Yukarı Çık




74   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   76 

           
Bölüm 75 - Parçalanmış Rüyalar
— Çeviri: Raban —

Sunny, gölgesinden gelen ısrarlı bir uyarıyla uyandı. Sersemlemiş, kafası karışmış bir halde gözlerini açıp doğruldu.

‘Ne—ne oldu?’

Aşağı baktığında yüzü bile olmayan o karanlık gölge, sürekli yukarıyı işaret ediyordu. Yine de bir şekilde… gergin olduğunu hissedebiliyordu.

‘Bir sorun mu var?’

Sunny başını kaldırdı, ancak büyük ağacın kızıl yapraklarından başka bir şey göremedi. Gökyüzü tamamen gizlenmişti ama güneş hala tepede olmalıydı. Demek ki yalnızca birkaç saat uyumuştu.

Etrafta tehdit sayılabilecek hiçbir şey görünmüyordu. Kaşlarını çattı.

‘Seni bu kadar korkutan ne?’

Gölge, onun bu safça sorusuna kızmış gibi yukarıyı doğru bir kez daha işaret etti.

Sunny birkaç kez gözlerini kırpıştırdı.

‘Ağacın üstünde mi? Tepesinde mi? Gökyüzünde mi?’

Bu kez gölge, kollarını kavuşturdu.

‘Demek adanın üzerinde bir tehlike var… yine o uğursuz kuş mu?’

Bunu kontrol etmesi gerekiyordu… ama içini kemiren tuhaf bir his vardı, bu da neydi? Sanki bişey unutmuş gibiydi.

Sunny kaşlarını çattı. Bu eksiklik hissini anlayamıyordu. Neyin eksiğini hissediyordu ki? Uyumuştu, sonra da uyanmıştı ve gölgesiyle konuşmuştu. Bu kadar…?

Rahat bir uyku…

Birden, garip bir rüyanın kırıntılarını hatırladı. En azından, rüya olduğunu varsaydığı bir şeyin… ama tam olarak emin olamıyordu. Sonuçta, Rüya Diyarı’nda insanlar rüya görmezdi. Bu, bilinen bir birşeydi — Cassie hariç.

Rüyanın detayları bulanıktı, kalan parçalar da zihninden silinmek üzereydi. Bir kadın… omzunu çekiyordu. Yüzünde panik ve dehşet vardı. Bir şeyler söylüyordu, ama Sunny ne dediğini duyamıyordu.

Hmmm… bir saniye o kadın… Cassie’ydi. Evet, oydu. Ama ne demişti…

Sunny zihnini zorladı, rüyadaki solmuş görüntüleri hatırlamaya çalıştı.

‘Hatırlayamıyorum… sanırım şey diyordu… beş…’

Sonra Cassie’nin sesi berrak bir şekilde zihninde yankılandı — korku dolu, telaşlı bir sesle ona bir şey hatırlatmaya çalışıyor, yalvarırcasına aynı cümleyi tekrar edip duruyordu.

“…hatırlamalısın Sunny! Beş! Unutma beş! Unutma! Hatırla! Beş!”

‘Ne kadar saçma bir rüya.’

Sunny, Neph’in yanında huzurla uyuyan Cassie’ye baktı ve başını şaşkınlıkla iki yana salladı. Bunun gerçekten bir rüya mıydı, yoksa uykuya dalmadan hemen önce hayallerinde canlandırdığı sahnelerden bir parça mıydı, emin olamıyordu. Rüya Diyarı’yla alakalı bilgiler göz önüne alındığında ikinci ihtimal daha mantıklı görünüyordu.

‘Yine de kızlara bir bahsedeyim, beli mi olur…’

Tam o anda gölge dikkatini çekmek için ellerini sallıyordu.

‘Ah, evet. Gökyüzünde bir tehdit vardı…’

Ve Sunny, bu tuhaf rüyayı —ya da anıyı— kızlara anlatma niyetini anında unuttu. Hatta bunun tuhaf ve belki de önemli bir şey olduğunu bile hatırlamadı.

Bu unutkanlık, doğal değildi fakat unuttuğu bir şeyi hatırlayamayacağı için bunun farkına bile varmadı. Her şey normalmiş gibi işine devam etti.

