"Nereden bildiğimi öğrenmek istediğini söyleyen bir yüz yapıyorsun."
Jennette hafifçe güldü ve bir kaşık dolusu şekeri çay bardağında karıştırdı.
"Bunun sebebi Ijekiel prenses hakkında konuştuğunda her zaman çok canlı oluyor. Yoksa bunu fark edemeyeceğimi mi düşündün?"
"Jennette."
"Şimdi bile. Eğer prenses hakkında düşünmüyorsan bu şekilde derin düşüncelerle dolu olmanın imkanı yok."
Jennette kafasını biraz yana eğdiğinde, saçları kaydı ve Jennette'in yüzünün bir tarafını kapattı. Yüzünde nasıl bir ifade olduğunu görmek benim için zordu.
"Artık gidelim."
Ama Ijekiel bir süre sadece Jennette'in yüzüne baktı, ve sonra çay bardağını masaya yerleştirdi.
"Bugün babamızın sana dışarıya çıkma izni verdiği özel bir gün, eğer görmek istediğin başka yerler varsa şimdi buradan gitmeliyiz. Buraya yakın bir yerde kurdele satan bir yer duydum."
Sonra Ijekiel ayağa kalktı. Jennette'e doğru yürüdü ve bir elini ona uzattı.
"Oraya gittiğimizde kurdeleleri benimle birlikte seç. Ekselanslarına olduğu için sıkıcı olmayacaktır."
Olamaz. Bize yaklaşıyorlar! Saçlarımla olabildiği kadar yüzümü kapattım. Şükürler olsun ki, ikisi de beni fark etmeden ilerlediler.
"Ahhh. Yakalanacağımı sanmıştım!"
"Ne kadar da sıkıcı bir konuşma yaptılar."
İkisi gittiğinde Lucas mırıldandı. İkisinin ayrıldığı girişe bir bakış attım. Ancak ilgimi kaybetmem uzun sürmedi.
"İşte siparişleriniz. Napolyonun bol çikolatalı fudgesi, doki-doki kalbinize daldırılmış-Fondü, mavi yumuşak gizli karamelli kek, Agasa çilekli pasta, Bulutlardan düşen Mont-blanc tatlısı, Şeker-şeker tatlı-ekşi parfe, çikolataya daldırılmış derin lezzetli kek ve çikolatalı içeceğiniz. "
Vayyyyyyyyyyy! Sonunda geldiler!
"Bu isimlerin sorunu ne. Ama, hey. Ne kadar şeker yığını sipariş ettin? Hepsini yiyebilecek misin?"
"Belli değil mi?"
Dedim ve gururla kendimi şişirdim.
Ve sana gelince. O içeceği mi sipariş ettin? Çikolatalı içeçek..... o neydi be?
Her neyse, Lucas , o aslında tatlı şeyleri biraz seviyor. Şimdi hatırladım da, o zamanlarda gizlice Lily'nin yaptığı çikolatalı atıştırmalıkları yiyordu!
Blackie'ye benziyor. Gördün mü, bu kadar fazla tatlıyı görünce gözlerin parıldamaya başladı!
Ustaca çatalı karşımdaki tatlıya doğru ilerlettim.
"Hadi yiyelim!"
Tatlıları bitirdikten ve karnımıza vurduktan fazla zaman geçmemişti.
"Şimdi nereye gitmeliyiz?"
"Bu kadar fazla şey yedikten sonra bile hala yemeye mi gideceksin?"
Hayır, şu an yeterli kadar yedim. Eğer bundan biraz daha yersem, büyük ihtimalle eve yuvarlanarak gideceğim çünkü şişko bir daire olacağım.
"Ah! Kuş mağazası! Oraya gidelim!"
Daha öncesinde gitmek istediğim kuş mağazasına gitmeye karar verdim.
"Acele et, Lucas!"
Lucas'ın yanından geçerek zıplamaya başladım. Lucas ise bana şaşırmış bir bakış ile bakıyordu.
Sarayda olduğumda nasıl ölü gibi gözüktüğümü ama dışarı çıkınca etrafta koşturmaya başladığımı gördüğü için şaşırmış gibi gözüyordu. Lucastan bir adım önce kuş mağazasına vardım.
