Yukarı Çık




28   Önceki Bölüm 

           
Kış gündönümünün sabahında, Sunny yorgun ve sersemlemiş bir halde uyandı. Ne kadar uğraşsa da üstündeki ağırlığı atamıyor, uyuşukluk hissi bir türlü geçmiyordu. En sonunda pes etti; yatağında biraz daha oyalanarak kendini battaniyeye sardı.

Bu bitmek bilmeyen, boğucu uyku hâline zaten aşinaydı. İlk Kâbus’undan önceki günlerde de aynı hissi yaşamıştı. Hatta, Kara Dağ’ın yamaçlarında donarak yavaş yavaş ölürken hissettikleriyle de oldukça benzerdi.

Yaklaşan ölümün o soğuk kucaklayışını hatırlayınca istemsizce ürperdi.

Bugün, onun Dünya’daki son günüydü… en azından bir süreliğine. Gün batmadan, Büyü onu bir kez daha çağıracak, bu sefer Rüya Diyarı’nın uçsuz bucaksız topraklarına yollayacaktı.

Orada onu ne bekliyordu acaba? Bu sefer şansı yaver gidecek miydi, yoksa yine bir felaketle mi karşılaşacaktı?

’Aman be!’

Bu kadar düşünmenin bir anlamı yoktu. Kaçınılmaz olana yeteri kadar hazırlanmıştı zaten elinden gelen her şeyi yapmıştı. Sıkı çalışmış, bol bol antrenman yapmış, sırrını kimseye sezdirmemişti. Yönelimi çoğundan daha güçlüydü, hayatta kalma iradesi ise büyüdüğü sokakların acımasız gerçekleriyle ve İlk Kâbus’un da başına gelen korkunç olaylarla çoktan sağlamlaşmıştı.

Kısacası, hazırdı.

İç çekerek yataktan kalktı ve sabah rutiniyle güne başladı. Uzun bir süre sıcak duş alamayacağından, son kez güzel bir duşun tadını çıkarmaya karar verdi. Ve bir de son lezzetli kahvaltısı...

Aslında pek iştahı yoktu.

Yemekhane doluydu ama kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Herkes sessiz, içe kapanık ve düşünceliydi. Ne kahkahalar duyuluyordu ne de neşeli sohbetler. Sadece Mirasçılar sakin görünüyordu ama onlar da kendi hâllerindeydi.

Sunny, İlk Kâbus’una girmeye hazırlandığı o son günü hatırladı ve biraz çekinerek de olsa kahve makinesine yöneldi. Akademide kaldığı süre boyunca, birçok insanın kahvesine süt ve şeker eklediğini fark etmişti. Bu kutlu günde, bir kez daha denemeye karar verdi.

Sonuçta bir geleneğinin olması güzeldi.

Birkaç dakika sonra, her zamanki gibi kör kız Cassia’nın yanındaki masaya oturdu. Mecburi yakınlıklarına rağmen, bugüne kadar birbirleriyle tek kelime etmemişlerdi. İkisi de aynı alanı paylaşmak zorunda kalan iki yabancıydı. Sunny, şu an bile bunun değişmesi için bir neden görmüyordu.

Ancak kahvesinden ilk yudumu alır almaz Cassia başını çevirdi ve o kör ama güzel mavi gözleriyle ona baktı.

Sunny, rahatsız olmuş bir şekilde etrafına bakındı. Belki başka birine bakıyordur diye düşündü; ama etrafında kimse yoktu.

“Ne… bişey mi oldu?” diye sordu tereddütle.

Cassia bir süre sessiz kaldı, sanki söyleyip söylememekte kararsızdı. Sonra yavaşça, yumuşak ama net bir sesle,

“Doğum günün kutlu olsun.”

’Ne?’

Sunny kaşlarını çattı, ne demek istediğini anlamamıştı. Sonra bir anda dank etti.

’Ah, doğru ya… Bugün benim doğum günüm.’

Tamamen unutmuştu. Bugün on yedi yaşına giriyordu.

‘Dur biraz… o bunu nereden biliyor ki?’

Sunny, kör kıza tuhaf bir bakış attı, ağzını açtı ama sonra vazgeçti. Fazla tuhaftı. 

“Uh… sağ ol.“

Cassia başını sallayıp tekrar sessizliğe gömüldü.

Evet, aslında böylesi daha iyiydi.

Sunny kahvesinden bir yudum daha aldı. Bu sefer tadı fena değildi. Elbette, tadı asıl güzelleştiren süt ve şekerdi, ama yine de kendini biraz daha uyanık hissediyordu.

‘On yedi.’

Bu yaşa kadar sağ kalacağından asla emin olamamıştı. Ama her şeye rağmen hâlâ hayattaydı. Hayat, gerçekten de tahmin edilemezdi.

Bir yıl önce biri ona “On yedinci doğum gününü sütlü ve şekerli bir kahveyle kutlayacaksın.” deseydi, gülerdi. Ama şu an bu bir gerçekti.

