Odamın her tarafına saçılmış hediyelere bakıyorduk.
Hanna'nın yüksek haykırışından sonra, Lily gözlerini bizim olduğumuz tarafa doğru çevirdi. Hanna bana seslenmeden önce hediyeyi çok sevmiştim.
"Amanın. Ne kadar da güzel bir kuş."
Kumaşın altında, beyaz bir kafes vardı. Çok detaylı bir hüner sergilenmişti ve kendi başına çok sevimli gözüküyordu, ama ben ise içindeki mavi tüylü kuş tarafından büyülenmiştim.
Kuş sanki bizim ona baktığımızı hissetmiş gibi kanatlarını açtı.
A-ama bana mı öyle geliyor? Yoksa bu kuş çok mu tanıdık? Sevimli sarı gagasıyla, yuvarlak siyah gözleriyle ve süslü kuyruk tüyleriyle.
Bu gerçekten Lucas ile birlikte saraydan ayrıldıktan sonra gördüğüm kuşa çok benziyor. Ama sadece benziyor, değil mi?
"Kimden geldiğini öğrendiğinizde daha da şaşıracaksınız!"
Hanna umutla kartı bana uzattı. Rahatsız hissederek kartı kabul ettim. Ve pahalı gözüken altın zarfı açtığımda, içinde....
[Kısa görüşmemizi özlediğimi belirtmek için bunu size yolluyorum. -Ijekiel Alpheus]
AHHH!
Okuduğumda içten çığlık attım.
"Dük Alpheus'tan! Bu hediye sizi debutante balosunda gördüğünde size aşık olduğunun kanıtı olabilir!"
Hanna benim nasıkll hissettiğimi bilmeden, mutluca boşboğazlık yapıyordu.
Hayır! Bu o anlama gelmiyor!
Görünüşe göre Ijekiel o gün kuş mağazasında gördüğü kişinin ben olduğundan kesin emin. Sadece arkamı görmüş olmasına, rağmen nasıl bilebilir? Ve her zaman giydiğimden daha farklı bir elbise giyiyordum.
Bu kuş 'Ne yaptığını biliyorum!' kuşu mu?
"Hanna, Prenses'in karşısında kelimelerine dikkat et."
"Ama bu doğru. Dük Alpheus'un bizim sevimli ve zarif Prenses'imizde düşmemesinin imkanı yok!"
"Şey, bu doğru."
Lily'nin katılımıyla Hanna gururlu bir yüz yaptı. Bu arada ilk kez Lily'nin gururlu anne gülümsemesini görüyorum! Yüz ifadesi sanki tamamen büyümüş kızlarına gururla bakan bir anneninki gibiydi. Geçen gün saraydan kaçamak yaptığım için suçluluk duygusu hissettim.
"Ahem. Uh, Dük Alpheus'un bana hediye gönderdiğini sır olarak saklarsanız çok memnun olurum."
"Eğer Prenses isterse."
Lily hazırmış gibi gülümseyerek karşılık verdi, ama Hanna'nın yüzünde endişe oluşmaya başladı. Lily ve ben şüpheyle birlikte ona baktığımızda, hızlıca konuşmaya başladı.
"Asla kimseye söylemem,Prenses. Um...ama aslında, kuş kafesini taşırken yanlışlıkla kartını düşürmüştüm ve oradan geçen birkaç hizmetçi görmüş olabilir..... "
L-lanet olsun. Bu demek oluyor ki diğer hizmetçiler Ijekiel'in bana hediye gönderdiğini biliyor.
"Hanna, Prenses'e gönderilen bir şey için nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirsin!"
"Üzgünüm."
"Artık bundan sorumlu olan kişiyi değiştireceğim."
Lily Hanna'yı azarladı, ama artık çok geçti. Ugh, Saray'daki bütün hizmetçilerin bilmesi uzun sürmeyecektir.
Ama aslında burada bu söylentiyi duymasından endişe ettiğim başkası var.
"Alpheus veleti sana bir hediye mi gönderdi?"
İçtiğim suyu neredeyse tükürüyordum.
Yüzüne baktığımda, söylentileri duyduğu kesin olarak belliydi.
Claude içtiği çay bardağını yerine koydu ve ağzının köşesini duygusuz bir şekilde kaldırdı.
"Hala kulaklarının arkası ıslak olan veletin küstahlıkta sınırı yok. Atlanta'dan sadece kötü şeyler öğrenmiş gibi görünüyor."
