CORONA: Kıyamet Şarkısı - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   4 


           
Güneş bütün güzelliğiyle odanın içine doluyordu. Temiz havayı burnuma soluduğumda yeni uyanmanın verdiği rahatlıkla gözlerimi açtım. Vücudumda garip bir ağırlık hissediyordum. Yataktan kalkmak bir yana, bunu düşünmek bile yorucu geliyordu. Hızlı bir bakışla odanın içine göz gezdirdiğimde şaşırdım. Bana tamamen yabancı gelen bir yerdeydim. Ne bir otel odasıydı, ne de bir arkadaşımın dökünük salonu. 
Duvarlar ve pencereler ahşaptandı. Odanın her yanı renkli kumaşlar, eski ahşap mobilyalar ve birçok kültürel eşyayla doluydu. Kırmızının ve sarının tonlarıyla dolu bir odadaydım ve buraya daha önce gelmediğime emindim. Yatakta hafifçe doğrularak etrafıma bakınırken nasıl buraya geldiğimi hatırlamaya çalıştım. Aniden aklıma gelen fikirle hızla yatağa ve kendi üzerime bakındım. Neyse ki yanımda başka biri yoktu ve giyiniktim. Şükürler olsun.

Buna karşın üzerimdeki giysilerin benim olduğunu da sanmıyordum. Soluk pembe uzun kollu bir tişört ve soluk mavi bir pijama giyiyordum; ikisinin de her yanında çamaşır suyu lekeleri vardı. Bunu bana başka birinin giydirdiğine şüphem yoktu, böyle bir şeyi giymektense ölmeyi tercih ederdim herhalde.Yataktan kalkmaya çalıştığımda aniden başıma kocaman bir iğne battığını hissettim. Gece kesinlikle bir şeyler olmuştu, ve bunların başıma iş açacağına emindim.

Muhtemelen bir partiye katılmıştım ve alkolle aramdaki mesafeyi koruyamamıştım. Kahretsin. Alkol ses tellerimi hassas hâle getiriyordu ve litrelerce su içene kadar sesime bir şey olur korkusuyla ağzımı bile açmıyordum. Bu, alkolün yol açtığı sorunlardan yalnızca bir tanesiydi. Kim bilir gece daha neler neler yaşanmıştı. Bir de üstüne uyuşturucu kullandıysam kendimi kesin öldürürdüm. Tabii önce Barni'yi öldürdükten sonra. 

Yavaşça ayağa kalktım ve bir kez daha bakındım. Mobilyalar eski görünüyordu ve oda kumaş kokuyordu. Bu kokuya şaşırmadım çünkü her şeyin üzerine kumaşlar konmuştu: Mobilyaların üzerinde küçük beyaz işlemeli kumaşlar vardı; Yere boylu boyunca kalın bir halı serilmişti ve bu da yetmezmiş gibi duvara da kocaman halıya benzer örtüler asılmıştı. Bu evin kimin olduğunu merak ediyordum, bir arkadaşımın olmadığı kesindi.Pencereden içeriye süzülen sarı ışığı fark ettim ve cama doğru yaklaştım. Sarı renkli güneş öğlen saatleri olduğu anlamına geliyordu. Evin ikinci katındaydım ve bahçe de oldukça genişti. Belirli bir mesafede çam ağaçları başlıyordu, ağaçların tepelerini göremesem de bir tür çamlık veya orman olduğu belliydi.

Bahçede dolaşan bir adam vardı. Oldukça yaşlı görünüyordu ve elinde bir çapayla her yeri eşelemekle meşguldü. Bir çiftlik evinde olabilirdim ama daha önce hiç çam ağaçlarının ortasında bir çiftlik evi görmemiştim. Genelde çayırlık alanlarda olurlardı veya en azından ormanla aralarında epey geniş bir mesafe bırakırlardı. Çoğu zaman bunu ağaçları keserek yaparlardı tabii.

