Yukarı Çık




11   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   13 


           
 
Gece geç olmuştu ve yolda daha az araba vardı. Bir taksi çağırmak için, başarısız bir şekilde, kaldırımın kenarında durdum ama hiçbir taksi benim için durmadı. Tam endişelenmeye başlamışken iki siyah Mercedes-Benz bana doğru hızlanmaya başladı.  Bu arabaların siteye gireceğini düşünerek geri çekildim. Kim bu arabaların önümden çekilmeyip veya siyah takım elbiseli erkeklerin araçlardan ineceğini kim tahmin edebilirdi ki?
 
 
“Mu Ran?” aralarından biri ifadesizce sordu.
 
 
Kalbim dehşetle doldu. Durumun lehime sonuç vermeyeceğini hissettim, arkamı döndüm ve kaçmaya çalıştım. Birkaç takım elbiseli adam etrafı sardı, kaçış yolumu engellediler. Daha önce konuşan adam soğukkanlılıkla “Bu o, götürün.” Dedi.
 
 
“Ne yapıyorsunuz?!” konuşan adama doğru döndüm, sesimi yükselterek sordum. Ben bitirmeden önce boynumda keskin bir acı hissettim ve kendimden geçtim.
 
 
Bilincimi geri kazandığımda, eski apartmanıma dönmüştüm. Mobilya ve eşyalar çok tanıdıktı, nerdeyse her şey son bıraktığım gibiydi. Eğer sandalyeye bağlı olmasaydım, tüm yaşananların rüya olduğuna inanabilirdim.
 
 
Dışarıda, gökyüzü çoktan aydınlanmıştı. Ve evde kimse yoktu. Beni buraya kimin getirdiğini bilmiyordum ama en kısa zamanda hastaneye geri dönmem gerekiyordu- annem hala beni bekliyordu.
 
 
Ellerim arkadan bağlıydı, ellerimi düğümden çıkarmak için mücadele ettim. Ne kadar mücadele ettiğimi bilmiyordum; başım terlemişti ve bileklerim soyulmuştu. Ama ipler gevşeme belirtisi göstermedi. Soluklandım ve kıpırdamayı kestim. Öğlen güneşinin yavaşça alacakaranlığa dönüştüğünü görünce giderek daha da endişelendim.
 
 
“Dışarıda kimse var mı?” Mücadele ettim, kapıya yaklaşmak istedim ama tamamen sandalyeye yapışmış durumdaydım. Ayağa kalmaya çalıştığım anda yere yapıştım.** burası crumpled yazıyordu ve cümleyi anlamdıramadım. Daha sonra öğrenirsem düzletirim.
Kapı aniden açıldı ve siyah takım elbise giyen bir adam içeri girdi, bana baktı ve sessizce gitti.
 
 
“Bekle! Gitme! Beni neden burada tutuyorsun?!” Kapı kapandı ve daire bir kez daha sessiz kaldı.
 
 
Hala sandalyeye bağlı olduğum için yan bir şekilde düşmüştüm ve şimdi hareket etmek daha zordu. Yanağımı yere bastırarak yavaşça ilerledim. Kapıya ulaştığım zaman tüm vücudum terle kaplanmıştı. Bileklerim muhtemelen o zamandan beri kanıyordu ve yoğun bir ağrı ile boğuluyorlardı.
 
 
“Bırakın beni!” Ayağımı kapıya vururken bağırdım.
 
 
Yanıt gelmedi. Bağırmaya ve kapıyı tekmelemeye devam ettim, birinin geçerken benim yalvarmalarımı duyacağını umdum. Yine de, boğazım yanana ve ağrıyana kadar bağırsam bile, hala cevap yoktu.
 
 
Gözlerimi kapadım ve kalbimi dolduran umutsuzluk ile yüzümü yere bastırdım.
 
 
Tam apartmanda sıkışıp kalmaya boyun eğmişken, kapı bir tıkırtı ile açıldı. Hızlıca bir bakış attım ve Lin Han olduğunu gördüm.
 
 
Lin Han samimi bir gülümsemeyle ağzının köşesini kaldırmadan önce şaşkınlıkla bana baktı. “Tck, tck. Ne yazık.”
 
