"Bence ayrıl, neden hala bu davranışlarına katlanıyorsun ki? Ben kötü çocuğum havasında dolaşıyor ve bu fazlasıyla bıktırıcı. Uyuşturucu kullanıyor, sigara içiyor; bu onu ilgi çekici mi kılıyor?"
Yugyeom omuz silkti söylediklerime. Pek umurunda değildi Jaebum hakkında söylediklerim, o yine bildiğini yapardı. En yakın arkadaşım olması bir şeyi değiştirmezdi, ona acıyordum. Aşk uğruna kendini hırpalayıp birinin peşinden koşuyordu. Bunu asla anlayamazdım. Bu aptallık tahammül edebileceğim bir şey değildi.
"Ben gidiyorum, sen de ne halt yersen ye." Gözlerimi devirerek kalktım masadan, o da bir şey dememişti zaten. Haklı olduğumu bilse de kendi bildiğini yapacaktı.
Kafeteryadan çıkarken aniden önüme çıkan, çarpışmamıza neden olan beden son anda düşmemi engellemiş, belimden sıkıca tutmuştu. Gözlerim hafifçe irileşmişken tanıdık yüze baktım. Bu anı kısa kesmiş, beni dikleştirip kravatını düzeltmişti. Bu hareketine bayıldığımı söyleyebilirdim.
"Dikkat etmelisin, kendini yaralayabilirsin."
Tanrım, bu adam bir mucize olmalıydı. Hem beyefendiydi, hem nazikti, hem de gizemliydi. Doğrusu bu iyiliğini suistimal ediyordum, bu nedenle derdim hep iyiliğin ipini kaçırmayın diye. Korktuğumu söyleyip onu yanımda tutmam tamamen buna giriyordu. İçip içip kafayı bulduğum bir gece gördüklerim tamamen dediği gibi hayal ürünüydü ama kendimi madur durumuna sokmasaydım benimle ilgilenmezdi ki. Evet, farkındayım. Yaptığım berbat bir şey ama ona karşı tuhaf bir arzum var ve küçük oyunlardan ne zarar gelebilir ki?
"Teşekkür ederim, bu sıralar biraz dalgınım. Belki de dinlenmeye ihtiyacım vardır." Mahcup bir gülümseme koydum yüzüme, tamamen sahteydi. Hadi ama, biraz rol kesmekten zarar gelmezdi. Bir şekilde onu kendime çekmeliydim.
Kolundaki saate baktı, bir şeyi hesaplıyor gibiydi.
"Kahve için vaktin var mı?"
İşte bu.
↺
Kahvelerimizi alıp iki kişilik bir masaya karşı karşıya oturmuştuk. Heyecanlı hissediyordum, bu adam kimyamla oynuyordu. Onun etrafında olmak bendeki bir şeyleri bozuyordu, farklı bir şey vardı. Bakışlarında bir matlık, kelimelerinde bir yanlışlık vardı. Göründüğü gibi birisi olmadığına kalıbımı basardım ama bana az da olsa kendisini açmazsa bunu asla öğrenemezdim.
"Finaller başlamış olmalı, nasıl gidiyor?"
"Yorucu, sabaha kadar çalışıyoruz. Yugyeom günde iki kez okulu bırakıyor."
Bu adam hiç gülmez miydi? Belki de yüz kaslarında sorun vardı. Hadi ama, ufak bir tebessüm bile etmiyordu adam. Bakışlarında görebiliyordum, biz benziyorduk. Buna inanıyordum.
"Kendini fazla yormamalısın, bu sıralar hassas gibi görünüyorsun. Kendine zaman ayır, okul kaçacak değil ya? Üstelik duydum ki bölümünün en başarılı beş öğrencisinden biriymişsin."
Benimle böyle ilgili olması heyecan duymamı sağlamıştı, saçlarımı gözlerim önünden iterek dudaklarımı ıslattım dilimle. Tam konuşacakken başıma bir ağrı saplandı, acı bir inlemeyle başımı eğmiş gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Öyle bir acıyordu ki beynim. Ne olmuştu birden? Başımı kaldırdım kısık gözlerimle ama gördüğüm şey çığlık atmama neden oldu. Ajan Vincent'ın kıyafetleriyle, tam karşımda oturmuş bir yaratık vardı. Öyle bir çığlık atıp kaçmaya çalışmıştım ki sandalyeye takılıp düşmüştüm. Korku tüm hücrelerimdeydi, yere yapışırken zemine çarpan avuç içlerim acıyordu. Gözlerimden yaşlar dökülürken arkama döndüm ve o yaratığın bana yaklaştığını gördüm. Çığlık atarken sürünerek kendimi geriye ittim, ses tellerim acısa bile çığlık atıyordum, birkaç saniye sonrasında ise her yer kararmıştı.