…Eğer fark edebilseydi, Kül Tepesi’ne geldiklerinden beri ilk kez önemli bir şey unutmadığını fark edebilirdi.

Ayağa kalkan Sunny, Gecenin Kılıcı’nı çağırdı ve büyük ağacın kan kırmızısı yapraklarına kasvetli bir bakış attı. Siyah, cilalı kabzanın serinliği avuçlarına yayıldı ve biraz olsun huzur buldu.

Sessizce uyanan Nephis gözlerini açtı ve Sunny öyle görünce, bedeni gerildi. Gözlerinde sessiz bir soru vardı.

Sunny başını iki yana salladı.

“Şimdilik bir şey yok. Cassie’nin yanında kal, ben bir etrafa bakayım.”

Kızları orada bırakarak ilerlemeye koyuldu. Amacı, tepenin kenarına ulaşmak ve ağacın dallarının seyrekleştiği bir yerden gökyüzünü kolaçan etmekti.

Aslında gölgesini de gönderebilirdi. Ama tehlike belirsizse, gölgeyi yanında tutmak her zaman daha güvenliydi.

Kül Tepesi’nin doğu yamacına varınca, büyük ağacın gölgesinde kalmaya özen göstererek başını kaldırdı.

Gökyüzünde, gri boşlukta küçücük siyah bir nokta dönüp duruyordu.

Sunny’nin göğsüne bir ağırlık çöktü. O korkunç yaratık ilk göründüğünde de uzaktan tıpkı böyle görünüyordu.

Gölgesini orada gözcü olarak bırakıp geri döndü ve gördüklerini kısaca anlattı.

“Şu anda sadece adanın üstünde uçuyor. Aynı yaratık mı, inecek mi, bilmiyorum.”

Değişen Yıldız kaşlarını çattı.

“Geçen sefer canlı avlarla pek ilgilenmemişti. Belki de sadece leşle besleniyor ve Kıskaçlı İblis’in cesediyle ilgileniyordur.”

Cassie kendi fikrini sundu.

“Belki de biz onun için fazla küçük ve zayıfız? Sonuçta, öldürdüğümüz Avcıların cesetlerine hiç yaklaşmadı. Sanki sıradan yaratıkları yemek onu küçük düşürecek bir şeymiş gibi.”

Sunny başını iki yana salladı.

“O zamanlar Muhafız’ın etine geldiğinde gitmeden önce birkaç Avcıyı da kapıp götürdü. Bu yüzden, fırsat bulsa bizi de yerdi. Yemeyeceğini düşünmek fazla iyimser olur.”

Nephis kısa bir sessizlikten sonra başını salladı.

“Doğru. Şimdilik en iyisi Kıskaçlı İblis’ten uzak durmak ve o indiğinde saklanmak.”

Sonra gökyüzüne bakarak ekledi.

“Önce emin olalım. Aynı yaratık mı, niyeti ne, bunları görmeliyiz.”

Sunny, mantıklı bulduğu bu öneriye karşı çıkmadı ve kızları gölgesini bıraktığı yere götürdü. Üçü de yere oturup siyah noktayı dikkatle izlemeye başladılar.

O şeyi izlemek, içlerinde huzursuzluk ve çaresizlik duygusu uyandırıyordu.

Siyah nokta zaman zaman yaklaşarak detaylarını görmelerine izin verdi. Gerçekten de daha önce karşılaştıkları o korkunç yaratığın aynısıydı — ya da en azından aynı türden bir varlıktı. Fakat hiçbir zaman büyük ağacın gölgesine kadar alçalmıyor, sanki oradan çekinir gibi geri uçuyordu.

Dahası, saatler geçtikçe iki tane daha geldi. Her biri en az ilki kadar korkunçtu. Artık başlarının üstünde üç siyah nokta dönüyordu.

Sunny’nin üstüne soğuk bir korku çöktü.

Tek bir tanesi bile onları saniyeler içinde yok etmeye yeterdi. O ürpertici yaratığın, Muhafız’ın zırhını gagasıyla paramparça edişi hala gözlerinin önünde gibiydi. Bu canavarlar, Kıskaçlı İblis kadar güçlüydü — belki daha bile güçlüydü.

