Gimai Seikatsu (LN) - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




2   Önceki Bölüm 
           
9 Haziran (Salı)






Günaydın. Doğal olarak, küçük kız kardeşim tarafından uyandırılmak gibi etkileyici bir olay yaşanmadı. Dün gece bile Ayase-san benden sonra banyo yapmaya gitmiş ve ancak ben uyuduktan sonra uyumuş. Eminim o benden önce uyanmıştır.



" Başım büyük belada, Yuuta!!"


Koridora çıktığımda, makyaj niyetine tıraş kremi sürmüş bir palyaçoyla karşılaştım. Hayır, düzeltiyorum, bu şu anda iş için kendini hazırlayan babamdı. Çılgınca oturma odasını işaret ederken gözleri fal taşı gibi açılmıştı, hatta kan çanağına dönmüştü.



“Neden panikliyorsun?”

“Az önce tıraş oluyordum!”

“Evet, bunu görebiliyorum.”

"Ve sonra, mutfaktan gelen bazı garip sesler duydum, kontrol etmeye gittiğimde..."

" Sonra?"


Cinayet tanığı falan mı? Babam titreyen bir sesle devam ettiğinde, bu şekilde cevap vermeyi zar zor bastırdım.



“S-Saki-chan... Kahvaltı hazırlıyor!”

“Bunu şok edici bir gelişmeymiş gibi söylüyorsun.”

“Çünkü öyle! Kendi kızımın yaptığı kahvaltıyı yiyeceğimi asla hayal edemezdim!” Gözlerinin derinliklerinde yaşların birikmeye başladığını görebiliyordum.



Mutlu olduğunu söyleyebilirim ama her yere köpük sıçratmasan olmaz mıydı?



" Pekala... Git yüzünü yıka, olur mu?"

"Ne kadar da soğuksun. Keşke Saki-chan kadar sevimli olabilseydin.”

"Ayase-san kadar sevimli mi?" Onun ciddi ve soğuk yüzünü hayal ettim ve şaşkınlıkla başımı eğdim.
Tabii ki yüzü çok sevimli. Kesinlikle üst sıralarda yer alıyor. Ama bence bu ve sevimli olmak iki farklı şey.



...Böyle kaba bir şey düşünürken, babamı çamaşır odasına geri ittim ve oturma odasına yöneldim, o sırada burnumu nefis bir koku sardı.



" Kızarmış yumurta mı?" diye sordum.

"Oldukça sıradan, değil mi? Basit bir şeyden şikâyet etmeyeceğini düşündüm.” Ayase-san kayıtsızca cevap verdi.

"Gerçekten de şikayetim yok ama bir şey söyleyebilir miyim?"

"Bu başlangıcından hemen sonra bir şikâyet duyacağım kesin gibi, ama tabii, devam et."

“Neden kahvaltı hazırlıyorsun?”



Dün kahvaltı hazırlamamıştı. Sabahları çay ve kızarmış ekmekle idare edilebileceğini düşünürdüm hep, kimsenin bir şey hazırlamasına gerek görmezdim.



"Yani, anlaşmamız için."

“Dünden mi bahsediyorsun? Sadece akşam yemeğine karar verdiğimizi sanıyordum.”

“Yani karar verdik ama kahvaltı da hazırlayayım dedim. Vermek ve almaktan bahsederken, benim prensibim daha çok veren tarafta olmaktır.”

“Anlıyorum...”



Ne kadar ciddi ya da basit denilebilir. Ayase-san üniformasının üzerine bir önlük giymiş, elinde de bir tava vardı. Küçük kız kardeşinizi sizin için yemek yaparken görebilmek, bu dünyadaki her çocuğun isteyebileceği bir manzaradır. Ancak, her zaman olduğu gibi, gerçekler okuduğunuzdan ya da duyduğunuzdan çok daha farklıdır.




Sadece Ayase-san’ın bu şekilde çalışmasından dolayı kendimi biraz suçlu hissettim, bu yüzden yardım etmek için ne yapabileceğimi düşündüm ve sonunda yemek masasını sildim. Ayase-san mutfaktan bana şöyle bir baktı ve ağzını araladı.



“...Teşekkürler.” Minnettarlığını her zamankinden biraz daha beceriksizce dile getirerek, içinde kızarmış yumurta olan üç tabak getirdi.



Artık bir aile olduğumuza göre en azından bunu yapmak gerekir diye düşündüm ama sanırım Ayase-san’ın politikaları yine de bana teşekkür etmesini gerektiriyor. Kızarmış yumurtaların ardından beyaz pirinç ve miso çorbası da getirerek yemek odasının hoş ve rahat bir kokuyla dolmasına neden oldu.



"Bunu ne zaman hazırladın?"

“Dün gece yatmadan önce... O kadar da önemli bir şey değil.”



