##Serim, novelturkiye.com adresinde 10 Bölüm İleriden Yayınlanmaktadır. Hepinizi, Türkçe Novel Okuma Siteme Bekliyorum ##
Soru karşısında afallayan Mel, genç kızın gözlerinin içine bakıyordu. Kristin, acaba hangi kimliğini bilmişti? “Gerçekten, kabul testlerin de birinci olan ve yanındaki on halktan gelenle beraber akademiye giren kişisin!” Derin bir soluk veren Mel gülümsemeye başladı. Kız, onun herkes tarafından bilinen yüzünden bahsediyordu. “Evet, o benim Kristin ama evin içindeki insanlar yanımdakiler değil, arkadaşlarım!” Kendisi inkâr etse de dışarıdan bakıldığında Mel çoktan diğer on kişinin liderliğini üstlenmişti. Çöplükten alıp evine yerleştirmesi bile onları kanatlarının altına aldığını söylemek için yeterliydi. “Mel, arkadaşının yerini hazırladım!” Nalt, evden fırladığı gibi iri yarı genç çocuğa seslendi. Aynı anda Kristin ile göz göze geldiler, fırsatı kaçırmayan Nalt hemen kendini tanıttı. “Merhaba, ben Nalt!” Yamuk kâküllü genç çocuğun kocaman gülümsemesi, her zamanki yerinde duruyordu, kız da ona aynı sıcaklıkla cevap verdi. “Merhaba, ben Kristin. Tanıştığımıza memnun oldum!” Narin kızın sesi normalden de ince çıktı, yarası nedeniyle bitkin düştüğü açıktı. “Kristin, Nalt bu evin sahibi sayılır. İyileşene kadar, sana yardım edeceğine eminim!” Mel, elini Nalt’ ın omuzuna koyarak konuştu. Mesajı alan Nalt, bir nefes geçmeden söz girdi. “Tabii ki benden isteyecek. Yerin çoktan hazırlandı, haydi içeri geçip bir şeyler yiyelim!” Nalt arkasını dönüp eve yürümeye başladı, Mel yerdeki Kristin’i bir hamlede kaldırdı ve kucağındayken evin kapısından içeri girdi. Dokuz çift göz üstlerindeydi; bazıları şaşkınlık, bazıları sevinç ve bazıları kıskançlıkla bakıyordu. Yeni evlenmiş bir çiftin evlerine girdiği gibi içeri giren iki gencin hali, herkes de farklı duygular uyandırdı. Tuhaf durumun farkına varan Kristin, hafifçe doğrulup Mel’in kulağına fısıldadı. “Mel, karnım tok. Beni direkt yatağıma götürür müsün?” İri yarı genç adamın yüzü kıpkırmızı oldu. Genç kızın ne demek istediğini bilse de çağrışımlar onun utanmasını sağlamaya yetti. Kurulan sofrayı es geçip, evin yatak odasına girdi. Nalt, burayı Kristin için tahsis etti. Diğer gençler Mel evde olmasa bile oraya girmezken, şimdi hiç tanımadıkları biri oraya giriyordu ve Mel’de yanındaydı. On kişilik grup içindeki kızlar ellerindeki yemekleri bıraktılar, büzüşmüş dudakları ve kalkık kaşlarına bakılırsa, hasetlerinden çatlıyorlardı. Genç kızı yatağa bırakıp üstünü örten Mel, tek kelime etmeden önce odadan, sonra da evden çıkarak Otuz Beşinci Bahçe’nin yolunu tuttu. Bugün hasat günüydü, Mel içeri girdiği gibi haritasını çıkarıp puanı yüksek bitkileri bularak çantasına attı. Öğlen güneşi sıcaklığını kaybetmeye başladığında, oyunlar oynayarak akan bir derenin yanına geldi. Çantasını ve ayakkabılarını çıkardı, ayaklarını kenardan sarkıtıp akarsuyun içine soktu. Terlemişti, kıyafetinin sırt kısmında beliren büyük yuvarlak, güneşin son demleriyle kurumaya çalışıyordu. “Kendi payım tamam. Yarın da Kristin için toplarım ama giyecek kıyafetim kalmadı. Pek hoş kokmuyorum, bu halde eve dönmek hiç iyi olmaz!” Ayaklarını soğutmasının ardından, Mel kıyafetlerini çıkararak suya atladı, pençe misali elleriyle kıyıya tutunarak sürüklenmesinin önüne geçiyordu. Bir saat suyla kendisini arındırdı, son zamanlarda heyecanlı zamanlar geçiren ruhu da sakinleşmiş gibiydi. Tek hamlede sıçradı ve ayakları yeşil çimlerin üzerine bastı. Kıyafetlerini almak için eğildi ama kokuları burnuna vurunca onları alıp yeniden suya atladı. Alacakaranlık Otuz Beşinci Bahçe’nin içindeki tek renk olduğunda, iri yarı genç bir adam olanca hızıyla koşuyordu. Kıyafetlerinin