Bana masumca bakan kahve gözlere bakmak büyük cesaret isterdi şahsım için, böyle bir masumiyet zedelerdi ruhunu iblisin. Ola ki kanım akarsa bunun için, yer gök inlerdi ölümüm için.
Jungkook elini çekti hızlıca, ne yaptığının yeni farkına varmışçasına. Gözlerini hafifçe yana kaydırmış, benden uzaklaştırmıştı. Bir iblisten yardım istediğini bilse nasıl hissederdi acaba? Aslında sadece rol yaptığımı, çirkin bir ruhum olduğunu bilseydi ne olurdu?
Mavi irislerim bir süre oyalandı evin içinde, sanırım biraz burada kalmamın zararı olmazdı. Doğrusunu söylemek gerekirse ne hissettiğini umursamıyordum, başına gelenleri de ama görüklerini yalnız kaldıkça daha çok düşünecekti ve bunu istemiyordum. Düşündükçe mantıklı sonuçlara ulaşabilirdi ve bu işin peşine düşebilirdi. Bir de bu insanla uğraşmak istemiyordum, zaten başımda yeterince bela vardı. Melekler bir yandan, avcılar bir yandan futbol topu gibi oradan oraya sekiyordum ve Lucifer da kırmızı kart vermek için hazırda bekliyordu.
Düşüncelerimi gözlerime yansıtmaktan kaçındım ve elime aldığım çantayı koltuğa atıp kravatımı gevşettim. Bu tamam deme şeklimdi ve o da bunu anlamıştı. Üstümdeki ceketi çıkarıp bir kenara fırlattım, bu kıyafetlerden nefret ediyordum. Rahat olsunlar diye o kadar para vermiş buna rağmen rahat edememiştim. Lucifer tüm gün bunlarla nasıl durabiliyordu?
Koltuğa otururken son görüşmemizi hatırladım. Ben hırslı bir iblistim, Lucifer'ın gözdesi olmak istiyordum ve öyleydim de ama ne zaman yeryüzüne indim o zaman beni diğer iblisler gibi görmeye başlamıştı. Bu hırslı şeytan kanımı akıtıyordu, damarlarımda daha hızlı geziyorlardı. Bana olan anlayışı yok olmuştu, sanki bir sorun vardı. Durmadan aklında bir sorun varmış gibi hissediyordum ama doğruluk payını öğrenemezdim. Lucifer'a bunu sorarsam beni tekrar dokuzuncu kata bile atabilirdi çünkü ciddi anlamda sorunu varmış gibi görünüyordu.
Artık soğumaya yüz tutmuş kahvemi aldım elime. Buna rağmen bir yudumun ardından başımı ona kaldırdım. Yüzünde bir heyecan vardı, burada kalıyor olmam onu sevindirmiş gibiydi. Bir yudum daha aldım acı kahvemden. Birkaç kez kahve içerken yaklanmamdan olsa gerekti, nasıl kahve sevdiğimi biliyordu.
"Ajan Vincent.. Geçen gün olanl-"
"Jeon, bunu o gün de söyledim. Gördüklerin bir yanılsamadan ibaret, yalnızca beynin sana oyun oynamış çünkü korkmuştun. Seni anlıyorum." Hayır anlamıyorum. "Korktun ve yanlış bir şeyler gördün, yalnızca bu kadar. Eğer bunun üstüne düşersen kafayı yeme eşiğine gelirsin, yapma."
Yüzümde anlayışlı ve sevecen bir ifade tutarken içimdeki iblis karşımdakine göz deviriyordu.
"Haklısınız sanırım, dediğiniz gibi olmalı." Bunları söylemişti ve pes etmişti ama ben neden gözlerinde bir parıldama görmüştüm? Bu çocukta çözemediğim ve kitabıma uygun olmayan bir şeyler vardı. Bakışlarında bir değişiklik, kelimelerinde bir yanlışlık. Ama anlayamıyordum, bu çocukta ne vardı? Yaydığı aura nasıl bu kadar yoğundu? Neşeliydi ama bir yandan da başka bir şeydi. Bu arurayı daha önce almıştım. Ama nerede?
"Ne yemek istersiniz? Yemek konusunda pek becerikli değilim ama bizi idare edecek bir şeyler hazırlayabilirim. Buralı olmadığınız için farklı bir mutfaktan da bir şeyler yapabilirim. Fransız, İtalyan?"
"İtalyan olsun. Yardım edeyim."
Ayağa kalkıp mutfağa ilerledim, o da hemen arkamdan geliyordu. Malzemelerin yerini o bildiğinden ben onu izlemiş, malzemeleri çıkarınca ise işe başlamıştım. O beni izliyor, arada istediğim şeyleri veriyordu. Lazanya yapmaya karar vermiştim ve bunun için önce makarna hamurundan yaprak hamur yapmıştım. Malzemelere, elektronik aletlere biraz yabancıydım ve Jeon'a belli etmeden onları çözmeye çalışıyordum.
