O anda tam elini bırakacak iken Lucas elimi sıkıca tuttu.
Bekle, sana dokunmamdan hoşlanmadığından değil miydi? Fikrini neyin değiştirdiğini bilmiyorum ancak nasıl bir anda ruh halin değişti. Hem de, bizi ışınlayacağını uyarman senin için çok nazikçe bir hareket ve gerçekten çok nadir!
Fiyuvv.
Lucas elini salladığında, yeşil çimlerin olduğu tarla odama doğru değişmeye başladı.
"Geldiniz mi?"
Ne! Ama aynı, bu ne. Odada tamamen bana benzeyen birisi vardı.
Aynaya baktığımda oluşan figürün aynısı şu an tam karşımda gülümseyerek, Lucas'ı karşıladı. Eek, şok oldum.
"Bir ikiz!"
"Ne diyorsun sen. Sana onun kukla olduğunu söylemiştim."
Ah, doğru.
Biraz utanç hissederek, kuklayı gösterdiğim kolumu indirdim. Hayır, bekle.
"Bu gerçekten bir kukla mı? Eğer bunun ikizim olduğunu söylersen bile inanabilirim."
"Hah. Bunun böyle olmasının sebebi benim becerilerimin inanılmaz olması. Fazla uğraşmasam bile böyle olacaktır."
Tüm bu zaman boyunca ayakta duran kuklayı dikkatle inceleyen beni görünce, Lucas kendisini övmeye başladı.
Kukla bu odadan çıkmadan önce giydiğim şık elbisenin aynısını giyiyordu. Saçlarının yarısı arkadan toplanmıştı ve inci aksesuarları bile üstündeydi. Dışarı çıkmadan önce ne ve nasıl giymiş olduğum her şey aynıydı.
Yüz yapısı aynaya baktığım zamanki beni hatırlatıyordu, ama ilk kez kendi 3D figürümü görmem, beni büyülemişti.
"Her yerine bak. Aynı senin gibi gözükecek."
"Gerçekten mi? Gerçekten hepsi aynı mı?"
"Tabii ki. Ben yaptım."
"Bu kadar sevimli miyim ben?"
"Tabi-..."
Tüm bu zaman boyunca kendini öven Lucas, sorumla duraksadı. Sonra benim tarafımdan neredeyse kandırılacağını fark ettiğinde ve bana bir bakış attı sanki anlamsızca görünüyormuş gibi.
H,hah. Bu sefer işe yarayacağını sanmıştım. Ne utanç ama.
"Heh. Düşündüğüm gibi,Efendi Lucas inanılmaz. Yani, tamamen gerçeğine benzeyen bir kukla yaptığını düşününce."
Kukla hala ayakta duruyordu, ben Lucas'ı överken bile hareket etmiyordu. Kukla gerçekten çok sakindi, değil mi. O benim aksime tam bir hanımefendiydi.
O sırada Lucas kaşlarını çatmadan önce kuklaya bakmak için döndü.
"Aynısı ama aynı zamanda farklı. Sevmedim."
Fiyuvv.
Eh, bu karar da ne şimdi?
Ama ben soramadan Lucas parmağını şaklatarak kuklanın bir iz bile bırakmadan kaybolmasını sağladı.
"Neden bunu yaptın, bakmayı bitirmemiştim."
"Tiksindiriciydi."
"Ne!"
Sen, biraz önce tamamen bana benzeyen kuklaya 'tiksindirici' mi dedin? Yoksa sadece bana saygısızlık mı yapmak istedin?
Öyle mi?
"Neden kızıyorsun? Sana küfür mü ettim?"
"Tamamen bana benzeyen kuklanın tiksindirici olduğunu söyledin!"
"Aynen, ne olmuş. O şey sana benzemiyordu."
Lucas'ın gerçekten çok garip birisi olduğunu biliyordum. Gücü hakkında böbürleniyor ve bir dakikadan az bir sürede birisine tamamen benzeyen bir kukla yapabiliyor. Ama şimdi de yaptığı bana benzeyen kuklanın, benden daha farklı olduğunu söylüyor.
Aynı anda, Lucas kıyafetlerimi odadan ayrılmadan önce giydiğim kıyafetlerle değiştirmek için parmaklarını bir kez daha şaklattı, sonra da yüzüne memnun bir gülümseme yerleştirdi.
"Biraz daha çirkin olsa da gerçek olan sahtesinden daha iyi."