Ve şimdi üç taneydiler.

‘Saklanmamız şart,’ diye düşündü Sunny, sırtından soğuk terler akıyordu.

Ama yaratıklar, nedense Kül Tepesi’ne yaklaşmaya isteksizdi. Dönüp duruyor, bazen yaklaşır gibi yapıyor ama hemen yeniden yükseliyorlardı. Davranışları tuhaf ve rahatsız ediciydi.

Bir süre sonra Cassie fısıldadı.

“Belki de aç değillerdir?”

Sunny, aç olmayan bir Kâbus Yaratığı düşünmeye çalıştı. Böyle bir yaratık var mıydı acaba?

Kendi midesi guruldadı.

“Bu uçan tavuklar aç olmayabilir ama ben açlıktan ölüyorum.”

Bu doğruydu. Üçü de dün sabahtan beri hiçbir şey yememişti. Sunny, o yaratıklar adaya inmeye karar verirse, karnının gürültüsünden yerini bulmalarından korkuyordu.

Nephis ona baktı, sonra sordu.

“Biraz kızarmış tavuk ister misin?”

Sunny’nin gözleri fal taşı gibi açıldı.

“Nephis sakın! Aklından bile geçirme!” diye tısladı.

Nephis ona baktı, sonra gülümseyerek arkasını döndü.

‘Bu… şaka mıydı? Ne yani şaka yapabiliyor muymuş?’

Hiç değilse espri anlayışı onunkinden daha berbat birisi varmış.

…Neyse ki en kötü korkuları gerçekleşmedi. Güneş ufka eğilmeye başladığında, o üç korkunç yaratık sonunda batıya doğru uçarak, uzaklaştılar. Ne tepeye indiler, ne de onları fark ettiler.

Sunny artık ter içinde kalmış, olası bir felaketin stresinden bitap düşmüştü. Onca endişe boşunaymış gibi hissetti. Cassie’ye dönüp sakin bir sesle haber verdi.

“Gittiler.”

Kör kız derin bir nefes verip gevşedi, yüzündeki gerginlik kayboldu.

“Tanrıya şükür. Beklemek, kayalıkların arasında onlardan saklanmaktan beş kat daha zordu.”

Nedense Sunny hafifçe irkildi.

“Ne dedin?”

“Beklemek diyorum, çok yorucuydu.”

Sunny gözlerini kırpıştırdı, neden öyle irkildiğini anlayamadı. Cassie ve içinde ‘beş’ geçen bir rüya görmüştü sanki? Evet, öyle bir şey vardı. Neyse kafa yoracak başka şeyler de vardı.

“Evet, haklısın.”

Sonra Nephis’e dönüp sordu.

“Şimdi ne yapmalıyız?”

Değişen Yıldız, siyah noktaların kaybolduğu batıya baktı ve kısa bir sessizlikten sonra konuştu.

“Adanın batı ucuna bakalım. Oradan bir sonraki yüksek noktayı belirleyebiliriz.”

Sunny omuz silkti, bir itirazı yoktu.

Cassie gülümsedi.

“Güzel fikir! Belki sonunda kalenin duvarlarını görürüz!”


***


Kısa süre sonra tepenin batı yamacına vardılar. Zemin burada hafifçe yükseliyor, sonra aniden düşerek doğal bir set oluşturuyordu.

Nephis ilk tırmanan oldu.

Sunny hemen arkasındaydı. Ancak Nephis tepeye vardığında, bir şeyler ters gitmiş gibiydi. Nephis’in duruşu tuhaftı — bedeni kaskatı kesilmişti.

Kül grisi zemine tırmanırken endişeyle ona baktı. Nephis’in yüzünde daha önce hiç görmediği bir ifade vardı. kasvet, öfke yada bastırılmış bir nefret.

Sunny başını çevirdi ve batıya baktı… gözlerini kıstı. Yüzü bir anda kararmıştı.

Küfretme isteğiyle dişlerini sıktı, ellerini yumruk yaptı. Zihninde tek bir şey dönüp duruyordu.

‘Lanet olsun! Lanet! Lanet! Lanet olsun!’

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

74   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   76