Sanki havanın kendisi parçalanmıştı. Kırık bir aynanın parçalarına benzeyen kırıklar havada süzülüyordu. Parçalanmış alanın dışında küçük bir kalabalık toplanmıştı. Yüzlerce öğrenci vardı ve hepsi kendi gruplarına sokulmuştu. Benim için aynısı söylenemezdi. Ya benden uzak durdukları ya da sadece benden hoşlanmadıkları için etrafımda kimse yoktu. Yalnız olan tek kişi bendim... ’’Ayna Boyutu...’’ Önümdeki parçalamış alana odaklandığım için zaten umrumda değildi. ’Evet, gerçekten gitmek istemiyorum.’ Her şeyiyle uğursuz bir his yayıyordu. Yine de seçme şansım falan yoktu. İstesem de istemesem gitmek zorundaydım. Belki burada bazı cevaplar bulabilirdim... Ben düşüncelerime dalmışken eğitmen Amir Wallow göründü. Alan sessizliğe gömüldü. ’’Herkes burada toplanmış olduğundan kısa keseceğim. Şimdi beşli gruplar halinde içeri dalacağız. Listeyi birazdan açıklayacağım.’’ Öğrenciler huzursuzlaştıkça alanı kaplayan gürültü daha da arttı. ’Demek takım olacağız.’ ’’Takımlar rastgele olacak bu yüzden güçler dengesiz olabilir. Ama not almayacağınız için bunun bir önemi yok. Bu eğitim sadece Ayna Boyutunun en tehlikeli kısımlarından birine girdiğiniz zaman ortama alışkın olmanız için.’’ Daha sonra takımın yapısını kısaca özetledi. Bir takım genellikle dört-beş kişilik üyelerden oluşurdu: iki hasarcı, bir uzun menzilli, bir tank ve bir destek. Genellikle her takımda bir veya iki hasar veren vardı. Bu durumda ben destek rolü alıyordum. ’’Takım liderini belirlemek size kalmış. Aranızdaki en güçlü kişi ya da sizi daha iyi yönlendireceğini düşündüğünüz biri olabilir... Size bağlı.’’ Takımlar kısaca açıklandı. . . . 「Yedinci Takım」 1. Julien Evenus 2. Rosanne Brighton 3. Aoife Megrail 4. James Milner 5. Adan Whitelock
’’Yedinci Takım...’’ Listede tanıdık olmayan birçok isim belirdi. Birinci sınıfların sayısı binden fazlaydı ve herkesin ismini aklımda tutmak benim için zordu. Ancak diğerlerinden ayrılan bir isim vardı. Aoife Megrail. Megrail ismi hemen göze çarpıyordu. Bu hüküm süren ailenin ve görüş alanıma giren kızın ismiydi. Gözlerimi tahtadan çekerek onunla gözgöze geldim. İfadesini okumak zordu, kısa bir an gözlerinden kesin bir soğukluğun geçip gittiğini hissettim. Gerçekten çok hızlıydı. Bana yaklaşan ilk kişi o oldu. Güzel dudakları ayrılırken kırmızı saçları zarafetle savruldu. ’’Aynı takımdayız.’’ ’’Öyle görünüyor...’’ Ses tonum sert çıktı. Ona nasıl hitap edeceğimden emin değildim. Prenses olduğu için kelimelerimi dikkatle seçmek zorundaydım. Bu, o tekrar konuşana kadardı. ’’Zayıfsın.’’ İtiraza yer bırakmayan bir tavırla konuştu. ’’Bu yüzden takım lideri ben olacağım.’’ Cevap vermedim ve sadece gözlerimi ona diktim. Bana karşılık vererek tam gözlerimin içine baktı. Sanki bana meydan okuyor gibiydi. Ona itiraz etmemi istiyordu. Ancak... ’’İstediğini yap...’’ Bana yaptığı tek şey iyilikti. Lider olmak istemiyordum. Olmaya uygun da değildim. Hareketlerimin etkisiyle soğukkanlı ifadesi çatlamaya başlarken dudaklarımda bir gülümseme belirdi ve başımı eğdim. ’’..Takım Lideri.’’ * Hava kuruydu. Dünya, gökyüzündeki güneşten yayılan canlı kırmızı ve turuncu renkler hariç gri gölgelere sarılmış ve renksiz görünüyordu. Kayalıklı bir arazide koşuyordum. Diğer takım üyeleri önümden koşuyorlardı, benim aksime debeleniyormuş gibi görünmüyorlardı. Gücüm tükenmeye başlıyordu. Aramızdaki fark bu muydu?.. ’’Burada duralım.’’ Şükürler olsun ki ben kendimi kaybetmeden hemen önce durduk. Aoife büyük bir kayada karar kılmadan önce duraksayarak etrafa bakındı. ’’Şimdilik küçük bir mola verelim. Neredeyse varış yerimize ulaştık.’’ Durumdan çıkar sağlayarak nefesimi düzenlemek için bir taşın üstüne oturdum. Takımda toplam beş kişi vardı ve ben oturur oturmaz hepsi Aoife’nın etrafına kümelendi, kimse bana yaklaşmadı. ’Haksız değiller... O bir prenses.’ Onların yerinde olsaydım ben de onların yaptığını yapardım. Gelecekte beni öldürme ihtimali olması çok kötüydü. Etrafında dikkatli olmak zorundaydım. Uygun bir mesafenin olması lazımdı. Yine de bulunduğum yerden onların konuşmasına kulak misafiri olabiliyordum. ’’Takım Lideri, tam olarak nereye gidiyoruz?’’ ’’Toplanma alanına... Diğerleriyle orada buluşabileceğiz.’’ ’’Ah, demek öyle.’’ Altın sarısı saçlı kız rahat bir nefes aldı, Rosanne Brighton. Elindeki uzun asasıyla takımın uzun menzilli savaşçısıydı. Çift nitelikli bir elemental kullanıcıydı. Ateş ve su. Etrafına baktı. ’’Genel olarak işler sorunsuz gitti, henüz çok canavarla bile karşılaşmadık. Bu, güvenli bölgelerden biri olduğu için mi?’’ ’’Bu keşfin sebebi bizi çevreye aşina kılmak. Çok canavar olmamalı.’’ 2 metrelik heybetli bir boya sahip, hepimizin üzerinde dikilen takımın tankı James Milner cevapladı. ’’Ah.’’ ’’Doğru.’’ Kurutulmuş bir et parçasını kemiren Aoife etrafa göz attı. ’’Yine de gardınızı indirmeyin, tetikte olun...’’ ’’Anlaşıldı.’’ Başını sallayan Aoife kuru eti bitirdi ve ellerini çırptı. ’’Hadi gidelim.’’ Tekrar harekete geçtik. Arazi değişti, ağaçlar görüş alanıma girdi. Biz ilerledikçe yapraksız dalları uzadı, yavaşça etrafımızı sardı. Çıtır... Çıtır... Grubumuz sessizliğe gömüldü. Sessizliği bozan sadece nemli ve çürüyen yapraklarla kaplı engebeli arazide yankılanan ritimli ayak seslerimizdi. Gittikçe ışık karardı ve görme yetimi kaybettim. Sis bulutları, etrafımızdaki ağaçların yamru yumru gövdelerine sarılmış, görmemi zorlaştırıyordu. ’’Devam edin...’’ Biz ilerlerken zihnimi büyük bir dehşet kapladı. Görüş yetimizden duymaya kadar... Yavaş yavaş bütün duyularımızı kaybediyorduk. ’’Haaaa... Haaa...’’ Nefesim ağırlaşmaya başladı. ...Yorulduğum için miydi? Zihnim bu düşünceye tutundu ve ilerlemeye devam ettim. ’’Ah!..’’ Aniden başıma bir sancı girdi. Acı yoğun değildi. Geldiği kadar çabuk geçti. Kendime geldiğimde ışık geri dönmeye başlamıştı. ’O da neydi?..’ Kendimi kontrol ettim, vücudumda garip bir şey bulamadım. Ellerime bakarken kaşlarımı çattım ama ilerlemeye devam ettim. Birkaç dakika sonra yavaş yavaş rahatladım. ’’Muhtemelen yoruldum..’’ Tam göğsümün gittikçe daha hafifleştiğini hissederken... ŞIIIINNNKKK-! Bir şey rüzgar gibi havayı yararak yakınlardaki bir ağaçtan bana yöneldi. o kadar hızlıydı ki tepki verecek vaktim yoktu. Ben daha duruşumu bile ayarlayamadan keskin bir acı göğsüme aktı. Badump. Ve dizlerimin üzerine yıkıldım. “Pftt.