Bahçede dolaşan adam başını kaldırıp soluklanmaya başladığında yüzünü gördüm ve kim olduğunu tanıdım. Büyükbabam.

O an neye uğradığımı şaşırdım ve başımı hafifçe sallayarak tekrar baktım. Gerçekten de büyükbabamdı. Buna inanamıyordum; ancak ayda yılda bir görüşürdük ve bu çoğu zaman kamp yapmak veya ava çıkmak için olurdu. Evet, gerçekten ava çıkıyordum. Narin bir şarkıcıya yakıştırılabilecek en son şeylerden biriydi belki ama büyükbabamla vakit geçirmek için yapabileceğim başka bir şey de yoktu. Eski kafalı bir adamdı, onu konsere bana eşlik etmesi için çağıramazdım ya. Ayrıca bazı insanlar ava çıkmamı çekici buluyordu.Büyükbabamı gördüğümde nasıl bir evde olduğumu da fark ettim. Bir dağ evindeydim. Muhtemelen iki veya üç katlı ahşaptan bir evdi ve büyükbabamın serveti düşünüldüğünde köşk tarzında bir yer olmalıydı. Gittiği her ülkede bir köşk satın alma hobisi olan canım büyükbabacığım.

Onu gördüğüme sevinmem mi gerekiyordu yoksa üzülmem mi bilemedim. Sarhoş olmak veya uyuşturucu kullanmakla kıyaslandığında bir dağ evinde büyükbabamla olduğum düşüncesi kuşku götürmez bir şekilde tercihim olurdu. Ama hâla dün gece ne olduğunu veya şu anda neden burada olduğumu hatırlamıyordum. Büyükbabamın yanında alkol kullanacak halim yoktu. 

Aniden aklıma gelen düşünceyle odadaki aynanın karşısına geçip başıma baktım. Yere düşüp bayılmış falan olabilirdim ama görünüşe göre bir bandaj veya şişlik yoktu. Rahat bir nefes aldım ve aşağıya, büyükbabamın yanına gitmeye karar verdim. İçeride dolanırken etrafa da göz gezdiriyordum. Odamdan çıktım ve koridorun sonunda olduğunu tahmin ettiğim merdivenlere doğru ilerledim. Bu sırada aklıma minik hafıza kaybımla ilgili bir teori geldi. Solunum yetmezliğinin kısa süreli hafıza kayıplarına neden olduğunu biliyordum. Muhtemelen büyükbabamla birlikte dün bütün gün boyunca koşturmuş ve dağ havası almıştık. Gece yatağıma girdiğimdeyse ciğerlerime soluduğum hava yetersiz gelmişti çünkü bu odadaki hava açık dağ havasıyla kıyaslanamazdı. Böylece kısa süreli bir hafıza kaybına neden olmuş olabilirdi. Belki çok saçma bir teoriydi ama şimdilik bu cevapla yetinecektim.Koridorda yavaşça ilerlerken duvarda asılı olan tablolara, eski aile fotoğraflarına ve odadakine benzer renkli kültürel nesnelere bakınıyordum. Mutlu bir aile olduğumuza dair fotoğraflardı ve hepsi de annemin sağ olduğu döneme aitti. Kapıların birinin yanından geçerken banyoyla karşılaştım. Lavaboya gitmem gerektiğini fark ettim, hem de acilen. Hızla içeri girdiğimde burnuma sıcak silikonun kokusu geldi. O kadar kötü ve dayanılmaz bir kokuydu ki bir an çıkmayı düşündüm. Banyonun baştan aşağı yeniden yapıldığı açıkça belliydi. Büyükbabam yine kendini aşmıştı. 

