Yukarı Çık




20   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   22 

           
Sözleri havada kaldı.

Uyuyanlar, Sunny’ye birbirinden farklı tepkilerle bakıyordu — komik bulanlar, şaşıranlar, şüpheciler ve şok geçirenler bile vardı. Dikkat çekici bakışlara sahip genç adam ise sadece kibarca gülümsedi.

Doğrusunu söylemek gerekirse, ilk Kâbus’ta Yükselmiş bir Yönelim elde etmek son derece nadir bir olaydı. Bu çocuk kesinlikle özel biriydi, hatta belki de olağanüstü.
Aslında, aralarındaki belirgin farklara rağmen, bu genç adam Sunny’ye Dokuzlardan Auro’yu — Kahraman Asker’i anımsatmıştı.

Gözlerinin derinliklerinde gizli, hesapçı bir soğukluk vardı. Sunny bu tür insanlarla daha önce karşılaşmıştı — genellikle varoşlardaki sokak çetelerinin tecrübeli üyeleri arasında böyle tipler olurdu.

Bu türden bir soğukluğa “cinayet matematiği” derlerdi.
Kısaca, bu deneyimli dövüşçülerin geliştirdiği bir alışkanlıktı: nerede olurlarsa olsunlar, hangi ruh hâlindeyseler de fark etmezdi; zihinlerinin bir köşesi, karşılarındaki kişiyi öldürmenin en verimli yolunu her an hesaplamaya devam ederdi — gerekirse diye.

’Ah, neden durup dururken böyle biriyle papaz oluyorum ki?’

Ama Sunny’nin şikâyet etmeye hakkı yoktu. Ne de olsa bu duruma kendisi sebep olmuştu.

Birkaç saniye sonra genç adamın yanındaki arkadaşlarından biri yaklaştı ve:
“Eee… dostum, sanırım Büyü hakkında pek bilgin yok. Caster’ın sonucu gerçekten etkileyici.” dedi.

Sonra, Caster’a gizli bir bakış atarak ekledi:
“Sonuçta o bir Mirasçı.”

’S*ktir, şimdi bu çocuk Uyanmış bir klanının torunu mu?!’ 

Sunny, bu neşeli gence dair fikrini hemen yeniden değerlendirdi. Soylu olarak da bilinen bu Mirasçılar, yürümeye başladıkları andan itibaren Büyü’ye girecekleri gün için eğitim alırlardı. Onlar için enfekte olmak bir olasılık değil, kesinlikti.

Gerçekten de çok güçlü insanlardı.

’Ne güzel,’ diye homurdandı Sunny ve kaşlarını daha da çattı.

“Bana şaka mı yapıyorsunuz? Buna mı ‘etkileyici’ diyorsunuz yani?!”

Uyuyanların gözlerindeki şaşkınlık, yavaş yavaş düşmanlığa dönüşüyordu.

“Bak dostum,” dedi biri. “Eğer Yükselmiş bir Yönelim’in etkileyici olmadığını düşünüyorsan, o zaman kendi inanılmaz sonuçlarını bizimle paylaş da senin kudretini görelim! Söyle bakalım, senin Değerlendirmen nasıl sonuçlandı?”

Caster hâlâ sessizdi, sadece kibarca gülümsüyordu. Ama yandaşları huzursuzlaşmaya başlamıştı.

Tam da Sunny’nin istediği buydu. Yüzüne aşağılayıcı bir gülümseme yerleştirerek,
“Söyleyeyim…” dedi, “Benim Değerlendirmem… ah, ‘Olağanüstüydü’! Evet, olağanüstüydü. Aldığım Yönelim de İlahi rütbe.”

Bunun üzerine ona tuhaf bakışlar atıldı. Daha önce hiç kimse İlahi bir Yönelim almamıştı; o yüzden doğal olarak deli olduğunu düşünmeye başladılar. Ama yine de insanlar düşünüyordu, içlerinde ufacık da olsa bir şüphe vardı…

Ya gerçekten güçlü bir klanın torunuyduysa?
Ya gerçekten bir dâhiyse?
Ya değerlendirmesi gerçekten olağanüstüyse?..

Sunny o son şüphe kırıntısını da yok etmeliydi.

“Yanlış anlamayın, ben öyle soylu bir Mirasçı falan değilim. Hıh! Ben kenar mahallelerde büyüdüm. Dövüş eğitimi bile almadım. O kadar eğitim almışta sonuç sadece ‘mükemmel’ mi çıkmış yani? Kâbus boyunca ne yaptı, burnunu mu karıştırdı?”

Sunny’nin övünmesini dinleyen herkesin yüz ifadesi bir anda değişti. Eğitimsiz, varoşlardan gelen bir serseri… tabii tabii, kesin öyledir, kim inanır bu salağa?

Sonunda, Caster aynı nazik gülümsemesiyle konuştu:
“‘Olağanüstü’mü? İlginçmiş. Kâbus’taki başarılarını merak ettim, neler yaptığını bizimle paylaşmak ister misin?”

Sunny sırıtıp, “Tabii ki!” dedi.
“Öncelikle… ah… Uyanmış bir Zalim’i öldürdüm.”

Her “ah” deyişinde anlık olarak yoğun bir acı yaşıyordu ama bunu yüzüne yansıtmadı. Yüz ifadesi tamamen kibirli ve meydan okuyucuydu.

Zalim lafı, hem de Uyanmış bir Zalim, birkaç Uyuyan’ın yüzüne alaycı gülümsemeler yerleştirdi.

“Gerçekten mi? Nasıl öldürdün peki?”

