Yukarı Çık




7   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   9 

           
Bölüm 8 - Hiçlik
— Çeviri: Raban—

“Çünkü canavar ölmedi.“

Bu uğursuz sözler sessizlikte asılı kaldı. Üç çift göz büyüdü ve doğrudan Sunny’ye baktı.

“Neye dayanarak bunu söylüyorsun?“

Biraz kafa patlattıktan sonra, Sunny Zalim’in gerçekten hala hayatta olduğu sonucuna vardı. Aslında mantığı oldukça basitti: Yaratık uçurumdan düştükten sonra Büyü onu öldürdüğünü duyurmamıştı. Yani, yaratık hala hayattaydı.

Ama bunu onlara açıklayamazdı.

Yukarıyı işaret etti.

“Canavar, bu alana inmek için inanılmaz bir yükseklikten atladı. Yine de hiç zarar görmedi. Yolun kenarından düşerek neden ölsün ki?“

Ne Kahraman ne de diğer iki köle bu mantığa itiraz etmediler.

Sunny devam etti.

“Bu da, onun hala hayatta olduğu, dağın aşağısında bir yerlerde olduğu anlamına geliyor. Yani geri dönerek, kendimizi ona teslim etmiş olacağız.“

Kurnaz yüksek sesle küfretti ve kamp ateşine daha da yaklaştı, gözlerinde dehşetle karanlığa bakıyordu. Bilge şakaklarını ovuşturdu, mırıldanıyordu:

“Mantıklı. Neden fark edemedim?“

Kahraman, üçü arasında en metanetli olandı. Biraz düşündükten sonra başını salladı.

“O zaman yukarı, dağ geçidinden öteye gideceğiz. Ama hepsi bu değil...“

Zalim’in düştüğü yöne doğru baktı.

“Eğer canavar hala hayattaysa, buraya geri dönüp cesetlerle işi bittiğinde bizi takip etme olasılığı yüksek. Oyalanmasak iyi olur. Güneş doğar doğmaz hareket etmemiz gerekecek.“

Etrafa saçılmış, parçalanmış cesetleri işaret etti.

“Artık bütün gece dinlenmeyi göze alamayız. Erzak toplamamız gerekiyor. Eğer mümkün olsaydı, cesetlerden ihtiyacımız olanı aldıktan sonra bu insanları en azından gömmek isterdim. Ama ne yazık ki, kader başka türlü karar verdi.“

Kahraman ayağa kalktı ve bıçağını çekti. Kurnaz gerildi ve bıçağı dikkatle izledi, ama sonra genç askerin hiçbir saldırganlık belirtisi göstermediğini görünce rahatladı.

“Yiyecek, su, sıcak giysiler, yakacak odun. İhtiyacımız olanlar bunlar. Hadi ayrılalım ve her birimiz bir görevi yerine getirelim.“

Sonra bıçağın ucuyla kendini işaret etti.

“Ben yemek için öküzleri yüzüp bir kaç parça et alacağım.“

Bilge, çoğu derin gölgelere gömülmüş olan taş yola baktı ve yüzünü buruşturdu.

“Ben yakacak odun arayacağım.“

Kurnaz da sağına soluna baktı, gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı.

“O halde ben de giyecek sıcak bir şeyler bulmaya gideyim.“

Geriye kalan son kişi Sunny’ydi. Kahraman ona uzun uzun baktı.

“Suyumuzun çoğu vagondaydı. Ama ölen kardeşlerimin her biri birer matara taşıyordu. Bulabildiğin kadar topla.“


***


Bir süre sonra, kamp ateşinden uzakta gölgelerin içine gizlenen Sunny, yarım düzine matara’nın ağırlığı altında ezilirken ölü askerleri arıyordu. Soğuktan titreyerek, nihayet deri zırh giymiş son bedene rastladı.

Yaşlı asker — bir zamanlar Kahraman’ın matarasına uzandığı için onu kırbaçlayan kişi — ağır yaralıydı ve ölüyordu, ama mucizevi bir şekilde hala hayattaydı. Göğsünde ve midesinde korkunç yaralar vardı ve belli ki büyük bir acı içindeydi.

Zamanı tükeniyordu.

Sunny, ölmekte olan askerin yanına diz çöktü ve adamın matarasını arayarak onu inceledi.

’Ne ironi ama’ diye düşündü.

Yaşlı adam gözlerini Sunny’ye odaklamaya çalıştı ve elini zayıfça hareket ettirerek bir şeye uzandı. Sunny bakınca az ileride ki kırık kılıcı fark etti. Ve eline aldı.

“Bunu mu istiyorsun? Neden? Siz de Vikingler gibi elinizde silahla mı ölmek istiyorsunuz?“

Ölmekte olan asker cevap vermedi gözlerinde bilinmeyen, yoğun bir duyguyla genç köle’yi izliyordu.

Sunny iç çekti.

“Peki öyle olsun. Zaten ölümünü izleyeceğime söz vermiştim.“

Kırık kılıcın keskin kenarıyla adamın boğazını kesti. Silahı bir kenara fırlattı. Yaşlı asker bir süre titredi, sonra kendi kanında boğularak can verdi. Gözlerindeki ifade değişti — minnettarlık mıydı, yoksa nefret miydi? Sunny anlayamadı.

