Sunny, sıcak bir duşun keyfini çıkarıyordu. Kısa konuşmalarının ardından Usta Jet, ona “Kâbus kokuyorsun,” diyerek yıkanmasını emretmişti. Büyünün neden olduğu o doğaüstü uyku, vücudun metabolizmasını yavaşlatıyordu. Üç gün boyunca bağlı kaldığı tıbbi cihazlar aslında bunun için vardı, ama yine de üç gün boyunca uykuda kalmıştı.
Her ne kadar sadece psikolojik de olsa, etrafında hâlâ kan ve umutsuzluğun kokusu dolaşıyordu.
‘Ah, cennet gibi,’ diye düşündü Sunny. Kusur’un doğuracağı felaketi bir anlığına da olsa unutmak istiyordu.
Polis karakolunun duşlarındaydı, yalnızdı. Sıcak suyun altında gevşemişti. Bir süre sonra istemeyerek de olsa musluğu kapattı ve havlulara doğru yürüdü. Tesadüfen aynaya baktığında, kendi yansımasıyla göz göze geldi.
Vücudundaki değişim hafif ama fark edilir düzeydeydi. Solgun teni biraz daha sağlıklı görünüyordu, kasları biraz daha belirgindi. Eskisi gibi cılız ve bitkin değil, ince ve çevik görünüyordu. Koyu renk saçlarına bir parlaklık, gözlerine de canlı bir ışıltı gelmişti.
Yine de hâlâ ufak tefekti. Maskülen yakışıklılığın simgesi olacak hâli yoktu ya.
‘Çiçek çocukmuş, hıh’ diye geçirdi içinden acı bir ifadeyle.
Sonra aniden dondu kaldı. Çünkü aynadaki gölgesi... hareket etmişti. Sanki gölge başını eğmiş, sessizce elini alnına koymuştu.
Sunny hızla arkasına döndü, gölgesine sinirli bir bakış attı. Ama her şey normal görünüyordu. Gölgesi tam olması gerektiği gibiydi — hareketlerini taklit ediyordu.
“Az önce hareket ettiğini gördüm,” dedi tuhaf bir hisle. “Kendi başına mı hareket ettin sen?!”
Gölgesine dik dik baktı. Gölge de usulca ona baktı.
“Hareket ettin mi, etmedin mi?”
Gölge, başını hararetle iki yana salladı.
‘Lan…?!’
“Neydi bu?! Az önce kafanı salladın! Beni salak yerine mi koyuyorsun?”
Gölge bir süre düşündü, sonra omuz silkti.
Sunny ağzı açık kaldı.
“‘Gölgen diğerlerinden daha bağımsızdır. Eşsiz bir yardımcıdır…’” diye mırıldandı kendi kendine.
Evet, Büyü tam da böyle demişti. Yönelim Yeteneğini bu şekilde tanımlamıştı.
Ama tam olarak ne işe yarıyordu bu gölge?
Denemeye karar verdi.
“Hey, sen. Bana neler yapabildiğini söyle.”
Gölge sessiz kaldı, kıpırdamadı.
‘Doğru ya, gölgeler konuşamaz. Ses telleri yok ki.’
’Bu mantıkla harekette edememeli! Sonuçta kasları yok, ama nasıl oluyorsa gayet iyi hareket edebiliyor.’
“Peki… göster o zaman?”
Yine tepki yoktu. Gölge, sıradan bir gölgeymiş gibi davranmaktan memnundu belli ki.
Sunny iç çekti.
‘Yanlış yapıyorum.’
Bağımsız olsa da gölge hâlâ onun bir parçasıydı. Yönelim Yeteneği’nin bir tezahürüydü. Yani gölgeye değil, kendine sorması gerekiyordu.
“Konuşmayacaksın demek?”
Sunny gözlerini kapadı ve gerçek dünyaya döndüğünden beri ilk kez iç dünyasına yöneldi. Kalp atışlarını, göğsünün düzenle yükselip alçalmasını, duş odasının serinliğini hissetti. Zemine düşen su damlalarının sesini duydu. Havalandırmadan gelen filtreli havanın tenine temasını fark etti.
Ve orada — bilincinin sınırında — yepyeni bir şey vardı.
Tamamen yeni bir his.