Sanki özel bir şey değilmiş gibi söyledi ama bana inanılmaz bir eziyet gibi geldi, o yüzden söyleyecek kelime bulmakta zorlandım. Ayase-san ve ben yemek masasına karşılıklı oturduk, ellerimizi çırptık ve yemek için şükrettik, o sırada babam giyinik bir şekilde odaya girdi. Bizimle birlikte yemek masasına oturdu ve gözlerini yemeklerin üzerinde gezdirdi.



“Ağlayacağım...”

“Ahaha, abartıyorsun.” Ayase-san alaycı bir gülümseme gösterdi.



Bana gösterdiği her zamanki kuru ve soğuk ifadeden farklı bir ifade görebiliyordum. Muhtemelen gelecekte güveneceği bir yetişkine karşı olduğu içindir. Aradaki mesafeye ya da konuşma tarzına bakınca, küçük bir kız kardeşten çok, bizimle yaşamaya yeni başlayan bir eş gibi hissediyorum.



Sonunda, babam yemeklerin ne kadar lezzetli olduğunu anlatıp durdu ve kendi kahvaltısını bitirdikten sonra hızla evden ayrıldı. Gerçekten, çok hızlı yemek yiyen biri. Açıkçası ben de hızlı yiyenlerdenim ama bu defa biraz daha uzun sürdü.



"Kötü mü olmuş?"


Elbette bunun nedenini söylemeyi planlamıyordum, ancak Ayase-san bana endişeli bir bakış attı, zaten kendi sonucuna varmıştı.


“Öyle değil.”

“Düşünceli olmana gerek yok. Tadı kötüyse düzeltmeye çalışırım.”

“Hayır, cidden.”



Tahmin etmem gerekirse, muhtemelen bunu bir tarife göre yaptı, hiç garip düzenlemeler denemedi, her şeyin mükemmel bir şekilde yerine yerleştirildiğinden ve tadının da harika olduğundan emin oldu. Elbette tadı o kadar da harika olmasaydı, anime ve mangalardaki tüm klişeleşmiş küçük kız kardeşlere mükemmel bir şekilde uyardı, ama burada durum böyle değildi.



Eğer öyleyse, neden yemek çubuklarım normalden daha yavaş hareket ediyor? Nedeni basitti ve ağzıma biraz pirinç tıkıştırırken bunu ona açıkladım.


“Soya soslu kızarmış yumurta yemeye alışkınım da ondan.”



Gerçekten de hepsi buydu. Ayase-san’ın yaptığı kızarmış yumurta tuz ve karabiberle tatlandırılmıştı, başka hiçbir malzeme kullanılmamıştı. Elbette tuz ve biber alışılmışın dışında bir şey değil, bu yüzden bu kızarmış yumurtaları mükemmel bir şekilde yiyebilirim, ancak biraz soya sosu emmelerine izin verdiğinizde çok daha kolay yutulurlar ve ben buna alışkınım.



“Soya soslu kızarmış yumurta... Bunu hiç düşünmemiştim...” Ayase-san mırıldandı.



Kızarmış yumurtasını sadece tuz ve biberle yemesine şaşıran tek kişi bendim. Ayase-san’ın yüz ifadesi pek değişmedi ama sesinden biraz keyifsiz olduğu anlaşılıyordu.



"Özür dilerim, damak zevkini hiç düşünmedim ve kendim yiyeceğim gibi hazırladım."

“Hayır, hayır, hayır, bu özür dilemen gereken bir şey değil. Aksine, sana önceden söylemediğim ve şimdi olduğu gibi şikayet ettiğim için kendimi kötü hissediyorum.”

“Bir dahaki sefere sorarım.”

"Evet, ben de sana gereken bilgiyi vereceğim."




Bu yüzden ikimiz de bundan fazlasını söylemedik. Biz sadece diğerinin yararı ve rahatlığı için bir şeyler ayarlamaya çalışan iki kişiyiz. Dürüst olmak gerekirse, hiç de kötü hissettirmiyordu. Dışarıdan bakan biri için konuşmamız kişiliksiz ve robot gibi görünebilir. Ama ben orada, bundan bir rahatlama ve gevşeme hissi duyuyordum.



Sabah bu zamanı birlikte geçirdikten sonra Ayase-san ve ben farklı zamanlarda tekrar evimizden ayrıldık. Bu, okulda tuhaf söylentiler çıkmaması ve birbirimize fazla yakınlaşmamamız için bir güvenlik önlemiydi. Her ne kadar aileden sayılsak da, o hala karşı cinsten biri ve tam olarak benim yaşımda. Ev içinde birbirimize karşı saygılı olmak bir yana, dışarıda bunun farkında olmak oldukça yorucu olabiliyordu.



Kendinize ayırdığınız zamanın kıymetini bilmelisiniz. İkimiz de bu fikre saygı duyduğumuz için gelecekte de gayet iyi anlaşabileceğimizi hissettim.




“Kripto para ve youtuber arasında sence hangisi daha iyi?”

