Önümüzdeki günler, otelin işleriyle ve Glazz' ın emirleriyle geçip gitti. Arkadaşlarım sayesinde bu yorgunluklar bana tatlı geliyordu artık. Hep birbirimize destek oluyorduk. Daha da yakınlaştığımızı hissedebiliyordum.
Sonunda festival günü geldiğinde hepimiz izinliydik. Erken saatlerde kalktık. Kar hala yağmaya devam ediyordu. Yavaş yavaş ve ince ince... Otelden ayrıldık. Villy ve Hima bütün şehri bana gezdirdiler. Gezerken buranın ismini ilk defa duyduğumu fark ettim. Yaşadığım yerin ismini günler sonra öğrenmem biraz utanç vericiydi. Burası "Plumeria şehri". Her yerde ışıklandırmalar, rengârenk süslemeler, birbirinden güzel sokak yemekleri, koşan çocuklar, gülümseyen satıcılar, tatlı sesleriyle halk türküleri söyleyen insanlar vardı. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen akşam vaktiydi sanki. Karları ne kadar beyaz olarak görmesem de etrafa yayılan karanlığı hissedebiliyordum. Ortaya ferahlık yerine kasvet hakimdi sanki. Siyah kar görmek çok korkunç bir şey olmalıydı. Her tarafın beyazlar içinde olması gerekirken simsiyah bir sabaha uyandığımı düşündüm. Bu çok korkunç olurdu. Güneşin bulutların arasındaki ışıkları olmasaydı çoktan gece olduğunu söyleyebilirdim. Böylesi daha iyiydi.
Sokakların arasından yürüdük. Her takı tezgahına rastladığımız da Villy' le bakmadan duramadık. Birbirimize uyumlu iki bilezik aldık. Siyah boncuklu zincirli bilezikler çok zarif duruyorlardı. Bir dükkândan sıcak çikolata alıp içtik. Bu soğuk havada çok iyi gelmişti. Yavaş yavaş kalabalık artıyordu. Bunun nedeni Plumeria Meydanına yaklaştığımız içindi. Bu benim buraya ilk geldiğim yerdi. Nihayet dar sokaklardan ayrılırken o geniş alana geldiğimizde karşımda duran kuş heykelli havuza baktım. Kanatları açık beyaz bir güvercinin ağzında koca bir kar tanesi duruyordu. Aklıma Hima’ nın bana anlattığı hikaye geldi. Çok derin bir anlamı olduğunu hissettim.
Hima havuza kenetlenmiş bakışlarımı fark etmiş olmalı ki yanıma geldi ve anlatmaya başladı.
"Güvercin Galina' nın perisini temsil ediyor. Ayrıca özellikle beyaz güvercin olmasının sebebi huzurun sembolü olduğu için. Kar tanesi ise perinin getirdiği mutluluklar... Çok güzel görünüyor değil mi? Bazıları havuza para atıp dileklerini ya da şükranlarını söylerler."
"Gerçekten büyüleyici gözüküyor."
Villy uzaktan seslendi.
"Heyy! Hadi buraya gelin gene kılıç turnuvası var!"
Oraya doğru hızlı adımlarla yürüdük. Kocaman bir kalabalık vardı. İnsanlar kalabalığın ortasındaki iki adama bakıyorlardı. Ellerindeki kılıçları çarpıştırıp, profesyonel bir şekilde hareket ediyorlardı. Vakit ilerledikçe hızları artıyordu. Onları takip etmek zorlaşıyordu. Sanki bir aksiyon filmi izliyor gibiydim. Becerilerine hayran olmamak mümkün değildi. Çok havalı görünüyorlardı. Birden başım ağrıdı. Alnımı okşarken bir yandan derin nefesler almaya çalıştım. Kalabalık alandan çıkıp bana yakın olan duvara doğru yürüdüm. Gittikçe şiddetlenen baş ağrısı ardından getirdiği anılarımı tek tek sıraladı gözümün önünde. Yüzü karanlık olan kişinin annem olduğunu biliyordum. Ama simasını hala daha hatırlayamıyorum. İkimiz salonda oturuyorduk. Ben ağlıyordum. Karşımdaki kişinin yüzüne baka baka kararlı gözlerle ağlıyordum. Arkadan bir ses geldi.
"Sen nasıl polislik sınavlarına katıldığını söylersin!!"
"Rin biz senin için güzel bir gelecek istiyoruz! Bu tehlikeli bir meslek! Sana uygun değil! Daha ne kadar açıklamamız lazım!"
"Beni dinleyin lütfen! Ben bu mesleği istiyorum. Doktor olmak istemiyorum!"
"Çoktan seçtiğimiz okula kabul raporun geldi! Doktor olacaksın! Baban ve ben gibi! Senin iyiliğini düşünüyoruz biz! Şuan anlayamasan da ilerde pişman olmayacaksın!"
Hıçkırıkların arasında konuşmaya çalışırken "Ama lütfen bir kere bari sınavlarına gireyim. Lütfen!"
