CORONA: Kıyamet Şarkısı - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




3   Önceki Bölüm 

           
Bir süre beklesem de başını kaldırıp yüzüme bakmadı ve bir şey söylemedi. Gerçekten sinirlerim altüst olmuştu ve büyükbabam da bunun için elinden geleni yapıyordu.

"Ne kadar zamandır uyuyordum, en azından buna cevap verecek misin?" diye sordum. Sanki bir duvarla konuşuyormuşum gibi hissediyordum. O kadar tepkisiz bir adamdı ki. 

Kendi kendime çözmeye karar verdim ve düşünmeye başladım. Büyükbabam uyanmama şaşırmıştı ve bu da bir çeşit koma durumunda kaldığım anlamına geliyordu. Ama ne kadar uzun süredir uyuduğum hakkında bir tahminde bulunmam kolay değildi. Belki hatırlamadığımı düşündüğüm on bir ayın yalnızca dördünde uyanıktım ve yedi aydır uyuyordum; bunu bilemezdim. 

"Bir buçuk ay oldu." dedi büyükbabam. Düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım. Koskoca bir buçuk aydır uyuyor muydum? Buna sevinmem mi yoksa üzülmem mi gerekiyordu bilmiyordum. Hatırlamadığım bilmem kaç ay için mi üzülecektim yoksa bir buçuk aydır uyuduğum için mi? Ama az önceki düşüncemi hatırladığımda, belki de yedi ay olmadığı için şükretmem gerekiyordu. 

"Hatırlamadığım zamanda neler yaşadığıma dair bir fikrin var mı?" diye sordum. Bu soruyu Barni'ye veya Rose'a sorarsam çok daha net bir cevap alacağıma emindim. İkisi de hayatımın neredeyse tamamını birlikte geçirdiğim insanlardı. Onlarla konuştuktan sonra unuttuğum bir şey kalacağını bile sanmıyordum. 

"Yeni bir-iki albüm çıkardınız." dedi büyükbabam, bunu söylerken de emin görünmüyordu. Beklediğim gibi pek de bilgi sahibi değildi. Babamdan bile daha az arayıp sorardık birbirimizi, yalnızca yılda bir veya iki defa. Belki birkaç yılda bir de kamp yapmak veya ava çıkmak için büyükbabamın evlerinden birine giderdik. Bu aradaki mesafeyi kapatmak için hiç de yeterli olmuyordu haliyle. Birbirimizin hayatından pek de haberdar olduğumuz söylenemezdi. Büyükbabamın işi hakkında tek bildiğim alkol üretip sattığı fabrikalarının olduğu ve iyi bir kazanç sağladığıydı. Maddi herhangi bir destek almadığım için şirketinin adını bile aklımda tutmamıştım.

Düşünmesine rağmen muhtemelen aklına bir şey gelmedi. Ayaklarıma baktı ve "Linda!" dedi hayretler içinde. "Ayakların çıplak, pijamalarınlasın; hava buz gibi!" 

Gerçekten de hava soğuktu ve son birkaç dakikadır üşüyordum. Ayaklarım ve ellerim buz gibi olmuştu ve yaralarımın daha iyileşmediği düşünüldüğünde bu yaptığım büyük bir sorumsuzluktu. Buna rağmen yine de umursamıyordum; kendimi karanlık bir kuyunun içine düşmüş gibi hissediyordum ve üşümeyi bir sorun olarak görmüyordum. 

"Hadi içeri geçelim." dedi büyükbabam ve kolumu hafifçe tuttu. Birlikte eve doğru yürümeye başladık. Yalnız kalmak istiyordum. Düşüncelerimi toparlamaya ve içine düştüğüm bu boşluk hissinden kurtulmaya ihtiyacım vardı. Büyükbabamın varlığı beni rahatsız etmeye başlamıştı. 

Rica eder tonda "Büyükbaba," dedim. "Yalnız kalsam daha iyi."

