Yukarı Çık




33   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   35 

           
Sunny, çamurun içinde debelenirken bir yandan da nefesini toparlamaya çalışıyordu. Büyünün sesi hafifçe kulaklarında yankılandı.

[Gölgen güçleniyor.]

Hemen çok az da olsa bir değişiklik hissetti. Vücudu bir tık daha güçlü, görüşü bir tık daha keskin, cildi belki biraz daha pürüzsüz olmuştu. Değişim minimaldi ama açıktı.

‘N’oldu öyle?’

Tahmininde yanılmadı, doğrulamak kolaydı. Sunny, rünleri çağırdı.

[Gölge Parçacıkları: 14/1000]

Daha önce, esrarengiz gölge parçacıklarından sadece on iki vardı ve daha fazlasını nasıl elde edeceğini bilmiyordu. Şimdi, süreç otomatikman hallolmuş görünüyordu, yalnızca bir düşmanı öldürmek, onun gölgesinin bir kısmını emip kendi özünü güçlendirmek için yeterliydi.

Ayrıca, aldığı parçacık sayısı öldürdüğü düşman sayısıyla alakalı değildi. Biraz düşündükten sonra Sunny, ilk tahminini yaptı: Uyuyan ruh çekirdekleri ona bir parçacık verirken, Uyanmış olanlar iki parçacık veriyordu. Ancak yalnızca kendi elleriyle bitirdiği düşmanlar sayılıyordu.

Dağ Kralı’nın Larvasını, uyuyan bir yaratığı öldürmek ona bir gölge parçacığı kazandırmıştı. Tecrübeli bir köle avcısı olan uyuyan bir insanı öldürdüğünde bir tane daha. Dağ Kralı ise Uyanmış bir Zalimdi, beş uyanmış çekirdeğe sahipti. Her biri Sunny’ye iki gölge parçacığı verdiği için on parçacıkta ondan almıştı. Toplamda on iki parçacık elde etmişti. Ve şimdi, Kıskaçlı Avcı’yı öldürdükten sonra sayısı on dörde ulaşmıştı.

İlginç bir şekilde, Kurnaz, Bilge ve Kahraman’ın ölümlerinden hiç parçacık alamamıştı; oysa onlar onun entrikalarının sonucunda ölmüştü. Görünüşe göre, bir düşmanın gölgesini emebilmek için onu kendi elleriyle öldürmesi gerekiyordu.

Ya da en azından, eski ve ölü bir tanrıyı çağırarak.

Süreç, normal Uyanmışların güçlerini artırma yöntemine oldukça benziyordu; tek fark, ilgili malzeme olan ruh parçacıklarının çıkarılıp tüketilmesi olayını atlayıp, parçacıkların anında emilmesiydi. Bu, gölge parçacıklarının depolanamayacağı ve dolayısıyla satın alınamayacağı veya takas edilemeyeceği anlamına geliyordu.

Görev tamamlayarak, hizmet sunarak veya çeşitli ganimetleri satarak kazanma şansı maalesef olmayacaktı. Sunny güçlenmek istiyorsa, tek yolu savaşacak ve öldürecekti.

‘Sanırım bana huzur yok.’

Daha önce, Sunny nispeten daha güvenli bir yolu seçme şansına sahip olduğunu hayal ediyordu. Birçok Uyanmış, İnsan Kaleleri’nin sınırlarını nadiren terk eder ve Kâbus Yaratıklarıyla da karşılaşmazdı, bunun yerine gerçek dünyadaki işlerini Rüya Diyarı’nda sürdürmeyi tercih ederdi.

Ödemelerini ruh parçacıklarıyla alırlardı, bunlar hem ilerlemelerini sağlayan yakıt hem de Kaleler içindeki evrensel para birimiydi. Sunny böyle bir hayatı zaten hiç istememişti ama seçme şansının olmaması biraz canını sıkmıştı.

Şansına, işin bir de parlak tarafı vardı. Ruh parçacıklarını çekirdeklerini güçlendirmek için kullanmasına gerek olmadığı için, kazandığı her şeyi özgürce harcayabilecekti. Sonuçta, bir düşmanı öldürdükten ve gölge parçacıklarını emdikten sonra, ruh parçacığı hâlâ orada duruyordu; Sunny onu alıp gelecekte ihtiyaç duyabileceği bir şey için takas edebilirdi.

Bu, kazanç ve harcama açısından onu fiilen iki kat verimli kılacaktı; küçümsenmeyecek bir avantajdı.

Bir de Gölge Çekirdeği meselesi vardı…

Hem Sunny hem de gölgesi ona bağlı olduğundan, çekirdeği güçlendirmek sadece Sunny’nin gücünü artırmakla kalmayacak, aynı zamanda gölgeyi de güçlendirecekti. Dolayısıyla, kendini daha da güçlendirmek için kullanırsa, gerçek etki üst üste binecek ve iki katlı bir güç artışı sağlayacaktı. Yani, topladığı her gölge parçacığı için, Sunny aslında bir Uyanmışın bir ruh parçacığından elde edeceği faydanın iki katını kazanacaktı.

‘Fena değil. Hiç fena değil!’