"Ne yapıyorsunuz Ajan Vincent?"
Üstüme alınmamıştım birkaç saniye, ardından yeni soy adım olduğunu hatırlamış beşemel sosu bırakarak ona çevirmiştim başımı.
"Lothaire diyebilirsin, baş başayız. Resmiyete gerek yok."
Heyecanlandığını verdiği kesik nefesten anlamıştım, bunu nasıl anladığımı bilmiyordum. İnsanlarla birlikte zaman geçirmeye yeni başlamış olmama rağmen onları iyi çözüyordum. Cehennemde işkence çektirdiğim ruhlar haricinde insanlarla bağım yoktu bu görevden önce.
"Lazanya yapıyorum, sever misin?"
"Bayılırım!"
Gülümsediğinde ona karşılık vermeyi reddetmiş, tepsiye lazanyayı hazırlamıştım. Her kata sürdüğüm beşemel sos ile kıymalı harç bir uyum içindeydiler. Lezzetli olacağına kalıbımı basardım.
İşimiz bittiğinde fırına atmıştık lazanyayı, adaya koyulmuş bar sandalyelerinden birine oturup siyah saçlarımı geriye ittim. Yorulmamıştım ve zevkliydi, Jeon ile muhabbet etmiş insan olmasına rağmen de bu sohbetten zevk almıştım. Psikoloji okuyordu, yirmi iki yaşındaydı, müzğe dair her şeyi seviyordu. Uzunca Quenn, AC/DC, Metalllica haricinde konuşmuştu. Bu grupları ilk defa duyuyordum ama şarkılarını açtığında gerçekten sevmiştim. İlk defa onun yanında rol yapmadan bir şey hakkında konuşmuştum. Daha doğrusu ilk defa bir insanın önünde kendi düşüncelerimi dökmüştüm.
Yardan gelen başıma gelsin, sevdiğimden gelene olur densin. Kararlıysa bu aşka, tüm dostlar sevinsin.
Kendimden buldum bir parça, ona baktım oldu bin parça. Şimdi ben bu sevgiliyi neyleyim, nereden alıp nereye götüreyim?
↺
Bir ormanlık alandaydım, Hansol ve getireceği avcıları bekliyordum. Buna benim haricinde bir iblisin cesaret edebileceğini de düşünmüyordum doğrusu zira tuzak kurmuş olabilirdi fakat çok güçlü bir iblis olduğumu unutmamaları gerekiyordu. Gücümle ve ruhumla onları kulum köpeğim yapabileceğimin elbette farkındaydım. Lucifer'ın en güçlü, cehennemin dokuzuncu katında yedi yüz elli yıl dayanmış askeriydim.
Cehennemin bende bıraktığı etkiler yok muydu? Elbette vardı. Mesela kafamda sesler vardı, ruhum parçalara bölünmüştü sanki ve sağlıklı değildim. Delirmiştim orada, düzelememiştim de. Kitap okumak bu sesleri susturan tek şeydi belki de. Çok zor yedi yüz elli yıl geçirmiş buna rağmen aklımı, en azından tamamiyle, kaybetmemiştim. Diğer iblislere veya ruhlara göre daha dirayetliydim.
Araba sesi geldiğinde birisi genç, Hansol'du bu, ikisi de yaşlı üç kişi inmişti. Yaslandığım ağaçtan doğrulup kravatımı gevşettim. Avcılardan bilgi almak her ne kadar iblis ruhumun küstahlığını zedelese de başka çarem yoktu.
"Lothaire, değil mi? Ben Han Lu."
"Ben de Jung Tae. Senin hakkında çok şey duyduk."
Onlara üstten bakıyor, onların da beni sevmediğini biliyordum. Çabucak konuya girmek ve buradan kurtulmak istedim.
"Melekler hakkında ne biliyorsunuz?"
İkisi de birbirine baktı, Hansol bir ağaca yaslanmış beni izliyordu. Gözlerinde bir kıskançlık vardı, bunu yakalamak benim için kolay olmuştu. Her zaman yerimde gözü olduğunu biliyordum, her zaman Lust yerine Lucifer tarafından iblise dönüşmek istemişti ama bu olmamıştı.
Avcılardan Jung Tae deri ceketinin cebinden cep matarası çıkarttı ve bir yudum aldı içki olduğunu düşündüğüm şeyden.
"Henüz araştırmalarımız devam ediyor, tuzağa düşürdüğümüz melekler konuşmuyor ama hepsinin ağzından çıkanları topladığımızda cennetin başına geçen meleğin değiştiğini çıkardık."
Cennetin başına yeni birisi geçtiyse, Michael neredeydi?
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.