↺
Uyandığımda bir süre ne olduğunu hatırlayamadım, kendime geldiğimde ise koluma takılmış serumu çıkarıp atmıştım. Bir yaratıktı o, şeytaniydi! O korkunç, çirkinlik dolu yüzünü atlatamıyordum. Korkum hala taze ve sıcaktı.
Odama giren bedeniyle bağırdım "hayır" diye. Art arda bağırdım, yüzü eskisi gibiydi ama biliyordum işte. Şeytandı bu. Canımı almaya mı gelmişti? O kadar günahkar sayılmazdım bile. Rol yapıyordum, sevmediğim insanları üzmekten zevk alıyordum ama birini öldürmemiştim. Cehenneme gitmeyi hak ediyor muydum?
"Jeon, sakin ol. Lütfen sakin ol. Bana ne olduğunu anlat."
Sesini en yumuşak tonda tutsa bile bu korkumu bir gram azaltmıyordu. Kenardan bir vazo almış, ona doğru fırlatmıştım. Her yerim titriyordu, buradan kaçmak ve ondan uzaklaşmak istiyordum. Oysa daha bu sabah onunla olmak için can atıyordum.
Bana yaklaşmaya başladığında geriye doğru gitmiş, sırtımın duvarla buluşmasını sağlamıştım. Yavaşça, korkutmamaya çalışarak yaklaşsa da ben yeterince korkmuştum zaten. Ellerimden tuttu, çekmek istedim ama çok güçlüydü.
"Ne gördün, Jeon?"
Bir şey demedim, hala derin derin nefesler alıp veriyor ve korkudan gözyaşı döküyordum ama en azından bağırmıyordum. Bağırışları duyan doktorlar, hemşireler gelince başını arkaya çevirdi.
"Defolun buradan."
Herkes emrindeymiş gibi robota dönüşerek kapıyı kapatarak gitti. Bir şey vardı işte bu adamda, biliyordum. Şeytandı bu. Titreyen ve kısılmış sesimi kullandım en nihayetinde.
"Sen.. Nesin?"
Artık pes etmiş gibiydi, ellerimi aramızda tutmaya devam etti.
"Bir iblisim."
Boş gözlerle izlemeyi tercih ettim güzel çehresini, aslında çirkin bir yaratık olduğunu kabullenmeyi reddediyordum. Düşüncelerimi toparlamaya çalıştım.
"Şeytan.. Mı yani?"
Sesli bir şekilde güldü, onu ilk defa gülümserken görüyordum ama korkumu bu bile yenememişti. Belki meyve ağaçlarını tek gecede çiçek açtırabilecek bir gülümsemeydi ama ben bunu görmezden geliyordum.
"Hayır, aynı şey değil. Ben şeytanın dönüştürdüğü bir iblisim."
İnanamaz bir şekilde bakakalmıştım. Ne dediğinin farkında mıydı bu adam? Nasıl böyle güzel görünen birisi iblis olurdu? Nasıl böyle güzel konuşan birisi iblis olurdu? Onu geçtim, iblisin benimle ne işi vardı?
Kendimi duvara sürterek yere kadar indirdim. Bir elimi saçlarıma atmış, sertçe çekiştirmiştim. Tek bir tel kalmayana kadar sökmek istiyordum hepsini, kaçmak istiyordum. Aklımı mı kaybediyordum? Bu mümkündü. İblisler gerçekten var mıydı? Şeytan? Daha bilmediğim başka ne dönüyordu dünyada?
Önümde tek dizi üstüne çöktü, gözlerindeki alevi artık saklamıyordu. Mavi alevler insanı ürpertiyordu. Mavilikleri metalikleşti, öyle güzeldi ki bir iblis olduğuna inanmayı reddediyordum. Melek olmalıydı bu adam, melek.
Sahi, melekler de gerçek miydi?