"Hayır! Olmaz! Kendini daha da heveslendireceksin sonra! Bizim istediğimiz gibi yapacaksın o kadar!"
Gözyaşlarımı durduramadan onun yanından geçtim. Odama yöneldim.
"Zaten ne kadar konuşsam da anlamıyorsunuz...”
Odamın kapısını yavaşça kapattım. Elimi masamın üstündeki polis idmanları adlı dosyaya uzattım. Göz yaşlarını silerken ona sımsıkı tutundum. Yüzümden ince ince damlalar kayıp dosyaya düşerken içten bir gülümseme takındım.
Birden bir melodi duydum. Aynı ses... Aynı ton... Aynı hüzünle... Bu sefer hiç korkmadım. İrkilmedim. Aksine rahatladım. Sözleri duyduğumda gözlerimi kapadım. İçimden söylenen mısraları tekrarladım.
Geri dönmek ister misin? Hayalini kimse bilmesin.. Geçmişinden nefret etme Sessizce düşen kar tanesi..
Sanki benim eski anılarımın şarkısı gibiydi. İçimdekileri söylüyordu bana. Beni bana anlatıyordu. Geri dönmeyi çok düşünmüştüm ama bunu nasıl yapacağımı hala bilmiyorum. Eğer buradaki hayatım eskisinden güzel olursa belki de hiç dönmek istemezdim. Bunu zamana bırakacaktım. Duygularımı bir süre daha kalbime gömüp anılarımın devamını bekleyecektim. Devamının olacağını biliyordum.
Bir anda etrafımdaki sesler çoğaldı. İnsanları duymaya başladım. Sanki şarkının çaldığı bir kaç saniyede zaman durmuştu. Dünyadaki tek ses bu melodiydi, bu sözlerdi...
Etrafıma baktım. Villy ve Hima hala kalabalığın arasındaydı. Bunu Villy' in buraya kadar gelen tezahüratlarından anlamıştım. Onlara doğru yürürken yanımdan kapüşonlu uzun bir adam geçti. Koluma sertçe çarptı. Arkamı dönüp ona baktım. Onun Rodel denen kaba adam olduğunu gördüm.
"Daha dikkatli yürümelisin küçük büyücü."
"Ben büyücü değilim. Ayrıca bana çar- Neyse anlatsam da bazı şeyleri anlayamadığınız gibi bunu da anlamanız mümkün gözükmüyor."
Bakışları sertleşirken bana döndü.
“Kraliçe' nin emri olmasaydı şuan toprağın altındaydın. Tek bir ters hareketinle seni ifşa ederim. Eğlenebiliyorken eğlen."
Güldüm.
“Endişelenmene gerek yok. Anlaşılan Galina' nın şövalyeleri gerçekten işsizmiş. Yoksa neden sıradan insanlara bu kadar kafaya taksınlar ya da boş boş gezip onlara sataşsınlar değil mi?"
"Seni küçük velet! Sen kim-"
"Adım Rin. Görüşmek üzere."
Arkamı döndüm ve daha fazla konuşmasına izin vermeden yanından hızla ayrıldım.
Villy ve Hima ben yanlarına gidince nereye gittiğimi sordular. Çok kalabalık olduğunu ve darlandığımı söyledim. Dövüşün sonuçlandığı belliydi. Bir kişinin yerde yattığını gördüm. Diğeri mutlulukla kalabalığa el sallıyordu.
"Bittiyse gidelim mi? Karnım acıktı. Bir şeyler yiyelim."
"Katılıyorum. Biraz dinlenmiş oluruz hem."
Bir hana geldik. Cam tarafındaki masaya oturduk. Yemeklerimizi yedik. Hava daha da kararmıştı. Işıklar daha keskin ve güzel görünüyorlardı. Büyük meydana tekrar gittiğimizde çoktan kar topu Savaşı'nın başladığını gördük. Alnıma gelen kar topuyla yere düştüm. Hima' nın kahkahası durmayacak gibiydi. Kalkıp koca bir kar topu yaptım ve sıkılaştırabildiğim kadar sıkılaştırdım. Kafasına hızla atıp kaçtım. Gülmeden duramıyordum. Çok eğlenceliydi. Kendimi çocuk gibi hissettim. Önümden, arkamdan kar toplarına maruz kaldım. Tanımadığım insanlar, çocuklar birbirlerine kar topu atıyorlardı. Bir kaç tanesi de bana denk geldi. Ben de onlara karşılık verdim. Koca meydanda dilimizi bilmeyen, farklı görünümlü, büyük küçük her yaştan insan aynı mutluluğu paylaşıyordu. Herkes hem koşuyor hem gülüyordu. Kahkahalar Plumeria Meydanını süslerken bu mutluğun verdiği hissi tarif etmek mümkün değildi. Kış mevsimini sevmeye başlamıştım. Sanırım soğuk ilk defa bana bu kadar sıcak gelmişti...
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.