S-sen kesinlikle gülümsüyorsun, ama neden bu kadar korkutucusun? Güneşin geldiği bir bahçede mi yoksa donmuş bir eskimo da mıyız, söyleyemem. Neden Ijekiel'den hediye almamdan o kadar nefret ediyor?
Korkarak Claude'a gülümsedim.
"Um. Ama diğer beyler ve leydilerin bana yolladıkları hediyelerden bir farkı yok."
Eğer onu kütüphanemde gördüğümü ya da Saray'ın dışında tesadüfen gördüğümü öğrenseydi, neler olacağını söylemeye gerek yok. B-ben bunu mezarıma kadar götüreceğim.
"Aynı o adi herif gibi, yerini bilmiyor."
Ama Claude onu eleştirmeye devam etti.
"Kesinlikle debutante balosunda onunla dans ettiğin için kendisini avutuyor. "
Öhöm öhöm.
Bunun bununla ne ilgisi var şimdi? Çoktan yarım yıl geçmedi mi? Ve sanki sadece onunla dans etmişim gibi söylüyorsun!
Şimdi geçmişi düşündüm de, tüm dans boyunca kesinlikle Ijekiel'e ölümcül bakışlar atıyordu. Yani bu demek oluyor ki o aileden nefret ediyorsun!
"Kişisel kütüphanende bulunduktan sonra bunun bir hata olduğunu iddia etti. Bence o cesur bir aptal."
"Heuk!"
Şaşkınlıkla, gözlerimi genişlettim.
N-Nasıl biliyor onu? Gardiyanların belaya girmek istemedikleri için bu olayı sakladıklarını düşünmüştüm.
O zaman, gardiyanların tamamen değişmesinin sebebi buydu...!
Claude'un gözleri o kadar soğuktu ki olduğum yerde donup kalmıştım. Bu durum gerçekten çok tehlikeli gibi gözüküyor, ama sadece zihnimde, değil mi?
"Prenses Leydi Diana'ya benziyor bu yüzden çiçek gibi açan güzelliği ile ilgili yapabileceğimiz hiçbir şey yok."
Ve Felix bir kez daha, hiçbir şeye yardımcı olmadı.
"Beyler, Prenses daha fazla etkinlikte ortaya çıktığında kapıyı çalıyor olacak."
Sanki Claude'a bunun bu sıralarda çok fazla olacağını ve ona alışmaya çalışması gerektiğini söylermiş gibi gözüküyordu.
Felix bana öncesinde Lily'nin yaptığı gibi, kızına bakan bir baba gibi gururla bakıyordu.
A-Ama bu doğru yok değil! Uzaklara kaç, Felix!
"Prenses kendisine güzel bir eş bulacak ve sonunda Majesteleri'nin yanından ayrılacak. Her ne kadar prens eşi sarayın içinde yaşasa bile, o zaman ikinizin birlikte geçirdiği zaman azalacak."
Felix her geçen saniyede hayatını kısaltan kelimelerle birlikte devam etti. Claude'un ona korkunç bakışlarını fark etmedi.
"Ah, bu ebeveynlerin kaderi olmalı. Şimdiden o zaman geldiğinde Majesteleri'ni nasıl teselli etmem gerektiği hakkında endişeliyim... "
"Ve görüşümden defol. Hayır, şimdiden itibaren çay zamanlarında karşıma çıkma bile."
"M-Majesteleri."
"Ne yapıyorsun? Git."
Felix yüzünde neyi yanlış yaptığını bilmeyen şaşırmış bir yüzle uzaklaştı.
Ahhhhhhh, o zaman şimdi benim Claude'la ilgilenmem lazım!
Ama Felix yine de yardımcı olamadı.
Claude'a kaçamak bir bakış attım ve çökmüş bir sesle konuştum.
"Evlilik gibi şeyleri yapmak zorunda mıyım? İstemiyorum."
Felix'in dediği şeylere üzgün gibi davranmak çok zordu. Ama biraz deneyelim.
"Prenses'in eşi gibi, öyle şeylere ihtiyacım yok. Seninle birlikte olduğumda yaptığım şeyleri seviyorum, ama evlenmek zorunda mıyım? "
Ve o sırada gizlice bir kez daha baktım, Claude'un dediklerimi sessizce dinlediğini ve sonra çay bardağını masaya koyduğunu gördüm.
"Yani, evlenmek zorunda olduğunu söyleyen bir yasa yok."
Evet. Yemi yuttu!