Bu kokuya rağmen işimi görmem gerekiyordu. Tişörtümü sıyırdığımda şok oldum. Karnımda kocaman bir sargı bezi vardı. O an omzumda da bir tane olduğunu fark ettim ve bunların neden olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Bezin yapışmasını sağlayan bantlardan birini yavaşça açtım ve bezin altında ne olduğuna baktım. Bu görüntü korkudan dehşete düşmeme neden oldu: Baş parmağımdan daha kalın bir yara vardı ve siyah iplerle dikilmişti. O kadar çirkin görünüyordu ki donup kalmıştım. Ne zaman yaralandığıma dair hiçbir şey hatırlamıyordum. Bu yaranın nasıl bir şey olduğunu da bilmiyordum. Bantı tekrar kapatıp omzumda hissettiğim bezin de altına baktım. Göğüs kafesimle omzumun tam ortasındaki boşluktaydı ve kolumu hareket ettirdiğimde acıtıyordu. İkisi yara da çirkinlikte birbirleriyle yarışır düzeydeydi. Ne olduğunu düşünmek için ilk önce şu kahrolası yerden çıkmam gerekiyordu. Bir dakika bile sürmeden işimi gördüm ve banyodan çıktım. 

Beynim deli gibi çalışıyordu ama hiçbir şey hatırlayamıyordum. Aniden zihnimde bir bağlantı silsilesi oluştu. Büyükbabam, av, dağ evi, delik şeklinde yara. 

Tanrım. Kurşun yarasıydı! Uğradığım şaşkınlıkla elimi ağzıma kapattım. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. O kadar üzgün hissediyordum ki. Av sırasında yanlışlıkla başka bir avcının beni vurma ihtimali vardı ama iki kurşun bu olasılığı düşürüyordu. Yaraların neden olduğunu düşünürken bir yandan da bulunduğum durumun hayatımı nasıl etkileyeceğini fark ettim. Cildim mahvolmuştu. Bir daha göbeğimi veya omzumu gösteren bir elbise giyebileceğimi sanmıyordum. İçimden çığlıklar atmak geliyordu hiçbir şey yapmaya enerjim kalmamıştı. Sanki hayatım elimden alınmış gibi hissediyordum. Bütün emeklerim boşa gitmiş gibi, kaybetmiş gibi...

Hüzünle koridorda ilerledim ve basamakları bir bir indim. Bu sırada evin içindeki hayvan postlarını ve avcılıkla ilgili türlü eşyaları görüyordum. Büyükbabamın bana hesap vermesi gerekecekti. 

Kalbimin hızla çarptığını hissediyordum. Hayatım boyunca yalnızca bir kaç kez bu kadar üzülmüştüm. Bu halimi gören bazı insanlar abarttığımı düşünebilirdi ama abartmıyordum. Tanrı aşkına, şarkıcıydım ben. Güzelliğim benim ikinci sesimdi ve onu kaybetmiştim.Alt kata indiğimde salondan geçtim ve doğruca bahçeye çıktım. Yalın ayakla çıkmış olmam ve havanın buz gibi olması umrumda bile değildi. Büyükbabamı gördüğümde başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hissettim. Hızlı adımlarla ona doğru ilerlerken bağırdım. "Büyükbaba!" 

Sesimi duyup bana doğru döndü. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı. 

Bütün gücümle tekrar bağırdım. "Avlanırken beni mi vurdun!" Öfkem o kadar şiddetlenmişti ki kontrolümü kaybetmemek için kendimi zor tutuyordum. 

Büyükbabamın yüzünde çok garip bir ifade belirdi. Beni baştan aşağı süzdü ve öylece bakmaya devam etti. Yanına vardığımda "Buna hakkın yoktu!" diye öfkeyle bağırdım. Sesimi fazla zorluyordum ama umrumda değildi. Artık sahneye çıkabileceğimi bile sanmıyordum.Büyükbabam bir süre daha öylece bakmaya devam etti. Yaşadığı şaşkınlığı üzerinden attığında "Uyanmışsın." dedi. 

Onun konuşmasını beklerken yine sitemle karşılık verdim. "Ölmemi bekliyordun herhalde."

