Yukarı Çık




12   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   14 

           
Gözlerimi açtığımda dün olanları hatırladım. Gerçi dün yerine gelecek desem daha doğru olur. 

Hızlıca kalktım ve rutin işlerimi yaptım. Tuvalete gittim, yemek yedim, ustamdan eğitim aldım ve şimdi de vücudumu geliştiriyorum.

Çok zorluyor ama alışığım. Ölümden daha kötü bir deneyim değil. Yaklaşık 1 saat sonra mola verdim ve reflekslerim için klasik antrenmanları yaptım. Çoktan öğlen olmuştu bile.

Yaklaşık 2 saatlik boş vaktim var. O yüzden ben de kafamı dağıtmak için kaleden ayrıldım. Maalesef yanımda pek para olmadığı için bir şey satın alamadım.

Diğerlerine kıyasla bana harcadıkları bütçe kısıtlı. Geçen sefer goblin içkisini almam 1 aylık bütçemin 10/1'ine patladı. Ama bunu anlayabiliyorum, sonuçta getirisi olmayan bir askere para harcamak ölü yatırım gibi bir şey.

İlerledikçe daha önce görmediğim yerlerden geçtim ve garip bir alana vardım. Buradan öfke ve hüzün duyguları bana akın etti. Bunları nasıl anladığımı ben de bilmiyorum.

Galiba gelişen ırkımın sonucu. Ama burası beni çok fazla boğuyor. Biraz daha yürüdükten sonra sirk benzeri bir alana vardım. O duyguların kaynağı burası gibi duruyor. O yüzden düşünmeden içeriye girdim.

Girdiğim anda içeride gördüklerim beni bile şaşırttı.

"Bu kadarını beklemiyordum..."

Bir tür köle tacirine denk geldim. Burada bu tarz şeyler yaygın olsa da benim için böyle bir yeri canlı canlı görmek çok daha büyük bir tecrübe oldu.

Sarayda bir sürü köle görsem bile neredeyse hiçbiri ile etkileşime geçmemiştim. Etrafta gezinmeye başladım. Goblinler, kurtlar, orclar, ayı benzeri yaratıklar, insanlar...

İnsanları gördüğümde biraz iğrendim ama gerçek buydu. İlerledikçe yarı insan ve elfleri de gördüm. Elfleri genel olarak sevmesem de nefret de etmiyorum.

Bir elf ile göz göze geldik. Bana içi boş gözlerle bakıyordu. Bakışları geçmişteki beni hatırlattığı için uzun süre bakma cesaretini gösteremedim.

Biraz daha ilerlediğimde. Şişman, kel bir adam beni karşıladı.

"Hoş geldiniz efendim. Maalesef ki sizi karşılamaya gelemedim. Burada işlerim vardı da."

İyi niyetli birisine benziyor ama kolay kanmamak lazım.

"Hoş buldum, şehri geziyordum burası biraz enteresan geldi."

"Aman efendim, daha önce hiç seyyar köle taciri görmediniz mi?"

"Hayır, hem de hiç."

"O zaman size kendimi tanıtayım. Bendeniz Endiva."

"Ben de Aquirus."

"Size etrafı gezdirmek isterim Bay Aquirus."

Başımla onayladım ve etrafı gezmeye başladık. Daha önce gördüğüm orc ve goblinlerin yanı sıra Mermaid, griffin ve nicelerini de gördüm.

"Burada galiba bir sürü tür var."

"Neredeyse çoğu tür var ama çoğunu da burada tutmamız imkansız."

"Neden?"

"Golemleri büyü ile engellesek bile kaçmaları çok kolay olur. Veya yetişkin bir ejderhaya köle mührü basmak neredeyse imkansız."

"Neredeyse?"

"Yapanlar var ama ejderhanın fiziği nedeniyle o mühür zaman içinde yok olur ve ejderha kaçar. Düzenli olarak o mührü taze tutmak da çok tuzluya patlıyor. Üstüne yanlış bir şey yapıp kaçarsa da buradaki çoğu canlıyı öldürür."

Açıklaması gayet mantıklı ve akıcıydı. Endiva'nın çok büyük bir iş adamı olma potansiyeli var.

"Peki elinizdeki en pahalı köle hangisi?"

"Ejderha yumurtası."

"Yaşıyor mu?!"

"Annesiz yaşaması zor ama büyü ile uygun sıcaklıkta tuttuğumuz için bir sorun çıkmıyor."

"Hmm... Yani yumurta şu an kış uykusunda."

"Bingo!"

Bu adamı sevmeye başladım.

"Bence burada duralım, pek zamanım kalmadı."