Heyecanla dediği şeye katıldım.
"O zaman evlenmek istemiyorum. Bir büyükanne olsam bile seninle birlikte olacağım."
Ve kıkırdadığımda, etrafımızdaki atmosfer biraz sıcaklaştı.
"Şu an bunu söylesen bile, öfke nöbeti geçirip gelecekte evlenmek istediğini söyleyebilirsin."
"Hayır, bunun imkanı yok. Gelecekte bile, en çok sevdiğim insan Babam olacak."
Sıcak ilkbahar meltemi bir yerden esmeye başladı. Bugün ilk kez Claude'un sıcak gözlerini gördüm.
"Utanç verici şeyler ile ilgili gevezelik etmekte başarılısın."
Bunun için fazla iyiymişsin gibi davranıyorsun, ama aslında seviyorsun, değil mi?
Ama bunun hakkında düşünmek birazcık garip. Hayır... aslında neden erkeklerin çay partime bir milimetre bile yaklaşmasına izin vermiyor...bu...
"Eğer Alpheus veleti seni rahatsız etmeye başlarsa, bana söyle. Bir daha asla seni sinirlendirmemesini sağladığımdan emin olacağım."
S-Sanki bu sözlerden sonra Ijekiel hakkında konuşurum da!
"Aynısı diğer erkekler için de geçerli. Bu zamanlarda bir çok garip genç beyler var, bu yüzden dikkatli ol. "
"Ahaha."
"Cevap ver bana."
"Tamam."
Bam, bundan sonra, bana hediye yollayan sonraki kişi uzak bir yerlerden olacak. Daha önce duymuş muydunuz? Styx Gölü deniliyor.
Yeniden huzurla birlikte, Claude'un sakince çayını içmesini izlerken, çatalımı önümdeki tatlıya doğru kaldırdım. Bugün, hepinizi yiyeceğim.
"Baba, gerçekten Anneme o kadar çok benziyor muyum?"
Biraz önce Felix'in dedikleri yüzünden aklıma takılmıştı. Claude'un karşısında Diana hakkında konuşmak kesinlikte yasaktı, ve onun hakkında konuşmamak için hep dikkat ediyordum.
Ancak, artık bunun sorun olmayacağını düşünüyorum. Sadece benim umutlu düşüncelerim olabilir, fakat Claude'un artık beni öldüreceğini düşünmüyorum. Ne kadar büyük bir hata yapsam da, iyi olacak.
"Neden bana soruyorsun?"
Claude çay bardağını geri koyduğunda, yüksek bir ses çıkardı.
Ama düşündüğüm gibi, beni cezalandırmadı veya azarlamadı.
"Bilmiyorum. Uzun süre oldu o yüzden o ölü insanın yüzünü unuttum."
Bunu söyledikten sonra, kafasını parlayan bahçeye doğru çevirdi. Yeşil çimen rüzgarı takip ederek yan yana sürüklendi. Claude'un altın saçları aynı Güneş ışığı gibi rüzgarla birlikte dağınıklaştı.
Claude'un ilgisiz yüzüne bakarak sadece güldüm.
"Baba bir dileğim var."
Ama dün akşam rüyamda gördüğüm peri abla aşırı derecede güzeldi.
"Bu sadece senin yapabileceğin bir şey."
Nasılsa, orada asla paylaşmak istemediğin sırların olduğunu biliyorum, bu yüzden bilmiyormuş gibi davranacağım.
"Bu benim erken doğum günü hediyem olabilir. Benim için yapacak mısın?"
Yeşil çimenleri yansıtan gözlerinde kendimi gördüğümde, yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu.
***
"Yani. Bu söylentilerdeki kuş beyinli olmalı."
İşte burada kötü ruh halinde olan bir başkası vardı.
"Kuş beyinli ile ne demek istiyorsun!"
O gece yatak odama gelen Lucas'a kaşlarımı çatarak bağırdım. Bu güzel kuşa söyleyebileceğin tek şey bu mu? Demek istediğim, bu çok tedirgin edici çünkü bu o gün beni gördüğü anlamına gelen Ijekiel'den geldi, ama kuş her hangi kötü bir şey yapmadı.
"Tsk. Sadece mavi bir kuş. En azından kullanılabilecek bir şahin olsaydı."
Lucas dilini şaklattı ve kuş kafesinin önünde yere çömeldi. Bu çocuk çok duygusuz. Bu sevimli kuşa bakarken nasıl böyle bir şeyi söyleyebilir?
