereydi.
Artık yaşayıp yaşamayacakları, olayların gerçekleşeceği sıraya bağlıydı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.