Sunny bu iki kelimeye bakarken, ayaklarının altındaki zemin sonsuz bir uçuruma dönüşüyormuş gibi hissetti. Büyü, açıklamalarında genelde biraz üstü kapalı konuşurdu, ama bu defa doğrudan ve acımasızdı. Yalnızca iki kelime — hiç kaçarı yoktu.
“Yalan söyleyemem. Nasıl ya? Nasıl yalan söyleyemem?! O zaman nasıl yaşayacağım ben?”
Sunny’nin hayatta kalmak için insanları kandırır ve bu şekilde onları alt ederdi. Bizzat Büyü bile ona kurnazlığı için övgü yağdırmıştı. Yalan söyleme yetisi olmadan hiçbir şey başaramazdı ki!
Hele de…
Kalbi sıkıştı.
Eğer sadece gerçeği söyleyebiliyorsa, Gerçek Adını nasıl gizleyecekti? Birkaç masum soruyla herhangi biri onu itaatkâr bir köleye dönüştüremez miydi?
“Si…”
Sunny tam da bağırıp, sövüp sayacaktı ki, o anda Büyü tekrar konuştu:
[Uyan, Işıktan Yoksun!]
Karanlık boşluk dönmeye başladı ve yok oldu.
Sunny gözlerini açtı.
Polis karakolunun zırhlı mahzeninin tavanı gözlerinin önündeydi. Pek estetik sayılmazdı ama onun için dünyanın en güzel manzarasıydı. Gerçek dünyayı ne kadar özlediğini o anda fark etti.
Burası güvenliydi. Tanıdıktı. Ne canavarlar vardı, ne de köle tacirleri… en azından resmi olarak. İşkence dolu bir ölüm korkusu da yoktu.
Burası eviydi.
Üstelik kendini harika hissediyordu. Kâbus boyunca kemiklerine işlemiş olan o soğukluk yok olmuştu. Günlerdir bedenini kemiren ağrı da beraberinde gitmişti. Ayakları, elleri artık sızlamıyor, sırtında kamçının ısırığından eser yoktu, hatta nefes aldığında kırık kaburgaları da akciğerine batmıyordu artık.
’Sonunda be!’
Acının yokluğu ve bedenine dolan yeni canlılık, Sunny’yi neredeyse ağlatacaktı.
’Gerçekten… hayatta kaldım.’
Aşağıya baktı — ve nefesi kesildi.
Dayanıklı hastane yatağının yanındaki ucuz plastik sandalyede, hayatında gördüğü en güzel kadın oturuyordu.
Kadının kısa, kuzgun karası saçları ve buz mavisi gözleri vardı. Cildi kusursuzdu, beyaz ve pürüzsüzdü. Sunny’nin kendi solgunluğuna benzeyen bu beyazlık, onda hastalıklı değil büyüleyici görünüyordu.
Kadın yirmilerinin sonlarında gibiydi. Lacivert bir üniforma giymişti; omuzlarında gümüş apoletler, ayağında siyah deri çizmeler vardı. Üniformasının yakası yarı açık duruyor, altındaki siyah atleti gözüküyordu.
Şu anda esniyor, sıkılmış bir şekilde kollarını yukarı doğru geriyordu. Bu hareket, ince kumaşı gerginleştirip dolgun göğüslerini belirginleştirince Sunny’nin bakışı ister istemez kaydı.
O an fark etti — sol omuzundaki arması. Üç yıldız.
’Üç yıldız ha…’ diye düşündü. ’Üç yıldız… ’Yükselmiş demek… evet… bir dakika. Yükselmiş mi?!’
Tam bu düşünce aklına otururken kadın da ona bakmaya başlamıştı.
“Neye bakıyorsun?” dedi, sesi bir gram bile şaka barındırmıyordu.
Sunny gözlerini kırpıştırdı, aklına ilk gelen bahaneyi söyledi… ağzını açtı ve:
“Göğüslerinize bakıyordum.”
Bir saniye geçti. Gözleri dehşetle açıldı.
İyi de söylemek istediği kelimeler bunlar değildi! Ağzı kendi kendine hareket etmişti!
Zihni buz kesmiş, aklı bir kaos denizinde kaybolmuştu.
Kadın yavaşça tehlikeli bir şekilde gülümsedi. Sonra aniden elini kaldırdı ve Sunny’ye bir tokat patlattı.
Sunny’nin tüm vücudu yana savruldu. Yatağa bağlı olmasa, muhtemelen yere uçardı. Bir anlığına gözleri karardı, hatta yıldızlar bile gördü.
Ama yine de bu hafif atlatılmış sayılırdı. Kadın bir Yükselmiş’ti! İsterse tek parmağıyla kafasını koparabilirdi. Neden, neden bu kadar güçlü birini kızdırmak zorundaydı ki?!
Kadın boğazını temizleyip kollarını kavuşturdu.
“Şimdi uyandın mı?”
Sunny uyuşmuş yanağını tutup dikkatle başını salladı.
“Güzel. Sana bir tavsiye vereyim: Aklına gelen ilk şeyi ulu orta söylemesen iyi olur. Özellikle de kızlara karşı. Sanki hiç kız görmemiş gibisin.”
‘Teşekkür ederim! Kesinlikle dikkat edeceğim!’ diye düşündü.
