Yukarı Çık




78   Önceki Bölüm 

           
Bölüm 79 - Kaderin Cilvesi
— Çeviri: Raban —

Sunny, ulu ağacın yanına geri döndüğünde hava çoktan kararmıştı. Cassie, pelerinine sarılmış bir şekilde uyuyordu. Yüzünde huzurlu bir gülümseme vardı.

‘Tatlı rüyalar…’

Korkunç kehanetler uzun zamandır onu rahatsız etmiyordu. Huzurlu adada kalmaya karar verdiklerinden beri her şey çok daha iyiydi.

…Neph’in ruh hali hariç. Bugün kampa bile dönmemiş, tüm gün Kül Tepesi’nin batı ucunda, kara suyun kenarında kalmıştı. Sunny, suya o kadar yakın olmasından hiç hoşlanmıyordu.

İç çekti.

‘Ona en kısa zamanda birkaç lezzetli meyve bulmam gerek.’

O büyülü meyveler o kadar tatlı ve nefisti ki, Nephis onları yedikten sonra üzgün olmak ne demek onu bile hatırlamayacak. Sadece düşüncesi bile Sunny’nin ağzını sulandırmaya yetmişti.

‘...Bir tane de kendime bulayım bari.’

Başlarda sırayla Ruh Ağacı’nın alçak dallarına tırmanıp meyve topluyorlardı. Ama son zamanlarda Nephis, o garip ruh haline bürününce, grubun meyve ihtiyacını artık tamamen Sunny karşılıyordu.

Ağacın alt dallarındakileri çoktan toplamıştı, olgunlaşmış meyveleri önce topladığından geriye kalanlar daha küçük, daha az olgundu ama yine de hala enfeslerdi. Her meyve bir kişiyi uzun süre doyuracak kadar büyük olduğundan, genelde günde bir taneden fazlasını yemiyorlardı. En olgun olanlar Sunny’ye bir ya da iki Gölge Parçacığı kazandırıyordu, daha küçükleri ise bir ya da hiç.

‘Acaba kaç gölge parçacığı biriktirdim? Yüzü geçmiş olmalıyım, belki de yüz on? Neyse abartmayalım, o kadar da değil. Kaç gündür buradayız ki, bir hafta olmamıştır herhalde.’

Aslında rünleri çağırıp bakabilirdi, ama aklına bile gelmedi.

…Gelseydi, dehşete düşerdi.

Gölge parçacıklarını tamamen unutup yukarı baktı ve başının arkasını kaşıdı. Aslında ağaca sabah tırmanmayı ve daha önce ulaşamadığı yüksek dalları keşfetmeyi planlıyordu, Neph’e vereceği hediye için, en güzel, en tatlı meyveyi hediye edecekti. Ama biraz düşününce gece ona engel değildi ki.

Sonuçta, o karanlıkta da mükemmel görebiliyordu. Böylece Değişen Yıldız’a hediyesini çok daha erken verebilirdi.

Muhteşem ağacın gövdesine yaklaşarak tırmanmaya başladı. Alt kısımlar her zamanki gibi tırmanması en zor olan yerdi, çünkü tutunacak tek şey, pürüzsüz obsidyen siyahı kabuğun üzerindeki küçük çıkıntı ve çatlaklardı. Dallara ulaşmak büyük bir çaba gerektiriyordu.

Ama artık buna alışmıştı. Elleri ve ayakları refleksle tutunacağı ve basacağı doğru yeri biliyordu. Bir süre sonra devasa bir dalın üzerindeydi.

Bu alt dallar birer yol genişliğindeydi. Bir süre oturup bekledi, gece havasının serinliğini içine çekti.

Sunny daha önce Ruh Ağacı’na hiç gece tırmanmamıştı. Parlak güneş ışığı olmadan, ağaç tuhaf bir biçimde farklı görünüyordu. Gündüzleri büyüleyici bir ihtişamla huzur veren ağaç, gecenin karanlığında ürkütücü bir görünüme bürünmüştü.

Kızıl yaprakların hışırtısı artık huzur verici değildi. Aksine Sunny’i ürpertmişti.

Sanki binlerce hapsolmuş ruh, aynı anda acı içinde çığlık atıyormuş gibiydi.

