Biraz şaşkın bir şekilde, Sunny gözlerini araladı. Görüşü yavaşça netleştiğinde, Neph’in solgun yüzünün üzerine eğildiğini gördü. Kısa, gümüş rengi saçları ıslanmıştı, su damlaları saçlarını alnına ve yanaklarına yapıştırmıştı.
Kız, Sunny’nin iki büklüm bedeninin yanında diz çökmüş yüzünü elleriyle okşuyordu. Gözlerinde tuhaf bir ifade vardı — hem korku, hem de sanki bir kabulleniş gibi.
Gözbebekleri genişlemiş ve kararmıştı.
‘Ne… ne oluyor?’
Dişlerini sıkarak, Nephis ellerini Sunny’nin çökmüş göğsüne koydu. Hafifçe bastırdığında, Sunny’nin bütün vücuduna bir ağrı dalgası yayıldı.
Ardından kızın avuçlarının altından yumuşak, ışıl ışıl bir parlaklık yayıldı. O beyaz ışık, Nephis’in gri gözlerinde dans eden iki küçük kıvılcıma dönüştü.
Neredeyse aynı anda, Değişen Yıldız’ın yüzü korkunç bir acıyla buruştu ve bastırılmış bir çığlık attı.
Ten rengi bir anda kâğıt gibi beyazlaştı. Alt dudağını ısırırken, kan damlaları çenesine kadar süzüldü.
Işık yoğunlaştıkça, Nephis gözlerini sımsıkı kapadı. Acıdan ve ışıktan yaşlar süzülüyordu yüzünden.
Sunny ise tam tersine, cennetteymiş gibi hissediyordu. Bütün acı kaybolmuş, yerini saran huzurlu, kutsal bir sıcaklık almıştı. Sanki arınmış, tertemiz bir alevle yıkanıyordu.
Beyaz, saf, arındırıcı bir alev.
Bu alevin etkisiyle, ölmekte olan bedeni kendini onarmaya başladı. Parçalanmış kemikleri yeniden birleşti, yırtılmış etleri yeniden kaynaştı, çökmüş ciğerleri tekrar havayı içine çekti ve hasar görmüş kalbi yeniden eskisi gibi atmaya başladı, hayat buldu. Güç ve canlılık, bir anda geri döndü.
Yeniden nefes alabiliyordu.
Göğsü yükselirken, Nephis acı dolu bir iniltiyle geriye çekildi. Avuçlarının altındaki beyaz ışık yavaşça sönerek karanlığa karıştı.
Kız birkaç adım emekleyerek uzaklaştı, sonra dizlerinin ve ellerinin üstünde durdu ve şiddetle kustu. Tüm bedeni kontrolsüzce titriyordu, sanki nöbet geçiriyor gibiydi.
Titremeler dindikten sonra, yavaşça yere uzandı. Hareketsizce yattı, sadece gökten düşen yağmur damlalarını ağzıyla yakalayarak nefes almaya devam etti.
Sunny ise ellerini kaldırıp dikkatle vücudunu yokladı.
Şaşırtıcı şekilde hiçbir yeri acımıyordu. Sanki hiç yaralanmamış ya da ölmenin eşiğine hiç gelmemişti.
Nephis ve onun gizemli Yönelim Yeteneği sayesinde tamamen iyileşmişti.
Bu tam anlamıyla bir mucizeydi.
***
Fırtına dindiğinde gece çoktan ilerlemişti. Sunny, Nephis ve Cassie, yorgunluktan bitap düşmüş hâlde birbirlerine sokularak uyudular. Nöbet tutacak hâlleri bile yoktu.
Bir şey olursa, Gölge onları uyandırırdı. Uyandırmazsa da, umurlarında değildi. Çok yorgundular.
Neyse ki gecenin geri kalanı sakin geçti.
Sabah olduğunda, kimsenin acele etmeye niyeti yoktu. Ne gitmeyi düşündüler ne de plan yaptılar. Sadece ölü Kıskaçlı Muhafız ve Kıskaçlı Avcıların etlerinden biraz toplayıp, iki Ruh Parçacığını aldılar. Ardından küçük adanın karşı tarafına geçtiler — çünkü cesetlerin başka yaratıkları çekmesinden korkuyorlardı.
Haklı da çıktılar. Grup savaş alanını terk ettikten çok kısa bir süre sonra, gökyüzünde siyah bir nokta belirdi. Hızla büyüyüp yaklaştı ve şiddetli bir rüzgar eşliğinde adanın kenarına kondu.
Sunny, hayatında böyle bir şey görmemişti. Yaratık devasa boyutlardaydı, Kıskaçlı Muhafızdan en az iki kat daha cüsseli görünüyordu. Bedeni bir aslanınki gibi güçlü ve kaslıydı, ama rengi solgun, ceset gibi beyazdı. Arkasında iki, önünde ise altı güçlü bacağı vardı, hepsi de uzun, keskin pençelerle bitiyordu.
Bedenini ve dev kanatlarını uzun, siyah tüyler kaplıyordu. Kafası ise bir kuzgununkini andırıyordu — yuvarlak, simsiyah gözler ve korkunç bir gagayla tamamlanmıştı.
Kayaların ardına gizlenmişlerdi. Yaratık, ölü muhafızın cesedini parçalayarak yemeye başladı. Pençeleri ve gagasıyla zırhı kolayca parçalıyor, kemikleri bile yutuyordu. Doyduğunda, birkaç avcı leşini pençeleriyle kavradı ve kanatlarını çırparak yeniden havalandı. Her kanat darbesiyle adanın üzerinde küçük bir kasırga oluşuyordu.