Büyükbabamla her ne kadar uzun aralıklarla görüşsek de birbirimize karşı hep açık sözlü davranırdık. Belki de onu sevmemin en önemli nedenlerinden biri buydu. Babamla bile bu kadar rahat konuşamıyordum. Bunun bir sebebi onun büyükbabamdan çok daha soğuk davranması da olabilirdi tabii. 

"Emin misin?" diye sordu büyükbabam yüzümü inceleyerek. İsteğime saygı gösteriyordu ve fazla ısrarcı olacağını sanmıyordum. Başımı sallayarak emin olduğumu belirttim. "Pekâla o zaman." dedi ve kolumu bıraktı. 

"Teşekkürler." Eve doğru ilerlemeye devam ettim. Ayağımın altındaki toprağın soğukluğu içime işliyordu. Adımlarımı hafifçe hızlandırdım ve kapının önüne kadar vardım. Tam içeri gireceğim sırada aklıma bir şey geldi ve durup büyükbabama doğru döndüm. "Sana bağırdığım için özür dilerim." 

Büyükbabamın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Hem bana olan merhametini, hem de 'önemli değil' dediğini anlamam için yeterli bir ifadeydi bu. Ben de yapabildiğim kadar gülümsemeye çalıştım ve içeri girdim. 

Sürgülü cam kapıyı arkamdan kapatırken salonun sıcaklığı her yanımı ısıtmaya başladı. Ayaklarım kirli olduğu için paspasa sildim ve içeriye girdim. Moralim o kadar bozuktu ki hiçbir şey yapmak istemiyordum. Ne Barni'yle ne de Rose'la konuşmak istiyordum. Hatta Sonia'yla bile. 

Bu olayı yaşamayan birisi için belki çok saçma gelecekti ama vurulmuş olmak, bedeninde iki çirkin yaraya sahip olmak, bütün bunların üzerine bir de hafıza kaybı yaşamak çok ağırdı ve kaldıramıyordum. Bedenimdeki yaralar sanki bütün emeklerimin kaybolduğu, çalındığı hissi uyandırıyordu. Sanki her şey yolunda giderken aniden birileri çıkagelmişti ve bütün hayallerimi çalmıştı. Bu denli üzgün hissetmemin en önemli nedenlerinden biri de haksızlığa uğradığımı hissetmemdi. Yıllarca canımı dişime takarak çalıştıktan sonra birilerinin- aptal birilerinin çıkıp hayatımı mahvetmesini hazmedemiyordum. Bu kabul edilebilir gibi değildi. 

Salonda etrafıma bakınarak ilerlemeye başladım. Nereye gideceğime veya ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Salonun bir ucunda çatırdayarak yanan şömineyi fark ettim. Alevler çok hoş bir görüntü oluşturuyordu ve ortama sıcak bir hava katıyordu. Belki başka bir zaman buraya gelmiş olsam şöminenin karşısında oturup alevlerin dans edişini izleyebilirdim. Hatta bugüne kadar uygulamadığım bir gelenek de olsa kendime sıcak çikolata bile yapabilirdim. Ama şu anda bütün bunlar bana çok uzak görünüyordu. Artık hiçbir şeyden keyif alabileceğimi sanmıyordum. Büyük bir umutsuzluk içindeydim.

Öylece durup beklemek istemediğim için yürümeye devam ettim. Koridordan bazı takırtılar geliyordu. Anladığım kadarıyla biris mutfaktaydı ve bir şeyler hazırlıyordu. Belki susamıştım, belki de acıkmıştım; yürümeye devam ettim. Düşünmeden hareket ediyordum, böylesi daha kolaydı. Daha az acı veriyordu.