"Bence vazgeçmek daha iyi olur."



Saat dersin başlamasından biraz önceydi. Güvendiğim arkadaşım Maru’ya yönelttiğim soru karşısında soğuk ve sert bir açıklama yaptı.



“İşte sana beyzbol kulübünün yakalayıcısı, çabuk karar ver.”

“Herkes böyle tepki verirdi. Bu da nereden çıktı Asamura?”

“En kısa sürede en etkili şekilde para kazanmanın yollarını arıyorum.”



Kelimelerimi dikkatle seçtim, sadece gereken en az bilgiyi verdim. Ayase-san’a verdiğim sözü bozamam ve onunla yaptığım konuşmayı da ona anlatamam, bu yüzden son derece dikkatli olmalıydım. Tabii ki bu Maru’yu ikna etmeye yetmedi, çünkü bana şüpheli bir bakış attı.



“Asamura... tefeciler tarafından falan mı takip ediliyorsun?”

Neden en kötü senaryoyu düşündün ki?

“Bir suça ya da başka bir şeye bulaşmış değilim. Demek istediğim, hangi büyük şirkette ya da işte çalışırsanız çalışın, bugünlerde asla gerçekten güvenli değil ve bir devlet memuru olmak da zor görünüyor. Şu anda biriktirebildiğim kadar çok para biriktirmeyi düşünüyorum.”

“Ne kadar da erken bir hayat planın varmış.”

"Mümkünse ücretli görüşme olmayana gitmek istiyorum,

"Seçeneklerin arasında bu da mı var?...Hm?" Maru gözlüklerinin altından bana şüpheli bir bakış attı. “Dün bana Ayase’yi soruyordun, bugün ise karanlık bir yarı zamanlı iş arıyorsun... Sakın söyleme?”

“Hayır, düşündüğün gibi değil.” Düşüncelerini hemen reddettim.



O daha varsayımını tamamlayamadan bunu yaptığım için muhtemelen kulağa her şeyden daha şüpheli geliyordu ama onu hemen susturmasaydım yerimde duramazdım. Ben tükürüğümü yutkunurken Maru bana baktı ve yavaşça ağzını araladı.



“Vazgeç bundan. Erkek bir fahişeyi satın alacak kimse yok, tamam mı? Aynaya bak, dostum.”

“...Phew.” Rahat bir nefes aldım.
Vücudumdaki tüm gerginliğin yok olduğunu hissettim, öyle ki o diss’e karşılık vermek bile istemedim. Bazen bu kadar kalın kafalı olduğun için teşekkürler Maru.

" Benimle kafanın içinde dalga geçiyordun, değil mi?"

"Hiç de bile." Açıkça yalan söyledim.



Hayır, yalan söylemiyordum. Onunla dalga geçmiyordum, ona teşekkür ediyordum. Klişeler korkutucu bir şey, söylemeye cüret ediyorum.
Gözlüklü ve bir beyzbol takımının yakalayıcısı olan sevgili dostum, gözlem yapma ve tahmin yürütme konusunda yetenekli görünüyor. Yine de Ayase-san’ı ’Küçük kız kardeş’ ile aynı bağlamda hayal bile edemiyor. Bu olay bana, ücretli ilişki yaşadığına dair şüpheleri olan bu kızın başkalarının gözünde hiçbir şekilde ’Küçük kız kardeş’ olamayacağını gösterdi.



“Her neyse,” diye söze başladı Maru, bir parmağını kaldırarak. “Her şeyden önce, bir youtuber olarak ya da kripto para işiyle uğraşarak kısa sürede büyük paralar kazanabileceğinizi düşünme bile. Bu çok safça.”

“Gerçekten mi?”

“Tabii ki. Bu işten büyük paralar kazanmak için deli gibi zaman harcamanız gerekir. Her sporda olduğu gibi bu da topa nasıl ve nereden vuracağınıza bağlı bir kumar.”

“Ahh, sanırım bu mantıklı.”




Uzun süredir beyzbol oynayan Maru bunu söylediği için kulağa garip bir şekilde inandırıcı geliyordu. Ancak, onun sözlerini mantıklı bulurken aynı zamanda dikkatimi çeken bir çelişki de vardı.




“Ama, çok para kazanmak için onlarca yılını ortaya koyan insanlar varsa, bunu ancak bir yılda başarabilenler de var, değil mi? Bu ikisini birbirinden ayıran nedir? Yatırım yaptıkları zaman ile ilgili olduğunu sanmıyorum."

"Saçma sapan miktarlarda para kazanan biri olmadığım için bunu söyleyemem ama bunun arkasında bir numara olabilir."

“Bir numara, ha...”

"Belki de sadece zihinsel bakış açınızdandır. Annem de babam da tarih fanatikleridir, bu yüzden bana Savaşan Devletler döneminden Üç Krallık dönemine kadar her türlü hikaye anlatıldı, bu yüzden kendime bu konu hakkında çok fazla bilgi edindim, ama-"

“Bazen Zhuge Liang gibi konuşuyorsun, evet.”



