Uyandıktan sonra gördüğüm ilk şey gözü yaşlı Emily'ydi.
"Evet. İyiyim."
"Bu gerçekten şanslı! Ne kadar endişelendiğimi biliyor musunuz? Ekselansları dük ve genç efendiler de sizin için endişelendiler, leydi."
"Öyle mi?"
Gönülsüzce cevap verdim çünkü Emily büyük ihtimalle söylediklerini kast etmemişti.
Sonra Emily kafasını sert bir şekilde sallayıp konuştu.
"Elbette! İlk genç efendi kollarında leydiyle malikaneye koştuğunda bembeyazdı!"
".......en büyük ağabeyim mi yaptı?"
"Evet! Kahya, ikinci genç efendiyi kraliyet sarayına gitmekten anca alıkoyarken; ekselansları dük başkentteki tüm yetenekli doktorların alınmasını emretti."
O sözlerine devam ederken ben bayağı şaşkındım.
O biraz abartıyor olabilirdi ama bunun yanında, onların Penelope'a ilgi vemesi beklenmedikti.
"Size bir şey olduğunu düşünmüştüm, leydi..."
"Zor zaman geçirmiş olmalısın, Emily."
"Zor zamanmış hadi ordan! Böyle demeyin. Ben leydinin kişisel hizmetçisiyim."
Görünüşe göre bilincim yerinde değilken birçok şey olmuş.
Emily'ye bakarken aklım biraz boştu çünkü ağlıyordu ve benim önümde beni daha önceden iğneleyen kişi olmasına rağmen "kişisel hizmetçi" olmasından bahsediyordu.
"Ah doğru! Çene çalma zamanı değil. Leydi şimdi uyanık olduğu için size hemen geri döneceğim."
Ben kafamı oynatıp konuştuğumda Emily yerinden kalktı.
"Gerlirken biraz da kavun şerbeti getir."
***
Yataktan kalkar kalkmaz aynayı kontrol ettim.
Dört koca gün bilincim yerine olmadığı için yüzüm berbat görünüyordu. Veliaht prensin kılıcı tarafından kesilen boynum sıkı ve güvenli bir şekilde bandajlar tarafından sarılmıştı.
"Neden boynumun etrafına bu kadar sıkı sardılar ki?"
Eğer biri bunu görseydi yaralandığımı düşünmek yerine boynumun kırıldığını düşünürlerdi.
Bu bandajlar tarafından tutsak edildiğimi hissedip çıkarmak istemiştim ama biraz daha kalmasına karar verdim.
Bunun sebebi bir süreliğine daha hasta gibi davranmanın kötü olmayacağını düşünmemdi.
Emily'nin bana getirdiği midye çorbasıyla kavun şerbetini bitirdiğim sırada yatağımda dinlenirken oldu.
Nak. Nak.
Kapımdan bir tıklanma duyuldu.
"Leydi, Pennel'im."
Ziyaretçi kahya Pennel'di.
Geçen günkü kazadan sonra çalmadan direk dalmak gibi bir şey yapmıyordu.
Ancak bu benim sinir olmamı engellemedi.
'Ona benimle bir işi varsa başkalarını göndermesini söylediğimi sanıyordum.'
Onu tamamen affetmediğim için Emily'yi odamdan dışarıya gönderdim.
"Git ve neden geldiğini öğren."
Emily soru sormadan söylediğimi yaptı.
Geldikten sonra ağzından çıkan şey beklenmedikti.
"Kahya, ekselanslarının sizi beklediğini söyledi, leydi."
"Babam mı?"
Öyle herkes sahipten, başka bir deyişle bu malikanenin ana gücünden emir götürüp getiremezdi.
Bu sebepten ötürü bu sefer kahyanın neden kendisinin geldiğini anlamıştım bu yüzden yataktan kalktım.
"Emily, dışıma giyecek bir şey var."
"Kıyafetlerinizi değiştirmiyecek misiniz, leydi?"