“ Başım dönmeye başlarken ağzımdan kan saçıldı. O andan itibaren dünya bulanıklaştı. “N-ne...“ Zorla konuşabiliyordum, kelimeler ağzımdan çıkmayı reddediyordu. Acı tarif edilemezdi. Çok şiddetliydi ve bilincim kaybolmaya başlıyordu. Çın-! Bilincimi kaybetmeden önce görebildiğim son şey ön taraftan, zar zor tepki verebilen Aoife’ya doğru atılan küçük bir yaratıktı. ’’Kah-retsin...’’ Ve dünya karanlığa gömüldü. Ya da ben öyle sandım. ’’Haaap!’’ Sanki ciğerlerim uzun süredir oksijensiz kalmış gibi derin bir nefes aldım. Bilincimi ve zihnimin berraklığını geri kazandım. Çıtır... Çıtır... Ayak seslerimin tanıdık sesi zeminde yankılanıyordu. Öne baktığımda tanıdık arazi görüş alanıma girdi. ’Ne...’ O anı hala zihnimde capcanlıydı. Görüş alanım engellenmiş olsa da yol tanıdıktı. Ağaçlardan mevcut konumumuza kadar her şey aynıydı. Sadece birkaç dakika içinde dışarı çıkmış olacağız... Gerçekten tam da düşündüğüm gibi ışıklar geri dönmeye başladı. Tanıdık bir manzara. Giderek adımlarım yavaşladı. Beni farkeden diğerleri de durdu. Kaşlarını çatan Aoife bana baktı. ’’Yoruldun mu?’’ Ona cevap vermedim. Etrafımı gözden geçirirken her şey öncekiyle aynı görünüyordu. O kadar aynıydı ki ürkütücü hissettirdi. ’’Julien?..’’ Ağaçların konumu, taşların yeri ve havadaki his... Her detay hafızama canlı bir şekilde hücum etti. Olamazdı, değil mi?.. ’’Hey!..’’ Büyük iki el omuzlarımdan kavradığı zaman düşüncelerimden sıyrıldım. Kaba bir yüz burnumun dibindeydi. ’’Birisi seninle konuştuğu zaman onu dinle.’’ ’’...’’ O zaman herkesin bana baktığını fark ettim. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım ve tekrar açtım. ’’Bırak.’’ ’’Seni-’’ Beni bırakıp küfrettiği zaman elimi kaldırmış ve omzunu kavramak üzereydim. ’’...Küstah piç.’’ Onu görmezden geldim ve kıyafetlerimi silkeleyerek düzelttim. Aoife’nın keskin bakışlarını hissederken bir şey söylemek zorunda kaldım. ’’İleride bir pusu var.’’ Belki. Çok emin değildim. ’’Pusu mu?..’’ Aptal bir bakış atan James’in çenesi düştü. ’’Sunabileceğin en iyi bahane cidden bu-’’ Adım- Onu görmezden gelerek ileri bir adım attım. ’’Hey, sen!..’’ Adım- Ve bir tane daha. Dikkatle adımlamaya devam ederken gözlerimi kapattım ve anıyı aklımda canlandırdım. Yavaşça anının sonlandığı o noktaya yaklaştım. Sadece bir adım kalmıştı. ’’...’’ Ayaklarım durdu. Sadece bir adım. Sadece bir adım attığım sürece... ’’Cidden onu bekleyerek vakit mi harcayacağız? Sadece rezilliğinden kendisini kurtarmaya çalışıyor. Eğer-’’ Adım- O adımı attım. Ve... ŞIIIINNNKKK-! Tıpkı anımdaki gibi o adımı atar atmaz ağaç hışırdadı ve havayı yaran hızlı bir şey uçtu. Ancak önceki seferin aksine hazırlıklıydım. Vücudumu çok hafifçe eğdim ve hemen önümden geçip gitti. Bir ’güm’ sesiyle yere çarptı ve şekli ortaya çıktı. ’’...’’ Nasıl göründüğüne çok dikkat etmedim. Grubuma dönerek çenemle işaret ettim. ’’Kurtulun şundan...’’
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.