İllüzyon da olsa, ilk kez bir insan öldürmüştü. Suçluluk ya da korku hissetmeyi bekliyordu… ama hiçbir şey hissetmedi. 

Ne pişmanlık, ne de zafer.

Hiçbir şey.

Demek ki, gerçek dünyadaki zalim hayatı, onu bu ana çoktan hazırlamıştı.

Bir süre sessizce oturdu, ölen adama son yolculuğunda eşlik etti.

Derken, tanıdık bir ses kulağına fısıldadı:

[Uyuyan bir insanı öldürdün, ismi unutulmuş.]

Sunny irkildi.

’Doğru ya… İnsan öldürmek de bu büyü için bir “başarı” sayılıyor. Webtoon’larda ya da dizilerde böyle şeyleri göstermezler tabii.’

Bu düşünceyi kafasından attı. Ama Büyü konuşmayı bitirmemişti.

[Bir Hatıra aldın...]

Sunny donup kaldı, gözleri kocaman açılmıştı.

’Evet! Hadi bakalım, bu sefer güzel bir şey ver bana!’

Hatıralar silahlardan tılsımlı eşyalara kadar her şey olabilirdi. Uyuyan rütbeli bir düşmandan alınan Hatıra çok güçlü olmazdı, ama yine de bir nimetti: ağırlıksız ve tespit edilemez, basit bir düşünceyle hiçlikten çağrılabilen eşyalar inanılmaz derecede kullanışlıydı. Üstelik gerçek dünyaya da taşınabilirdi. Böyle bir şeyi varoşlara geri götürebilmenin değerini anlatmaya gerek bile yoktu.

’Bir silah ver! Hadi bir kılıç ver!’

[...Bir Hatıra aldın: Gümüş Çan.]

’Vay *mk, bu şansımla ne bekliyordum ki?’

Sunny hayal kırıklığıyla iç çekti.

Yine de, belki işe yarar bir tarafı vardır. Belki de güçlü bir büyüsü vardır — mesela ses dalgalarıyla düşmanları sersemletmek ya da gelen saldırıları geri püskürtmek gibi.

Sunny rünleri çağırdı ve “Gümüş Çan“ kelimelerine odaklandı. Hemen gözlerinin önünde küçük bir çan görüntüsü belirdi ve altında kısa bir metin dizisi vardı.

[Gümüş Çan: Çoktan yitip gitmiş bir yuvanın küçük hatırası. Bir zamanlar sahibine huzur ve sevinç getirirdi. Sesi kilometrelerce öteden duyulabilir.]

’Açıklamasına çöp yazsan da olurdu.’ diye düşündü. Sunny’nin keyfi kaçmıştı.

İlk Hatıra’sı, sahip olduğu diğer her şey gibi, işe yaramaz çıktı. 

Büyü’nün onunla bir alıp veremediği olduğunu artık iyice anlamıştı.

’Boş ver.’

Sunny rünleri kaldırdı ve ardından ölü adamın kürklü pelerinini ve sıcak, sağlam deri çizmelerini çıkardı. Bir komutan olarak, bu giysilerin kalitesi basit askerlerinkinden biraz daha iyiydi. Onları giydikten sonra, genç köle Kâbus başladığından beri ilk kez ısındığını hissetti — kısa süreliğine ateşin başında oturduğu zamanı saymazsak tabii.

’Mükemmel’ diye düşündü.

Pelerin biraz kanlıydı, ama Sunny de öyleydi.

Başını kaldırıp etrafa baktı. Gözleri karanlıkta iyi görüyordu, diğer herkesten daha iyi. Kahraman ve Bilge hâlâ işlerini yapıyordu. Kurnaz ise, sıcak tutacak kıyafetler aramak yerine, cesetlerin parmaklarından yüzüklerini çıkarıyordu. Sunny onları sessizce izledi.

’Belki de yeterince kafa yormamışımdır’ diye geçirdi içinden.

Yoldaşlarına güvenemezdi. Gelecek belirsizdi.

Kâbus’un denemesinden geçmenin şartları bile hâlâ belirsizdi.

Atacağı her adım bir kumardı.

Ama hayatta kalmak istiyorsa, bu kumarı oynamak zorundaydı.

Daha fazla vakit kaybetmeden mataraları topladı ve derin bir nefes aldı.


***


Gecenin geri kalanında dört kişi, sırtlarını ateşe verip karanlığa bakarak oturdu.

Kimse uyuyamadı.

Zalimin onlar için geri gelmesi fikri bile yeterince dehşet vericiydi.

Yalnızca Kahraman sakindi; ateşin dans eden parıltısı karşısında, kılıcını bilemeye devam ediyordu.

Bıçağa sürtünen taşın sesi, garip bir şekilde huzur vericiydi.

Şafak sökerken, güneşin ilk sıcaklığı havayı ısıtmaya başladığında, ellerindeki bütün erzakları sırtlayıp yola koyuldular.

Sunny son bir kez arkasına dönüp taş yola baktı.

Köle kafilesinin yok olduğu o lanetli yeri geride bırakmıştı.

Peki bundan sonra ne olacaktı?

Kimse bilmiyordu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

7   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   9