Emily sanki öyle yapmamam nadirmiş gibi sordu.
Şu an üzerimde uyandığım beyaz tek parça kıyafet vardı. Bir yetişkini görmek için çok uygun bir kıyafet değildi.
"Daha önceden bir hastayı giyinirken görmüş müydün?"
(Çn: onların giyinmesi daha farklı milyon tane şey giyiyorlar)
Emily'nin bana getirdiği giysimi giyerken söyledim.
'Bilincimi kazandığım gün beni çağırmak zorunda mıydı?'
İstememiştim ama kraliyet sarayında bir olay çıkardığım doğruydu.
Geçen sefer odamdan çıkamıyordum. Merak ediyorum da bu sefer nasıl azarlanacağım.
Eğer bu kazadaki suçtan kaçınmak istiyorsam acı içindeymiş gibi davranmalıyım.
Bir süreliğine bilincim olmamasına şükür ki çabalamadan yüzüm bir hastanınki gibi.
'Fiyuv, hayatım...'
Odayı terk edince bir iç çektim.
Bir süreliğine odamın dışında olan kahya ben odadan çıkınca duruşunu düzeltti.
"Gidelim mi, leydi?"
Bir eliyle gideceğimiz yeri gösterirken diğer elini karnına koydu.
'Ne.'
Gideceğim yeri bilmememden değildi. Bunu daha önceden bana hiç yapmamıştı.
Ona şüpheyle bakan bana karşı, kahya eğildi ve ağzını açtı.
"Efendime hizmet ederken ondan önce yürüyemem, ben sadece burada çalışan sıradan bir hizmetçiyim."
Beni aptal yerine koyuyor mu diye yüzünü aradım ama yüzünde hiç iki yüzlülük izi yoktu.
Bunun yerine bu anı beklemiş şövalye gibi davrandı.
"Lütfen rehber olun, leydi."
Onu iyi tutumlu sözleri kulağama daha farklı gelmişti.
'Sizi bekliyordum. Bugünden itibaren leydiye iyi hizmet edeceğim.'
Sanki sürekli müşterisine davranan bir dükkan sahibi gibiydi.
Malikanedeki aura fark edilebilecek şekilde farklıydı.
'Neden herkes bugün böyle davranıyor?'
Önceden bana dik dik bakan tüm hizmetçiler, gözleri benle buluştuğunda ahlak kurallarına uygun bir şekilde eğiliyordu.
O zaman bunun sebebinin arkamdaki kahyanın onlara uyarıcı bakışlar atması sayesinde olduğunu bilmiyordum.
"Leydi, bir dakika bekleyin lütfen."
Ben dükün ofisinin kapısına vardığımda oldu. Arkamda sessizce yürüyen kahya kapıya doğru geçti.
Nak. Nak. Nak.
"Ekselansları. Leydi Penelope geldiler."
"İçeri girsin."
Dük konuştuktan sonra kahya kapıyı benim için açtı, ayrıca çok kibar bir yolla.
"Lütfen içeri girin, leydi."
İçeriye girerken biraz tuhaf hissettim.
Sanki ben hastayken tavırına çalışıyormuş gibiydi.
"Gelmişsin."
Dük bugün çalışma masanın önünde olan koltukta otutuyordu.
"Çağırmışsın."
Kafamı eğerek selam verdim. Selamlamama karşı kafasını salladı ve oturmama izin verdi.
"Otur."
Dükün oturduğu koltuğun karşısına oturdum. Sonra beynimde bu konuşma için uydurduğum bahaneler vardı.
Bir süre sessizlikten sonra dük yavaşça ağzını açtı.
"Bugün seni çağırmamın sebebi...."
"Baba. Hemen bir şey söyleyebilir miyim?"
Hemen sözünü kestim.
Sonra oturduğum yerden kalktım ve karşımdaki koltuğa karşı yere eğildim.
"Her şey için özür dilerim."
Planım buydu. Her şey için özür dilemek.