 
Konuşmak için ağzımı açarken, iki kişi beni tekrar odanın merkezine sürükledi. Lin Han içeri girerek, “İpleri ondan çıkar” dedi. İki adam ipleri derhal serbest bıraktılar. Ellerim tekrar serbest olduğunda, kanayan bileklerimi ve vücudumdaki acıyı görmezden gelerek kalkmaya çalıştım.
 
 
Lin Han yürüdü ve göğsümü acımasızca tekmeledi. O kadar acı çekiyordum ki top gibi kıvrılmak istedim ama yanımdaki iki adam beni her iki taraftan da tuttu, hareket edemiyordum. Lin Han çömeldi, çenemi sıktı ve başımı kaldırmam için beni zorladı. Güzel anka kuşu gözleri “Mu Ran, oh Mu Ran, bugünü bekliyordum.” Dediğinde agresif bir şekilde bakıyordu.
 
 
Lin Han’ın benden ne kadar nefret ettiğini biliyordum.- uzun zaman boyunca Yi Tian’ı sevmişti, ama sonunda, kendisi için en önemli olanı kapmak için gizli araçlar (fotoğraflardan bahsediyor) kullandığımdan çaresizce izlemek zorunda kalmıştı.- uzun zamandır içten bir şekilde benden nefret ediyordu. Yi Tian beni affetmeye istekli olsa bile, Lin Han istemezdi. Bu yerden canlı ayrılamayacağımı biliyordum ama annem hala hastanede hayatını kurtaracak parayı bekliyordu. Burada öylece ölemezdim, bu yüzden ona baktım ve yalvardım. “Lin Han, parayı hastaneye götürmeme izin ver. Annemin ameliyatı tamamlanana kadar beklerseniz, bana ne istersen yapmana izin vereceğim. Lütfen, sana yalvarıyorum, sadece parayı göndermeme izin ver… ”
 
 
Lin Han bana şok olmuş bir şekilde baktı ve sonra fark ettiği şey ile şaşkında döndü. “Yani aslında bir annen var…” Bir saniye durdu ve sonda yumuşak bir şekilde kıkırdadı. “O zaman kesinlikle gitmene izin veremem.”
 
 
Ona bakarken gözlerim genişledi. O anda, ondan o kadar nefret ediyordum ki bedenim duygularımla titriyordu. Yüzünde sahip olduğu ifadeyi sildi, ayağa kalktı ve diğerlerine işaret etti. Hemen yanımda duran iki adam vücudumu tekmeledi.  Top gibi kıvrıldım ve başımı ellerimin arasına aldım. Birkaç vuruştan sonra ciddi bir zarar görmediğimi fark ettiler, bu yüzden Lin Han yürüdü ve tekrar tekrar göğsümü ve karnımı tekmeledi.
 
 
Ölümüne dövüleceğimi düşündüm. Sadece doğumumun koşullarını seçebileceğimin değil, şimdi nasıl öleceğimi bile seçemediğimin farkına vardım. O anda birdenbire Tanrı'ya kızgınlık hissettim - neden şimdi ölmek zorundaydım? Ben ölseydim annem ne yapardı? Hastalığını iyileştirmek için parasız daha ne kadar yaşayabilirdi? İşlerin bu şekilde sona ereceğini bilseydim, kalbimde pişmanlık ve üzüntü ile ölmektense yalnız başına ölmeyi yeğlerdim.
 
 
Aninden serbest bırakıldım. İki adam beni desteklemeden yere düştüm. Ağzımı örterek öksürdüm ve ağzım aniden iğrenç bir tatla doldu. Ağzımı açarak, bir ağız dolusu kan tükürdüm. Tüm vücudum yoğun bir şekilde ağrıyordu, zihnim yankılanan bir uğultu sesi ile doluydu ve görüşüm biraz bulanıktı. Sonunda enerjim bitti. Vücudumu destekleyen kol çöktü ve yere düştüm.
 
 
O zaman Lin Han'ın soğuk bir şekilde “Kıyafetlerini çıkar” dediğini duydum.
 
 
Ne yapacağını fark ettiğimde gözlerim genişledi. Sürünmek için mücadele ettim, ama arkamdaki kişi beni yere düşürdü. Lin Han bana bakmak için çömeldi, gözleri açıklanamayan bir heyecanla yanıp söndü. “Sen sürtük değil misin? Burada 5 kişi var, bunun seni tatmin etmek için yeterli olduğunu düşünmüyor musun?”
 
