Yukarı Çık




47   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   49 

           
Bölüm 48 - Fırtına
— Çeviri: Raban —

“Hemen gitmemiz gerekiyor!”

Nephis ona bakarken Sunny, Cassie’yi kolundan tutup ayağa kaldırdı. Yüzü her zamankinden de solgundu, gözlerinde panikli bir telaş vardı.

Nephis! Onu avcı’ya bindirmeme yardım et!”

Gümüş saçlı kız başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Yüzü hızla karardı. Hiçbir şey söylemeden Sunny’nin dediğini yaptı.

Cassie biraz sersemlemiş gibiydi. Dizginleri kavrayıp çaresizce arkadaşına döndü:

“Neph? Neler oluyor?”

Değişen Yıldız ona baktı. Konuştuğunda sesi ağır ve kasvetliydi.

“Fırtına geliyor.”

Bu sırada Sunny, gölgesini bir mercan sütununun tepesine gönderip ileriye baktı. Ulaşmak istedikleri kayalıkların ne kadar uzakta olduğunu anlamaya çalışıyordu. Görünüşe göre hâlâ epey bir mesafe vardı. Fakat devasa heykel çoktan arkalarında kalmıştı.

Şimdi geri dönmek intihar demekti.

Nephis’e döndü:

“Kayalıklara yaklaşık üç–dört kilometre var. Sence… yetişebilir miyiz?”

Kız kaşlarını çattı.

“En kısa yoldan gidersek… Belki.”

Sunny tereddüt etti, sonra sordu:

“Peki ya canavarlar?”

Değişen Yıldız ileriye baktı, dişlerini sıktı.

“Aralarından geçmek zorundayız.”

‘Bu kadar mı? Plan bu mu yani?’

O çaresizce bir çıkış yolu ararken Nephis başını çevirip ona şaşkın bir bakış attı.

“Ne bekliyorsun? Koş!”


***


İleriye atıldıkları anda gökten ağır yağmur damlaları düşmeye başladı. Sert rüzgârlar mercanların arasından uğuldarken çamur ve yosun parçalarını savuruyordu. Fırtına bulutları gökyüzünü sarmaya başladıkça güneş ışığı soldu, labirentin üzerine soğuk bir alacakaranlık çöktü.

Sunny tüm gücüyle koşuyordu — çünkü gerçekten de hayatı buna bağlıydı. Küçük gruba o öncülük ediyor, gölgesinin yardımıyla kayalıklara giden en düz yolu buluyordu. Nephis hemen arkasındaydı. Cassie’yi taşıyan Kıskaçlı Avcı ise arkalarında, sekiz bacağıyla çamuru yararak ilerliyordu.

Peşlerinde ölüm yokken ve canavarları atlatarak dolanmaları gerekmiyorken inanılmaz bir hızla hareket ediyorlardı. Kırmızı duvarlar, mercan koridorlar birer hayal gibi geçiyordu. Güçlerini bastırmaya gerek yoktu — kayalıklara sadece bir dakika geç ulaşsalar ölürlerdi. Ellerinden gelenin en iyisini yapmaları gerekiyordu.

Sunny, yolda birkaç kanlı çarpışmaya girmeyi bekliyordu ama şaşırtıcı şekilde labirentin sakinleri onlara fazla sorun çıkarmadı. Kıskaçlı Avcılar da en az onlar kadar paniğe kapılmış görünüyordu. Hantal yaratıklar mercan çıkıntılarına saklanmaya ya da toprağa gömülmeye çalışıyordu.

Nadiren saldırganlaşanlar olunca, bir kılıç savuruşu ya da tehditkâr bir kıskaç şakırtısı onları caydırmaya yetiyordu.

Ama ne kadar hızlı koşarlarsa koşsunlar, fırtına onlardan daha hızlıydı. Yağmur kısa sürede bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı; her damla bir sel gibi üzerlerine dökülüyordu. Rüzgârlar öyle güçlendi ki ayakta kalmak bile zorlaştı. Görüş mesafesi neredeyse sıfıra indi.

Sonra, bir şimşek gökyüzünü yardı ve ardından kulakları sağır eden bir gök gürültüsü geldi.

Bir sonraki anda, Sunny’nin ayaklarının altındaki zemin sarsıldı. Dengesini kaybedip çamura kapaklandı. Ayağa kalkmaya çalıştı ama kayıp tekrar düştü. O sırada bir el omzundan yakalayıp onu çekti.

Fırtınanın karanlığı içinde, Değişen Yıldız’ın yüzünü gördü. Kız ağzını açıp bağırdı:

“Durma! Koş!”

Rüzgârın ve yağmurun uğultusu yüzünden sesi neredeyse duyulmuyordu.