"Yazık oldu, sizin gibi zeki bir müşteri görmeyeli uzun zaman olmuştu. Biraz daha sohbet etmek isterdim."

Hafifçe gülümsedim ve biraz güldüm. Endiva beni uğurlamak için girişe kadar geldi.

Gözüme gene o elf takıldı. Sarı saçlı, nispeten güzel ama dünyanın çekirdeğine açılan bir tünel gibi gözleri bomboş.

Onunla bakıştığımı fark eden Endiva konuşmaya başladı.

"O elfi mi istiyorsunuz?"

"Hayır, sadece bana kendimi hatırlatıyor."

"Hangi yönden?"

"Bilmene gerek yok, bana ondan bahseder misin?"

Bir an duraksadı ama muhtemelen bu benim hayal gücümdü.

"Kendisi dediğim gibi bir elf. Zihinsel durumu pek yerinde olmadığı için fiyatı normal bir elften daha ucuz. Statüsünü inanın ki bilmiyorum. Bana geldiğinde çok kötü bir durumdaydı."

Anladığımı işaret eder gibi başımı salladım ve fiyatını sordum. Aldığım yanıt beni kendime getirdi. Fiyatı 5 altınmış.

"Normal bir elften daha ucuz demiştin?"

"Evet, normal elfler genelde 6-7 altın arasına gidiyor. Eğer ki saf kan elf varsa bunlar da 20-30 altın arasına gidiyor."

Düşündüğümden daha pahalı ama almak gibi bir niyetim de yok, hem çok pahalı hem de ölü ağırlık olur. Mucizevi bir şekilde onu iyileştirsem bile gene ölürsem... Bu konuyu gündeme getirmeyelim.

"Görüşmek üzere Endiva."

"Görüşürüz sayın müşteri."

Şehri gezmem daha yeni başlıyor... Bir sürü dükkan gezdim ve şimdi de yetenek satan dükkanlardan birindeyim.

"5 gümüşe ne gibi çekirdek yetenekleriniz var?"

"Pek yok, hepsi şurada."

Eliyle işaret ettiği yere gittim ve incelemeye başladım. Pek güzel yetenek yoktu ama içlerinden bir tanesi hoşuma gitti ve onu aldım.

"Bunu almak istiyorum."

"4 gümüş."

Parayı verdim ve yeteneği öğrendim.

[Ağır vücut]

[Ağırlığınızın 2 katını geçici bir süreliğine vücudunuzun bir yerinde saklarsınız.]

Bu yetenek benim gibi biri için paha biçilemez bir nimet. Ağırlığımın 2 katını ellerime aktarırsam gücümü 2 katı kadar arttırırım.

Gezim burada bitti ve saraya geri döndüm. Ustamdan eğitim aldım ve yattım. Günlerim bu şekilde geçti ve yeni yeteneğime alışabilmem için antrenman yapıyordum.

Her ellerime aktardığımda başlangıçta basınç farkından dolayı çok fena acıyordu ama belli bir süre sonra alışmaya başladım ve sadece ağırlığından ötürü haraket ettirmek sıkıntı oldu.

Yeteneği en fazla 4 dakika civarında açık tutabiliyorum. Bu vücudumun sınırı.

"Fışşşş."

Elimden yine kan akıyor. Yeteneği kapadığımda eski hale dönüyor ve vücudumun el kısmı eski basınca alıştığı için normal basınca karşı dengede olmuyor ve damarlarım patlıyor.

Art arda 2 kere olduğu için vücudum da dayanamayıp çöküyor. Deli gibi acıyor ama zaten 2 kere öldüm, gene ölmemek için bu küçük bir bedel.

İç çektim ve manayı hissetmeye başladım, ustam garip bir şekilde bu sefer mana da öğrenmem konusunda ısrarcı oldu ve bir eğitmen tuttu benim için.

"Dediğim gibi, mana havanın içindeki bir şeydir. Onu diğerlerinden ayırıp hissetmen lazım. Bu ilk adım."

Yani oksijen ve azot gibi bir şey. Ama ben azotun veya oksijenin nasıl bir his yarattığından bile emin değilim. Ama bu bilgim sayesinde tünelin ucu biraz daha aydınlık görünmeye başladı.

'Bu tur, bu sefer, tanrıların üzerine kanlı ellerimle yemin ederim ki çok farklı olacak.'

Saatlerce aynı pozisyonda kaldığım için vücudum uyuşmaya başlamıştı. Kaslarım kendi başına kasıldı ve durdu. Ama ben hala hissetmeye çalışıyorum.