Mutfağa girdiğimde evin ne kadar eski olduğu bir kez daha gözüme çarptı. Tezgahın ve beyaz eşyaların renkleri sararmış ve solmuştu. Sanki yüz yıldır kullanılıyor gibiydiler. Mutfağın ortasında dolaşan bir kadın vardı. Benden daha kısa boyluydu ve otuzlu yaşlardaydı. Oradan oraya gidiyor, bir şeylerle uğraşıyordu. Yemek yaptığını tahmin ettim ve nedense izlemeye karar verdim. 
"Merhaba." diye mırıldandım. Bir hayalet gibi öylece beklersem korkabilirdi. 

Kadın bana doğru dönüp baktı ve gözleri fal taşı gibi açıldı. Hemen sonra "A- ama?" dedi tereddüt ve hayretler içinde. Neden şaşırdığını anlamam birkaç saniyemi aldı. 

"Uyandım." dedim başka ne diyeceğimi bilemeyerek. Kendimi çok yorgun hissediyordum ve gerçekten susamıştım. Ama suyu istemek de, tezgaha kadar gidip almak da bana çok yorucu bir eylemmiş gibi geliyordu. Yorgunluğuma teslim olup yanımda duran sandalyeye yavaşça oturdum. 

Kadın hâla şaşkınlığını atamamıştı. Bana öylece bakmaya devam ettiğini fark ettiğimde irademi toplamam için bir fırsatım oldu. "Bir bardak su verebilir misin?" diye sordum. Neyse ki bakışları normale döndü ve "Tabii." diyerek bir bardak su doldurdu. Sürahiyi ve bardağı ne ara aldı da bana uzattı fark etmedim. Belki dikkatim çok dağınıktı, belki de kadın gerçekten işini hızlı yapıyordu. Bardağı bana uzatırken bakışlarını yine üzerime odaklamıştı ve bu çok rahatsız edici bir histi. Belki hiç uyanmayacağımı düşünüyordu veya belki de öleceğimi düşünmüştü. 

Bardağı elinden aldım ve bir yudum içtim. Hiç iştahım yoktu ve daha fazla su içebileceğimi bile sanmıyordum. Aldığım küçük yudum sanki midemde soğuk bir buz topuna dönüşmüştü ve gitgide büyüyordu. Bardağı masanın üzerine koyup kenarından akan su damlasını izlemeye başladım. O kadar rahatlatıcıydı ki bunu akşama kadar yapabilirdim. Hiçbir şey düşünmeden durabilmek, hiçbir şey hissetmemek. 
"Aç mısın?" diye sordu kadın. Garip bir aksanı vardı ve beni tekrar gerçek dünyaya çekmesi hiç hoş bir durum değildi. Yüzüne baktığımda aksanını tanımadığımı fark ettim. Sonrasında farkına vardığım şey ise belki de içinde bulunduğum durumu özetler nitelikteydi: Hangi ülkede olduğumu bile bilmiyordum. 

Başımı olumsuz anlamda salladım. Yemek şu anda en son düşüneceğim şeydi. Israrcı olarak "Bir şeyler yemen gerekiyor." dedi. Canımı sıkmaya başlamıştı artık.

Kaşla göz arasında bir tas çorba doldurdu ve önüme koydu. Ne olduğunu bilmesem de sırf kokusu bile midemi bulandırmaya yetmişti. Yüzümü ekşiterek yemek tabağına baktım. Kızıl kahve tonlarında bir çorbaydı ve ne olduğunu bildiğimi sanmıyordum.
Aniden dışarıdan patlama sesleri duyuldu ve ikimiz de korkuyla yerimizde sıçradık. Sesler peş peşe devam ediyordu ve bunun silah sesi olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Silahlı bir çatışma yaşanıyor olmalıydı. İkimiz de şoka uğramıştık ve birbirimize bakıyorduk. Hemen sonra kadın olduğu yerde eğildi ve bana da "Eğil!" dedi korkuyla. Sandalyeden kalkıp masanın yanında yere çömeldiğimde büyükbabamın dışarıda olduğunu hatırladım. Hızla kalkmaya yeltendiğimde kadın kolumdan sıkıca tutup beni durdurdu. "Büyükbabam dışarıda." diye karşı çıktım ve kurtulmaya çalıştım. 

