Sabah, Sunny yaprakların nazik hışırtısıyla uyandı. Gözlerini açtığında, Ruh Ağacı’nın kızıl yapraklarından süzülen güneş ışınlarının dünyayı yumuşak pembe tonlarına boyamıştı. Manzara öylesine huzurlu ve güzeldi ki, Rüya Diyarı’nın tehlikeleri buraya çok uzakmış gibi hissettiriyordu.
Serin bir rüzgar tenine dokundu, beraberinde düşen yaprakların kokusunu getirdi.
Sunny, uzun zamandır ilk kez kendini gerçekten huzurlu hissediyordu.
‘Tatil denen şey bu muymuş?’
Eğer öyleyse, burada tatil yapmaları aldıkları en iyi karardı.
Esneyerek doğruldu, tembelce etrafa bir bakış attı. Cassie ve Nephis çoktan uyanmıştı. Onları görünce istemsizce sırıttı.
‘Ben niye sırıtıyorum ki?’
Kafasını sallayıp ciddileşmeye çalıştı.
“Günaydın.”
Kızlar da onu selamladı. Sonra Nephis başını hafifçe yana eğip sordu.
“Hey. Dün gece neden nöbet tutmadığımızı hatırlıyor musun?”
Sunny gözlerini kırpıştırdı. Gerçekten de, neden kimse nöbet tutmamıştı?
“Ee… Sanırım yorgunluktan? Hem burası güvenli bir yer. Uykusuz kalmanın anlamı yok.”
Nephis kaşlarını çattı. Sunny, Değişen Yıldız’da bu lafları için kesin azar yiyecekti. Bekledi... ama beklediği olmadı, Nephis sadece omuz silkti.
“...galiba haklısın.”
‘Hah. Bu beklenmedik bir tepkiydi. Sanırım bugün onun da keyfi yerinde.’
Yine de endişelendirmek istemediğinden yeri işaret ederek.
“Merak etme. Bir şey olsaydı gölgem bizi uyarırdı.”
Nephis çoktan konuya ilgisini kaybetmiş gibiydi. Yaptığı işe geri dönmüştü bile. Son günlerde üçü de dikkati çabucak dağılan insanlara dönmüştü. Sunny iç çekti.
“Eee... bugün için planınız var mı?”
Cassie döndü ve esprili bir tonda yanıtladı.
“Planımız hiçbir şey yapmamak tabii ki! Tatildeyiz demiştik, hatırlamıyor musun? Dinleneceğiz ve tadını çıkaracağız.”
‘Güzel bir plana benziyor. Ama plan demişken…’
Cassie birden ciddi bir yüz ifadesine büründü, sanki bir öğretmen gibi.
“Sunny! Plan, proje, komplo, alavere dalavere herşey yasak! Bugün sadece dinleneceksin, ona göre. Tamam mı?”
Sunny kafasını kaşıdı.
“Peki madem.”
Ama sanki bir şeyi unutmuş gibiydi.
Hmmm... Ne olabilirdi ki?
Nephis’e dönüp sordu.
“Hey Nephis, dün neden Ruh Ağacı’na tırmanmıştın?”
Nephis bir an duraksadı.
“Uh, şey… hatırlamıyorum. Meyve toplamaya herhalde?”
Sunny, o mucizevi meyvelerden bahsedilince sırıttı.
‘Yani, mantıklı…’
***
Birkaç gün daha böyle geçti. Sunny, Nephis ve Cassie hiçbir şeyle ilgilenmeden sadece tembellik etti.
Yorgun bedenleri ve zihinleri nihayet dinlenme fırsatı bulmuştu.
Öğlene kadar uyuyorlar, sonra leziz meyvelerden yiyorlar, ateşin başında oturup sohbet ediyor ya da sadece sıcaklığının tadını çıkarıyorlardı. Bazen oyunlar oynuyor, bazen de sessizce kendi düşüncelerine dalıyorlardı.
Sunny, hayatının çoğunu yalnız geçirdiği için son haftalarda sürekli birileriyle iç içe olmak onu sıkmaya başlamıştı. Bu yüzden ara sıra yalnız kalmak, kendi düşüncelerinde kaybolmak ona iyi geliyordu.
Neyse ki ada yeterince büyüktü, istedikleri zaman kafa dinleyebilirlerdi.
Ama genelde böyle bir şeye gerek duymuyorlardı.
Sunny başta, boş boş oturmak sıkıcı olur sanmıştı. Fakat şaşırtıcı bir şekilde öyle olmuyordu. Ruh Ağacı’nın altına uzanıp tembellik ederken rüzgarda hafif hafif oynayan dallarını izlemek keyifliydi. Üstelik güneş batıncaya kadar da, ne akşam olduğunu, ne de zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordu.