Hava artık karardı ve soğudu, ama bu beni ilgilendirmiyordu. Sonuçta ustam ile olan antrenmanım bugünlük bitti. Diğerleri de benimle iletişim kurmuyor. Bunları düşündükçe huzursuz oluyorum ama artık alıştım.

Benim gibi bir fazlalığın göreceği muamele bu. Belki burada direkt doğsaydım övülürdüm ama fazla beklenti içinde çağırdıkları için böyle bir sonuç doğdu. Onlarla benim aramdaki ayrımı açık ve net görebiliyorum.

Onlara 50 m² odalar verilirken bana sadece 15m² bir oda verildi. Hizmetçilerin kaldığı odalar bile benim odadan daha büyük. Bir de bu yetmezmiş gibi onlara fiziksel antrenman için en yetenekli hocaları tutuyorlar ve büyü için de en yeteneklileri tutuyorlar.

Ama bunu anlayabiliyorum, sonuçta bu bir yatırım meselesi. Kimse koşamayan bir ata milyonlarını yatırmaz.

Yavaşça gözlerimi açtım ve dünyanın aynı olduğunu gördüm. İçimden hala aynı diye geçirdim ve yavaşça ayağa kalktım.

"Uyuşmuş."

Kalkmaya çalıştım ama kalkamadım, kafamı yavaşça göğe doğrulttum ve çoktan ayın tepeye çıktığını gördüm. Bu tuhaf manzaraya biraz şaşırdım ama yavaşça yerdeki çimlere uzandım.

Bu güzel manzaraya hayran kaldım, eski gezegenimde hava çok kirli olduğu için yıldızlardan gelen çoğu ışığı engelliyorlar. Sahte bir gökyüzü izliyorduk. Ama burada işler daha farklı, havayı ateş yakmak dışında pek fazla kirletmedikleri için burada hem hava taze, hem de yıldızlar ışıl ışıl parlıyor.

Kelimelerle tarif edilemez bir güzellik, etrafta sadece ayın ve yıldızların ışığı var. Tek kelime ile nefes kesici, dakikalarca burada öylece uzandıktan sonra böyle şeylerin pek benlik olmadığı için yavaş yavaş kalktım.

Odama gitmeye çalışırken karşımda bir anda Qensin'i gördüm. Kan akışını hızlandırdım ve kaslarımı germeye başladım. Qensin hafife alınamayacak bir düşman veya dost.

Karşımda hala bir şey demeden duruyor ama saldırma gibi bir niyeti de yok. Bir şey soracak gibi ama sormaya da niyeti yok.

"Bir şeye mi ihtiyacın var Qensin?"

"..."

"Bir şeye ihtiyacın yoksa gidiyorum?"

Hala sormadı ama ağzını açtığını gördüm.

"Çağrım... Senin hakkında konuştu..."

"Benim hakkımda?"

İşte bu enteresan.

"Evet, senin yok edilmesi gereken bir tehdit olduğunu söyledi."

Yeteneğimi aktif ettim ve ellerimdeki ağırlık 2 katına çıktı, ışık hızında ona uçtum ve Optik Zaman da kendi kendine devreye girmiş gibi duruyor. Daha yeni çağrıldığımız için Qensin de gerçek savaş tecrübesi pek yoktu ama eli boş gelmemiş gibi duruyor.

Otların arasından hızlıca bir tavşan çıktı ve beni durdurmaya çalıştı. Ama elimi salladığım an uçtu, buna resmen bir uçma denilebilir.

Ama bu da çok yavaş gerçekleşti, dünya çok yavaşladı. Kaşlarını çattı ve elleriyle karnını korumaya çalıştı. Başardı ama bu yumruğumun gücünü hafifletmedi. Demir ve ateş yumruk tekniklerinin birleşimi çok güçlü oluyor. Üstüne ellerim iki kat daha ağır. Hızımı saymıyorum bile.

Qensin'e çarptığında kan kustu ve metrelerce öteye savruldu. Zaman normale döndü ve burnumdan kan akmaya başladı.

'Sanırım daha fazlasını sürdürmek sinir sistemime zarar verecek.'

Bu akan kan bir uyarıydı.

"Seni çağırıyorum, ormanların fâtihi'nin oğlu, kızıl ayı!!"

Büyü çemberinden benden biraz daha küçük bir ayı çıktı, etrafında ki aura tehlike saçıyordu. Daha fazla ölmek istemediğim için işi hızlıca bitirmek istedim.


Kaçmalı mıyım yoksa dövüşmeli mi? Kaçmam sonucunda burada tuzak kuran birileri olabilir. O yüzden dövüşürken kaçış rotamı oluşturmam lazım. Ama nasıl?

