Yukarı Çık




61   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 62 - Saklambaç
— Çeviri: Raban —

Mercan labirentin gri duvarlarını geride bırakıp uçsuz bucaksız kül grisi ovaya adım atar atmaz, Sunny kendini tuhaf biçimde huzursuz hissetti. Sanki kızıl labirentin karmaşık yapısında dolaşırken farkında olmadan kendisinde biraz açık alan korkusu oluşmuştu.

Etrafını saran yüksek mercan duvarlara, her yöne uzanan dolambaçlı yollara alışmıştı. Labirent bir çok tehlike barındırsa da, garip bir şekilde güven de veriyordu.

En azından Sunny için. Çünkü Gölge Gözcüsü sayesinde labirentin karmaşık yollarını önceden görerek ilerleme avantajına sahipti.

Ama şimdi gri kumun üstünde, önünde hiçbir engel olmadan ilerliyordu. Her şeyi görebilirdi ama onlar da onu görürdü. Düşmandan gizlenememek Sunny’e çıplakmış gibi hissettiriyordu.

‘Sakinleşmeliyim. Burada hiç kimse yok.’

Kendini rahatlatmak için kurduğu bu düşünce, tam tersi bir etki yarattı. Gerçekten de bu ıssız arazide tek bir Kâbus Yaratığı bile yoktu... ama neden?

Onları buradan uzak tutan şey neydi?

Nephis grubun önünde yürüyor, Sunny ise hemen arkasından geliyordu. Yankı arkada, yavaş adımlarla ilerliyordu. Sunny etrafa bakındı ve kısa bir tereddüdün ardından alçak bir sesle konuştu:

“Burdan hiç hoşlanmadım.”

Nephis ona kayıtsız bir ifadeyle baktı, sonra başını çevirdi.

“Tetikte ol,” dedi yalnızca.

Kum, ayaklarının altında hafifçe gıcırdarken sessizce yürümeye devam ettiler. Yaklaşık on dakika sonra, Değişen Yıldız elini kaldırarak durmalarını işaret etti. Sunny’ye dönüp sordu:

“Gölgen bir şey fark etti mi?”

Sunny başını iki yana salladı.

“Hayır. Orada burada bazı küçük tepecikler, hafif tümsekler ya da sığ çukurlar var… ama hareket eden hiçbir şey yok. Burada her şey cansız.”

Sonra Cassie’ye dönüp tereddütle sordu:

“Sen bir şey duyuyor musun?”

Bazı durumlarda, onun keskin işitme duyusu Sunny’nin gölge algısından bile daha etkili olabiliyordu. Fırtınaya yakalandıkları zaman da tehlikeyi herkesten önce Cassie fark etmişti.

Ama Cassie de bir şey duymuyordu. Başını iki yana sallayarak olağan dışı hiçbir ses olmadığını belirtti.

Nephis iç çekti, başını eğip düşündü. Sonra uzaklardaki Kül Tepesi’ne baktı.

“Devam edelim,” dedi.

Ama bu kez yönlerini biraz değiştirdi, Sunny’nin bahsettiği küçük tepeciklerden birine doğru ilerlemeye başladı.

Oraya vardıklarında güneş tam tepedeydi. Gölgeler, neredeyse görünmez hale gelmişti. Sunny’nin kendi gölgesi de ayaklarının altına çekilmiş, biçimsiz bir karanlık lekeye dönmüştü.

Günün bu vakti, onun en sevmediği zamandı.

Nephis kılıcını çağırdı ve yavaşça tepeciğe yaklaştı. Her yer düz olduğu için, bu küçük yükselti tuhaf bir şekilde göze batıyordu. Yüksekliği Sunny kadardı, gri kumlarla kaplıydı, başka da hiçbir özelliği yoktu.

Tehlikeli görünmüyordu ama kontrol etmekten de zarar gelmezdi… yani umarım. Belki faydalı bir şeyler öğrenirlerdi.

Değişen Yıldız, elini uzatıp tümseğe dokunmak üzereyken, Sunny’nin gölgesi aniden bir hareket algıladı — uzakta, labirentin geldikleri tarafında bir şey hareket ediyordu.

Sunny içgüdüsel olarak Yankıya doğru atıldı ve Neph’e seslendi:

“Saklan!”

Aynı anda dev Yankı’yı geri çağırdı. Bir anda bineğini kaybeden Cassie boşa düştü, Sunny onu havada yakaldı ve kollarının arasına aldı. Sonra da küçük tepeciğin ardına koşarak siper aldı. Cassie’yi yere, Nephis’le kendisinin arasına yatırdı.

Değişen Yıldız bir elini Cassie’nin omzuna koydu ve gözlerinde sessiz bir soruyla Sunny’e baktı.

“Tehlike mi?”

Sunny bir elini kaldırıp bekle işareti yaptı. Gölgesi tepeciğin gölgesinden, hareketin kaynağını gözlüyordu.

Uzakta, ölü labirentin duvarları gri kumun içinden yükseliyordu. Bir anda o duvarlardan biri devrilip çöktü. Toz bulutunun içinden devasa bir siluet çıktı. Sekiz bacak, iki korkunç kemik orak, kanla lekelenmiş gibi görünen siyah bir zırh…

Bir Muhafız.

Sunny sessizce küfretti.