Merhaba? Yine benimle dalga geçiyorsun, değil mi? Bunu yapmak yüzünde bir gülümseme oluşturuyor değil mi? Hmm?
"Hizmetçin her an gelebilir. Gidiyorum."
"Bilirsin, seni durdurmayacağım! Kal ya da git! Umrumda değil!"
Benim sinir olup olmadığımı umursamadan Lucas yüzündeki memnun gülümseme ile gitti.
"Prenses, içeri geliyorum."
Aynı Lucas'ın söylediği gibi, ben sinirle burnumdan solurken Lily odamın kapısını tıklattı.
"Amanın. Şimdi ayaktasınız. Derslerinize çok odaklandığınız için öncesinde hiçbir şey söylemeden odanızdan çıkmıştım. "
"Ö-öyle mi?"
"Evet. Neredeyse ziyafetinizin saati geldi. Şimdiden hazırlanmaya başlamalısınız."
"Evet, hazırlanmalıyım."
Elimden geldiği kadar sakin gözükmeye çalışırken, Lily'e gülümsedim.
Claude ile birlikte olan ziyafetime geç kalmamış olmam bir mucizeydi. Bunu düşününce, rahatladım ve gizlice elimi göğsüme koyup derin bir nefes aldım.
Hmm? Bu garip. Odanın dışarısı biraz fazla gürültülü, değil mi?
Tak tak!
"Prenses, içeri girebilir miyim?"
O anda Hanna kapıyı tıklattı.
"Girebilirsin."
Ona izin verdikten sonra Hanna anında odama daldı. Yüzü utandığı için biraz kırmızıydı.
Oh ho. Bu yüz birisinin bana bir şey söylemek için öldüğünü söylüyor. Ces de Hanna ile birlikte odaya gelip sanki Hanna'nın yapacağı şeyi durduramayacağını söylercesine bana kafasını sallıyordu. Ama bu beni Hanna'nın söyleyeceği şey için daha da meraklandırdı.
"Hanna, dışarıda herhangi bir şey mi oldu?"
"Evet, prenses bile bunu durduğunda çok şaşıracak."
Merakla sordum. Hanna'nın ağzından çıkan ani cevapla şaşırmıştım.
"Birkaç yüz yıldır gözükmeyen kara kulenin büyücüsü tam şu anda majestelerini selamlayacağını söyledi!"
***
"Tanrım! Göl buradan çok güzel gözüküyor!"
Göle bakarken etkilenmiş leydileri izliyordum.
Evet, o yönden bakarsanız çok güzel. Bende onun çok güzel olduğunu sanmıştım. Ha. Kim bilebilirdi ki içinde bir su canavarının yaşadığını? Hiçbir şeyi sadece üzerine bakarak yargılayamazsın. Altında öyle iğrenç bir yaratığın olması!
"Prenses'in gözleri gibi."
Kafamın içinde gölle ilgili yakınırken bir leydinin mırıldanmasıyla korktum.
"Tabii ki, hiçbir şey kraliyet ailesine tanrı tarafından verilen mücevher gözlerle karşılaştırılamaz. Dürüst olmam gerekirse, ilk kez debutante balosunda gördüğümde gözlerimi o parlaklıktan alamamıştım."
"Haklısın!"
Ah, yani bir iltifattı. Kaba bir düşünce olduğunu sanmıştım. O kıza iltifat etmek için ağzımı açtım.
"Leydi Corineth'in gözleri de çok güzel. Yeşilin çok güzel ve canlandırıcı bir tonu aynı yeni büyüyen saf yapraklar gibi."
Benim mücevher gözlerime iltifat eden leydi, utanarak 'amanın' diye fısıldadı.
Haha. Ne kadar da sevimli bir tepki. Her zaman Ijekiel'in hayranı olarak enerjik tarafını gördüğüm için bu biraz daha farklı. Daha önce hiç utandığını görmemiştim.
"İnanılmaz. Yaşadığınız yerde bu şekilde teknelere binebilmeniz."
Bu kadar şaşırmalarını anlayabilirim çünkü ben de hizmetçilerin bana saray topraklarında tekneye binebileceğimizi söylediklerinde şaşırmıştım.
"Suyun yüzeyindeki manzara harika."
Su canavarının mağduru olduğum için yüzümü o yöne döndürmek bile istemedim. Ama o kazadan sonra Claude'un bütün su canavarlarını küllerine kadar kuruttuğu haberini duydum.
