Birkaç dakika boyunca Sunny, yağmurun yüzüne çarpmasına izin vererek öylece yerde yattı. Arada sırada bir şimşek gökyüzünü delip geçiyor, her şeyi kör edici bir ışığa boğuyordu. Bunun dışında neredeyse zifiri karanlıktı. Eğer görme niteliği olmasaydı, yakında dinlenen Nephis ile Cassie’nin siluetlerini seçmekte zorlanırdı.
Bir süre sonra, huzursuzluk hissi zihnine yansıdı. Bir sorun vardı. Sunny kaşlarını çattı, bu hissin kaynağını anlamaya çalıştı. Fark etti ki bu his gölgesinden geliyordu. Gölgesi dikkatini çekmeye çalışıyordu.
‘Ne olur… bırak dinleneyim. Sadece dinlenmek istiyorum.’
Hâli yoktu. Hem bedeni hem de zihni tükenmişti. Fakat gölge inatçıydı, ısrarcıydı.
Sonunda Sunny inleyerek, yüzüstü döndü ve yavaşça ayağa kalktı. Nephis başını çevirip ona baktı.
“Ne oldu?”
Sunny yüzünü buruşturdu.
“Bilmiyorum ama bir şeyler yanlış hissettiriyor.”
Cassie ürperdi ve Neph’in yanına sokuldu. Gölgesini takip eden Sunny etrafa bakarak herhangi bir tehlike işareti bulmaya çalıştı.
Bakıyordu ama olağan dışı hiçbir şey göremedi. Kayalıkların üst kısmı fırtınalı denizin oldukça üzerindeydi, kayalıklardan oluşmuş küçük bir ada gibi. Yüzeyi engebeliydi birkaç yüksek sırtlı kaya görüş hattını engelliyordu. Kendileriyle en yakın yüksek sırtlı kaya arasında geniş bir boşluk vardı. Bu alan, rastgele serpiştirilmiş gibi görünen uzun kaya bloklarıyla doluydu.
Nephis ayağa kalktı ve kılıcını çağırdı.
“Bir şey görüyor musun?”
Sunny kaşlarını çattı.
“Pek sayılmaz…”
Tam o anda bir şimşek çaktı ve küçük ada anlık olarak aydınlandı. Sunny’nin gözleri fal taşı gibi açıldı.
Geniş açıklıkta rastgele duran uzun kayalar yüksekti ve şekilleri belli belirsizdi. Karanlık ve hareketsizdiler… bu yüzden Sunny ilk bakışta ne olduklarını anlayamamıştı.
Kayalığın her yerinde, Kıskaçlı Avcılar sessizce yatıyordu.
Sunny dondu, aniden bastıran bir korku onu ele geçirdi. Ense tüyleri diken diken oldu. Bir, iki, üç… panikten saymayı unuttu ve ellerini sıktı. Yedi… hayır, sekiz taneydiler.
Demek ki bu kayalıklarda karanlık denizden saklanmayı düşünen sadece insanlar değildi. Sunny ne yapacağını bilemiyordu.
Bu kayalık bir ölüm tuzağıydı.
Nephis onun yüzündeki ifadeyi fark edip gerildi.
“Sunny?”
Sunny başını yavaşça ona çevirdi ve fısıldadı:
“Konuşma. Kıpırdama. Sadece… olduğun yerde kal.”
Nephis nedenini sormadan dediğini yaptı. Ancak yüzünde sessiz bir soru belirdi.
Cassie de öyle yaptı.
Sunny gözlerini kapattı, derin bir nefes alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Panikleme. Umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Her problemin bir çözümü olur. Sadece o çözümü bulmak gerek…
Avcılar henüz saldırmamıştı. Ya uyuyorlardı ya da fırtınadan saklanıp daha korkunç yaratıkların dikkatini çekmemek için kıpırdamıyorlardı. Belki de buraya sığınan insanları fark etmemişlerdi. Sonuçta bu yaratıkların ne kadar iyi gördükleri şüpheliydi. Karanlıkta görebiliyorlar mı? Muhtemelen hayır — en azından Sunny kadar iyi değil.
Hâlâ umut vardı.
Sunny gözlerini açtı ve küçük adaya yeniden baktı. Ama bu kez bakış açısı değişmişti. Derin karanlığı, fırtınanın şiddetini ve sesleri bastıran uğultuyu, avcılar arasındaki mesafeyi gördü.
Burası onun bölgesiydi. Bu ortam, bir gölge suikastçısına mükemmel şekilde uygundu. Sessiz bir katil olmayı hayal etmemiş miydi zaten? İşte fırsat. Her adımı kusursuzca uygulamalıydı, karanlıkta görünmeden ilerlemeli, düşmanına fark ettirmeden saldırmalı ve her birini tek hamlede öldürmeliydi.
Düşmanı indir ve tekrarla. Yaratıkların güçlü ve zayıf yönlerini zaten biliyordu — şimdi bu bilgiyi pratiğe dökmenin zamanıydı. Üstelik hata yaparsa, başka seçenekleri de vardı. Yankısı ve Nephis, tehlikeye düşerse devreye girebilirdi.
Evet, bu işe yarayabilirdi. İşe yaramak zorundaydı.
Sunny, Değişen yıldız ve Cassie’ye baktı.
“Ben hallederim.”
Onlar daha tepki vermeden, Sunny gölgelerin içinde eriyip yok oldu.
Karanlığın örtüsü altında süzüldü. Yavaş ve ölçülü ilerliyordu, nefesi kontrollüydü. Düşmanlarını alarma geçirmemek için saldırı sırasını belirledi ve ilk hedefine yöneldi — sürüden en uzakta duran hantal bir kıskaçlıya.
Gölgelerin içinde saklanırken Sunny sakin ve odaklanmış hissetti. Sanki sonunda en doğal halindeydi.
Avcının heybetli siluetine yaklaşırken, Sunny yavaşladı ve hedefin etrafında daire çizmeye başladı. Yaratık kımıldamıyordu, yaklaşan ölümcül tehdidin farkında değildi. Sunny nefesini tuttu ve saldırıya hazırlanarak tüm kaslarını gerdi.
Tek bir şansı vardı.
‘Doğru yap!’
Bu düşünceyle birlikte sessizce ileri atıldı.
Bir, iki… Sunny sıçradı ve kolaylıkla yaratığın kabuğuna indi. Gök Kılıcı zaten elindeydi, çeliği gece kadar karanlıktı. Bir saniye sonra, kılıç yaratığın sırtındaki zayıf noktaya saplandı, kitin tabakasını delip beynini parçaladı. Kabuğun kırılma sesi yağmurun sesiyle kayboldu.
İşini bitirmişti.
Sunny’nin kalbinde bir zafer kıvılcımı parladı, ama hemen bastırdı. Kutlama zamanı değildi — hâlâ yedi düşmanı daha vardı.
Kılıcını çekip yaratığın cansız bedeninden indi.
Sonra… Sunny’nin kaşları çatıldı.
Neden Büyü konuşmadı?
Ne öldürdüğünü duyurdu, ne de Gölgesinin güçlendiğini.
Tüyleri diken diken oldu. Sunny döndü ve yaratığa baktı. Önce hâlâ yaşıyor olmasından korktu… ama öyle değildi.
Tam anlamıyla ölüydü.
Fakat dikkatlice baktığında, gözünden kaçan bir ayrıntıyı fark etti.
Ve o anda, yüzü bembeyaz kesildi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.