"Bir sürü koruması var, ona bir şey olmaz." Kadın beni teskin etmeye çalışıyordu ama bunun mümkün olacağını sanmıyordum. Her kurşun sesi içimdeki korkuyu daha da büyütüyordu. Buna rağmen olduğum yerde beklemeye karar verdim, eğer gerçekten dışarıda korumalar varsa ateş edenler belki de onlardı. Silah seslerinin nereden geldiğini anlamaya çalıştım. Evin elli metre uzağından bile gelmediklerine emindim. 

Ateş seslerini dikkatle dinlediğimde tabanca olduklarını fark ettim. Aradaki farkı tarif edemesem de tüfeğin sesinden açıkça ayırt edilebiliyordu. Kadının bunu fark edip etmediğini bilmiyordum. O kadar korkuyordu ki kolumu fazla sıktığının farkında bile değildi. 
Büyükbabam bahçeye açılan kapıdan hızla içeriye girdi. Yüzünden ne kadar endişeli ve korkuyor olduğu belliydi. Aklımdaki soruyu hızla dile getirdim: "Neler oluyor?" 

Büyükbabam sorumun arkasındaki niyeti anlamıştı. Çatışma olduğunun farkındaydım; asıl sorduğum şey benim için mi geldikleriydi. 
Büyükbabam başını olumsuz anlamda sallayarak "Pislikler kendi bana saldırmaya başladılar." dedi ve eliyle kalkmamızı işaret etti. Onun peşinden hızla mutfaktan çıktık ve koridorda ilerlemeye başladık. 

"Kimler?" diye sordum aceleyle. Onlara yetişmeye çalışırken kendimi fazla zorluyordum ve her adımımda canım yanıyordu. Büyükbabam soluk soluğaydı ve aklında binlerce soru dönüyor olmalıydı. Koridorun ucunda bir kapıdan geçtik ve küçük bir odaya çıktık. Bir çeşit depoya benziyordu. Hızlı birkaç adımla odanın diğer ucundaki kapıdan dışarıya çıktık. Silah seslerinin tam tersi yönde ilerliyorduk ve aramızdaki mesafe açılmıştı. Buna rağmen dışarı çıktığımızda silah seslerini daha net duymaya başlamıştık. Her atış sesi bana ölümü çağrıştırıyordu. 

Çam ağaçlarının arasına doğru hızla ilerlerken büyükbabamın kendi kendine konuştuğunu fark ettim. Neredeyse fısıldayarak konuşuyordu ama ne söylediğini anlayabiliyordum. "Bu hiç mantıklı değil. Deliye dönmüşler. Ne yapmış olabilirim ki?" 

Büyükbabama daha fazla soru sorma fırsatımız yoktu. Ağaçların arasında duran, üzeri kumaşla örtülmüş arabaya doğru hızlı adımlarla ilerliyorduk. Silah sesleri her ne kadar evin öteki ucundan geliyor olsa da hafifçe eğilmiş şekilde ilerliyorduk.

Aniden silah seslerinin kesildiğini fark ettik. Hepimiz sessizliği fark etmiştik ve olduğumuz yerde durduk. Çatışmanın sonucu bizim burada kalıp kalamayacağımızı belirleyecekti ve az önce belirlenmişti. Büyükbabam "Hadi." dedi ve hızla yürümeye devam ettik. Kazanan kişilerin büyükbabamı öldürmeye çalışanlar olması durumunda hayatta kalma şansımız azalırdı. Kaçmaya fırsat bile bulamadan öldürülürdük. 