Karanlık yaratık batıya doğru uçup gitti.
Uzaklaşan siyah noktayı izleyen Sunny iç çekti.
“Neph. Sence bu şey neydi?”
Nephis gökyüzüne baktı, birkaç saniye sessiz kaldı, sonra bakışını yere indirdi.
“Hiçbir fikrim yok.”
Sunny sadece başını salladı ve işine geri döndü. Bin vuruş egzersizini yapması gerekiyordu.
Ateş yakıp Kıskaçlı Muhafızın etini kızarttılar. Uzun zamandır yedikleri en lezzetli kahvaltıydı. Karınları doyar doymaz üçü de sırtüstü uzanıp tembellik ettiler.
Bir günde iki avcıyla savaşmış, ani bir taşkından kaçmış, fırtınanın ortasında uçurumlara tırmanmış ve bir Uyanmış Canavarla ölümüne savaşmışlardı. Biraz dinlenmeyi hak ediyorlardı.
Sunny ise hâlâ kendini garip hissediyordu. Bu, ölümle burun buruna gelmesinden çok, o an yaşadığı aydınlanmayla ilgiliydi. Ölümün getirdiği o bulanıklık haline karşı koyarken kazandığı içsel berraklık, hâlâ oradaydı, içindeydi.
Hiç kaybolmamıştı.
Artık dünyayı bambaşka algılıyordu. Düşünceleri daha net, hareketleri daha kararlıydı. Önceden karmaşık ve korkutucu gelen şeyler artık anlaşılır ve aşılabilir görünüyordu.
Sanki dünyanın gizli düzenini fark etmişti. Bu farkındalık, kelimelere dökülemeyecek bir avantaj kazandırmıştı ona.
Bir bakıma, bu değişim bedensel dönüşümünden bile daha derindi. İlk Kâbus’un sonunda olduğu gibi, bir eşiği daha atlamıştı. Ancak bu sefer kazandığı güç, Gölge Parçacıkları ya da Yönelim Yeteneği gibi şeylerle ilgili değildi.
Gökyüzüne bakarken düşündü:
‘Acaba Nephis hep böyle mi hissediyor? Bedenine ve zihnine hâkim… belli yani.’
Henüz bunlara tamamen hâkim olmaktan çok uzaktı, ama doğru yolda olduğunu hissediyordu.
***
Bir süre sonra, Sunny uçurumun batı ucuna yürüdü. Nephis orada oturuyordu, ayaklarını boşluğa sarkıtmış, düşüncelere dalmıştı. Sunny yanına oturdu, bakışını onunla aynı yöne çevirdi. Ne düşündüğünü anlamaya çalıştı — ama her zamanki gibi, beceremedi.
Bir süre sessizce oturduktan sonra cesaretini topladı:
“Dün hayatımı iki kez kurtardın.”
Nephis ona kısa bir bakış atıp tekrar ufka döndü.
“Biliyorum.”
Sunny, ne diyeceğini bilemedi. Sonunda sadece,
“Teşekkür ederim,” diyebildi.
Kız bu kez biraz daha uzun baktı, yüzü ifadesizdi.
“Teşekkür etmene gerek yok. Sen ve o gölgen olmasaydı bu kayalıklara varmadan önce ya boğulurduk ya da labirentte dolaşırken bir grup avcı tarafından parçalanırdık.”
Bu, onun için gerçekten uzun sayılabilecek bir cevaptı. Ardından sessizliğe gömüldü ve bir süre sonra ekledi:
“Biz, müttefikiz.”
Sunny başını salladı. Haklıydı, ama yine de Nephis’in onu kurtarmak için gösterdiği çabayı takdir ediyordu. Çoğu kişi, böyle bir fedakârlığa girmezdi.
Yine de bunu dile getirmedi. Çünkü kızın cevabını tahmin edebiliyordu. O durgun bakışlarla yüzüne bakar, bir süre sessiz kalır sonra da sadece “Ben istedim” ya da “Öyle gerekiyordu” falan derdi. Ve ardından rahatsız edici bir sessizlik olurdu.
Sunny hafifçe gülümsedi ve uzaklara baktı.
Bir iki dakika sonra sessizliği bozdu:
“Yönelim Yeteneğini kullandığında hissettiğin o acı… Kusurun bu, değil mi?”
Nephis bir süre sessiz kaldı, sonra kısaca yanıtladı:
“Evet.”
Sunny ona baktı. Değişen Yıldız’ın sakin görünüyordu, rüzgar kısa gümüş saçlarını dalgalandırıyordu.
“Nasıl hissettiriyor?”
Kız uzaklara bakarak cevap verdi:
“Diri diri yanmak gibi.”
Sunny derin bir nefes aldı. Böyle bir acının nasıl bir şey olduğunu hayal etmek bile zordu. Kâbus Büyüsü, bir kez daha ne kadar zalim olabileceğini gösteriyordu.
“Üzgünüm,” diyebildi sessizce.
Nephis başını çevirmeden omuz silkti.
“Sonuçta sadece acı.”
Sunny bakışlarını kaçırdı.
‘Sadece acı…’
Bunlar, muhtemelen şimdiye kadar duyduğu en üzücü kelimelerdi.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.