##Serim, novelturkiye.com adresinde 10 Bölüm İleriden Yayınlanmaktadır. Hepinizi, Türkçe Novel Okuma Siteme Bekliyorum ##
Sabahın ilk ışıklarıyla beraber Mel, sırtını uçuruma komşu çöp yığınlarına çevirdi. Bedeninde kan sızmayan sadece iki yer vardı. Elleri ve kollarının dirseklerine kadar olan kısmı iyiydi ama genel durumu harap görünüyordu. Mel ayrıldıktan kısa süre sonra devasa vagonlarla bölgeye gelen öğrenciler, çöpleri bırakıp hızla uzaklaştılar, belli ki çöp sevkiyatı sabahın ilk saatlerinde yapılıyordu. Akademi devasaydı ve çıkan çöplerde küçük dağlar oluşturacak kadar çoktu. Güvenli bir mesafeden olanları izleyen Mel, elinde beliren ilaç topağını yuttuktan sonra kendini yere attı ve gözlerini kapattı. Dinlenme vakti geldiğinde direnmeden uykuya teslim oldu, bedeni toprağa kavuştuğunda gerilen kasları rahatladı, yüzündeki çizgiler bir bir kayboldu. Yaklaşık dört saat sonra uyandığında, gün ortasına yaklaşılıyordu. Çok uzun zamandır en fazla üç saat uyuyan genç çocuk, ne kadar yorulduğunu ancak şimdi anlıyordu. Eliyle ve gözüyle bedenini kontrol ettiğinde, açılan yaraların kapandığını gördü. Hemen yeni kıyafetler giydi, tabii ki eski elbiselerinin düzelmesi mümkün değildi. Ne hızlı ne de yavaş bir tempo tutturarak kırkıncı bahçeye ulaştığında, kendisiyle beraber birkaç kişi daha giriş için bekliyordu. Mel sıranın sonuna geçti, üzerine çevrilmiş bakışları hissetse de kimseyle iletişime geçmek istemiyor gibi yere bakıyordu. “Hey yeni çocuk, nasıl gidiyor!” Sıranın ortalarından ayrılan bir genç, omuzlarını devirerek yanına geldiğinde Mel kafasını kaldırıp ona baktı. Güneşte fazla kalmış samanın rengini anımsatan kirli sarı saçları ve her yanı çillerle dolu suratıyla gülümserken, gencin ön dişlerinden bir tanesinin eksikliği göze çarpıyordu. “Fena değil!” Mel kısa bir cevap verdi ama nispeten çirkin olarak tanımlanabilecek genç, sohbeti uzatmanın peşindeydi. “Bu tecrübeli abin, istersen sana birkaç tavsiye verebilir. Duydum ki kırk birinci bahçeden yeni yükselmişsin!” Elini Mel’in omuzuna atarak konuşmak isteyen gencin kol uzunluğu yeterli gelmediğinde, görüntü diğerlerini güldürmeye yetti. “Kelin ilacı olsa, kendi başına sürerdi! Bir senedir burayı geçememiş, hâlâ konuşuyor!” “Ya bırak şunu, aklı sıra yeni gelen kızlara hava atacak ama öyle şapşal ki kimle konuştuğunu bile bilmiyor.” Diğerlerinin Mel’i tanıdığı belliydi, nasıl oluyorsa çirkin genç durumdan bir haberdi. Söylenenlerdeki gibi civardaki birkaç kıza hava atmanın peşinde olduğu çok belliydi. Sıranın kendisine geldiğini gördüğünde hemen koşarak kapıdan geçti, bu sırada da ağzı boş durmuyordu. “Bu bahçe, kırk birinci bahçeye benzemez. Yarın geldiğinde bu abini bulmayı unutma!” Son sözler Mel’i gülümsetti, çantamın içindekileri görse ne derdi diye düşünmeden edemedi. Bir sonraki bahçeye geçişini garantilemiş olan Mel, bugün sadece akademiye beraber geldiği on genç için buradaydı. İçeri girdiğinde, en güvenli rotaları ve bitki bölgelerini bularak kayıt altına aldı. Yeterli geleceğine inandığında, zamanı umursamadan dışarı çıktı. Etraf epey sessizdi, Dördüncü Ev’e vardığında, sabah saatlerinde iğne atsan yere değmeyecek durumda olan meydanda yeller esiyordu. “Merhaba!” Eve girdi ve üç görevliyi farklı yerlerde buldu. Bir tanesi, önündeki kalın kitabı okuyordu, diğeri dolapları düzenliyor, sonuncusu da başını koluna yaslamış uyukluyordu. “Ne