Ama ağzı kendi kendine hareket etti:
“Çok kız gördüm… ama senin kadar güzelini görmemiştim.”
Bu kez yüzü kızardı, neredeyse bayılacaktı.
Kadın birkaç saniye ona baktı, sonra kahkahaya boğuldu.
“O halde pek Uyanmış görmemişsin. Bizim standartlarımıza göre ortalamanın altındayım ben.”
Sunny şüpheyle baktı.
Kadın başını iki yana salladı.
“Çirkin bir Uyanmış bulmak zordur. Ruh Çekirdeğin geliştikçe, bedenin tüm kusurlarından kurtulur. Hele de güçlü olanlar arasında neredeyse imkânsız. Uzun yaşarsan eğer sen de bir gün çiçek çocuk olabilirsin belki.”
Sonra ona baştan aşağı bakıp ekledi:
“Yani… belki. Eh, her neyse madem uyandın — yaşayanlar diyarına hoş geldin. İlk Kâbusundan sağ kurtulduğun için tebrikler, Uyuyan Güneşsiz.”
Uyuyan Güneşsiz.
Artık insanlar ona böyle seslenecekti. En azından kış gündönümüne kadar… Sonrasında ya Uyanmış olarak Rüya Diyarından dönecekti, ya da dönemeyecekti.
İsminin önünde bir unvan taşımak garipti. Eskiden kimse adını bile doğru dürüst söylemezdi. Genelde “hey bücür”, “çocuk”, “serseri” gibi şeylerle hitap ederlerdi. Ama şimdi… bir unvanı vardı.
Uyuyan Güneşsiz.
Aslında doğru terim “Düş Gören”di. Ama insanlar Kâbus Büyüsü’yle enfekte olmuş olanlara kendi adlarını vermişti. İlk Kâbuslarını bitiren taşıyıcılara “Uyuyanlar” denirdi. Çünkü Büyü’ye bağlandıklarında ruhları onun içine girerken, bedenleri gerçek dünyada derin bir uykuya dalardı.
Bu uyku günlerce, haftalarca, hatta aylarca sürebilirdi. Bu yüzden “Uyuyan” denirdi.
Eğer kurtulurda uyanırsan Uyanmış olurdun sonra gündüzleri normal yaşar, gece olup uyuduklarında is Rüya Diyarına dönerlerdi. “Uyanmış” terimi hem insanlar hem de Büyü tarafından aynı şekilde kullanılırdı.
İkinci Kâbus’a girmeyi başarır ve sağ çıkarsan, Yükselmiş olurdun — halk arasında onlara “Ustalar ya da Efendiler” denirdi. Ustalar, istedikleri zaman Rüya Diyarına girebilir, istemezlerse hiç dönmezlerdi. Üstelik artık sadece ruhlarıyla değil, fiziksel olarak da dünyalar arasında yolculuk edebilirlerdi.
Onların üzerinde ise Azizler vardı — Üçüncü Kâbus’u fethedip “Üstün” unvanını alanlar. Onlar yarı tanrı varlıklardı. Sadece iki dünya arasında seyahat etmekle kalmaz, başkalarını da yanlarında götürebilirlerdi.
Ancak Sunny şu an da bir Usta’yla muhataptı.
Güzel kadın ayağa kalktı, Sunny’nin bağlı olduğu kelepçeleri çözmeye başladı.
“Ben Yükselmiş Jet. Bana Usta Jet diyebilirsin. Son üç gündür Kâbusun sırasında seni ben gözetim altında tuttum.”
’Evet… uyumadan önce polis, birkaç saat içinde bir Uyanmış’ın geleceğini, ölürsem Kâbus Yaratığını öldürüp içeri sızmasını engelleyeceğini söylemişti.’
Sunny ağzını açmaya çekindi, istemsizce gerçeği söyleyeceğini biliyordu. Ama öğrenmesi gereken şeyler vardı.
“Usta Jet? Bir şey sorabilir miyim?”
“Sor.”
“Neden bir Usta nöbet tutmakla görevlendirilir? Bu sizin seviyenizin altında bir şey değil mi?”
Jet yüzü karardı, bakışları sertleşti.
“Zekisin demek. Son zamanlarda bu bölgede çok sayıda Geçit açıldı. Çoğu yerel Uyanmış ya yaralı, ya görevde, ya da ölü. Kış gündönümüne yaklaşırken hep böyle olur.”
Son kelepçeyi de çözdü, geriye bir adım attı.
“Ayrıca benim gibi doğrudan hükümet için çalışan fazla Uyanmış yok. Bu, seçebileceğimiz en az kârlı ve en az gösterişli meslek. Sen servet ve şöhreti bırakıp, uzun mesailerle ve ölüm riskiyle dolu bir göreve, sadece vicdan ve görev duygusuyla başlar mıydın?”
Sunny tam da onu övecek şeyler söyleyecekti ki, ağzı yine kendi kendine hareket etti:
“Tabii ki hayır. Aptal değilim ben.”
Bu kusura Lanet olsun!
Jet ifadesiz bir yüzle ona baktı. Sunny ikinci tokadı bekliyordu.
Ama Jet gülümsedi.
“Haklıymışım. Gerçekten zekisin.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.