Bayılacakmış gibi hissettim. Baktığım hiçbir yerde sıfırlama tuşu yoktu.
Bu esnada kılıcını kaldıran veliaht prens gerçekten beni öldürmeyi planlıyormuş gibi göründü.
"Be, bekle! Bekle!"
Panik içerisinde bağırdım. Sonra kafasını sallayarak veliaht prens konuştu.
"Görünüşe göre şimdi konuşmak için beynini hazırlamışsın."
"Bu doğru! Söyleyeceğim! Ben, ben sana söyleyeceğim!"
Deli gibi kafamı salladım. Kaldırdığı kılıç yine boynuma gelmişti.
"Devam et."
"Pe, peki..... ."
Beynim durduğu için panikten ona bir şey söyleyeceğimi söyledim ama şimdi ona söyleyecektim.
Yani, gerçekten ne demeliyim ki. Buraya ölme niyetiyle geldiğim için takip ettiğimi söyleyemezdim ve sıfırlama tuşunun var olmadığını bildiğim sürece ölmemeliydim.
'Seçenekleri açsam mı?'
Ama açsam bile yaşayacağım garanti değildi.
Şimdiye kadar açık olmaması sayesinde hayatta kalmıştım.
"Bir şey bulmak için beyninin döndüğünü duyabiliyorum."
O zaman veliaht prens benim bir şey söylemem adına bir dakika bekleyemediği için soğuk bir şekilde gülümsediğinde oldu.
"Ne söyleyeceğin hakkında çok heyecanlıyım."
Kafasının üstündeki ilgi kutusu tehlikeli bir biçimde parladı.
"Mantıklı bir sebep olmalı, gong-nyuh."
"........ ."
"Ben bir şeyin ortasındayken yolumu tıkayanlardan gerçekten hoşlanmıyorum."
Kılıcını derime öncekine oranla daha çok bastırıken mırıldandı. Ilık kan boynumdan düştü.
Ölüm korkusu ve acı.
Bunlar beynimin kontrolünü ele geçirdi.
".....Ben, ben senden hoşlanıyorum!"
Bu sebeple artık düşünemeden kendimin bile aptalca bulduğu kelimeleri söyledim.
".....Ne?"
Onun koyu kırmızı gözleri büyüdü. Gözlerimi sıkıca kapatıp bağırdım. Ağzımın kontrolünü çoktandır bende değildi.
"Ben, ben bunca zamandır sizden hoşlanıyordum!"
".... ."
"Önceki kaza yüzünden sizi rahatlatabileceğimi düşünmüştüm çünkü o olaydan incindiğinizi düşündüm...."
Bu zor modda da normal modda da ortaya çıkmayan aptalca bir diyalogtu.
Normal modda ana karakterin onunla yüzleşip onu rahatlattığı doğruydu ama bu mümkündü çünkü ana karakter katilin boynunun kesildiği sahneye şahit olmuyordu.
'Siktir.'
Ne söyleyeceğimi bilmememe rağmen neden bu deli veletten hoşlandığımı söyledim ki?
Ama düşündüğünde soylu bir kadının bir adamı bu ürkünç labirentte takip etmesinin tek bir sebebi olurdu...... derdim ama bu olay "normal" bir kadın ile erkek arasında olurdu.
'Bay bay, seni deli oyun. Ben (büyük ihtimalle) eve geri dönüyorum çünkü şimdi öleceğim. Ben tedavi olurken oyunun inceleme kısmına bir yıldız vereceğim.'
Bana yakın zamanda gelecek olan acıya hazırlanıp gözlerimi kapayıp titredim.
Ama ne kadar beklersem bekleyeyim havada duyulması gereken kesme sesi duyulmadı.
"Hm. Dük ailesinin deli köpeği kraliyet ailesinin zavallısına aşık, hah."
Kan kırmızısı gözler benim gözlerimin tam önündeydi. Ne zaman olacağını bilmediğim için nefes almıyordum.
(Çn: ölümden bahsediyor)
Yüzü ilgi doluyken bana dik dik baktı.
"Gerçi sen beni büyük ihtimalle o kadar çok görmedin. Sağlam bir şekilde geri döndüğüm seramonide bir kere gördün."
Aslında onu o zaman da görmemiştim. Onu hayatımda ilk kez bugün görmüştüm. Belliydi ki seramoniden sonra bu bedene reenkarne olmuştum.
Bedenim gerginken cevap verdim.
"Ben, ben size o gün ilk görüşte aşık oldum."
"Neremden hoşlanıyorsun?"