oldu öğrenci!” “Başına bir şey mi geldi?” Gözleri açık olan ikisi duruma el koyduğunda, uyuklayan kişi istifini bozmadı ta ki Mel ağzını açana kadar. “Otuz Dokuzuncu Bahçe’ye geçiş için bitkilerimi teslim etmeye geldim!” Ağzının suları kol yenine akan adam yerinden öyle bir fırladı ki oturduğu tabure altından fırlayıp sertçe duvara çarptı. “Ne dedin sen?” “Bir sonraki bahçeye geçmek için geldim efendim!” Gözündeki çapakları silerek Mel’e bir daha bakan adam, ardından diğer iki arkadaşına dönerek bir cevap bekledi. Onların da kendisiyle aynı durumda olduğunu görünce, önce derin bir nefes aldı ve Mel’e masayı gösterdi. “Bitkilerini çıkar bakalım!” Mel, iki büyük adımda işaret edilen yere giderek, omuzdan askılı çantasının iç bölümünde sakladığı bitkileri yavaşça çıkarmaya başladı. “Sarı Kantaron Otu” “Ebegümeci” “Çirkin Avrat Otu” Her seferinde bitkilerin ismini yüksek sesle bağıran ikiliye katılamayan adamın, dili tutulmuş gibiydi, hemen raftan bir kitap çekip sayfaları çevirmeye başladı. “15 puan!” “12 puan!” “20 puan” Puanlamayı yaptığı her seferinde sesindeki titreşim artıyordu, bir sonraki bahçeye geçiş için gerekli puan toplandığındaysa, kitabı sakince kapatıp içinde tuttuğu nefesi bir kerede dışarı attı. “Tebrik ederim. İhtiyarın seni kendi elleriyle getirmesine şaşmamalı!” Üçlü, Yeşil Gölge Akademisi Bitki Bölümü içindeki bir evin yöneticileri olarak, nasıl olur da Mel’in Aksi Hanry ile olan ilişkisini bilemezlerdi. Öyle bile olsa, Üstat Hanry kafalarını kaldırıp bakabilecekleri bir yerde değildi. Onun adı kullanamadıklarından, Beşinci Ev’in görevlisinin ismini tercih ettiler. Mel, gerekli işlemler bitince oyalanmadan konutunun olduğu yere doğru yöneldi, çok geçmeden kendini evin bahçesine attı. Diğerleri daha gelmemişti, bunu fırsat bilen Mel içeriye girerek onlara gerekecek ipuçlarını düzenledi. Akşam olduğunda, on genç içeri girip onu gördüklerinde büyük gürültü koparttılar, hemen yemekler hazırlandı ve küçük bir ziyafet düzenlendi. Yemek faslı bitince, Mel onlara bir sonraki bahçenin detaylarını içeren kâğıtları teslim etti. Daha vakitleri olsa da Mel bugünün işini yarına bırakmak istemedi. İzin alıp ayrıldığında istikameti belliydi, dün bütün geceyi geçirdiği yerde aldı soluğu. Adımını attığı gibi ilk gördüğü hortuma saldırdı. Pençesi burgu şeklindeki hava akımını yararken, bedenine aldığı darbe sonucu sağ tarafa doğru yuvarlandı. “Kahretsin, gücümle şeklini dağıtabilsem de bedenimin diğer kısımları savunmasız kalıyor. Kuklalara hiç benzemiyor, vahşi yaratıklardan da farklı. Her hangi bir atak kalıbı yok, o an nasıl yapabiliyorsa o şekilde darbesini indiriyor!” Mel, sesini yükselterek kendi kendine konuşuyordu. Küçük hortumların doğasından kaynaklanan, anlaşılmaz rotaları nedeniyle zorlanmaktaydı. “İnsanlarla savaşmak, böyle bir şey mi acaba? Edgan yaparken ne kadar da basit görünüyor, bir de bana bak!” Yumruklarını sımsıkı kapatmış olan Mel, bir sonraki sert rüzgârları beklemeye koyuldu. Bu gece ona uyku yoktu, ne tesadüftür ki aklından geçirdiği kişi de bu saatte hâlâ ayaktaydı ve yalnız da değildi.
Altı Medeniyetin Dünyası sesli tiyatro şeklinde, her gün yeni bölümüyle Youtube kanalımızda. Hemen takip etmeye başlayabilirsiniz. https://www.youtube.com/channel/UCFLFkHspxIWOS_quuhWnOEAhttps:/
/www.instagram.com/novelturkiye/
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.