Sunny kibirli bir ifade takındı.
“Nasıl mı? Parmağımı bile oynatmadım. Tükürdüm ve öldü, paramparça oldu!”

Aslında bu teknik olarak doğruydu. Sunny, sunağın üstüne bir avuç kan tükürmüştü; bunun sonucunda da Dağ Kralı, Gölge Tanrı tarafından vahşice parçalanmıştı.

Birisi arkadan kahkaha patlattı.
“Bu çocuk delirmiş, ya da hepimizle kafa buluyor! Dinle ufaklık, biraz kendin utan. Böyle saçmalıklara kim inanır, ha?”

Sunny gerçekten sinirlendi.
Ona “ufaklık” dedikleri için kızmak istiyordu ama cevap veremedi.

Çünkü yalan söyleyemezdi, lanet olsun!

Bunun yerine dişlerini sıkarak öfkeyle, “Buna cevap vermiyorum, çünkü yalan değil!” dedi.

“Yani sen Uyanmış bir Zalim’i — yani gerçek bir Zalim’i! — tükürüğünle mi öldürdüğünü söylüyorsun?”

Sunny kaşlarını çattı.
“Evet gerçek!”

Daha fazla kahkaha yükseldi.

“Saçmalık!”
“Kendi söylediklerine de inanıyor, baksanıza!”
“Gülmek iyi geldi…”
“Hem zayıf, hem aptal!”

Beklenmedik bir şekilde Caster, arkadaşlarını susturdu.
“Çocuklar lütfen.”

Kahkahalar dinince, dostça bir ses tonuyla sordu:
“Başka neler başardın?”

Ne? Daha yetmedi mi? diye düşündü Sunny ve çenesini kaldırdı.
“Düşüneyim… ah! Bir de Uyanmış bir kılıç ustasını öldürdüm.”

“Gerçekten mi? Onu nasıl öldürdün peki?”

Sunny, biraz utanmış gibi yere baktı.
“Şey… bu sefer parmaklarımı kaldırmam gerekti. Hatta birkaç kere sallamak zorunda kaldım. Ama bu onu öldürmeye yetti.”

Parmaklarının arasında Gümüş Çan’ı tutmuş ve sallamıştı — bu da Kahraman’ın Zalim tarafından öldürülmesine sebep olmuştu.
Yani, teknik olarak, yine doğru söylüyordu.

“Tam bir gerzek!”
“Şu aptala bak, parmaklarını oynattın demek!”
“Zavallı, galiba orada aklını yitirmiş…”

Caster, yoldaşlarına uzun bir bakış attı, sonra tekrar Sunny’ye döndü.
“Başka?”

Sunny gözlerini kırpıştırdı.

“Başka mı? Hımm… Ah, evet! Bir de Tanrılar var tabii. Hepsi ölmüştü ama biriyle bayağı iyi anlaştık. Hatta mezarında uyanmak zorunda kaldı. Bana da lütfunu gönderdi! Bir Tanrı tarafından kutsandım, anlıyor musunuz?!”

Uyuyanlar başlarını sallayıp gülüyorlardı ya da acıyarak bakıyorlardı.
Caster iç çekti.

“Anlıyorum. Senin başarılarınla kıyaslanınca, benimkiler gerçekten ortalama kalıyor. Bizimle paylaştığın için teşekkür ederim. Umarım Rüya Diyarı’na döndüğümüzde de bu başarıların devam eder.”

Sunny, yüzünde kibirli bir ifadeyle, “Bana inan,” dedi.

Ve arkasını dönüp gitti.

’Ah. İşte bu, iyi iş çıkardım.’

Bu performanstan sonra, kimse onun güçlü bir Yönelime sahip olduğuna ya da Kâbus sırasında kayda değer bir şeyler yaptığına inanmayacağından emin olmuştu. Onlara sadece gerçeği söylemişti, yine de herkesi gerçeğin tam tersine inandırmayı başarmıştı.

Ne muhteşem bir duygu.

Şimdi ne düşünüyorlardı acaba?
Zayıf, eğitimsiz, varoşlarda büyümüş, dövüş bilgisi olmayan bir zavallı…
Üstelik ya deli ya da aptal. Üstüne bir de sinirli.

Gerçekten acınasıyım.

Artık biri ona Yönelim’ini sorduğunda dürüstçe “İlahi” diyebilirdi, karşılığında sadece kahkaha duyardı. İnsanlara, ’Büyü’ yok oldu dense belki inanırlardı ama onun gerçekten ilahi yönelime sahip biri olduğuna artık kimse inanmazdı. Hatta çatılara çıkıp bağırsa bile kimse inanmazdı.

Ve böylece, kimse onun Gerçek İsim’e sahip olduğunu bilmezdi.

Bekleyin, aptallar. Gün gelecek, size gülen ben olacağım.

Sunny yürürken, Uyuyanlardan birinin Caster’a sorduğunu duydu:
“Neden o aptalı susturmadın? Seni küçümsedi!”

Kısa bir sessizlikten sonra, Caster alçak ve yumuşak bir sesle cevap verdi:
“Zavallı çocuk Kâbus’ta aklını yitirmiş olmalı. Sık sık oluyormuş. Muhtemelen yakında ölecektir, bu yüzden ’en azından ona nazik davranayım’ dedim.”

Sunny’nin dudağı seğirdi.

Ne kadar da kibar.

Caster’ın sözleri yanlış bir varsayıma dayanıyordu, ama yine de Sunny’nin omurgasından soğuk bir ürperti geçti.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

20   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   22