Cassie için iyi bir saklanma yeri bulduktan sonra, Sunny ve Nephis avcılarla yüzleşmeye gittiler. Çok geçmeden, uzakta iki dev siluet gördüler.
Dudaklarını sıkarak, Nephis omzunun üzerinden seslendi:
“Yakından takip et.”
Sonra, yarışa hazırlanan bir koşucu gibi diz çöktü, derin bir nefes aldı… ve ileriye atıldı.
‘Kahretsin!’
Sunny, labirentin duvarının koyu gölgesine daldı ve olabildiğince hızlı koşarak onu takip etti. Ancak aralarındaki mesafe giderek açılıyordu.
Birden, Akademi’ye giderken köprüden geçtikleri, Nephis’in arkasında yürüdüğü anı hatırladı. Kaderi hep onun arkasından mı gitmekti?
Değişen Yıldız inanılmaz bir hızla koşuyordu. Yaydan fırlamış bir ok gibi neredeyse havada süzülüyordu. Bir kolu geriye uzanmış, kılıcın ucu arkaya dönük haldeydi. Diğeri her adımda havayı yarıyordu.
İki avcı, onu fark ettikten birkaç saniye sonra neler olduğunu anlayabildi. O ana kadar Nephis neredeyse üzerlerine çıkacaktı.
Yaratıklar gözlerinde delilikle, çenelerinden akan yoğun bir sıvıyı etrafa saçarak kükrediler ve öne atıldılar. Nephis hızını hiç kesmedi, sanki onlara gövdesiyle çarpacakmış gibiydi. Sunny’nin kalbi bir anlığına durdu.
Dört korkunç kıskaç hava da parladı.
Son anda Nephis yanına dönerek yerde kaydı. İvmesi onu ileri taşıdı ve çamurun üzerinde kayarak avcıların arasından geçti. Ardından vücudunu büküp kılıcını yere saplayarak kendini durdurdu.
Bir an daha yavaş olsaydı, avcılardan birinin bacağı onu delip geçebilirdi.
‘Bu kız manyak! Resmen manyak!’
Değişen Yıldız ayağa kalktığında, avcılardan biri çoktan dönmüştü. Ancak Sunny, iri yaratıklar görüşünü kapattığı için neler olduğunu göremiyordu. Sadece kitin zırha çarpan çeliğin tiz sesini duydu.
Zaten endişelenmeye vakti yoktu; çünkü onun da kendi derdi vardı.
Nephis’in o akıl almaz manevrası yüzünden ikinci avcı, diğerinden biraz geride kalmıştı. Tam dönmek üzereyken Sunny yeterince yaklaşmıştı.
Sessizce küfrederek, mercan duvarın dar bir çıkıntısından yukarı zıpladı. Hedefi, avcının sırtındaki zayıf noktayı yukarıdan delmekti. Gölgesi çoktan Gök Kılıç’ın etrafını sarmıştı.
Ama tam o anda, avcı hafifçe sağa döndü. Kılıç, zırh plakalarının birleştiği oyuk noktayı ıskaladı ve tam ortasındaki sert kitine çarptı. Çelik, kaygan yüzeyin üzerinden çaresizce kayıp geçti.
‘Lanet olsun!’
Tek bir ölümcül darbeyle yaratığı öldürebilecekken hiçbir zarar verememişti. Dahası, şimdi bir de yaratığın sırtındaydı; adeta onu arkadan sarar gibiydi. Bir sonraki anda avcı zırhını sarsarak onu üzerinden attı.
Sunny yana doğru fırlayıp labirentin duvarına çarptı, nefesinin kesildiğini hissetti. Boğulurcasına nefessiz ve sersemlemiş halde çamura düştü.
‘Hiç iyi değil.’
İçgüdüyle yana yuvarlandı. Bir şey hızla yanından geçip duvara çarptı ve kırmızı mercan parçaları havaya saçıldı. Ardından onu havaya kaldırdı ve geriye savurdu.
Ama o anda kendine gelmişti.
Vücudunu bükerek ayaklarının üstüne inmeyi başardı, birkaç adım geri çekilip dengede kaldı. Bir sonraki saniyede kılıcını iki eliyle sıkıca tutmuş, tıpkı Nephis’in öğrettiği gibiydi, hazırdı.
Avcı gözlerinde tehditkâr bir kıvılcımla yeniden üzerine atıldı.
‘Tekrar… deneyim…’
Gölge, Gök Kılıç’tan eline doğru aktı, ardından koluna, omzuna, sonra da tüm vücuduna yayıldı. Sunny bir anda kendini daha güçlü, daha hızlı, daha dayanıklı hissetti.
Ama yeterli miydi? Hayır. Hayatta kalmak için biraz da şansa ihtiyacı olacaktı.
Bir kıskaç sağdan, diğeri soldan ona fırladı. Ne geri çekilmek ne de yana kaçmak için vakti vardı. Bunun yerine, içgüdülerinin tümü çığlık atarken, yapabileceği tek şeyi yaptı.
İleriye doğru atıldı ve hücum eden canavarla arasındaki mesafeyi kapattı. Kıskaçlar arkasında yüksek bir sesle birbirine çarptı.
İçgüdüleri ne derse desin, bu en mantıklı hareketti. Sonuçta kılıcının menzili avcınınkinden çok daha kısaydı. Geri durarak değil, yaklaşarak savaşabilirdi.