Sunny bu duyuma odaklandı ve bir anda bambaşka bir dünya açıldı önünde. Bunu kelimelerle tarif etmek zordu; tıpkı duymanın ya da dokunmanın nasıl hissettirdiğini tarif etmenin zor olması gibi.
Sanki çevresini saran devasa biçimlerle iletişim kurabiliyor, onların hem şekillerini hem de birbirleriyle olan mesafelerini, zihinlerine uyguladıkları baskıların derecelerine göre anlayabiliyordu.
Bu anlayış doğal ve içgüdüsel bir şekilde geliyordu.
Bu varlıklar gölgelerdi. Ve içlerinden biri — en büyük değil ama en derini — dışsal bir varlık gibi hissettirmiyordu. Sanki ruhunun bir parçasıydı.
Sunny bu hissi yakalayınca, gölgesini tıpkı uzuvlarını hisseder gibi hissetmeye başladı. Tek fark, uzuvlarının etten, gölgesinin ise ışığın yokluğundan oluşmasıydı.
Sunny gözlerini açtı ve gölgesine baktı. Sonra yalnızca düşünceyle, gölgesine kolunu kaldırmasını emretti.
Gölge kolunu kaldırdı.
Ona oturmasını, ayağa kalkmasını, dönmesini, tekme atmasını emretti. Sonra şeklini değiştirmesini istedi — gölge bir daireye, sonra bir çizgiye, sonra bir canavara dönüştü. En sonunda tekrar Sunny’nin siluetine geri döndü. Gölge tıpkı su gibi akışkandı, tek sabit özelliği boyutuydu.
“Ha! Nasıl ama?”
Gölge homurdandı, sonra gönülsüzce başparmağını kaldırdı.
“Ama nasıl bir işe yarıyorsun peki?”
Sunny, gölgesine havluluğa vurmasını emretti. Gölge itaatkâr biçimde tekme attı. Tabii ki, sadece bir gölge olduğundan bacak havluların üzerinden geçti — havlular kıpırdamadı bile.
“Yani… yapabildiğin tek şey bu mu?”
Zihninde, Zalim’in vahşice gölge dokunaçlarla parçalanma sahnesi paramparça oldu. Görünüşe göre “Gölge Tanrısı” olmaya daha vardı.
Ne büyük hayal kırıklığı.
Gölge ona küçümseyerek baktı, sonra omuz silkti ve tamamen hareketsiz kaldı — belli ki alınmıştı.
Sunny iç çekip havluluğa uzandı.
“Pekâlâ. Sonra daha ayrıntılı incelerim.”
***
Birkaç dakika sonra, Sunny polis tarafından verilen temiz bir eşofman giymiş, yemekhaneye doğru yürüyordu. Usta Jet, iki tabak dolusu buharlı sentetik yemekle onu bekliyordu.
“Buyur, al bakalım,” dedi Jet.
Sunny, ucuz bulamaca baktı ve iç çekti. Dış mahallelerde yediği şeyden pek farkı yoktu. Yine de, içten içe, Uyuyan olduktan sonraki ilk öğününün biraz daha kaliteli olmasını beklemişti.
Yine de olsun. Yemek yemektir.
Oturdu ve önündeki bulamacı adeta yutarcasına yemeye başladı. Açtı, hem de çok açtı.
Yedikçe düşünceleri dağılmaya başladı. Jet’e yan gözle baktı. Büyü ona bir efendi bulmasını söylemişti, ardından karşısına “Efendi” (Master) diye hitap edilen bir kadın çıkmıştı. (Not: Master kelimesi Usta, Efendi manasına gelir.)
Sunny, onun gibi birine köleymiş gibi itaat ettiğini hayal etmeye çalıştı.
Kafasında çok tuhaf düşünceler dönüp duruyordu…
‘Biliyor musun Sunny,’ diye düşündü kendiyle alay ederek, ‘Bu şansınla sana deseydi ki—’
“Ne düşünüyorsun?”
Sunny, bulamacı boğazına kaçırdı. Ağzını açacakken kendini olabildiğince zorlayıp iradesiyle dayanmaya çalıştı. Birkaç saniye konuşmadı. Sonra zihninde tuhaf bir baskı oluştu — kısa sürede dayanılmaz bir acıya dönüştü. Belki birkaç saniye daha dayandı, sonra kelimeler dökülüverdi.
“Şey… tam şu anda bana ne düşündüğümü sormanızın mükemmel bir zamanlama olacağını düşünüyordum,” dedi sonunda.