Maru ile konuştuğum bu bir yıl boyunca, onun oldukça iyi bir stratejist olduğunu söyleyebilirim. Geçen yılki spor festivali sırasında diğer sınıflar hakkında bilgi topladı ve insanları yönlendirdi. Bu sayede sınıfımız kolayca birinci olmayı başardı. Kulübünde neden yakalayıcı koltuğunda oturduğunun nedeni de bu olabilir.



“Aslında o kadar da büyük bir şey değil ama... Savaşın temellerini öğrendim.”

“Örneğin?”

“Bilgi ve birikim en büyük silahınızdır.”

“Düşmanını tanı, kendini tanı, yüz savaştan korkmayacaksın?”

“Onun gibi bir şey. Düşmanın askerleri, coğrafi konumu, kullanmaktan hoşlandıkları silahlar ve kaç tane oldukları, pratik savaştaki gerçek deneyimleri - bunların hepsi küçük ayrıntılar gibi görünür, ancak bir araya geldiklerinde güçlü silahlar haline gelirler. Ama yine de baltalı zeki askerler silahlara karşı kazanamaz.”

"Anlıyorum, yani bunu para kazanmakla kıyaslıyorsun... Para hakkında bilgim olmadığını mı söylüyorsun?"

“Muhtemelen. Toplumun nasıl işlediği ve piyasanın durumu hakkında ne kadar çok şey bilirsen başarı şansın o kadar artar gibi geliyor bana... Hiçbir fikrim yok.” Tüm bildiklerini anlattı, ancak son anda yıkıldı.


Kendi örnekleriyle tavsiyelerde bulunmak, ancak en sonunda mükemmel bir yöntem gibi görünmemek ona çok benziyor. Söylediği her şeyi dikkatle dinledim ve daha sonrası için zihnime not ettim.





Okul biter bitmez bisikletimle yola çıktım ve doğruca yarı zamanlı çalıştığım kitapçıya gittim. Shibuya tren istasyonunun hemen önünde yer alan bu dükkâna çok sayıda gencin yanı sıra maaşlı çalışanlar ve iş adamları da geliyordu, dolayısıyla en yoğun saatler akşam 6 ila 7 arasıydı. Ancak, bunu atlattıktan sonra işler biraz sakinleşiyor ve vardiyadaki kişi sayısı dörde düşüyor.



Kabaca akşam 8’de, bunlardan ikisi bir saatlik bir molaya girdi, böylece ben ve Yomiuri-senpai yalnız kaldık. Söz konusu Yomiuri-senpai kasanın arkasında durmuş esniyordu, ben ise raflarda çalışıyormuşum gibi davranıp aradığım kitabı arıyordum.



Öncelikle para hakkında bilgiye ihtiyacım var. Ekonomi, bir işi yürütmek ve kapitalizmin yapısı hakkında. Dürüst olmak gerekirse, başlıkların hepsi kulağa oldukça benzer geliyor, bu yüzden onları gerçekten ayırt edemiyorum, bu yüzden biraz güvenilir görünen bir şey seçtim. Bana çok ve kolay para kazandıran işyerleri hakkında bilgi verebilecek bazı dergiler de alabilirdim. Telefonda aramak neyse de, şaibeli bir işverenle karşılaşmak istemiyordum. Elbette dergilerdekiler de pek güvenli sayılmaz ama tedbirli olmak tedbirsiz olmaktan iyidir.



...Pekala. Kitapları yanıma alıp kasaya gittim. Orada-

“Hey şimdi, vardiyandasın, kendine kitap saklamak yok. .” Uyarı sesiyle birlikte biri parmağını omzuma dürttü.
Tabii ki Yomiuri-senpai’ydi.

“Ah, özür dilerim.”

"Şaka yapıyorum~ Bu kural kimsenin umurunda değil, o yüzden bana aldırma. Mağaza müdürü bile bunu yapıyor. Çok popüler bir romanı ya da yeni çıkan bir kitabı saklamadığın sürece sorun çıkmayacaktır~ Sadece mantıklı düşün, tamam mı?" Yomiuri-senpai gülüyordu.



Yamato Nadeshiko gibi görünebilir ama çoğu zaman oldukça rahattır. İlkel ve düzgün davranmayı bıraktığı anda, kendisine yönelik itirafların sayısının büyük ölçüde azaldığından nasıl şikayet ettiğini hala hatırlıyorum.



Eğer o kadar kolay bir kadınsan, git saçını boyat ve diğer insanlara da bu izlenimi ver. Bir bakıma Ayase-san’ın tam tersi, ki bu oldukça gülünç. Klişeler yıkım yolunda ilerliyor.



“Ee Junior-kun, ne almaya çalışıyordun?”

"Mahremiyetimi bu şekilde ihlal etmez misin?"