Birkaç sessiz saniyenin ardından "Linda." dedi büyükbabam. Düşünceliydi ve yüzünün hatırladığımdan çok daha yaşlı göründüğünü fark ettim. Alnında, göz altlarında ve ağzının kenarında en az fazladan birkaç çizgi daha belirmişti. Onu en son ne zaman gördüğümü hatırlamaya çalıştım ama başaramadım. 

"Ne olduğunu hatırlamıyor musun?" diye sordu. O kadar sakin bir ses tonu vardı ki öfkeyle cevap vermek imkânsızdı. Yavaşça nefesler aldım ve öfkemi kontrol etmeye çalıştım. Neler olduğunu tekrar hatırlamaya çalıştım ama ne kadar uğraşsam da başarabileceğimi sanmıyordum. Kendimi zorladıkça başım ağrımaya başladı ve pes ettim. Başımı olumsuz anlamda salladım. Susmaya başlamam gereken yerdeydim, öfkemi kontrol etmeliydim ve büyükbabama muhtemelen sorumlu olmadığı bir şeyden dolayı sitem etmemeliydim. Sahneye çıkmaya başladıktan kısa süre sonra öfke kontrolü üzerine eğitim almıştım ama pek başarılı olduğum söylenemezdi. Öfkemi bir yere yönlendirmedikçe rahatlamam mümkün olmuyordu, sırf bu yüzden ayda bir iki kez poligona gidip atış yapıyordum. Her ne kadar kimseye söylemesem de.

Büyükbabam olanları hatırlamıyor olmamı benden daha fazla önemsiyor gibiydi. Vücudumda kocaman iki yara vardı ve ne olduğunu hatırlamam bu izleri ortadan kaldırmayacaktı. Başıma ne gelmiş olursa olsun, bunu öğrenmemin hayal kırıklığımı daha fazla artırmaktan başka bir işe yarayacağını sanmıyordum. 

"Linda," dedi büyükbabam, ses tonlaması bir şey soracağını belirtiyordu. Başımı kaldırıp ona baktığımda "Bugün günlerden ne?" diye sordu. 

"Şaka yapıyorsun." dedim yüzümü hafifçe buruşturarak. Ben neyden bahsediyordum o neyden bahsediyordu. Beni çıldırtmak istiyor olmalıydı. Benden ciddi ciddi bir cevap beklediğini fark ettiğimde "Çarşamba?" dedim umursamayarak. 

Büyükbabam "Tarihi soruyorum kızım, gün, ay...?" dedi yine aynı sakin üslubuyla. Her zamanki sinir bozuculuğu yine üstündeydi. Hatırlamak için kendimi epey zorlamam gerekiyordu. Bir süre boyunca düşündüm fakat hiçbir şey hatırlayamadım, kafam karmakarışıktı. Zorlanmaya başladığımda başımı hafifçe sağa sola salladım ama yine faydasızdı. Sonunda emin olmasam da bir tarihte karar kıldım. "On altı Kasım, 2018?"

Doğru söylüyor olmalıydım. Hatırladığım kadarıyla bir-iki günlük hata payım olabilirdi ama daha fazlası mümkün değildi. Takvimle yatıp kalkan bir insandım, her işimi belirli saatlere ve günlere göre yapıyordum. Gözlerimi büyükbabamın yüzüne çevirdiğimde garip bir ifadeyle karşılaştım. Sanki hüzünlü gibiydi. "Yanlış mı söyledim?"

Birkaç saniyelik durgunluğun ardından başını salladı ve "Evet." dedi. Gayet ciddi görünüyordu ve az önceki soruyu sormasının nedenini anladım. Hafıza kaybı yaşayıp yaşamadığımı anlamak için sormuştu. Birkaç saniye öylece yüzüne baktıktan sonra "Eee?" diye sordum tarihi söylemesini bekleyerek. 