Jet ona garip bir bakış attı.
“Pekâlâ. Yemeğini bitirdin sanırım?”
Sunny başını salladı.
“O zaman başlayayım. Protokol gereği, sana birkaç konuda bilgi vermek zorundayım. Bunlar formalite tabi. İlk olarak, Kâbus’unla ilgili…”
Ona baktı, sonra iç çekti.
“Ücretsiz psikolojik destek alma hakkın var. Ne tür travmatik bir deneyim yaşadıysan yaşa, yardım istemekten çekinme. Zihin de beden kadar önemlidir — onu sağlıklı tutmak hakkındır. İster misin?”
Sunny başını salladı. Jet omuz silkti.
“Sen bilirsin. Bana da anlatabilirsin. Çok mu zordu?”
Nasıl cevap verebilirdi ki?
“Beklediğimden çok daha kötüydü… ama tam da beklediğim kadar kötüydü.”
Jet başını salladı, tatmin olmuş gibiydi.
“Bu iyi bir tavır. Fazla kurcalamayacağım. Biz kenar mahalle serserileri, insanların sandığından daha dayanıklıyızdır.”
Sunny şaşkınlıkla ona baktı.
“Usta Jet… siz de mi kenar mahallelerde büyüdünüz?”
Jet sırıttı.
“Ne o? Kusursuz görgüm ve zarif tavırlarımdan anlayamadın mı?”
Sunny birkaç kez göz kırptı.
“Hiç fark etmedim.”
Bir süre düşündü, sonra ekledi:
“Bizim gibilerden çok var mı Uyanmışlar arasında?”
Jet’in gülümsemesi silindi.
“Hayır. Pek yok. Hatta bir elin parmaklarını geçmez.”
Beklendiği gibi. Onlar gibilerine şans hep ters işlerdi. Bu da Jet’in omzundaki üç yıldızı daha da etkileyici kılıyordu.
‘Bir gün ben de bir Usta olacağım,’ diye düşündü Sunny.
O başardıysa, ben neden yapamayayım ki?
“Peki şimdi ne olacak? Bana söylemen gereken başka şey var mı?”
Sunny, karakoldan çıktıktan sonra ne yapacağını hiç bilmiyordu. Kış gündönümüne sadece birkaç hafta kalmıştı.
Jet arkasına yaslandı,
“Hepsi bu kadar. Aileyle ilgili bazı işlemler var ama… dosyanı okudum, sana uygulanmıyor. Geriye kalan tek şey, ilk yolculuğuna — Rüya Diyarı’na gidişine — nasıl hazırlanacağına karar vermen.”
İletişim cihazına baktı, yüzünü buruşturdu.
“Şunu söylemeliyim ki, şansın gerçekten berbat. Pek fazla zamanım yok. Öncelikle: ne istersen yapabilirsin. Kimse seni bir şeye zorlamıyor. Yani istersen tek başına hazırlanabilir ya da hiç hazırlık yapmadan ışıklar sönene kadar parti yapabilirsin.”
Sunny parti işleriyle ne demek istedi pek anlamadı.
“Yine de bunu tavsiye etmem. Bir Uyuyan olarak Uyanmışlar Akademisi’ne kayıt olma hakkın var. Orada sana barınma, yemek ve çeşitli hazırlık dersleri verilecek. Yılın bu kadar geç bir döneminde pek fazla şey öğrenemezsin belki, ama hiç yoktan iyidir.”
Bir süre sustu, sonra ekledi:
“Daha da önemlisi, Rüya Diyarı’na seninle birlikte girecek kişilerin çoğuyla tanışacaksın. Bazıları hayat boyu dostun olabilir.”
Sunny içinden, ’Ve bazıları da seni öldürmeye çalışabilir,’ diye geçirdi, Jet’in sözlerindeki satır aralarını okuyarak.
“Ne diyorsun o hâlde? Seni Akademi’ye götürmemi ister misin?”
Sunny düşündü. Garip bir şekilde, Kusur’u sessizdi — onu bir şeye zorlamıyordu.
‘Yoksa hâlâ karar vermediğim için mi?’
Sonunda boş tabağına baktı ve kararını verdi.
Ücretsiz barınma ve yemek, öyle mi?
“Evet. Akademi’ye gitmek istiyorum.”
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.