"Eğer iyi eğitilirse bir haberci olabilir!"
"Haberci kuşmuş, kıçım. Eğer bir etobur hayvanla karşılaşırsa anında yenilecekmiş gibi gözüküyor."
Heuk, benim kuşuma böyle şeyler söyleme! Küçük hayvanlar değerlidir!
Lucas her zamanki gibi kabaydı. Ama bugün onu azarlamak yerine, sadece surat astım ve konuştum.
"Yani gerçekten bugün gidiyor musun?"
"Neden, gitmemeli miyim?"
Lucas dönüp bana baktı. Sarayı terk ettiğimizde giydiği kıyafetlere benzer bir kıyafet giyiyordu.
"Hayır, şimdi uyuyacağım yani artık git."
Nasılsa eğer ona gitme desem kalacak değil ya.
Umursamazca cevap verdim çünkü biraz kızgındım. Şu an gitmesini istemiyorum. Ama Lucas, aynı söylediği gibi, yüzyılın sihirbazı olmak için ne dersem diyeyim gidecekti.
"Dünya Ağacını bulmak uzun sürecek mi?"
Öğrendim ki, her beş yüz yılda bir meyve üretiyormuş. Ve meyvelerin saflığı o kadar fazlaydı ki, ihtiyacın olan tüm büyü gücünü telafi edebilirdi.
"Şey, yaklaşık konumunu biliyorum yani bulabilirim. "
Belki de büyü gücünü Blackie'yi yemekle tehdit etmesindense, başka bir şeyle doldurması iyidir.
Bunu ilk kez duyduğumda sadece bir kurgu olduğunu düşünmüştüm, ama şimdi düşündüm de büyülü su canavarları varsa, neden o olmasın ki?
"O zaman neden daha önce gitmeliydin, neden şimdi ayrılıyorsun? Ya eğer bütün meyveler düştüyse? "
Beş yıl ya da elli yıl değildi, tam beş yüz yıldı, ve bu kadar geç kalarak büyük bir risk alıyordu! Geri döndüğünde Blackie'yi hedef almaz, değil mi?
Ama Lucas bir süre garip bir bakışla bana baktı. Ne? Neden bana bakıyorsun? Blackie hakkındaki düşüncelerimi okumuyordu, değil mi? Uzağa bakıp konuştuğunda, söyledikleri yüzünden garip hissettim.
"Neden gitmedim bilmiyorum. Fazla zamanım yok gibi bu yüzden daha erken ayrılmalıydım."
Neden bu kadar çabuk bana katıldı?
"Yani, geç kalsam bile, eminim ki yiyecek bir şeyler bulacağımdır."
Büyü eksikliğinden ne kadar sinirli olduğunu biliyordum, bu yüzden bulamadıysa hayal kırıklığına uğrayacağı konusunda endişeliydim. Yine de bir şeyler yiyecebileceğini söylemiş olsa bile.
"İyi olacak. Zaten yerini bildiğini söyledin değil mi? Eğer oraya ışınlanırsan, geç kalmazsın."
Her ne kadar Dünya Ağacının topraklarında büyü kullanmanın zor olduğunu söylemiş olsa bile.
"Birçok insanın ölse bile oraya gidemediğini söyledin. Yani kimse meyveleri almayacaktır. Hızlıca geri dön."
Ama ona alışmıştım, bu yüzden ayrıldığı için üzgündüm. O gittiğinde rahatlayacağımı düşünmüştüm.
"Anladım. Artık gitmem gerekiyor."
Lucas dediklerimi duyduktan sonra sırıttı ve elini bana doğru uzattı. Alnımda sıcaklık hissettiğimde, fark ettim ki Lucas ayrılmadan önce son kez büyümü düzeltiyordu. Ha, bazı bölgelerde hala çok ayrıntılıydı...
"Eğer orada işe yaramaz büyü yığıntıları varsa, geri döndüğümde Blackie'yi yiyeceğim."
Ne?
"Bu yüzden eğer mümkünse, Blackie ile oynama ve kuş beyinliyle oyna. Ondan kurtulmamamın tek sebebi bu."
Bekle, neden Blackie'yi tehdit ediyor? Ve ne zaman kuşumla ne yapmama karar verdi?
"Sen..."
"Gidiyorum."
Ama sözümü bitiremeden, Lucas kayboldu.
"Huh."
Bu çocuk, ayrılmadan önce cümlemi bitirmeme bile izin vermedi!