"Görünüşe odadan çıkmama zamanımda hareketlerime yeterince geri dönüp bakmamışım ki kraliyet seramonisinde bir yaygaraya sebep olup ailemin adına utanç getirdim."
Ağzımdan çıkmasını beklediğim sözler su dökülmesi gibiydi.
Yani hasta yatağından yeni çıkmış, hasta olan kızını böyle bir şey itiraf ettikten sonra kovmak kadar ileri gider miydi?
"Hayır, bekle."
Yüzündeki şaşırmış ifadeden plan işe yaramış gibi gözüküyordu.
"Beni affetmen ile ilgili kelimelerin bahsini bile açmaya cürret etmeyeceğim. Burada hatalı olanın kendim olduğunu biliyorum."
"Sen ne yapı.....?"
"Hiçbir şikayet etmeden verdiğin her cezayı alacağım. Bu yüzden...."
"Yeter!"
Beni birazcık bağışlamasını istemek üzereydim ama onun bir eli havadayken bağırması bunu istemeyeden çenemi kapatmamı sağladı.
"Penelope Eckart."
Dük adımı kısık ve derin bir sesle söyledi.
'Hih*. Bu stratejiyi bir kere kullandıktan sonra işe yaramıyor mu?'
(Çn: nefesi kesiliyor.)
Endişelenmeye başladım. Yutkunatak cevap verdim.
".....Evet, baba."
"Kalk."
"....Pardon?"
Bu beklenmedikti bu yüzden tekrar sorgulamam gerekiyordu. Bunu yaptığımda dükün kaşları çattı.
"Sebep ne olursa olsun bir Eckart eğilmez. Bu yüzden kendini bu kadar kolay eğme, Penelope."
"......"
"Bir Eckart olduğun sürece kimse seni yere indiremez. O kişi kraliyetten olsa bile."
Dük 'kraliyet' dediğinde sesini yükseltti. Bunu takip ederek, emretti:
"Eğer anladıysan şimdi yerden kalk."
"....Ta, tamam."
Aniden yerimden kalkıp tekrardan koltuğa oturdum.
Oyunu oynarken fark edemediğim dükün karizmasına karşın kalbim attı.
'Yanlış bir şey mi dedim?'
Dük konuşmaya başlamadan önce düşünüyordum.
"Penelope. Bugün seni çağırma sebebim azarlamak falan değil."
"Ha? O zaman..."
"Sebebim kraliyet sarayında olanları daha detaylıca duymaktı."
"......"
"Şimdi söyle bana. Veliaht prensle aranda ne oldu?"
Geçen gün bayılmadan önce geçmişe bakıp, kelimelerini düşündüm.
Ölmek amacıyla veliaht prensi takip ettim sonra neredeyse onun kılıcıyla boynum bedenimden gidiyordu.
Sonra kendimi kurtarmak için o deli piçten nasıl hoşlandığımı anlattım.
Tekrar düşündüğümde soğuk terler dökmeye başladım.
"Peki......"
Bir bahane üretmeye çalışırken her dakika beyazlaşan yüzüme dükün yoğun bir şekilde dik dik baktığını fark etmemiştim.
"Labirent bahçede biraz temiz hava alacaktım ama orada ekselansları ile karşılaştım. Ama sonra onunla karşılaştığım zamanda o kötü bir durumdaydı, bu yüzden...."
Aslında olandan bayağı bir farklıydı.
Buraya geldiğim günden beri profesyonal yalancı olmuş gibi hissediyorum.
Ama başka ne yapabilirdim ki? Gerçeği söyleyemezdim ve tamamen yalan da değildi.
"Yani."
"....."
"Veliaht prens kötü bir durumda olduğu için mi boynunu mahvetti?"
"Ha? Hayır. Mahvetmedi benim...."
"Eğer bu boynunu mahvetme değilse o zaman boynundaki ne! O haydut falan değil ama o sırf kötü bir durumda olduğu için kılıcını soylu bir kızın boynuna getirdi!"
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.