Ah, gelecek şimdiden daha parlak görünüyordu. Tabii ki, hayatta kalıpta o geleceğe sahip olabilirse.

Oturduğu yerde doğruldu ve gözlerini, Hatıralarını gösteren rünlere çevirdi. Gök Kılıç… sonunda bir silahı olmuş muydu?

Hatıra: [Gök Kılıç]
Hatıra Rütbesi: Uyanmış
Hatıra Türü: Silah
Hatıra Açıklaması: [Bu unutulmuş kıyıda, yalnızca çelik hatırlar.]

‘Hımm. İlginç.’

Çok açıklayıcı değildi ama ilginçti.

Sunny yeni silahını çağırdı ve keskin, hafif bir kılıç hemen eline belirdi. Kabzası dahil yaklaşık bir metre uzunluğundaydı. Kılıç düz ve tek kenarlıydı, ucunda açılı bir kısmı vardı. Mavi çelikten dövülmüş, güzel, katmanlı bir desene sahipti. Çeliğin derinliklerinde beyaz kıvılcımlar parlıyordu. Kabza koruması minimal ve basitti, neredeyse elini korumuyordu.

Eğer Sunny kılıçlar hakkında bilgili biri olsaydı, bu kılıca Tang Dao derdi. Ama hiçbir fikri yoktu, sadece kılıcın tek ağızlı olduğunu ve muhtemelen kesmeye ve doğramaya yönelik olduğunu, sapın ise iki elle kullanılacak kadar uzun olduğunu ancak kavrayabilirdi.

Ayrıca, kılıç güzeldi.

Gölgesini çağırdı ve Gök Kılıç’ın etrafına sardı. Hemen çelik mavimsi-siyaha döndü ve beyaz kıvılcımlar saçıldı. Sanki yıldızlı bir geceye bakıyormuş gibi görünüyordu.

Sunny ayağa kalktı ve kılıcı birkaç kez sallayarak ağırlığına alıştı. Keskin kenar havayı keserken tiz bir ıslık sesi çıkardı.

‘Nihayet, sonunda gerçek bir Uyanmış’a benzedim.’

Sonrasında, Kıskaçlı Avcı’nın cesedine baktı ve kaşlarını çattı. Eh, bu kısım biraz mide bulandıracaktı.

Bir süre sonra, çatlamış kabuğu kırmayı ve birkaç parça pembe, yumuşak et kesmeyi başardı. Ayrıca yaratığın göğsünden parlak kristali — ruh parçacığını — çıkarmayı da unutmadı.

Umutsuzca, parçacığı emmeye çalıştı, nasıl yapılması gerektiğini hatırlayarak… beklendiği gibi, hiçbir şey olmadı.

‘Gerçekten de bana faydası yok.’

Omuz silkerek, parçacığı ve eti siyah deniz yosunundan ördüğü çantasına koydu ve güneşe baktı.

Günün hâlâ erken saatleriydi. Deniz gelmeden uzak tepede olma şansı vardı. Ama sol bacağı, Kıskaçlı Avcı ile dövüşte yaralandığı için yürümek artık eskisi kadar kolay değildi. Dişlerini sıkarak topallamaya başladı.

Saatler geçti. Morluklar ve ekstra dikkat yüzünden, Sunny’nin ilerlemesi oldukça yavaşladı. Terliyordu, dişlerini gıcırdatıyor, her adımda canı yanıyordu. Daha da kötüsü, labirentin derinliklerine indikçe yollar daha karmaşık ve birbirine dolanmış hâle geliyordu. Gölgesinin yardımıyla bile sürekli geri dönmek zorunda kalıyor ve doğru yönü bulmak için çok çaba sarf ediyordu.

‘S*ktir, s*ktir, lanet olsun…’

Bir şeyler yapmazsa, Sunny hedefine ulaşamayacaktı. Bu da demekti ki, deniz geldiğinde ezilecekti.

Ölümü düşünmemeye çalışarak, Sunny daha hızlı yürümeye çalıştı. Ama çok acele edemezdi, yanlış bir dönüş değerli dakikalarını çalabilirdi, ayrıca başka bir pusuya daha düşürse bu hayatına mal olabilirdi.

‘Kahretsin!’

Tam umutsuzluğa kapılmak üzereyken, gölgesi uzak mesafeden bir şey gördü ve Sunny’yi kısa süreliğine sersemletti.

Yolun biraz ilerisinde, birkaç dönemeçten sonra, mercanlar genişleyip küçük bir açıklık oluşturmuştu. Açıklığın ortasında da biri çamurda yürüyordu.

Sunny’nin ilk dikkatini çeken şey, açık ten rengiydi… evet, açık tenli. Uzun ve ince yapılı bir kız, üzerinde sadece deniz yosunundan üstünkörü yapılmış bir etek ve basit bir sütyen vardı. Ama belli ki bu onu rahatsız etmiyordu. Sakin bir ifadeyle durdu ve geriye doğru baktı. Rüzgar, kısa gümüş saçlarını savuruyordu.

Bu Nephis’ti, Değişen Yıldız.

Bir elinde garip, altın rengi bir ip tutuyordu.

İpin diğer ucunda ise, kör kız Cassia vardı ve onu takip ediyordu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

33   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   35