"Vayy."
Farklı boylarda kuş kafesleri tavandan sarkıyordu, ve kafeslerin içinde farklı renklerde her türde kuş vardı. Çok güzeldi.
"Güzel."
Cik. Kuşların cıvıldamasını gürültülü bulmam gerekirken şaşırtıcı derecede rahat hissettiriyorlardı. Kuşların cıvıldaması kulağıma bir şarkı gibi geliyordu.
Kuşlara bakarken, etrafta yürüdüm, sonra ise kafeste mavi bir kuş gördüğümde olduğum yerde durdum.
"Bu bir Qing kuşu. İyi eğitildikleri takdirde haberci olarak bile iş yapabilirler."
Vay, acayip bir rengi olan bu kuştan gözlerimi alamamıştım. Kendiliğinden ayaklarım beyaz kafese yaklaştı.
"Siz.....ekselansları mısınız?"
Tam o anda arkamdan fısıldayan bir ses duydum. İnanılmaz bir şeye tanıklık ediyormuş gibi görünen tanıdık ses sayesinde olduğum yerde dondum.
Sonra tanıdık gelen sesi bir şeyi doğrulamak için tekrar duydum.
"Siz yoksa tanıdığım birisi misiniz?"
Ack! Arkamı dönerek kişiye bakmadan bile bu kişinin Ijekiel olduğunu anlamıştım!
Biraz kurdele alacaklarını söylememişler miydi? Yoksa çoktan aldılar mı? Ama bekle, sadece sırtıma bakarak ben olduğumu nasıl anladı?
"Ijekiel, orada ne yapıyorsun?"
Ack, şimdi de Jennette'i duydum. Hayır, daha da yaklaşma!
Eek! Uzağa kaçmayı seçiyorum.
"Bekle....!"
"Ijekiel?"
Hafif bir elbise ve kısa topuklu ayakkabılar giyiyor olmam tam bir mucize. Ijekiel ve Jennette'den kaçabildiğim kadar hızlıca kaçtım. Diğerinden daha farklı renklerde olan kuşların yanından aceleyle geçtim.
"Lütfen bir dakika bekle!"
Ahh, neden beni kovalıyorsun!
Arkamdan bana seslenen kişiyi görmezden gelip, bütün kuş kafeslerinden dikkatle geçtim. Sonra ise Lucas gözlerimin tam karşısında duruyordu.
"Lucas!"
Bu arada, ne yapıyorsun? Neden bir kuşla bakışma yarışması yapıyorsun?
"Ne var, neden bu kadar acelecisin? Kuşlara bakacağını sanmıştım."
Kırmızı tüylü kuştan gözlerini çekerken Lucas sordu.
"Ijekiel beni kovalıyor!"
Acele ile bağırdıktan sonra, Lucas önceden olduğum yere çevirdi bakışlarını. Sonra kaşlarının arasında bir kırışıklık oluştu ve 'tsk' sesi yaptı.
"Elimi tut."
Işınlanma büyüsü mü kullanacak?
Her neyse, Lucas'ın elini sıkıca tuttum.
"Ah!"
Ama neden vücudum havalanıyor?!
"Ackk annecim! Bu da-, ne lan bu! Ahh!"
Lucas ile olduğumuz yerden yükseliyorduk. Etrafımızdaki insanlar ve kuş mağazası görüşümden gittikte uzaklaşmaya başlıyordu. Korkuyla çığlık attığımda Lucas kaşlarını çattı.
"Aw, kulaklarım. Daha önce hiç uçmadın mı?" (Çn: Evet Lucas zaten ben canım sıkıldıkça kendimi balkondan atar uçarım canım.)
Tabii ki hiç uçmadım, seni p*ç! Hayatımda ne zaman uçtuğumu düşünüyorsun?! Alpheus malikanesine düştüğüm zamanda o uçmak sayılmaz! Pff. O günü düşündüğümde daha da korkutucu oluyor.
"B-beni burada bırakmayacaksın değil mi?"
"Neden yapayım."
Ama bu çocuğa asla güvenemezdim bu yüzden hayatımdaki bütün gücümle Lucas'a sıkıca yapıştım. Sonra Lucas sanki bunu komik buluyormuş gibi sırıttı, Ben korkmam ve sana yapışmam senin için çok mu komik? Öyle mi?