Yani benim için iyi bir şey ama.... Neden bu kadar garip hissediyorum? O gün gereksiz yere yaygara kopardığım için bütün su canavarlarını tek seferde yok mu etti?
Ühü. Bu olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Claude'un o şekilde, ilk kez panik yaptığını görmüş olsam da.
Her neyse, ondan sonra leydilerle birlikte rahatça tekne zamanı yapabiliyordum.
"Hepiniz binerken dikkatli olun."
Hmm. Sizlere bunu önerdiğim ve kraliyet sarayının teknelerine binmede deneyimim olduğu için büyük ihtimalle ilk önce benim binmem daha doğru olur.
Tekne büyüsü sayesinde birisi binerken fazla sallanmıyordu. Tek kelimeyle, güvenliydi. İşte bu yüzden binerken başkasının yardımına ihtiyacın olmuyordu.
Yine de, prenseslik onurum vardı bu yüzden tutunmak için Felix'in elini aldım.
Hiya. Tüy gibi hafif adımlarla tekneye zıpladım.
Hmm? Ama sonra kimse olduğu yerden hareket etmedi.
Neden bir heykel gibi ayakta duruyorlar? Emin olmak için birbirlerine bakıyorlar gibi gözüküyor. Belki de ilk kez tekne yolculuğuna çıkacakları için korkuyor olabilirler mi?
Şövalyelere leydilere yardımcı olmalarını söyledim. Ve bu onların bizden bekledikleri şeydi. Ah. Su canavarı hakkında bir şey duydukları için değil, değil mi?
"Korkmayın ve atlayın. Elinizi tutacağım."
Şaşkınlıkla onları izledim, sonra elimi aralarından birisine uzattım ve gülümsedim.
Ama bu hiçbir şeyi çözmedi. Tam tersine, gözlerinde arzu ateşleri ile birbirleriyle daha hızlı bir şekilde bakışmaya başladılar.
N-Ne oluyor? Siz kızlar şu an birbirinize ölümcül bakışlar atarak dik dik bakıyorsunuz? Bekle, sadece tekneye binmeyecek miydik?
O sırada, inanılmaz bir şey oldu.
"Ben prensesle aynı tekneye bineceğim!"
"Hayır, ben bineceğim!"
"Siz kızlar ne hakkında konuşuyorsunuz? Prenses biraz önce benimle konuştu."
"Ah, kıyafetlerimi çekiştirmeyi bırak! Bu hile oluyor!"
Birbirlerinin kıyafetlerini çekiştirmeye başladılar bu yüzden de bindiğim tekneye kimse binemedi.
Telaşlanmıştım. Onlar yoksa benimle aynı tekneye binmek için mi kavga ediyorlar?
Bunun yüzünden gülümsemeli ve mutlu mu olmalıydım bilmiyordum. Ühü. Benden nefret etmek yerine bu şekilde olduğu için çok minnettar olmalıyım.
Ühü ühü. Bu yalnız kurt kardeşler hakkında konuşmak ve Lily'nin özel çikolatalı tatlılarını paylaşmaktan daha kötü.
"Şimdi gidebilir miyiz?"
Eh?
Olduğum yerin tam karşısından gelen sesle şaşırmıştım. Ve bu diğer leydiler için de geçerliydi.
"Bu yer dolu yani siz kızlar diğer tekneleri kullanacaksınız."
Jennette benim olduğum teknenin diğer tarafında elinde güneş şemsiyesiyle bana gülümsüyordu. Bir dakika önce orada kimsenin olmadığına kesinlikle emindim.
V-vay. Jennette'in böyle bir yeteneğinin olduğunu bilmiyordum. Aralarında küçük bir savaş yaşayan leydilerin arasından sorunsuzca kaçındı, ve kimse fark etmeden tekneye bindi.
"Prenses, ilk önce oturun lütfen."
Jennette gülümsedi ve ondan önce oturmamı teklif etti.
"L-Leydi Margarita. Ne zaman-?"
"Ah, bu haksızlık! O yer benimdi!"
"Bekle, Leydi Margarita'nın bir saniye önce arkamızda olduğundan emindim."
Onların şaşkınlıklarını buradan hissedebiliyordum. Ayrıca bende çok şaşırdım, ama Jennette'i bu kadar rahat bir şekilde tam karşımda görmem, beni neredeyse güldürecekti. Demek istediğim, biraz komik değil mi?