Zaman kavramı dahi genel olarak bulanıklaşmıştı. Bu huzurlu adada kaç gün geçirdiklerinden bile emin değildi. Bir haftadan az olduğunu biliyordu ama tam olarak kaç gün olduğunu hatırlayamıyordu.
Son zamanlarda hiçbir şeyi hatırlayamamak artık sıradanlaşmıştı. Üçü de gitgide daha dalgın, daha unutkan hale gelmişti. Bazen Sunny, geçmişte yaptığı şeyleri yada anılarının ayrıntılarını hatırlamakta zorlanıyordu ve bazen de davranışlarının tuhaflığını fark ediyordu. Ama bir dakika sonra tüm bu düşünceler uçup gidiyordu, aklı başka bir yere yada önemsiz bir şeye kayıyordu.
Anıları giderek puslanıyordu.
Zihnindeki en berrak şeyler, yediği büyülü meyvelerin ne kadar lezzetli olduğu, Ruh Ağacı’nın altında yaşamanın huzuru ve ağacın görkemli güzelliğiydi.
Ağaç güzeldi. Muhteşemdi. Cömertti. Koruyucuydu. Onları kızıl labirentin lanetinden, deniz yaratıklarından saklıyor, hem bedenlerini hem de ruh çekirdeklerini besliyordu. Sunny, Ruh Ağacı’nı bulmanın gerçek bir nimet olduğuna giderek daha çok inanıyordu.
Onun bu muhteşem nimetlerini bırakıpta dış dünyanın dehşetine dönme fikriyse gitgide daha anlamsız bir hâl alıyordu.
Madem burada mutluydular, neden buradan ayrılmayı düşünsünler ki?
Eh… en azından ikisi mutluydu.
Nephis başta onlar kadar huzurlu ve neşeliydi, ama zaman geçtikçe içine kapanmaya başladı. Sanki eski, soğuk haline geri dönmüştü.
Artık onlarla sohbet etmiyor, birlikte vakit geçirmiyor, çoğu zaman adanın batı kenarında tek başına oturup ufka bakıyordu. Sunny, nedenini anlayamıyordu.
Sunny, onun için endişeleniyordu. Hafızasını yavaş yavaş yitirmesine rağmen, Nephis hakkındaki bu endişesi hiç azalmamıştı.
Bir akşam, başı zonklayarak batı yamacına doğru yürüdü. Durumu, neden geldiğini yolda birkaç kez unutacak kadar kötüydü. Tüm iradesini kullanarak düşüncelerini korumaya çalıştı.
Nephis’e bir bakmak istiyordu.
Her zamanki gibi, kız adanın batı tarafında oturuyor, uzakları seyrediyordu. Sunny yanına yaklaştı ve tereddütle konuştu.
“Selam, Neph.”
Değişen Yıldız dönüp ona baktı. Yüzünde yine o eski ifadesiz tavrı vardı, duygularını okumak imkansızdı. Ama iyi olmadığı açıktı.
“Selam.”
Sunny kafasını kaşıdı.
Saçları… biraz uzamış mıydı ne?
“Tatildeyiz neden keyfin yok?”
Değişen Yıldız kaşlarını çattı. Bir süre sustuktan sonra, yavaşça konuştu.
“Biz batıya doğru… gitmeyecek miydik?”
Sunny şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.
“Batıya mı? Batıda ne var ki?”
Nephis’in ifadesi karardı, yüzü kasıldı.
“Ben… hatırlamıyorum. Ama biliyorum… hissediyorum ama…”
Sesi kayboldu, sonra fısıldayarak devam etti,
“Çok önemli bir şey yapmam gerekiyordu, öyle hissediyorum.”
‘Ruh Ağacı’ndan vazgeçip gitmek mi? Gerçekten tuhaf bir fikir…’
Sunny bir süre düşündü, sonra sordu.
“Peki neden batıya?”
Nephis ona döndü. Yüzünde acı dolu bir ifade vardı. Dişlerini sıkarak fısıldadı.
“Bilmiyorum.”
Sunny iç çekti.
O bilmiyorsa, Sunny zaten bilmiyordu. Sadece, onun iyi hissetmesini istiyordu.
Ama nasıl?
Sunny kaşlarını çattı, bir şeyler düşünmeye çalışıyordu. Aslında aklında bir şey vardı, unuttuğu bir şey. Hatta Nephis’e iyi gelecek ve acısını unutturacak bir şeydi… ama neydi?
Birden durdu. Bir farkındalık gelmişti.
‘Tabii ya! Nasıl unutabildim…’
Cevap çok barizdi.
Ruh Ağacı’na tırmanmalı ve onun için en sulu, en lezzetli meyveyi bulmalıydı.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.