"Düşmeyeceksin. Yana doğru bir adım at."
N-nereye doğru adım atayım? Şu an adım atabileceğim hiçbir yer yok.
"Elini bırakacağım."
Dediğini yapmadığım zaman Lucas beni tehdit etti. Yani, eğer orada adım atabileceğim bir şey yok ki! Ühü. Şimdi de beni saçma sapan bir şey için tehdit ediyor. Ahh, peki! İyi! Yine de elimi bırakma! Wahhh!
Gözlerimi sıkıca kapattım ve Lucas'ın bana dediği gibi ileriye doğru bir adım attım. Ama bunu yapsam bile, orada ayağımla basabileceğim hiçbir şey........Boş versene. Al işte.
"Ha, bu da ne."
Aşağıya doğru baktım ve anında baktığıma pişman oldum.
Ahh, hiçbir şey yok!
Etrafıma bakarken, Lucas sanki merdivenlerden çıkıyormuş gibi yürürken bir kolumu çekiyordu. Lucas her adım attığında, sanki hız treni kullanıyormuşuz gibi yükseliyorduk.
"Senin sorunun ne. Korkutucu mu?"
"Tabii ki de!"
Lucas bana sanki komik bir şeye bakıyormuş gibi baktı. Bu biraz o şeyi anımsatıyor. Bilirsin. Ünlü Japon çizgi filminde, karakterin büyülenmiş kızla birlikte havada yürümesi sahnesi.
"Garip. Nasıl korkutucu olabilir."
Gururum! Gözlerimi sıkıca kapattım ve sanki bana söylenmiş gibi havaya doğru adım attım. Sonra vücudum havayla birlikte yukarıya doğru havalandı.
A-ama bir süre sonra biraz eğlenceli geldi.
"Her neyse, seni kovalayan veletten kurtuldum. Aferin bana, değil mi?"
Velet.
Lucas bana sanki övgüsünü bekliyormuş gibi baktı ve bu benim kahkaha atmamı sağladı.
Her ne kadar bunun iyi davranmak istesem de böyle bir şey yaptıktan sonra ne bekliyordun ki?
"Sadece bizi geri ışınlayabilirdin!"
"Ne? Yalnız yürümek için elini mi bırakmamı istiyorsun?"
"Hayır. Efendi Lucas'ın verdiği karar tanrılardan bir armağandı!"
Wahh! Evet, bir ş*refsiz sonsuza dek ş*refsizdir. O genç velet büyüse bile bir velet olacak. Ühü.
Her neyse, şimdi düşündüm de-, Lucas seni p*ç!
"Etek giyiyorum!"
"Ah, kolum!"
Lucas'ın kolunu çimdikledim.
***
"Artık eve gidelim."
Ah, bugün eğlenceliydi. Her ne kadar son kısım biraz fazla olsa da.
Saatin ibrelerinin beş ve altının arasında olduğunu gördüm eğer şimdi ayrılırsak en iyisi olur. Lucas çimdiklediğim kolunu hala acıyormuş gibi ovmaya devam ediyordu.
"Şimdi gerçekten ışınlanacağız, değil mi?"
İndiğimiz yer yemyeşil bir çimen tarlasıydı. Çimenler belimize kadar uzundu ve rüzgar yüzünden dans ediyorlardı.
Lucas'ın ışınlanacağını düşündüğüm için içgüdüsel olarak elini tuttum. Ama kaşları sanki sinirlenmiş gibi daha da çatıldı.
"Hey, neden birisinin elini bu kadar aceleyle tut...."
Daha önce de hissetmiştim ancak onun elini tuttuğumda çok rahatsız oluyor gibi gözüküyor.
"Ah, el tutuşmadan da ışınlanabiliyor musun?"
Eski zamanları düşündüğümde, buraya gelirken ve uzun zaman önce Alpheus malikanesine gittiğimde de el ele tutuşmadık.
Ha, iyi. O zaman elini bırakacağım. Çok kaba olduğun için, tutmayacağım. Sadece elini tuttuğum için kaşlarını çatman da...
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.