Yukarı Çık




76   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 77 — Büyülenmiş
— Çeviri: Raban —

Sunny büyük bir şokla arkadaşlarına bakarken tökezledi.

Nephis ve Cassie’nin ellerinde kocaman, yuvarlak, meyveler vardı. Kabukları obsidyen gibi siyah, sulu iç kısımları ise yakut kadar kırmızıydı. Ellerine, çenelerine ve dudaklarına meyvenin kırmızı suyu bulaşmıştı, sanki kanlı bir ziyafet çekiyorlarmış gibi görünüyorlardı.

Havada, baş döndürücü bir aroma ve çok tatlı bir koku vardı.

Sunny irkildi…

Ama karnı, istemsizce guruldadı ve ona ne kadar aç olduğunu hatırlattı.

Nephis ona bakarak keyifli bir gülümseme gösterdi.

“Selam?”

Sunny donmuştu, kelimeler boğazında düğümlendi. Birkaç saniye sonra içinde öfke yükseldi ve patladı.

“‘Selam’mı?! Siz burada ne halt ediyorsunuz?!”

Sesi şaşkınlık ve öfkeyle doluydu.

Nephis ve Cassie ona bakarken, açıkça afallamış görünüyorlardı.

“Niye bağırıyorsun?”

Sunny hala kendine gelememişti. Aklını mı kaçırıyordu? Bu umursamaz tavırlar ne demekti ki? Neler oluyordu böyle?

Hiç bir şeye anlam veremeyerek dikkatle bir kaç adım yaklaştı ve Nephis’e baktı. 

Beni… bekle bir saniye, ben… ne diyecektim?

Ah tabii ya, insanın böyle bir durumda bu şekilde hissetmesi normaldi. Karnı acıkmıştı onu diyece…

Kendine gelmek için başını salladı, az önce ne diyeceğini hatırlayıp üsteledi.

“Neden böyle bir şey yaptınız, bunu konuşmadık mı?”

Değişen Yıldız kaşlarını çattı.

“Ne yaptık ki? Neden bahsediyorsun?”

Sunny dişlerini sıktı. Herhalde yeni bir şaka girişimi falandı.

“Meyvelerden bahsediyorum! Meyveleri yemeyeceğiz dememiş miydik?”

Nephis gözlerini kırpıştırdı, yüzünde şaşkın bir ifade belirdi.

“Öyle mi demiştik? ...iyi de neden?”

Sunny tam cevap verecekken durdu.

Dur bir saniye… gerçekten de neden demişlerdi ki?

‘Eh… başım ağrıdı artık. Hatırlayamıyorum!’

Bunun için bir neden olduğuna emindi ama aklını bir türlü toparlayamıyordu. Böyle bir karar verdiklerine emindi… emin miydi?

Emin gibiydi, en azından biraz öncesine kadar öyleydi. Ama şimdi şüpheliydi… acaba tüm bunları hayal mi etmişti? Düşününce bu meyveleri yememek için bir nedenleri yoktu. Hem zaten üçü de çok açtı, hatta Sunny açlıktan ölüyordu…

‘Hayır, hayır… öyle değil!’

“İyi misin, Sunny?”

Nephis’in endişeli sesini duyunca aniden irkildi. Ona baktı ve bir anda kendini kaybolmuş hissetti. Bir şey konuşuyorlardı az önce? Bir şeyler… neyden bahsediyorlardı ki… bir anlaşma mıydı?

Ne anlaşması?

Suratını asarak öylece durdu. Cevap bile veremedi.

‘Ah, hale bak. Kız benimle konuşuyordu, bense dalıp gitmişim.’

Neyse ki Cassie hemen araya girdi. Her zamanki gibi ortamı yumuşatmaya çalışıyordu.

“Yemeye sensiz başladık diye mi kızdın?”

Sunny ona baktı, Cassie’nin elindeki meyveyi fark etti. Kocaman… leziz görünüyordu. Karnı bir kez daha guruldadı.

‘Çok açım…’

“Uh… şey, herhalde?”

Cassie gülümsedi ve yere, yaprakların üstüne bırakılmış bir meyveyi işaret etti. Dişlerine kırmızı meyve suyu bulaşmıştı.

“Merak etme! Senin hakkın burada, Neph üç tane getirdi. Hepimiz için birer tane.”

‘Ne kadar da düşünceli…’

Sunny meyveyi eline aldı ve düşünmeden bir ısırık aldı.

Ağzı bir anda ferahlatıcı ve büyüleyici bir tatla doldu. Meyve öyle sulu, öyle tatlıydı ki, muhtemelen hayatında yediği en lezzetli şeydi. Doyurucuydu, enfesti, ipeksi bir dokusu ve yoğun bir tadı vardı. Yakut kırmızısı etli kısmı dilinde eridi ve tüm vücudunu hafif bir karıncalanma hissi kapladı. Adeta meyve şeklini almış saf mutluluktu.

‘Vay anasını!’

Ama aldığı keyfe rağmen, içinde hala bir huzursuzluk hissi kabarıyordu. Bir şeyler yanlıştı… ama ne?