‘Bugün benim neyim var böyle? Neden böyle şeyler düşünüyorum? Aptal herif… İyi ki ulu ağaç beni duymuyor, yoksa gerçekten çok utanırdım. Beni affet, Ruh Ağacı…’

Başını iki yana sallayıp ayağa kalktı ve tırmanmaya devam etti. Kendine kendine kızıyordu. Ağaç onlara bu kadar iyilik etmişken, o bir anlığına bile olsa ağaçtan şüphe etmişti… onun iyiliğinden… büyüklüğünden… yiyip bitirme arzusundan… sürekli isteklerinden… sürekli büyümesinden, sürekli tüketişi… doymazlığı… açlığı… sürekli… sonsuza dek…

Ne kadar nankörce bir davranış.

Hem neden böyle düşünmeye başlamıştı ki? Ha…? Ne düşünüyordu az önce?

Sunny kaşlarını çattı, az önce aklından geçenleri hatırlamaya çalıştı.

‘Boş ver. Ben buraya Neph için güzel bir meyve bulmaya geldim, felsefe yapmaya değil.’

Yukarı doğru tırmanmaya devam etti. Bir süre sonra daha önce tırmanmış olup keşfettiği en yüksek bölgeyi de geride bıraktı. Ruh Ağacı’nın tepesi öylesine genişti ki, neredeyse bir labirent gibiydi. Dallar her yöne kıvrılıyor, birbirinin içinden geçiyor, kalın yapraklar görüşü engelliyordu. Bu da meyve arayışını zor ve yorucu hale getiriyordu.

Ama Sunny kararlıydı. Eğer çok yükseğe, güneş ışığının daha yoğun olduğu yere çıkabilirse meyvelerin çok daha olgun olacağını düşünüyordu.

Hiç kimse o kadar yukarıdaki meyveleri yememiştir. Belki oradan bulacağı tatlı bir meyve Nephis’e adadan ayrılma fikrini tamamen unuttururdu. Sonuçta bu meyveler özeldi, büyülüydü. Belki Neph, ona… gülümserdi.

Bu düşüncelerle tırmanmaya devam etti.

Zaman ağır ağır akıp geçiyordu. Saatler sonra, kolları ağrımaya, dallarsa incelmeye başladığında yeterince yükseğe tırmandığına karar verdi.

Bir dalın üzerine adım atıp yavaşça ilerledi, etrafına bakındı. Meyve aramak sabır ve dikkat istiyordu.

…Ve mükemmel bir denge kabiliyeti tabii ki. Bu yükseklikten düşmek hiç de hoş bir deneyim olmazdı. Muhtemelen son deneyimi olurdu.

Dikkatle çevresini tararken daha da ileriye gitti. Dallar ayaklarının altında hafifçe sallanıyordu. Bazen bir daldan diğerine atlıyor ve yaprakların hışırtılarıyla oluşan ezgiyi bozuyordu.

Yolda birkaç meyve gördü. Olgun ve iştah açıcı görünüyorlardı, ama hiçbiri özel değildi. Oysa Nephis’e vereceği meyve olağanüstü olmalıydı.

Sonunda dallar o kadar inceldi ki, normal bir ağacınkine benzer hale geldiler, ağırlığını ancak taşıyabiliyorlardı.

Ama hala aradığı hediyeyi bulamamıştı.

Sunny etrafına bakındı, hayal kırıklığı içindeydi. Bu kadar yükseğe çıkıp da eli boş dönmek çok sinir bozucuydu.

Tam o sırada bir tuhaflık fark etti.

Biraz ötede, bulunduğu dalın üstündeki birkaç dal aşağı doğru bükülmüştü — sanki üzerinde bir şeyin ağırlığı vardı. Ama kalın yaprak tabakası yüzünden ne olduğunu göremiyordu.

Aslında bu garipliği yalnızca karanlıkta fark edebilmişti. Gündüz olsaydı, parlak kızıl yapraklar dalların şeklini gizlerdi. Oysa gece görüşünde renkler soluyor, her şey gri tonlara bürünüyordu.

‘İlginç…’

Zıplayıp daha yukarıdaki bir dala tutundu, kendini yukarı çekti. Ardından dikkatlice ilerledi, yaprak duvarına yaklaştı ve aralamaya başladı. Düşmemek için gölgesinin gücünden faydalanarak kaslarını güçlendirmesi gerekmişti, yoksa ya geri dönmek zorunda kalacak ya da aşağıya çakılacaktı.

Sonunda son yaprak tabakasını da çekip bir adım attı.

Gördükleri karşısında, gözlerini hayretle kocaman açtı ve öylece kalakaldı.

Hemen önünde, kıvrılmış dalların arasında gizlenmiş, devasa ve özenle yapılmış bir kuş yuvası duruyordu.

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.

78   Önceki Bölüm