"Yani...."
Bu sefer kesinlikle nutkum tutulmuştu.
Ne diyebilirdim ki? Hayır, NASIL diyebilirdim. Geçen sefer noveli düzenlerken adına defalarca kez "X" çizdiğimi hatırlıyorum!
O sakinliğini kaybetmeden önce ona bakıp beynimi bir şeyler bulması için zorladım.
"Yüzün seni çekici kılıyor..."
"Tek çekiciliğimin yüzüm olduğunu düşünmek beni üzer..."
"......Çok cesursun ve kılıcınla da çok yeteneklisin...."
"Sebeplerin herhangi bir kutudan çıkabilecek şeyler. Daha orijinal veya ilginç sebeplerin yok mu?"
"Bu.... Yani....."
Aldığım tüm sorular ve cevaplar yüzünden bayılmak üzereydim.
Doğruyu söylemek gerekirse sallanan bacaklarla anca ayakta duruyordum.
Boynumdaki soğuk ve sivri hissiyat beni çok korkutuyordu.
"Ihhhh..... ben......"
Göz yaşlarımı tutmam zorlaştıkça veliaht prensin gülümsemesi gittikçe büyüdü.
Bir dakikalığına deliydim. Bu korkunç garip tipten ölmeye çalışmak benim için deliceydi.
Geriye doğru bayılmak üzere olduğum doğruydu.
"Tamam. Tatmin olmamama rağmen bugünlük seni serbest bırakacağım."
Bu sözlerle derimi deşen kılıç oradan kaldırıldı.
Veliaht prens sesi heyecan doluyken ve koyu kırmızı gözleri parladığında konuşunca kafamı şaşırmış bir şekilde kaldırdım.
"Ancak sen bir dahaki buluşmamızda benden neden hoşlandığını spesifik bir şekilde anlatmalısın."
Deli biri gibi kafamı salladım.
"Git şimdi."
Kılıcını kınına koyarken konuştu.
O anda parlak altın saçın üzerindeki ilgi barı parlamaya başladı.
Sonra.
[İlgisi %2]
(Çn: Pehh Derrick bile ilk seferinde %5 vermişti cimri seni)
Küçük dilimi yutmuş bir şekilde dik dik baktım. Mutlu olduğumdan veya rahatladığımdan değil çünkü bu çok çok.
Saçmaydı.
"Neden orada duruyorsun? Görünüşe göre kırmızı çizgiyi çek oyununu oynamak istiyorsun?"
Veliaht prens aptalca duran bana bakarken parmağıyla boynuna çizgi çekme işaretini yaptı.
"Hiç, hiç de bile!"
Durduğum yerde zıpladım sonra geri çekildim.
Tamamen arkaya dönüp o kadar hızlı yürüdüm ki sanki labirentin girişine geri adım atarak gelmişim gibi göründü.
O esnada kraliyet ailesinden birine vermem gereken elveda selamlaşmasını veremediğimi düşünemedim. Hızlı yürüyüp koşmamak veliaht prensin bakışlarını arkamda hissederken yapabileceğim en iyi tavırdı.
Köşeden döndüğümde deli gibi koşmaya başladım.
Soğuk hava boynumdaki acıyı sıyırdı ama ben kafamda o kadar meşguldüm ki acıyı hissedemedim bile.
'Sıfırlama tuşu yok.'
Bu gerçek veliaht prensin boynumu keseceği gerçeğinden daha korkunçtu.
Şu ana kadar güvendiğim sigortam yoktu.
(İngilizce çevirmen notu: Sıfırlama tuşu ölmeden birkaç dakika önce ortaya çıkıyor gibi görünüyor bu yüzden ölmek üzereyken onun var olup olmadığını söyleyebiliyor.)
İstediğim gibi ölemeyeceğimi kastettim.
'Ya gerçekten öldüğümde sonsa? Ya geldiğim yere geri dönmez de sasece ölürsem.....?'
Ben sıradan kadın bir öğrenciydim. Bu tür tehlikelerle uğraşmak için metanetim yok.
Bana kalan tek seçenek karakterlerden biriyle bir sona erişmekti.
'Ama nasıl?'
En ufak hata yaptığımda beni öldürmeye çalışan karakterlerle bir sona ulaşmaya dayanırım ki?
Ana erkek karakterlerin ilgilerinin artması gerçeği benim için önemli değildi.
Onları arttırmak için ne kadar çalışırsan çalış kumdan kale gibi bir seferde düşecekler.