“Bu tepki... Yoksa müstehcen bir kitap mı?”

"Hâlâ küçük kız kardeşimle bile geçinmeye çalışırken müstehcen dergi almaya cesaret edemem... Ayrıca, henüz 18 yaşında bile değilim, bu yüzden zaten alamam."

“O zaman bana göster... ne!”

“Ah.”


Gardımı indirdiğimde kitapları benden çaldı.
“Hmm... Hmmm hmm... Mmm?” Çeşitli kitap kapaklarına baktı ve meraklı bir ifade takındı. " Zengin olmaya bu kadar hevesli olduğunu hiç bilmiyordum. Her zaman bu kadar kendinden emin miydin?"

“Hayır, pek sayılmaz.” Böyle bir varsayımı hemen reddettim.



Bununla birlikte, Ayase-san’ın kişisel isteğini açıklamak kötü bir davranış gibi geliyordu, bu yüzden sadece en önemli ayrıntıları açıklamaya karar verdim.


“Liseden mezun olduktan sonra taşınmak ve yalnız yaşamak istiyorum. Bu yüzden mümkün olduğunca çok para kazanmam gerekiyor.”

“Ama o zaman burada yarı zamanlı mı çalışacaksın?"


Kahretsin, bu konuda bir şey söyleyemem…


“Şey. Elimdeki para henüz yeterli değil ve burada çalışmaktan zevk alıyorum çünkü çok yüksek bir ücret olmasa da kitapları seviyorum.”

“Ah, anlıyorum.”

“Bu yaşta yeni bir kız kardeşim olduğu için ailemin evinde kalmak istemiyorum. Onlara çok fazla baskı yapmak istemiyorum.”

“Anlıyorum?” Oldukça boş bir ton ve ifadeyle yorum yaptı.

"Benden şüphe mi duyuyorsun?"

“Kendi ayaklarının üzerinde durmak istemeni anlıyorum, ama küçük kız kardeşinin buna sebep olması yanlış, değil mi?” Oldukça ciddi bir tonla konuştu.


Sadece Ayase-san’ın değerlerine sahiptim ve ben bile şaşırmıştım.


“Bu benim kendi duygularımla ilgili, değil mi?”

" Mantığınla tutarsız olduğunu kastetmiştim."

“Tutarsız olamaz mıyım?”

"Yani, bu bir zaman kaybı."

“Eh?”


Yomiuri-senpai’nin ağzından çıkan bu kelime beni şaşırttı ve gözlerim kocaman açıldı.


"Başkalarını rahatsız etmemek için, böyle bir mantık... Sadece bu kitapları okuyarak çok para kazanan bir insan olabileceğini sanmıyorum."

"Özür dilerim ama o kadar çok mantık basamağı atladık ki, hiç takip edemiyorum. Benim anlayabileceğim kelimelerle anlatabilir misin?”

"Senin yaşındaki bir kız kardeş daha avantajlı. Ve buna dayanmayan bir yaşam tarzı sadece kollarınızı ve bacaklarınızı bağlamak gibidir." Bunu oldukça boş bir şekilde söyledi ama keskin bir tonu vardı.



Aslında bana ya da babama muhtaç olmadan yaşamak isteyen Ayase-san’dı ama onun fikirlerine katıldığım için bu sözler benim de yüreğime işledi.



“Paranın neden gerekli olduğunu düşünüyorsun?”

"Yani, onsuz yaşayamaz mıyız?"

" Gerçekten öyle mi?"

"Bu mecazi bir soru mu? Yani, ihtiyacımız var.
Giyecek - Yiyecek - Barınak, bu üçü biz insanların temel ihtiyaçlarıdır ve her biri para gerektirir.”
İşte kapitalizm budur.

“Hmm, anlıyorum. O zaman bunu en uç noktaya taşıyalım. Para kazanamayan bir bebek öylece ölüme mi terk edilecek?”

“Bu gerçekten biraz fazla aşırı.”

“Gerçekte, bir bebek para kazanmadan da yaşayabilir, değil mi?”

“Çünkü ebeveynleri onun masraflarını karşılıyor, evet.”

“Doğru, çünkü ona yardım ediliyor... Peki, yetişkinler neden böyle yaşayamıyor? Bu iyi bir şey değil mi?"

“İyi olduğunu sanmıyorum.”



Eğer herkes yardım istemeye başlasaydı, eminim toplum çökerdi. Yetişkinler çocukları korumak içindir ve kendi ayaklarınızın üzerinde durmak için kendi paranızı kazandığınızda, bu toplum tarafından korunacaksınız.



“Yani, yeniden bebek olmak isteyen daha çok yetişkin var, değil mi?”

“Bence bunu genellememelisin.”