 
Lin Han'a baktım, umutsuzca başımı salladım ve konuştuğumda sesim titredi. “Bunu yapma… bunu yapma…”
 
 
Lin Han ayağa kalktı. Yanındaki iki adam kıyafetlerimi soymaya başladığında bana tutunmuşlardı.
 
 
Daha önce hiç bu kadar korkmamıştım. Daha önce ölüme dövüleceğimi düşündüğümde bile, bu kadar korkmadım. Şimdiye kadar mutluluğu deneyimlememe hiç izin vermemiştim. Çok çalıştım, ama komik olan şey, sonunda, tüm bu zor işin sadece sefaletle sonuçlanmasıydı. Yumruklanmayı veya tekmelenmeyi kabul edebilirdim, ölümü bile kabul edebilirdim, ama Lin Han'ın öz saygımın son taraklarında çiğnemesine izin veremedim.
 
 
Bu yüzden iki adam bana tekrar ulaştığında, gücümün sonunu özgürce mücadele etmek, erkeklerin ellerinden birini tutup ısırmak için kullandım. Adam acı içinde haykırdı ve odanın etrafında duran diğerleri bir an için aptalca donakaldı. Uzanıp, oturma odasındaki yemek masasına doğru tökezleyerek kaçmadan önce esirimin suratını vahşice yumruklamak için kaostan faydalandım.
 
 
Beklediğim gibi, yemek masasının üstündeki meyve sepetinde bir meyve bıçağı buldum. O anda, oraya bir meyve bıçağı yerleştirme alışkanlığım için minnettarım. Bir bıçak kullanmama rağmen hepsini tek başıma yenemeyeceğimi biliyordum. Lin Han sadece ölmemi istemiyordu, aynı zamanda bana işkence etmek ve küçük düşürmek için akla gelebilecek her yöntemi kullanmak istetiyordu. Eğer yakalansaydım, beni bekleyen tek şey cehennemdi. Tereddüt etmeden uzandım ve bıçağın sapını tuttum. Dişlerimi gıcırdatarak bıçağı mideme sapladım.
 
 
İlk başta tek hissettiğim midemde buz gibi bir ürpermeydi. Ancak daha sonra yavaş yavaş uyuşma ve acıyı hissetmeye başladım. Yavaşça yere kaymadan önce masadan destek aldım. Lin Han hayretle bana baktı, gözleri kuşku ile genişledi. Zaferle gülümsedim, “Ölsem bile… beni aşağılamana…izin vermeyeceğim…” Öfke tüm yüzünü kaplamıştı, bana doğru gelmek üzereyken, kapı bir güm sesiyle tekmelenerek açıldı.
 
 
Bakakaldım. Yi Tian odaya koştu, onu birkaç adam takip etti.
 
 
Lin Han telaşlı bir şekilde Yi Tian’ın kolunu çekerek açıklamaya çalıştı. “Yi Tian, bu piçin sana şantaj yapmasına izin veremezdim… Yani, bir kez öldüğünde… bir kez öldüğünde her şey tekrar iyi olacak.”
 
 
Yi Tian konuşmadı. Kapının önünde durdu, bana boş bir şekilde bakmaya başladı, yüzü şüphe doluydu.
 
 
Kan yaranın içinden sürekli sızıyordu, yarayı elimle kapattım ve ayakta durmaya çalıştım, kendimi masaya ve kanepe tutunarak tüm yol boyunca destekledim. Yi Tian’ın yanına doğru tökezlerken her mobilya parçasına kanlı izler bıraktım. Ona ulaştığımda, bacaklarım artık beni destekleyemedi ve yere düştüm.
 
 
“Mu Ran!” Yi Tian beni kucaklayarak yakaladı, sesi panik doluydu.
 
 
 
Umutsuzca solumuştum. Sallanan bir el ile çeki cebimden çıkardım ve ona uzattım. Konuşmak için ağzımı açarken, bir ağız dolusu kan ile boğuldum. Yutkundum, boğazımı zorlayan kanı geri yuttum ve yalvardım. “Yi Tian… lütfen… lütfen… annemi… kurtar…”
 
 
Konuştuktan sonra acı beni bastırdı. Yi Tian’ın cevabını duyamadan bayıldım.
 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


11   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   13