'Ya kıçımı yırtarak ilgilerini arttırmaya çalışırken oyundaki gibi tek seferde düşerlerse?'
O zaman bu ölümdü.
Ama ben ölmek istemedim.
'Neden ölmeliyim.'
Kan bağlı kardeşlerimden, hayatımı riske atarak kaçıp hayatta kaldım.
'Neden ben tanımadığım piçlere yalakalık yaptığımda deli bir evrende saçma bir şekilde ölmeliyim!'
"Hnn, mm."
Gözlerimden gelen yaşlar ile burnumu çekerken ses geldi ama bunların hepsi benim kontrolümün dışındaydı.
Işıklara bakarak yürümeme şükür ki, kendimi labirentin merkezine gelmekten daha hızlı bir şekilde Labirent Bahçe'nin girişinde buldum.
Bahçeden tamamen çıkmama birkaç adım kalmıştı.
Bump- Önümdeki karanlıktan göremediğim bir insana çarptım.
"Ah!"
Zihinsel olarak stabil olmayan bana, veliaht prensin beni kovalayabileceğini düşünerekten üzerime uçsuz bucaksız bir korku geldi.
Yakalandığım eli sallayan ben, biri omuzlarımdan sıkıca tuttuğunu hissettiğimde aklım başıma geldi.
"İyi misiniz?"
Şaşırarak gözlerini kocaman açan lacivert mavisi gözler görüşüme geldi. Sonra kısık ışıkta parlayan gümüş rengi saçları gördüm. (Çn: Her seferinde erkekleri öyle tarif ediyor ki sanki yemek tarifi veriyor.)
Sonra üzerindeki [İlgisi %0]'ı görünce aklıma başıma geldi.
"Ahh, hnn......."
(Çn: az not yazmaya çalışırım çeviri bölünüyor diye ama şimdi buraya not yazmazsam olmaz Pene'cim bu ne?)
"Şşş, sakin ol. Seni incitmeyeceğim."
Adam hoş bir sesle konuşunca ağlarken sertleşip nefesim kesildi.
'Yine ana karakterlerden biri mi?'
Çarptığım kişinin kim olduğunu fark edince umutsuzluk hissettim.
Vinter Vernandi. O bir büyücü ve markiydi.
"Ben.... ben iyiyim."
Onun veliaht prens olmadığını fark edince hemen sakinleştim.
Titreyen elimi gözlerime doğru kaldırıp göz yaşlarımı sildim.
Eve gitmek istedim. Burada bu yerde bir saniye bile daha fazla olmak istemedim.
Bunu ekleyerekten Vinter ile yüzleşecek akıl sağlığım yoktu.
"Hiç tanışmadığım birine karşı probleme sebep oldum. Lütfen şimdi olan her şeyi unut. O zaman."
Sertçe yüzümü silerken kelimeler tükürdüm.
Selamlaşma olarak eğildim, sonra ondan geçmeye çalıştım.
Ama sonra tekrardan durduruldum.
"Çok kanıyorsun."
Boynumu göstererek söyledi.
"Ayrıca çok solgunsunuz. Sizi bir doktora götüreceğim."
"Sorun yok. Acele edip bir yere..."
"O zaman en azından bunu alın."
Bununla daha fazla uğraşmak istemeyen bana karşı Vinter cebinden çıkan şeyi almadan gitmeme izin vermedi bunun yerine bana verdi.
"Bunu yaranıza yatırın ve bastırın. Kanamayı durduracaktır."
Beyaz bir mendildi.
Kabul etmeden önce bir dakikalığına dik dik baktım.
Bu şekilde kanarken balo odasına giremezdim zaten.
Tekrardan eğilip konuşmak için ağzımı açtım.
"Teşekkür ederim. İyiliğinizi geri ödediğimden emin olacağım."
"Buna gerek yok."
Elini bana uzatarak beni reddetti. Sonra.
"Bunun yerine sonraki buluşmamızda bu güzel gözlerdeki üzgünlük gitmiş olur."
Ilık eller gözlerimin etrafındaki yerlere dokunmaya o kadar yakındı ki hafifçe ısıyı hissedebiliyordum.
[İlgisi %9]
Onun kafasının üzerindeki harflere o kadar odaklanmıştım ki bana nasıl baktığını kontrol edemedim. ____
O kadar not yazdım ama bu bölüm beni çok üzdü :( Düzgün kontrol yapamadım aceleden yazım hatası çıkarsa kusura bakmayın!
Diğer serilerime de bakın lütfen;
When the counts illegimate daughter gets married Ariel the Lustful Saint
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.