Canavar tepki vermeden önce, Sunny son birkaç günde binlerce kez yaptığı şeyi yaptı. Kasları, zihni komut vermeden harekete geçti.
Tek, kusursuz bir hareketle kılıcı başının üzerine kaldırdı ve aşağı doğru savurdu; bir eliyle iterken diğeriyle çekti. Tüm vücudu, o darbeyi en güçlü şekilde indirmek için birlikte çalıştı.
Gök Kılıç havayı keserken ıslık çaldı. Ardından, avcının ön bacak eklemine vurdu ve eklemi tamamen kopardı. Mavi kan her yere fışkırdı.
Sunny’nin şaşırmaya vakti bile olmadı.
‘Gerçekten yaptım mı?’
Ama dikkatinin dağılmasına izin verecek zaman yoktu. Ön bacağını kaybeden avcı bir an dengesini yitirdi, öne doğru sendeledi. Fakat hâlâ yedi bacağı daha vardı; yani doğrulması an meselesiydi.
Tam o sırada, diğer ön bacağı da çamurda kaydı ve yaratık biraz daha aşağı eğildi.
Sunny tam bu an da duraksamadı. Bir adım öne atılıp Gök Kılıcını yukarı doğru sapladı, kılıç avcının ağzından girdi. Yaratık kendi ağırlığıyla kılıca doğru kaydı ve kopmuş bir çene yere düştü.
Kâbus Yaratığı’nın dev bedeni titredi, ardından hareketsiz kaldı.
Ölmüştü.
Sunny yavaşça nefes verdi. Ancak o zaman göğsündeki ve başının arkasındaki acıyı fark etti. Elini dikkatlice ensesine götürdü, yüzünü buruşturdu. Eli kana bulanmıştı.
‘Neyse, hâlâ yaşıyorum.’
[Bir Uyanmış yaratık öldürdün, Kıskaçlı Avcı.]
[Gölgen güçleniyor.]
[Bir…]
Büyünün sesini dinleyecek vakti yoktu. Kılıcı yaratığın kafasından çekip hızla Nephis’e yardıma koştu.
Ama geç kalmıştı.
Diğer avcı çamurun içinde yatıyordu, açıkça ölmüştü. Uzuvları hâlâ seğiriyordu, bu da ölümcül darbenin henüz birkaç saniye önce indirildiğini gösteriyordu. Görünüşe göre Nephis, yaratığın gövdesinin alt kısmındaki zayıf noktayı kılıcıyla delip omurgasını kesmişti.
Devasa cesedin arkasında gümüş saçlı kızı göremedi. Yaklaştığında, derin, zorlanmış nefesler duydu. Ardından titrek bir ses geldi:
“Y–yaklaşma… yaklaşma!”
Savaş sonrası sessizlikte Değişen Yıldız’ın sesi tuhaf ve kısık çıkıyordu. Sunny’nin kalbine bir keder çöktü. Olamaz. Kendini toparlayarak bir adım daha attı.
Nephis, ölü avcının önünde duruyor, derin nefesler alıyordu. Omzunda kanayan bir yara vardı ama yüzeysel görünüyordu.
Sunny’nin dikkatini ise başka bir şey çekti.
Savaş sırasında, uzun boylu kızın yosundan yaptığı basit kıyafeti kopmuş, belden yukarısı çıplak kalmıştı. Göğsünü bir koluyla kapatıyordu. Kolunun arkasında üzerine bastırılmış, dolgun…
Sunny bir anda arı sokmuş gibi irkildi. Hızla arkasını döndü. Yüzü alev alev yanıyordu. İstemsizce, gölgesinin bile başka tarafa bakmasını sağladı.
Kısa bir sessizlik oldu. Bir süre sonra Sunny kendini konuşmaya zorladı:
“Şey…ah, sen iyi misin?”
Nephis geç bir cevap verdi.
“...Evet.”
“Güzel. Evet, şey… iyi, ben… ah… Cassie’yi getireyim o zaman.”
“...Peki.”
Sanki peşinden bir canavar sürüsü geliyormuş gibi kaskatı kesilmişti, zar zor yürümeye başladı. Sonra adımlarını hızlandırdı, neredeyse koşarcasına gidiyordu.
‘Bu, onun suçu! Onun suçu! Daha açık konuşabilirdi!’
Görüntüyü kafasından atmaya çalışarak, Cassie’nin yanına gitti.
Geri döndüklerinde, Nephis üstünü düzeltmiş, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Yine de Sunny, ona bakışının biraz tuhaf olduğunu hissediyordu.
‘Boş ver gitsin!’
Kafasındaki yaranın durumuna baktıktan sonra Değişen Yıldız konuştu:
“Sadece ufak bir sıyrık, ciddi bir şey değil. Ama baş dönmesi, mide bulantısı veya şiddetli baş ağrın olursa hemen söyle.”
Sunny’de bu belirtilerden hiçbiri yoktu, bu yüzden sessiz kaldı.
Nephis, üstüne başına bakıp iç çekti.
“Hatıra var mı?”
Sunny “hayır” demek üzereydi ama sustu.
Düşününce, Kıskaçlı Avcı’yı öldürdüğünde, Büyü gölge parçacıklarını emdiğini söyledikten sonra başka bir şey daha söylemişti ama o sırada dikkat etmemişti.
Birden, yeni bir dizi rün fark etti. Gözleri büyüdü.
Yankılar: [Kıskaçlı Avcı].
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.