Arabanın yanına varır varmaz büyükbabam örtüyü çekip attı ve anahtarları hangi cebine koyduğunu bulmaya çalıştı. O elleriyle ceplerini yoklarken ateş sesleri tekrar başladı. Bu sefer doğruca bize nişan alınmışlardı. Kurşunların ağaçlara, toprağa saplandığını duyduğumuzda hızla olduğumuz yerde eğildik. Büyükbabam anahtarı buldu ve düğmeye basarak aracı açtı. Arka kapıyı açarak arabaya bindim ve kapıyı hızla kapattım. Büyükbabam da kapısını açıp bindi. Bu sırada kadının arabanın arka tarafından dolandığını gördüm. Az önce kapıyı kapattığım için mi binememişti yoksa korkudan ne yaptığını bilmiyor muydu emin değildim. Bu sırada kurşunlardan bazısı arabanın gövdesine saplanmaya başladı ve olduğumuz yerde iyice eğildik. Büyükbabam anahtarı taktı ve motoru çalıştırdı. Kadın kapıya vardığında beklemeden binebilmesi için kapıya doğru hızla kaydım ve kapıyı açtım. Karnımın ne kadar sızladığı artık umrumda bile değildi. 

Kadın tam yanıma geldiği sırada başına bir kurşun saplandı ve kanı her yana sıçradı. Bakışları ve yüz ifadesi o anda dondu ve yarım saniye geçmeden yere yığıldı. Gördüğüm şey karşısında şoka uğramıştım. Sanki bütün organlarım içe doğru büzülmüştü. Belki çığlık atsam üzerimdeki etkisini biraz olsun azaltabilirdi ama şu anda duyduğum tek çığlık zihnimde yankılananlardı. Başım kendi içine sığamıyor gibiydi, o kadar yoğun bir baskı ve ağrı oluşmuştu ki öylece kalakalmıştım. Hiçbir şey düşünemiyordum. Kadının vurulduğu andaki görüntüsü zihnime kazınmıştı ve nefes almayı bile unutmuştum. 

Silah seslerini duymuyor, çevremi algılayamıyordum. Yalnızca kadının ölü bakışları ve başından süzülen kanlar zihnimi meşgul ediyordu. Aniden büyükbabam "Linda!" diye bağırdığında kendime geldim. Başımı çevirip büyükbabama baktığımda arabanın çoktan hareket etmeye başladığını gördüm. "Kapıyı kapat!" diye bağırdı büyükbabam. Araba dar bir patikada ilerliyordu ve hâla üzerimize kurşun yağıyordu. Kapı açık olduğu için sürekli sallanıyor ve sağa sola çarpıyordu. İç kısmına ve cama kan sıçramış kapıya doğru yanaştım ve kola uzandım. Araba tümsekli patikada sarsılarak ilerlediği için düşmemeye dikkat etmem gerekiyordu. Sonunda kolu tutmayı başardığımda büyük bir güçle çektim ve kapıyı kapattım. Büyükbabama doğru döndüğümde ateş sesleri kesilmiş olmasına rağmen hâla eğik şekilde durduğunu gördüm. Ben de mi eğilmeliydim yoksa böyle durmamda bir sakınca yok muydu; emin değildim. Yine de eğilmeye karar verdim. Öylece koltuğa doğru eğildim ve bekledim. Düşünmemek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Kadının görüntüsü aklımdan bir an olsun çıkmıyordu. Ansızın göğsümden taşan hıçkırıklara boğuldum. Eğer kapıyı arkamdan kapatmamış olsaydım kadının şu anda yaşıyor olacağını fark ettim. Hıçkıra hıçkıra ağlarken hem korkuyor, hem de pişmanlık duyuyordum. Büyükbabamın bir şey söylememesi onun da bunun farkında olduğunu gösteriyordu. Hıçkırıklarım daha da yükseldi ve karnımı parçalarcasına canımı yakmaya başladı. Belki de biraz acı çekmeye ihtiyacım vardı; yaptıklarımın bir cezası olarak.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


3   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.