uçlarından yere düşen damlalarla eş zamanlı basan ayakları sayesinde, çok hızlıydı. Genç, bahçeden çıktıktan sonra da durmadı. Bitki Bölümünü geçerek, akademiye girdiği ilk gün gördüğü meydana gelene kadar koştu. Işıl ışıl aydınlatılmış meydan kalabalıktı, iki büklüm bir halde soluyan Mel kimsenin dikkatini çekmedi. “Mel, Mel!” Belki de çok erken konuştuk! Saçlarını tepeden iki topuz olarak toplamış kızla, hemen yanı başındaki mavi kıyafetli genç adam, ona doğru yürüyorlardı. “Edgan, Marvina!” Mel, belini doğrultmadan kafasını kaldırdı ve üç adım uzağındaki iki kişiyi görünce kendini koy verip yere oturdu. Kıyafetleri tam kurumamıştı, ne olduğunu anlamak için omuzundan tutan Edgan, şaşkınlıkla ıslanan eline baktı. “Mel, içinde durmadan yağmur yağan bir bahçeyi mi araştırıyorsun?” Uzun saçlarını tek sıra örmüş genç çocuk konuştu ve kardeşi hemen arkasına kendi sorusunu ekledi. “Neden ıslak ıslak dolaşıyorsun ki. Yeni kıyafetler giysene?” Mel, bu sırada kendine gelip doğrulmuştu. Marvina’nın sorusuna, sağ elinin işaret parmağıyla burnunun üstünü kaşıyarak cevap verdi. “Ne yalan söyleyim, kıyafetim kalmadı. Aslında buraya yeni kıyafetler almak için geldim ama yol boyu koştuğumdan karnım çok acıktı. Ne dersiniz, size yemek ısmarlayayım mı? “Olur, haydi yemeğe!” Marvina, ıslak olduğuna aldırmadan Mel’in koluna girdi ve çekiştirerek yürümeye başladı. Üç kişilik grup genç kızın istediği rotada ilerliyordu, aksi kesinlikle mümkün değildi. Meydanın ortasına geldiklerinde, Mel kafasını kaldırıp çevreyi inceledi. “İlk gün dikkat etmedim ama burası sekiz köşeli yıldız şeklinde mi?” Marvina ne kadar çekerse çeksin, Mel durunca mecburen olduğu yerde kaldı. Soru üzerine, Edgan şöyle bir kendi etrafında dönerek alanı inceledi ve beklemeden cevabını verdi. “Evet, tam olarak bir octagon!” Meydanın şekli hakkında tartışan ikilinin aksine Marvina, sadece Mel’i çekiştiriyordu. Bir süre direnen Mel aklındaki düşüncelere dalınca, bedenini teslim alan genç kız onu ay gibi parlayan mermer basamakların önüne getirdi. “İşte burası. Bu gece, Yeşil Parıltı’da yiyeceğiz!” Mel, kafasını kaldırıp yapıya baktı. On basamağın bitiminde, büyük sütunların taşıdığı dev bir tabela vardı. Süt beyazı mermer üzerine, yeşil mücevherle işletmenin adı yazıyordu. “Yeşil Parıltı!” Marvina sanki birinden kaçarmış gibi Mel’i çekiştirmeye devam etti, o ve iri yarı genç tabelanın alından geçerken, Edgan daha yeni basamakları yarılamıştı. Basamakların bitiminde kırmızı halı serilmiş bir yol vardı, on adım uzunluğundaki yolun sonundaysa, işletmenin girişi onları bekliyordu. Mel, bir kez arkasına dönüp baktı, Edgan’ın geride kalmasını yadırgamıştı ama kız kardeşi onun hızını kaybetmesine müsaade etmiyordu. Bir hışımla girişe geldiklerinde, hoş bir kadın onları karşıladı. “Hoş geldiniz.” “Kaç kişisiniz?” Mel ve Marvina’yı karşılarken gayet güler yüzlüydü ama genç kızın başının üzerinden bakıp gelen kişiyi görünce, suratı o an asıldı. “Üç kişiyiz!” Marvina hızlı hızlı cevap verdi ve kendini içeri atmak istedi, hoş kadın önüne geçmeseydi başaracaktı da. “Maalesef, bu akşam doluyuz!” Mel, içeri baktı, onlarca boş masa vardı. Onun gibi Marvina’ da durumu görüyordu ve kendini tutmadan isyan etti. “Ne demek doluyuz? İçerisi neredeyse boş! Hoş kadının asılan yüzü, bir kez daha şekil değiştirdi artık üç genci kendisini rahatsız eden bir böceğe bakar gibi süzüyordu. “Ya hemen gidersiniz ya da korumaları çağırır, hepinizi sabaha kadar dövdürürüm!”
Altı Medeniyetin Dünyası sesli tiyatro şeklinde, her gün yeni bölümüyle Youtube kanalımızda. Hemen takip etmeye başlayabilirsiniz.
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.