Neşesiz bir şekilde elimi Lucas'ın olduğu yerde salladım. Parmağının dokunduğum alnım soğuktu.
Dünya Ağacını bulmanın uzun süreceğini söylediği için onu bir süre göremeyecek miydim?
Her şeyin onun istediği gibi gitmesini umdum. Galiba bu şimdilik bir elvedaydı.
Böyle düşünceleri düşünürken, o gece uykum kolayca gelmedi.
***
Lucas gideli çoktan iki hafta olmuştu. Lucas'ın boş yeri düşündüğümden daha büyüktü. Penceremden bir ses duyduğumda, onun Lucas olduğunu sanıyorum.
"Görünüşe göre o gittiği için yalnız hissediyorsunuz."
"Şey, deneyi için gerekli olan bütün malzemeleri topladıktan sonra hemen geri dönecek."
Birçok insan Lucas'ın büyüsel araştırması için gittiğini düşünüyor. Kendisi için güzel bir bahane uydurduğunu düşünerek dilimi şaklattım. Huh. Bunun yerine insanların anılarını değiştirmeye karar vermediği için mutlu olmalı mıyım? (Çn: Sen onu azarlamıştın ondan kesin yapmıyor.)
"Ama bende sizin arkadaşınızım, ve sizinle birlikte buradayım, değil mi? Bakın, sizinle birlikte çalışmak için kitaplar aldım. Hadi içeri geçelim."
Göstermeye çalışmıyordum, ama Felix ve Lily benim yalnız olduğumu fark ettiler ve beni neşelendirmeye çalışıyorlardı. Ve Felix ders çalışma arzusuyla yanıp tutuşuyordu ve beni çalışma odama götürmeye çalışıyordu. Ühü ühü. Ama şu an çalışmak istemiyorum.
Barkk!
O sırada, altın gözlü yumuşak kürk topu görüşüme girdi.
"Blackie yemeğini bitirdi mi?"
Sanki bir bebekmiş gibi Blackie'yle konuştum.
"Felix, sonra içeri girmek istiyorum."
"Bugün, de mi?"
Lucas onun yerine kuşla oynamamı söylemişti, ama onu dışarı çıkartamam çünkü kaçabilir. İsmini Bluie koyduğum kuş sevimli, ama bir süre sonra sıkıcılaşıyordu. Bu yüzden Lucas gittikten sonra, Blackie ile daha fazla oynamaya başladım.
"Blackie ile biraz daha oynayacağım,hmm?"
Ama zeki Lucas kesinlikle Lily ve Felix'e, Blackie ile oynayamayacağımı söyledi, bu yüzden tereddüt ediyorlardı.
Onlara köpek gözlerimle baktığımda, neticede pes ettiler ve Blackie ile oynamama izin verdiler.
Her neyse, büyük ihtimalle hiçbir şey olmadığı sürece sorun yoktu. Ve sonra Lucas geri geldiğinde, yine benim büyümü düzeltebilir.
"Artık içeri girmelisiniz."
"Ben Prenses'in yanında olacağım, bu yüzden endişelenmeyin."
"Yine teşekkürler, Bay Robane."
Yeni evlenmiş bir çift gibi davranan Lily ve Felix'e gözlerini kıstım. Ya gerçekten evlenselerdi?
"Felix, sen de gidebilirsin."
"Hayır, sorun değil. Büyücü gittiğinden beri, arkadaşınız olarak da sizin tam yanınızda durmam gerekiyor."
A-ah, öyle mi? Sözlerinize fazladan bir güç katmış gibisiniz.
"Blackie, hadi Felix ile birlikte oraya gidelim."
"Kyuungg!"
Felix'i yürüyüşe dahil etmek dışında yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bacaklarıma sürtünen Blackie'yi okşadım.
"Prenses, hadi gidelim."
O zaman bilmiyordum.
Lucas'ın sözlerini dinlemediğim için ne kadar pişman olacağımı...
Ondan sonra olan her şey benim aptallığımdan kaynaklanıyordu.
***
"Merhaba, uzun zaman oldu. Hepinizin iyi olduğunu düşünüyorum. "
İnsanları şimdiye kadar ilk defa Zümrüt Sarayı'na davet ettim. Tabii ki, hepsi leydiydi ve hiç erkek yoktu.
Oh güzel. Claude, çocukların ölmüş vücutları üzerinde takılmama izin vermeyecekti.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.