Sosyal ağlarda ve her yerde, 2D karakterlere anneleri gibi davranan insanlar ya da yetişkinlerin tam da istedikleri gibi çocuklara döndüklerini gösteren içerikler görebiliyorum. Ancak, bunu aklınızda tutsanız bile, dışarıdaki her bir yetişkin için durumun böyle olduğunu genellememelisiniz... Ya da en azından böyle olmasını umuyorum.



“Ben asla hepsi demedim~ Ama bu tür içeriklerin giderek daha fazla ortaya çıkmaya devam etmesi, bunu gerçekten isteyen insanlar olmasından kaynaklanıyor, değil mi?”

“Bu... doğru, evet.”

“İlk başta her birimiz bir bebektik, ancak yetişkin olduğumuzda buna izin verilmiyor. Bu daha da zalimce değil mi?”

“...Sanırım öyle.”

"Bu biraz uç bir örnek ama eğer birisi size giyecek, yiyecek ve yatacak bir yer sağlarsa... eğer birisi size bu şekilde yardım ederse, o zaman para olmadan da yaşayabilirsin, değil mi?"

"Yani temel ihtiyaç geliri paradan farklı mı?"

"Çok bilgilisin~" ( Burada kelime oyunu yapıyor)

" Şunu yapmayı kes artık."



Yeni öğrendikleri kelimeleri kullanan havalı çocuklar gibi muamele görmeyi beklemiyordum. Bu terimi Yomiuri-senpai’nin bana ödünç verdiği bir kitaptan öğrendiğimden bahsetmiyorum bile, bu yüzden bana ders vermeye hakkı olduğunu sanmıyorum. Ama o sadece gülümsedi ve benim düşüncelerimle ilgilenmedi.



“Kendi başına yaşayamıyorsan, o zaman başkasından yardım istemelisin. Ya da en azından ben öyle düşünüyorum.”

"Sonunda bir yük oluştursalar bile mi?"

“Bu dünyada böyle kızlardan hoşlanan insanlar var, biliyor musun?”

"Kişisel anlamda evet, ama genel olarak konuşursak..."

"Belki de bu senin tarzın değildir, Junior-kun."

“...Gerçekten anlamıyorum.”



En azından Ayase-san’ın yük gibi olan erkeklerden hoşlandığını sanmıyorum... Ya da öyle demek isterdim ama onu yeterince tanımıyorum, bu yüzden her iki durumda da cevabını bilmediğim bir soru bu.



“Her neyse, para böyle işler. Paran varsa ne ala, yoksa da sana yardım edecek birini aramak zorundasın. İhtiyacın olduğunda birinin yardımına koşması için, her zaman yardıma ihtiyacı olabilecek birine karşı tetikte ol. Bence bu düşünceyi aklında tutmak, böyle uçuk kitaplar okumaktan daha iyidir."

" İlginç."

"Bunu sen de yapabilirsin. Bu dünyadaki tüm şirketlerde, mükemmel şirket başkanlarından daha yetkin çalışanlar var.”

"Bu müthiş bir tespit."

“Gerçek bu. Zengin şirket başkanları sadece kurtarılmakta iyidir, hepsi bu genç adam.”

“Tüm bunları biliyormuş gibi davranman çok ezikçe.”

“Üniversite öğrencisi bir çiçeğin her zaman bir ya da iki şeker babası vardır.”

“Eh?” Bilinçsizce donup kaldım.



Elbette ona karşı bir şeyler hissetmiyordum ama benimle hep aynı vardiyada çalıştığı için hakkında epeyce şey biliyordum. Ancak, şok yine de şoktur. Tıpkı Ayase-san’ın vücudunu satabileceğine dair söylentileri duyduğumda olduğu gibi. Belki de sadece bakire olduğum içindir, bilemiyorum.


Ancak, birkaç dakika acı çektikten sonra, Yomiuri-senpai bana bir tebessüm sergiledi.


“Şaka yapıyorum~”

"Seni sürtük."


Saygılı üslubum tamamen bozuldu.



"Üniversitede bir arkadaşım böyle bir şey yapıyor. Gerçekten de çok parası olan insanlar başkalarından yardım istemekte çok iyilermiş gibi görünüyor. Ayrıca onunla ne zaman karşılaşsam yanında yeni bir marka eşya oluyor. Kıyafetten el çantasına kadar, gerçekten hayret verici.”

" Wow."


Bir üniversite öğrencisinin karanlığına göz atmış gibi hissettim.


“Her neyse, böyle kitaplara güvenmeden önce neden ailene güvenmiyorsun?” Bana göz kırptı ve yeni gelen bir müşteriye yardım etmeye başladı.
Sonunda, o gün tek bir kitap bile almadan eve döndüm, tamamen o son sınıf öğrencisinin alaycı tavrından etkilenmiştim.





" Ben geldim, Ayase-san."

" Hoş geldin, Asamura-kun."