Bir ısırık daha alırken, ciddi bir şekilde düşünüyordu. Bu rahatsız edici hissin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Meyvenin ilahi tadı düşüncelerini bastırıyordu ama yine de kendini odaklanmaya zorladı.

‘Hmmm… belki Ruh Ağacı’nın…? Dur biraz… adı bu muydu… Hayır, hayır, dikkatini ver…’

Sonunda garipliği fark etti. Gariplik gölgesiydi. Meyveyi almak için elini uzattığında, gölgesi hareket etmemişti. Sanki dokunmak istemiyordu.

Hala öyleydi — Sunny meyveyi yerken de onu taklit etmiyordu.

‘Garip. Nesi var bunun?’

Bir ısırık daha aldı ve gölgesini izlemeye devam etti.

Gölgesi bazen tuhaf davranırdı, evet ama sebepsiz yere de böyle şeyler yapmazdı. Eğer meyveyi sevmediyse… belki de meyvede bir problem vardı.

Sunny’nin kaşları çatıldı, kalbini bir korku sardı.

Bir şey vardı… meyvelerle ilgili bir şey…

‘Hatırlamak neden bu kadar zordu?!’

Meyvelerle ilgili bir şey vardı, evet ama neydi?

‘Bekle, Nephis’e bu yüzden mi bağırmıştım acaba? Hayır, bir anlaşmayı bozmuştu… neydi ki o anlaşma?’

Sunny çok önemli bir şeyi hatırlamak üzereydi. Sanki azıcık daha zorlasa, her şey ortaya çıkacaktı…

Ve başaramazsa, belki de çok kötü bir şey olacaktı.

Ama sonra dikkati dağıldı.

Birdenbire bir şey oldu — tüm dikkatini dağıtan bir şey oldu.

Ve Ruh Ağacı’nın meyveleriyle ilgili tüm düşünceleri aklından uçup gitti.

Çünkü o anda Büyü kulağına fısıldamıştı.

[Gölgen güçleniyor.]

‘Ne—ne alaka?’

Gözlerini kırpıştırdı, elindeki meyveye baktı. Büyü, üçüncü lokmasını yutar yutmaz konuşmuştu.

Şaşkınlıkla başını kaldırıp Nephis’e baktı.

Değişen Yıldız da meyvesine tuhaf bir ifadeyle bakıyordu. Sunny’nin bakışını fark edince o da başını kaldırdı.

Sunny dudaklarını yaladı.

“Sen de…”

Aynı anda Nephis konuştu.

“Bir Ruh Özü kazandım.”

İkisi de sessizleşti, sonra aynı anda Cassie’ye baktılar.

Kör kız, heyecanla meyvesini yiyordu. Kırmızı öz suyu çenesinden aşağı akıyor, yere damlıyordu.

Bir an durdu, gülümsedi.

“Aslında birkaç ısırık önce ben de kazandım.”

Sunny’nin gözleri büyüdü. Hemen rünleri çağırdı ve doğru yere baktı.

Gölge Parçacıkları: [97/1000].

Gerçekten de bir parçacık kazanmıştı!

Üstelik hiçbir canavarla savaşmadan!

Artık Kıskaçlı İblis’in neden Ruh Ağacı’na ve meyvelerine bu kadar takıntılı olduğunu anlıyordu.

Bu meyveler… saf büyüydü!

Tüm o huzursuzluk duygusunu unutarak ağzını açtı ve o sulu, tatlı, besleyici meyveden bir ısırık daha aldı…


***


Akşam olduğunda, güneş ufkun ardında kaybolmuş, karanlık deniz bir kez daha Kül Tepesi’ni yalnız bir adaya çevirmişti. Üçü de geceye hazırlanıyordu.

Kamp yerlerini büyük ağacın köklerinin arasına taşımışlardı. O mucizevi meyvelerin verdiği enerjiyle daha rahatlardı.

Batıya doğru ilerleyecek bir yol kalmadığı için, Nephis, Sunny ve Cassie herhangi bir karar vermeden önce birkaç gün dinlenmeye karar vermişlerdi.

Bunu hak ediyorlardı.

Kül Tepesi, dinlenmek için mükemmel bir yerdi. Etrafta canavar yoktu, tepe onları denizin dehşetinden koruyacak kadar yüksekti ve Ruh Ağacı sayesinde yiyecek sıkıntısı çekmiyorlardı.

Üstelik o yiyecek… güç de veriyordu.

Bir insan daha ne isterdi ki? Cehennemin ortasında bir cennetti burası. Yani sayılırdı.

Sunny yere serilmiş yaprakların üstünde yatarken, günler sonra ilk kez huzurlu ve umutluydu.

Nihayet birşeyler iyiye gidiyor gibiydi.

Uykuya dalmadan önce dev ağacın dallarına baktı ve biraz da üzüntüyle düşündü.

‘Kıskaçlı İblis artık öldü. Bu muhteşem ağacı koruyacak kimse kalmadı. Biz gidince tamamen savunmasız kalacak. Ne yazık…’

Bilinci yavaşça karanlığa gömülürken aklından son bir düşünce geçti.

‘Ne yazık ona hizmet edecek… onu besleyecek… ve tohumlarını yaymasına yardım edecek kimsenin olmayacak olması ne yazık…’

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

76   Önceki Bölüm