"Bu tekne dolu olduğu için hiçbir şey yapamayız. Lütfen dikkatlice arkamızdaki diğer teknelere binin. "
Leydilere gülümsedim ve diğer teknelere binmelerini sağladım. Biraz çökmüş gibi gözüküyorlardı ancak Jennette tam karşımda yeri kapmışken yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Ben oturduktan sonra Jennette de oturdu ve tekne suya hareket etmeye başladı. Şaşkın leydilerin hepsi kıyıda duruyorlardı, görüşümden kaybolduklarında ağzımdan çıkan kıkırdamayı durduramadım.
"Leydi Margarita, bunu daha öncesinde bilmiyordum ancak hızlı hareket ediyorsunuz."
"Bunu genelde çok duyarım."
Jennette benimle birlikte gülümsedi.
Birkaç ay önce imkansız olduğunu düşünsem bile onunla birlikte olmak bir şekilde eğlenceliydi. Bu yoksa çay partilerinde ona karşı biraz açıldığım için mi?
Onunla bu şekilde yüz yüze olduğumda kendimi ona karşı yakın hissediyor olmam garipti.
"Aynı prensesin de söylediği gibi güzel bir manzara."
Etrafımızdaki alana bakarken hayret etmiş gibi gözüküyordu.
Jennette'in gözleri bu göldeki sudan bile daha koyu maviydi. Birden, Alpheus malikanesini ziyaret ettiğimde gördüğüm mücevher gözlerini hatırladım. Her dışarı çıktığında gözlerini saklamak zor oluyor olmalı. Alpheus ailesi için çalışan büyücü büyük ihtimalle onun dışarı çıkmasına yardımcı oluyordur,değil mi?
Ah. Ona çok uzun süre bakmış olmalıyım ki. Etrafa bakınan Jennette, benim bakışımı fark etmiş olmalı ki, yüzünü bana çevirdi.
Sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümsedim. Ühü, ustası olduğum gülümseme her zaman otomatik olarak yüzümde oluşuyor.
"Prenses'in gözleri aynı göl gibi koyu turkuaz renginde."
"Öyle mi?"
"Evet. Şu an benimkilere biraz benziyorlar."
Jennette'in sözleriyle titredim. Jennette ise hala bana güzelce gülümsüyordu. Gözlerinde görebildiğim samimiyetle kalbim titredi.
"O debutante gününde majesteleri ve prensesin ikisini de kendim gördüm."
Eğer ben hiçbir şey bilmeyen gerçek Athanasia olsaydım, o zaman muhtemelen arkadaşlığımızın samimiyetini yanlış anlayabilirdim.
"Size baktığım her süre boyunca ikiniz de çok mutlu ve aile gibi gözüküyordunuz."
Ancak, Jennette bunları söylüyor çünkü çoktan beni kız kardeşi olarak görüyor. Bu sahne en başından beli belliydi, ama onunla bu şekilde yüzleştiğimde kalbim titremeye başladı.
Güneş şemsiyemi ayarlarken, gözlerimi açtım.
"Benim için de, Jennette'in Alpheus ailesiyle güzel zaman geçirdiğini görmek güzeldi."
"Evet. Bana göre bir aile gibiler."
Jennette cümleme sadece utanarak gülümsedi.
Bir şey söyleyecektim ancak söylememeye karar verdim. Çünkü hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmama rağmen çoktan her şeyi biliyorken, onu bu şekilde yoklarken suçluluk duygusu hissediyorum.
Saçma bir duyguyla karşımdaki kıza bakmaya devam ettim.
Yumuşak açık kestane rengi saçları dantelli güneş şemsiyesinin altında parlak güneş ışığıyla birlikte dalgalandı. Canlı gözleri tek bir tereddüt bile etmeden benimkilere bakıyordu.
Açık pembe bir elbise giyen Jennette aşırı derecede sevimli ve saf bir genç kız gibi gözüküyordu. Şey, nasıl olsa on dört yaşında.
"Ah. Nasıl bu kadar güzel olabilir."
Kitaptaki sevimli prenses, Jennette, sanki bir şey hakkında hayal ediyormuş gibi mücevhere benzeyen gözleri parlayan gölün suyuna bakarken nazikçe fısıldadı.
"Bence hayatımda hiç bu kadar mutlu olmamıştım, prenses."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.