Her zaman olduğu gibi eve döndüğümde üvey kız kardeşim beni karşıladı ve burnuma hoş bir yemek kokusu geldi. Oturma odasına geldiğimde Ayase-san’ı mutfakta iş yaparken gördüm. Eve yeni mi gelmişti, yoksa kıyafetlerini değiştirme zahmetine mi girmemişti bilmiyorum ama üniformasının üzerine bir önlük giymiş, sıcak bir tencerenin içindekileri karıştırıyordu.



" İşinde iyi iş çıkardın. Hemen yemek ister misin?"

“Teşekkürler. Tabakları hazırlayayım.”

"Ah, gerek yok, işinden dolayı yorgun olmalısın." 
Ayase-san, tam ben birkaç tabak çıkarırken söyledi.



Kardeş olmaktan ziyade yeni evliymişiz gibi hissediyorum... Tanrım, çok tuhaf hissediyorum. Lanetli düşüncelerimi görmezden geldim ve Ayase-san’la birlikte yemek masasında karşılıklı oturarak akşam yemeği için hazırlanmayı bitirdim. Bugünün ana yemeği köriydi. Çok fazla sebze kullanılmıştı, bu da oldukça sağlıklı bir köri gibi görünmesini sağlıyordu. Bunun üzerine biraz salata bile hazırladı. Baharatlı sebzeleri ağzıma götürdüğümde gözlerim fal taşı gibi açıldı.



" Çok lezzetli...!"

“Teşekürler, bunu duyduğuma sevindim.”



Dudaklarımdan içten bir övgü döküldü. Dürüst olmak gerekirse, köri o kadar lezzetliydi ki, onu tanımlamak için kullanılabilecek tek kelime buydu. Bir amatörün yaptığı gibi, sadece tarife uyarak, market malzemeleri kullanarak yapılan bir şey değildi.



Eğer çeşitli baharatlar kullanmasaydınız ve sebzeleri haşlarken detaylı hesaplamalar yapmasaydınız, onları ısırması bu kadar rahat bir hale getiremezdiniz. Aynı şey pilav için de geçerliydi, çünkü gerçekten pürüzsüz bir şekilde yeniyordu.



Ayase-san her zamanki gibi sakin bir tepki verdi ama övgülerimden hoşlanmadığını anladım, çünkü körinin bir kısmını ağzına götürürken ağzının kenarları biraz yukarı kalktı. Baharat diline değdiği anda kaşları hafifçe seğirdi ve onun bile insani ifadelere sahip olduğunu fark ettim.



"Bu kadar güzel köri yapabileceğini bilmiyordum."
“Anlıyorum. Yine de 70 puan verirdim.”

" Daha da iyisini yapabilir misin?"

“Eti terbiye etmek için fazla zamanım olmadı, bu yüzden hala daha iyi yapabilirim. Bunun için üzgünüm.”

“Eti terbiye etmek.” Az önce duyduğum kelimeleri mırıldandım.

" Ee, ne? Bunu açıklamamı mı istiyorsun?”

“Yemek pişirmek hakkında hiçbir bilgim yok... Bildiğim en iyi şey etin her iki tarafını da pişirdiğin.”



Benim bakış açıma göre, yemek pişirme konusundaki bilgisi onu farklı bir dünyadan gelmiş gibi gösteriyor.



"Peki, öyleyse." Dedi ve açıklamaya başladı. 
“Marketten et aldığınızda tadı biraz yavan olur ya da kokusu burnunuza ağır gelebilir. Tuz, biber veya sarımsak kullandığınızda tadı çok daha iyi olur.”

"Ohh... Değerli bilgiler."

"Sadece internetten öğrendiğim şeyler. Çoğu şeyi bir yemek tarifi sitesinden araştırdım.” Bunu söylerken, bunların çoğunu başka hiç kimsenin yardımı olmadan kendi kendine öğrendiğini belirtiyordu.



Bağımsız yaşama arzusunun sadece göstermelik olmadığı gerçekten çok açıktı. Bu kadarını düşününce benim de söyleyecek birkaç sözüm vardı.



“Hızlı ve kolay para kazanma yöntemi hakkında.”

"Anlıyorum, yani bunu çoktan araştırmışsın."

“Evet. Ama hiçbir şey bulamadım. Üzgünüm, benim için iki kez yemek yapmak zorunda kalmana rağmen.”

“...Anlıyorum. O kadar kolay olmayacağını anlamıştım." Ayase-san yenilgiyle omuzlarını hafifçe düşürdü ama hayal kırıklığı tahmin ettiğim kadar derin değildi.



Bana sormadan önce kendi başına bilgi toplamaya gittiğinden ve böyle bir iş bulmanın gerçek olamayacak kadar imkansız olacağını fark ettiğinden eminim.



"Zengin olan insanların özel bir özelliğini öğrendim."

“Kulağa oldukça ilginç geliyor.”

“Bunu duyduğumda ben bile merak ettim.”



Orada, Yomiuri-senpai’nin bana söylediklerini ve başkalarına güvenmenin önemli olduğunu anlattım. Beni dinleyen Ayase-san’ın gözleri merakla parlıyordu.