Bu canavarlarla iki kez savaşmış ve ikisini de zorda olsa öldürmüşlerdi. Ama o zamanlar savaş alanını kendilerinin lehine kullanacak şekilde hazırlanmış, plan yapmış, tuzaklar kurmuşlardı.

Doğrudan bir çatışmada aynı şansı bulamayabilirlerdi.

Nephis’e dönüp fısıldadı:

“Labirentten bir Muhafız çıktı.”

Nephis kaşlarını çattı. Cassie ise Sunny’nin eline hafifçe dokunarak sordu:

“Nereye doğru gidiyor?”

Sunny gözlerini kapadı, gölgesinin görüşüne odaklandı. Birkaç saniye sonra nefesini rahatça verdi.

“Görünüşe göre Kül Tepesi’ne doğru gidiyor. Bu tümseğin arkasında saklanırsak muhtemelen bizi fark etmez.”

Değişen Yıldız bir an düşündü, sonra başını salladı.

“Gözünü üzerinden ayırma. En ufak şey de haber ver.”

Üçü de mümkün olduğunca sessiz kalmaya çalışarak tümseğin kenarına yapıştılar. Saklanacak fazla yer olmadığından birbirlerine sokulmak zorunda kalmışlardı.

Yani ’zorunda’ kalmak belki de kötü birşey değildi... Sunny farklı şartlarda böyle bir durumda olmanın neler…

‘Aptallaşma, ne saçmalıyorsun! Odaklanman gereken şey diğer tarafta!’

Ama Cassie ona yaslanmış bir halde kıpırdandıkça dikkatini canavara vermek zor oluyordu.

‘CANAVARI DÜŞÜN! ÖLÜMCÜL CANAVAR! ÖLÜMCÜL!’

Kendini toparlayıp derin bir nefes aldı ve yeniden Muhafız’a odaklandı.

Devasa canavar, kül rengi kumlarda ilerliyordu. Yaklaştıkça, kabuğundaki her kızıl çizgiyi, her sivri çıkıntıyı seçebilir oldu. Ama Sunny’nin gözleri başka bir şeye kilitlenmişti.

Canavar, orak biçiminde ki kollarının arasında parlayan bir kristal taşıyordu — ışıl ışıl parıldıyordu, göz alıcı bir taş.

Bu Üstün bir Ruh Parçacığı.

Bunu daha önce de görmüşlerdi — o zamanlar iki Muhafız, dev köpekbalığı benzeri canavarın kalıntılarından iki Ruh Parçacığı almıştı.

‘Demek o parçacıkları buraya getiriyorlarmış.’

Sunny, gözlerini Kül Tepesi’nin üzerinde yükselen görkemli ağaca dikti. Simsiyah dallarıyla, kan kırmızısı yapraklarıyla bu ağaç cehennemin ortasında duran kutsal bir varlık gibiydi.

Gördüklerini onlara söyledi.

Muhafız, onların bulunduğu tepeciğe yaklaşırken Sunny’nin yüreği ağzına geldi. Aralarında mesafe vardı ama yine de riskliydi.

Canavar, bulundukları hizaya geldi… ve hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etti.

Sunny derin bir nefes verdi.

“Kül Tepesi’ne doğru gidiyor.”

Nephis hala tektikteydi, her an harekete hazırdı.

“Takip et,” dedi.

Sunny başını salladı. Gölgesi sessizce süzüldü, yaratığın peşindeydi. Artık Gölge Kontrolü’nün menzili epey artmıştı, Sunny, Muhafızı Kül tepesine kadar takip edebileceğini düşünüyordu.

Kıskaçlı Muhafız, Ruh Parçacığını kolları arasında dikkatle taşıyordu. Duruşu garipti, şey gibiydi… dindar gibiydi? Kutsal topraklara doğru yürüyen bir hacı gibi görünüyordu.

Kül Tepesi’nin eteklerine varınca sanki görünmez bir çizgiyi geçmekten korkmuş gibi aniden durdu. Sonra Ruh Parçacığını yere bıraktı ve başı önde, gözleri yerde, yavaşça geri çekildi.

Biraz geride durduktan sonra… diz çöktü.

Sunny gözlerine inanamıyordu!

Muhafız sekiz bacağını büktü, öne doğru eğildi ve korkunç kollarını önüne uzattı.

Nephis onun tuhaf yüz ifadesini fark etti.

“Ne oluyor?” diye sordu.

Sunny tereddüt etti.

“Bekle biraz” dedi sadece.

Tam o sırada gölgesi — diz çöken yaratığın biraz gerisinde gizlenmişti— Kül Tepesi’nin yüzeyinde bir değişim fark etti.

Daha önce uzaktan gördükleri parlak yansıma yine oluşmuştu. Ama bu defa çok daha güçlü ve göz kamaştırıcıydı.

Parıltı, dev ağacın gövdesinin hemen yanındaydı. Oradan süzülerek tepeden aşağıya eteklerine doğru inmeye başladı.

Aşağı doğru indikçe, Sunny’nin gözleri nihayet detayları seçmeye başlamıştı ve…

Gözleri fal taşı gibi açıldı.

Omurgasından aşağı buz gibi bir ürperti indi.

Ve nefes almayı bile unuttu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

61   Önceki Bölüm