Burnumu çekerek gözlerimi ovuşturdum. Bunların hepsinin gerçekçi bir kabus olmasını diliyordum fakat öyle değildi, öyle olması için her şeyimi verirdim. Bu saatten sonra dünyaya asla eskisi gibi bakamayacaktım.
↺
Serumumu yeniden takmışlardı, yatağımda uzanırken yanımdaki Ajan Vincent'ı izliyordum. Sahi, ajan mıydı gerçekten? Onu aptal yerine koyduğumu düşünürken asıl aptal benmişim ve bu gururumu çok zedelemişti. "Pekala, diyelim ki sen iblissin. FBI bunu biliyor mu?"
"FBI'dan değilim."
Düşünceler beynimi istila ederken bacak bacak üstüne atmış, bana üstten bakan adamı izliyordum. Bir darbe daha indirmişti ve dikkatli bakınca gözlerindeki perdenin gittiğini görebiliyordum. Farklıydı bir şeyler, sanki artık rol yapmıyordu. Aklıma gelen soruların hepsini sormak ve yanıt almak istiyordum. Hala bunun bir rüya olmasını diliyordum fakat değildi işte. O iblis en az benim kadar gerçekti.
"Özel güçlerin var mı?"
Güldü sesli bir şekilde, bu gülümsemesi herhangi bir zaman diliminde beni cezbedebilirdi ama şu an ürkütücü geliyordu.
"Sayılır."
Biraz daha açılmıştım, bana bu zamana kadar zarar vermediyse bundan sonra da vermezdi diye düşünüyordum. Aklıma gelen soruların hepsini sormak ve yanıt almak için can atıyordum. Bu duruma alışmak istemiyordum ama yavaşça alıştığımın farkındaydım.
"Yaşlanıyor musun?"
"Hayır."
"Nasıl vücudun bu kadar insana benziyor?"
"Bu bedeni benim için ateşten Lucifer yaptı."
Hayret eden bir ses çıktı dudaklarımdan. Delirmek üzereydim, ya da çoktan delirmiştim. Lucifer da mı gerçekti? Onca doğru bildiğim nasıl yanlış olurdu?
"İlahi kitaplar.. Onlarda geçen her şey doğru mu?"
Dikleşip kravatını çıkarttı, düşünüyor gibiydi. Sorularım onu boğuyor gibi görünmüyordu ve bu da bana cesaret veriyordu. Bir iblisi sorguya almam ne kadar doğruydu?
"Çoğu şey değil, tanrı çok da dürüst bir varlık sayılmaz."
"Lucifer dürüst mü sanki?"
"Elbette. Lucifer asla yalan söylemez, bunu kendine hakaret olarak algılar."
"Şeytan değil mi? Yalan da söyler insanları da yoldan çıkarır. Bizim tanrımız ise affedicidir, bizi düşünür ve dinler."
Sinirlenmiş gibiydi, dikleşip ellerini önünde birleştirdi.
"Sizin tanrınız daha kendi oğluna merhamet edemiyor, size mi edecek?"
Bu sözle afalladım. Lucifer'dan mı bahsediyordu? Kafam allak bullak olmuştu, bu kadar şey bana fazlaydı.
"Nasıl yani?"
"Yani, Lucifer siz insanoğlunun önünde eğilmedi diye tanrınız onun kanatlarını söktü. Kendi oğluna bunu nasıl yapabildi? Onu cehenneme sürgüne gönderdi. Havva ve Adem'i baştan çıkarmamıştı oysa, yalnızca içlerinde var olan kötülüğü ortaya çıkarmıştı."
Artık daha fazla şey duymak istemiyordum, ağrımaya başlayan başımı tutup yatakta geriye yaslandım. Ağlamak, çığlık atmak ve belki de biraz uyumak istiyordum. Çok zordu, bunca şeyi kaldıramıyordum. Daha geçen gün ilgimi çekmiş bu adam iblis çıkmıştı! Daha ne olabilirdi ki?
"Uyusam ve bunların hepsinin kötü bir rüya olduğunu öğrensem keşke."
"Ne bunlar rüya, ne de ben Jeon. Benim gerçek yüzümü gördüğüne göre de sende açıklayamadığım bir şeyler olmalı. Bunu ortaya çıkarmadan görevimi bitirmeyeceğim."
Ona sırtımı dönüp yorganı kafama kadar çektim, bunların hepsinin bir rüya olmasını dileyerek uykuya daldım.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.