"Demek yakın olduğun bir kız var, Asamura-kun."

" Ee, bundan bunu mu anladın?"

“Ah, özür dilerim. Sadece, yani, beklemiyordum."

“Şimdi de benimle dalga geçiyorsun.”

“Üzgün olduğumu söyledim, tamam.”



Bakire muamelesi görmekten duyduğum rahatsızlığı belli ettiğimde Ayase-san alaycı bir gülümseme gösterdi. Tabii ki şu ana kadar kızlarla fiziksel temasım sıfırdı, yani Ayase-san da haksız sayılmazdı.



“Senin kızlardan nefret ettiğini falan düşünmüştüm.”

“Hayır, pek sayılmaz. Neden böyle düşündün ki?”

“Durumumuz çok benzer olduğu için böyle olduğunu düşündüm.”



Anlıyorum, demek Ayase-san kızlardan nefret ediyor... Elbette bu şekilde şaka yapmayacağım. Seçtiği kelimelere bakılırsa, muhtemelen anne ve babasının geçinemediğini görmüş. Gerçek babasına hiçbir zaman güçlü bir bağlılık duymadı ve benim gerçek annemle olan ilişkime benzer bir şey düşünüyor. Bunun yarısı doğru, çünkü ben de gerçek annemle başa çıkma konusunda gerçekten kötüydüm.



“Ama bu böyledir, bu da şöyledir. Bir kişiyle aranın kötü olması tüm kadınlardan nefret etmeye başlayacağın anlamına gelmez.”

" Anladım. Bu harika, gerçekten." Ayase-san sözlerimi hayranlıkla dinledikten sonra hafif bir tonla devam etti. "...Ben ikinizi destekliyorum."

"... Nasıl yani?"

"Harika bir tarzı var, yanında rahat olunabiliyor ve senden yaşça büyük bir kadın, değil mi?"

"Bu doğru, evet"

“Bence ikiniz birbirinize çok uygunsunuz.”

“Ehhh?”



Bana alaycı bir gülümsemeyle söylediği için kendimi tutamadım ama gerildim. 
Yomiuri-senpai’nin büyük göğüslü, çekici bir güzel olduğu ve benden daha büyük olduğu doğru ama ne düşündüğünü asla anlayamıyorum ve onun yanındayken tedbiri elden bırakamıyorum. Onun yanındayken kendim olabileceğimi hissediyorum ama zaten yorgun olduğum için onunla konuşmak biraz zor olabiliyor.



“Neden bu kadar iğrenmiş görünüyorsun? 
Duyduklarıma göre zeki ve harika bir insanmış."

“Bunu inkar edemem...” Çenemi kapadım.



Ona sadece onunla çıkmanın bile beni çok yoracağını söyleyemezdim, çünkü bu beni tam bir pislik yapardı.



"Ahh, ne yapmalıyım." Ayase-san kaşığını yere bıraktı. "Onun söyledikleri doğru ama ben yine de bağımsız olmak istiyorum."

“Çok acele ediyor gibi görünüyorsun. Bana ya da babama bile mi güvenmeyeceksin?”

“Hayır, siz ikiniz iyi insanlarsınız ve yardım istediğimde bana yardım edeceğinize eminim. Ama...” Bir süre bekledi. “Siz ikiniz kötü insanlar olsaydınız her şey daha kolay olurdu.”

“Sen... ne..."

“Özür dilerim. Bunu söylememeliydim... Yemek için teşekkürler." Gözleri faltaşı gibi açılmıştı ve hâlâ biraz yemeği kalmasına rağmen tabağı yanına aldı.




Neredeyse mutfağa kaçacakken ona seslenmek istedim ama kendimi durdurdum. Kardeş olmamızın üzerinden fazla zaman geçmemişti ama kadınlarla ilgili sıfır deneyimime rağmen bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemediğini söyleyebilirim.



Bu gece yine kasvetli duygularla yatmak zorunda kalacağımı hissediyorum. Bunu kabullenerek körinin geri kalanını mideye indirdim. Evet, gerçekten de çok lezzetliydi ama dilime göre biraz baharatı eksikti.




“Acaba bu gece uyuyabilecek miyim?...”


-Cevaba gelecek olursak, gayet iyi uyuyabildim. Bunun nedeni, ben yatağımdayken odama gelen Ayase-san’dı.


"Bunlar nedir?"

“Aromatik mumum ve uyku maskem. Daha önce söylediklerim yüzünden uyuyamayacağından endişelendim.”



Ne kadar düşünceli, gerçekten. Her ne kadar soğuk bir konuşma tarzı sergilese ve yüzünde hiçbir ifade olmasa da, o maskenin altında sempati ve nezaketini görebiliyordum ve Ayase Saki’nin sahip olduğu başka bir özelliğini daha öğrendiğimi hissettim.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


2   Önceki Bölüm 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.