Sunny tekrar koşmaya başladığında karanlık denizin tuzlu suyu dizlerine kadar gelmişti. Dişlerini sıktı.

Deniz geri geliyordu.

Suyun nereden geldiğini anlayamadı ama her geçen dakika yükseliyordu. Çok geçmeden dizlerine, ardından beline kadar ulaştı, koşmak artık neredeyse imkânsızdı. Grubun hızı büyük ölçüde azaldı.

Tam o sırada, bir şimşek gökyüzünü aydınlattığı anda önlerinde karanlık bir kütle belirdi.

Kayalıklara ulaşmışlardı.

Aynı anda, labirentin derinliklerinden korkunç bir uğultu yükseldi. Sunny arkasına baktığında kırmızı ormanın içinde yükselen devasa bir dalga gördü. Karanlık bir duvar gibiydi. Hemen ötede kalan Kıskaçlı bir Avcı, selin altında kaldı ve mercan duvarlarına çarptı. O sağlam kitin zırh, basit bir yumurta gibi patladı.

‘Lanet olsun!’

Nephis’e döndü:

“Tırmanmaya başla!”

Kız onun kolunu yakaladı.

“Yankı’nı geri çağır!”

Sunny, Kıskaçlı Avcı’nın tırmanabileceğinden emin değildi. Hem Cassie üstünde kalsa bile tutunamazdı. Kör kızı indirmesine yardım etti, ardından yaratığı Ruh Denizi’ne gönderdi.

Nephis diz çöktü, Cassie’nin sırtına tırmanmasına izin verdi ve altın ipi ikisini birbirine bağlayacak şekilde düğümledi. Hiç vakit kaybetmeden ıslak kayaları kavradı ve tırmanmaya başladı.

Hepsi var güçleriyle yukarı tırmanıyordu; karanlık su duvarı ise birkaç metre aşağıda kayalara çarptı. Sunny var gücüyle tutundu, bütün kayalık sarsıldı. Yukarılardan kopan birkaç kaya parçası başının yanından geçip düştü.

Bir şekilde, üçü de hâlâ yaşıyordu.

Ama tehlike bitmemişti. Karanlık su hâlâ yükseliyor, her saniye biraz daha yaklaşıyordu. Onlar, yükselen denizden daha hızlı tırmanmak zorundaydılar.

Sunny küfürler savurarak bir sonraki tutunacak noktayı aradı. Hayatta kalmak istiyorsa kayalığın kenarından hızla tırmanması gerekiyordu. Fakat ıslak kayalarda aceleyle tırmanmak ölüm demekti. Tek bir el kayması demek uçurumun kenarına çarpıp yaralanmak dolasıyla boğulmak demekti. Çarpmasa bile yine de, ya boğulacaktı ya da bir canavarın midesinde bulacaktı kendini.

Şiddetli yağmur ve fırtına işi daha da zorlaştırıyordu.

Ama başka çare yoktu.

Delicesine tırmanmaya devam etti, keskin kayalar ellerini ve vücudunu kesiyordu. Her yanı acı içindeydi. Eğer gölgesi bedenini sarmamış olsaydı, çoktan ölmüştü. Ama onun yardımıyla bile, karanlık su ayak bileklerine kadar ulaşmıştı.

“Lanet olsun sana! Kahrolası deniz!”

Ne kadar uğraşsa da aradaki mesafe azalıyordu. Çok geçmeden su ayaklarını, ardından belini kadar geldi. Tırmanmaya devam etti, suyun ağırlığı ve akıntının gücü onu duvardan koparmaya çalışıyordu.

Ama Sunny’nin çabaları faydasızdı.

Su omuzlarına kadar yükseldiğinde parmakları ıslak kayalardan kaymıştı bile. Sunny tutunmaya çalıştı, ama akıntı çok güçlüydü. 

Ve akıntının şiddeti onu oyuncak bir bebek gibi savurdu…

‘Olamaz!’

Son saniyede suya altın bir ip düştü. Savrulan Sunny ipi yakaladı ve var gücüyle tutundu. İp gerildi ve onu kayalıklara doğru çekmeye başladı. Ayakları tekrar tırmandığı kayalara değdi.

Hiç vakit kaybetmeden, ipin yardımıyla tırmanmaya devam etti. Sonunda yukarıdan bir el uzandı, onu yakaladı ve uçurumun kenarına çekti.

Sunny yere yığıldı, nefes nefeseydi. Bir süre sonra başını çevirdi, Nephis de aynı şekilde yanıbaşında yere uzanmıştı, altın ipi hala sıkıca tutuyordu. Cassie birkaç adım ötede sinmiş, oturuyordu.

Sunny kahkaha atmak istedi, ama buna bile gücü yoktu.


Hayatta kalmışlardı.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

47   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   49