"Yirmi bir Eylül, 2019" dedi kısık bir sesle. Sanki bana değil de kendisine söylüyor, bazı şeyleri hesaplıyordu. "Pardon?" dedim anlam veremeyerek. Yüzüne bakakalmıştım; bu hiç de mantıklı görünmüyordu. Derken büyükbabamın yüzündeki çizgiler tekrar dikkatimi çekti ve söylediğinin gerçekliğiyle şoka uğradım. Bütün öfkem aniden söndü ve yerini şaşkınkınlığa ve ardından da korkuya bıraktı. Birkaç saniye öylece durduktan sonra "Ne oldu?" diye sordum. Cesaretimi yitirmiştim ve artık esen rüzgarın soğuğunu net bir şekilde hissediyordum.

Büyükbabam derin bir nefes aldı. "Linda, söyleyip söylememem gerektiğinden emin değilim. İlk önce doktorun-" Konuşmasını sitemle böldüm "Büyükbaba, başlatma şimdi doktorundan. En azından bunu bilmeye hakkım var, değil mi?" Bir an gözlerimin içine baktı ve söyleyeceği şeyi kaldırıp kaldıramayacağımı tarttı. Sonunda dayanacak kadar güçlü olduğuma, veya söylemediği takdirde dayanamayacak kadar zayıf olduğuma kanaat getirdi ve söyledi. "Konserdeyken silahlı saldırıya uğradın." Büyükbabamın yüzüne bakarken bu söylediğini düşündüm. Silahlı saldırıya uğramam için herhangi bir neden yoktu ki. En azından hatırladığım kadarıyla. Zihnimi anlamak için daha fazla zorladığımda hatırlamadığım bilmem kaç ayda neler yapabileceğimi hesaplamaya çalıştım. Politikaya karışmış olabilir miydim; bu sebeple saldırıya uğrayan veya öldürülen şarkıcılar olduğunu biliyordum. Ama hayır, ben politikaya bulaşacak bir insan değildim. En fazla yüksek vergilere laf söyleyebilirdim o kadar. 

Daha fazla düşündüğümde belki de uyuşturucu işine girmiş olabileceğimi fark ettim. Barni ve Rose'un geçmişi bu konuda hiç temiz değildi ve bir ara beni de işin içine dahil etmiş olabilirlerdi. Belki de şarkı söyleyerek para kazanamaz hâle gelmiştik ve böyle bir yol seçmiştik. Bir saniye, "Konserde mi dedin?"

Kim bir insana konser sırasında silahla saldırırdı ki? 

Başını onaylar anlamda salladığında "İyi ama neden?" diye sordum. Büyükbabamın cevabı bilip bilmediğinden emin değildim. Bu sırada aklıma bir sonraki soru geldi. Ben bu dağ evinde ne arıyordum, üstelik büyükbabamın yanında? 

Cevaplamasını beklemeden bir soru daha sordum. "Hastanede olmam gerekmiyor mu?" 

Bir an düşündükten sonra "Sanırım çok hızlı yükselmeye başlamıştın, birileri seni ortadan kaldırmak istemiştir." diye yanıtladı, buna kendisinin de inanmadığını fark ettim. Bu sırada aklında bin bir türlü soru döndüğünü ve bunlara cevaplar aradığını görebiliyordum. Büyükbabamın söylediği sebep bir şarkıcıya saldırı düzenlemek için yeterli olabilirdi belki; ama konser sırasında bir süikast girişimi bana hiç mantıklı gelmiyordu. Neden gecenin bir vakti tenha bir sokakta değilde yüzlerce, binlerce insanın önünde saldırsınlar? Bu sorunun cevabını en azından şimdilik bulamayacağımı fark ettim ve bir sonrakine geçtim. "Burada ne işim var? Dağ evinde, senin yanında?" Büyükbabam yine düşüncelerinden sıyrılarak soruma odaklandı. "Linda, tehlikede olacağını düşündüm ve duruma el atmak istedim." "Yapma büyükbaba." diye karşı çıktım sitemle. "Sen sadece sezgileriyle hareket eden bir insan değilsin. Ne bildiğini söyleyecek misin artık?" 

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


2   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   4 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.