Kızıl ayıya doğru koştum ve bu sefer ağırlığı ellerimden yukarı çıkarmaya çalıştım ve kollarımın yarısını kaplayacak şekilde ayarladım, uzun adımlar atıyorum. Bu şekilde momentumum deli gibi artıyor. Kızıl ayının dibine girdiğimde ise sadece ellerimi kaplayacak şekilde yeniden ayarladım ve her şeyimi bu yumruğa dökerek vurdum.

Yer gök sallandı, ayı ve ben ayrı yönlere savrulduk. Maalesef ki ellerim fena bir haldeydi.

Bu şekilde daha fazla dövüşemem. Kızıl ayı büyük bir hasar aldı ama gene de ayağa kalktı.

Ağzından kan akıyordu ama daha da hırslanmış gibi duruyordu. Bana doğru koşmaya başladı ve işimin bittiğini düşündüm.

O şeytani tanrının mühürlediği yetenek galiba şimdi yok olmuştu. Kısık bir sesle ağzımdan birkaç kelime çıkmıştı

"Acaba yeniden dirilecek miyim?"

Ayı yüzüme yumruk atmak için kolunu gerdiği an yüzüne bir yumruk oturdu ve ayıyı metrelerce öteye savurdu.

"Elini süreyim deme."

Evet, gelen ustamdı. 

"Aquirus, ben bunlarla ilgileneceğim. Sen kaç. Haber kralın kulağına çoktan gitmiştir bile."

Ustama teşekkür ettim ve uzaklaştım.

*****

"Aquirus'un ustası, senin bu işle bir alakan yok."

"Nasıl olmaz? Belki siz büyücüler için durum farklı olabilir ama bizim gibi dövüş sanatçıları için usta çırak ilişkisinden önemli sadece aile vardır." (EN:Elvis Toretto)

(EN:3. Kişi anlatıyor. Bu arada Elvis kim diyenler için Elvis Aquirus'un ustası önceki bölümlerde ismi geçmiyordu.)

Elvis son derece ciddi görünüyordu. Qensin'in başka şansı yokmuş gibi duruyor.

"Yaşlı birine saldırmayı cidden hiç istemiyorum. Ama Tanrıçanın direkt emri var. Ne yazık..."

"Hohoho, velete bak sen. Beni hiç de hafife alma küçüğüm."

Elvis yıldırım gibi atıldı ve Kızıl ayının özel bölgelerine saldırdı. Ayıyı hızlıca nakavt etti ve Qensin'e ilerledi.

"O-olamaz, Kızıl Ayıyı bu kadar hızlı nasıl yendin?!"

Elvis bir şey demedi ve Qensin'i dövmeye başladı.

"Kyaaaaa!!!"

O gece duyulan tek şey bir kızın çığlıklarıydı.

*****

(EN:Anlatıcı Aquirus.)

Bir attan daha hızlı gidiyorum şu an.

'Daha fazla ölmek istemiyorum lan!!'

Köle tacirinin oradan geçerken bana el salladığını gördüm. Belki ondan at arabası alma umudu ile yanına gittim.

"Hoş geldiniz efendim."

"Hoş bulduk. Acelem var, at arabası gibi bir şeyin var mı?!"

"Birinden mi kaçıyorsunuz?"

"Krallıktan."

Kafasını salladı ve o da hızlı davranmaya başladı.

"2 altınınız var mı?"

"Var!"

"Gelin!"

Çağırdı ve hızlıca koşmaya başladı. Atın yanına gitti ve eyerini hazırlamaya başladı.

"Şunu giyin ve bir dakika bekleyin. Sahte kimliği alayım."

Sahte kimlik?! Bu herif cidden köle taciri mi?!

"Efendim burada."

Bana kimliği verdi ve anlamsız gözlerle baktım.

"Neden bu kadar çok yardım ediyorsun?"

Başkası olsa umursamazdı bile, sadece arada bir uğrar sohbet ederdik.

"Efendim, ben insan değilim. Binlerce yıl yaşadım ve inanın ki arada böyle sohbetlere ihtiyacım var. Binlerce yıl boyunca yaşamak gerçekten de çok sıkıcı"

"Teşekkürler, Endiva"

Endiva'ya minnet dolu bir şekilde teşekkür ettim.

"Tekrar buluşmak dileğiyle."

"Efendim bu arada kimliğinizde arabacısınız. Teknik olarak arabanın içinde birisine ihtiyacınız var. İzin belgesinde de insan taşıyor olarak görünüyorsunuz."

"..."

Sözlerimi geri alıyorum. Bu herif uyanık bir pezevenk.




Yazar:Yasir00
Editör:SherFSiz


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


12   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   14 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.