İstemeden de olsa, eskiden doğum günlerini nasıl kutladığını hatırladı. Keyfini kaçırmaması için bu düşünceleri aklından uzaklaştırdı ve kendini gülümsemeye zorladı.

‘Fena değil. Seneye de aynısını yapalım — ama bu sefer bir Uyanmış olarak.’

Bu şekilde kendini motive ederek kahvesini bitirdi ve yemekhaneden ayrıldı.

Bugün ders yoktu ama yine de Vahşi Doğada Hayatta Kalma dersliğine uğrayıp Öğretmen Julius’a veda etti. Yaşlı adam vedalaşırken oldukça duygulandı. Sunny’e on iki defa “son bir tavsiye” verdi ve genç adam bir Uyanmış olduğunda, Akademi’ye araştırma asistanı olarak başvuracağına dair söz verdirdi.

Sunny, ona sabrı ve emeği için teşekkür etti.

Sonrasında yapacak pek bir şey kalmamıştı.

Güneş batmaya yaklaşırken, Eğitmen Rock onları Uyuyanlar Merkezi’nin girişinde topladı ve dışarı çıkardı.

Beyaz binayı çevreleyen karla kaplı alanda, diğer Uyanmışlar da kendi gruplarındaki Uyuyanları aynı yöne götürüyordu: Akademi’nin tıp merkezine.

Merkez, bir hastaneden çok bir tür tapınağa benziyordu. İçinde hem son teknoloji cihazlar hem de en yetenekli Şifacılar bulunuyordu. Uyuyanlar Rüya Diyarı’ndayken, bedenleri özel kapsüllerde korunacak, eğer diğer tarafta bir şeyler ters giderse, bu Şifacılar bedenlerini büyüyle yaşatacaktı.

Elbette, sonunda uyanıp uyanamayacakları tamamen Uyuyanların kendilerine bağlıydı.

Sunny’nin şaşkınlığına, Eğitmen Rock onları doğrudan kapsül odalarına götürmedi. Bunun yerine, tenha bir kata çıktı ve gün batımının kızıl ışıklarıyla dolup taşan geniş bir salonun kapısını açtı.

İçeride sıra sıra tekerlekli sandalyeler vardı. Her birinde, yüzlerinde tuhaf bir huzur ifadesiyle boş boş bakan insanlar oturuyordu. Tamamen sessiz, hareketsiz ve donuklardı. Ziyaretçilerin varlığına herhangi bir tepki göstermiyorlardı.

Hepsi… bomboş görünüyordu.

Tüyler ürpertici sessizlikte, Sunny’nin tüyleri diken diken oldu. Boynundan aşağı soğuk bir ürperti geçti.

Eğitmen Rock, o boş insanlara doğru hüzünle baktı.

“Buraya sizi bir sebeple getirdim. İyi bakın ve asla unutmayın. Belki bazılarınız biliyordur. Bilmeyenler için söylüyorum: Bu insanlara Boşlar diyoruz.“

Dişlerini sıktı.

“Her biri bir zamanlar ya bir Uyuyan ya da bir Uyanmış’tı. Kimisi zayıftı, kimisi güçlüydü. Hatta içlerinde bir zamanlar inanılmaz derecede kudretli olanlarda var. Ama hepsi Rüya Diyarı’nda yok oldu.“

‘Ruhları… ruhları gitmiş,’ diye fark etti Sunny, dehşetle.

‘Eğer şanslıysan, ruhun yok olduğunda bedenin de ölür. Ama eğer şanssızsan, işte böyle olursun. Boş.’

Eğitmen Rock, Caster ve Nephis’in bulunduğu tarafa baktı, ardından ekledi:

“Bu yüzden, orada ölmemeye çalışın.“


***


Yarım saat sonra, Uyuyanlar kişisel odalarına götürülmüş ve kapsüllere girmeye hazırlanıyordu.

Bir odada, kör kız Cassia yabancı bir ortamda çaresizce yönünü bulmaya çalışıyor, elleriyle duvarlara ve garip cihazlara dokunuyordu. Gözyaşları, o güzel yüzünden süzülüyordu.

Bir diğer odada, gururlu Mirasçı Caster boş gözlerle yere bakıyor, dudaklarından aynı cümleler tekrar tekrar dökülüyordu. Ve titriyordu.

Bir başka odada, Ölümsüz Alev klanının son üyesi, Değişen Yıldız Nephis, ellerine bakıyordu. Derisinin altından yumuşak beyaz bir ışık yayılıyor, gittikçe daha da parlıyordu. Yüzündeyse tarifsiz bir acı vardı.

Ve son olarak, Sunny lakaplı Gölge Köle Güneşsiz, uyku kapsülüne sırtını dönmüş gölgesine bakıyordu.

“Ee? Hazır mısın?“

Gölge omuz silkti, cevap vermedi.

Sunny iç çekti.

“Ben de öyle.“

Sonra da kapsülün içine girdi.

Sonsuz ve derin karanlığın içinde, uçsuz bucaksız boşlukta bir ses duyuldu.

[Rüya Diyarı’na hoş geldin, Güneşsiz!]

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

28   Önceki Bölüm