Redaktör: Jeun, kansoku.sha | Düzenleyen: Dwt.exe
Bölüm 67: 14. Kısım
Tahtın Sahibi – III
Zindana girecektik ama Dört Kaplan Şeytan Kesen Kılıç’ı almak için değildi.
Yoo Sangah ve Lee Gilyoung ne demek istediğimi hemen anladılar.
“Demek bayraklarını alacaksın.”
“Demek onları öldüreceksin.”
Farklı yorumları vardı.
Yoo Sangah şaşkın gözlerle Lee Gilyoung’a baktı. İşin ilginç yanı, Lee Gilyoung’un Yoo Sangah’a hayal kırıklığıyla bakmasıydı.
“Hyung, son vuruşları bana bırak.”
Bu çocuk… birini doğrudan öldüremeyeceğimi çoktan fark etmiş.
[Özel beceri, Karakter Listesi etkinleştirildi.]
[Bu kişi ‘Karakter Listesi’nde kayıtlı değil.]
[Şu anda ilgili kişi hakkında bilgi toplanıyor.]
Lee Gilyoung’un bilgileri hâlâ mevcut değildi.
Başımı çevirdiğimde Yoo Sangah’ın endişeli gözleriyle karşılaştım. Başını eğmeden önce benle Lee Gilyoung’a baktı. Lee Gilyoung’a “Nasıl istersen öyle yap.” dedim.
Yoo Sangah’ın neden endişelendiğini anlayabiliyordum. Sonuçta Lee Gilyoung daha ortaokula bile gitmiyordu. Ama eskiden sahip olduğumuz ahlak kurallarının artık bu dünyada işlemediğininin de farkında olmalıydı.
“Oyun oynamıyoruz ama. Dikkatli ol.”
“Evet, merak etme.”
Lee Gilyoung’u dinlerken bayrağı sırtıma sakladım.
Şimdiye kadar bayrak küçük Kralları çekmek için iyi bir yemdi. Ancak bundan sonra yalnızca yırtıcılar için yem olacaktı. Bu savaş alanında Kral olduğumu ilan etmenin hiçbir iyi yanı yoktu.
Orta düzey Dokkaebi’nin sesi duyuldu.
[Huhu, hepiniz iyi gidiyorsunuz! Bu arada bu kadar çok insan gizli senaryo yapıyorken ‘gizli’nin ne anlamı kaldı ki?]
Hiç dik duruşu yok bunun da. Arada sırada utanç verici buluyordum.
[Birisi ilk liyakat için gerekenleri çoktan yerine getirdi. Bir kez daha, çok ilginç.]
Bir Kral çoktan siyah bayrağa ulaşmıştı demek. Muhtemelen Yedi Kral’dan biriydi.
[Bir süre sonra ikinci liyakatin gereklilikleri açıklanacak.]
Dönüp parti üyelerine baktım, “Çabuk. Dokkaebi’ye göre ‘bir süre sonra’ bizim için uzun sürmeyebilir.”
Lobideki Sang Pyong Tong Bo madeni paralarını tek tek bir araya getirdim.
[10 Sang Pyong Tong Bo madeni parasını kullanarak gizli bir bölüme girdiniz.]
[Gizli bölüme, Büyük Kepçe’ye girmek istiyor musunuz?]
Şu anda bayrağım mordu. Aynı renk bayrağa sahip Krallar da Büyük Kepçe’ye akın edeceklerdir. Yani, avlarımın hepsi tek bir yerde toplanmış olacaktı.
[Büyük Kepçe bölümüne girdiniz.]
Görüşüm dalgalandı ve lobi kısa sürede değişti. Beyaz mermer lobi, geniş bir bekleme salonuna dönüşmüştü.
Bekleme salonunun sonunda yedi kapı vardı.
“Uh…!”
Yoo Sangah kısa bir inilti çıkarıp bir adım geri çekildi. Ayaklarının altında cesetler vardı. Bunlar birbirleriyle savaşmış olan grup üyelerinin cesetleriydi. Lee Gilyoung ifadesiz bir yüzle cesetlere baktı.
O kadar çok ceset vardı ki düz yürümek zordu. Yüzlerce ceset mezar gibi her yere dağılmıştı. Şimdiden kan gövdeyi götürüyordu.
Kendimi biraz tuhaf hissettim. İntihalci yazarın kitabını yaymamış olsaydım, ölmeyebilirlerdi. O zaman benim yüzümden ölmüş olmuyorlar mıydı?
“Hey, insanlar var.”
Bekleme salonunun ortasında, insanların cesetlerinin yakacak olarak kullanıldığı büyük bir şenlik ateşi vardı.
Hayatta kalanların yüzlerini görebiliyordum. Müttefik miydiler yoksa ateşkes mi yapmışlardı bilmiyordum ama savaşmıyorlardı.
İnsan grubuna bakıp parti üyelerimle konuştum. “Dikkatli olun.”
Bir grup ayağa kalktı. Açgözlülük gözlerinden okunuyordu.
“Yenisiniz. Kralınız kim?”
Bazıları gizlice arkamıza geçerken diğerleri dikkatimizi dağıtıyordu. Kuşatma giderek daralıyordu.
“Sen misin? Yoksa yanındaki kadın mı? Çocuk olamaz.”
[Takımyıldızların çoğu haşerelerden rahatsız oldu.]
[Birkaç takımyıldızı sizden ciddi adımlar atmanızı istiyor.]
Zaten onu yapmayı planlıyordum.
“Pişt, neden cevap vermiyorsun… aah!”
Kırılmaz İnanç’ın beyaz ışığı havayı doldurdu. Durdurulamaz yörünge bir kişinin uzuvlarını kesti. Kafası karışan biri bağırdı, “Kahretsin! Öldürün şunu!”
İnsanlar sanki bekliyorlarmış gibi silahlarını çıkardılar. Ama artık çok geçti.
“N-neden bu kadar hızlısın?”
Şu anda çevikliği benden daha yüksek olan çok az insan vardı.
Yüksek seviye becerilere sahip değillerdi, bu yüzden Yedi Kral dışında hiç kimse şu anda hareketlerimi takip edemezdi.
İnanç Kılıcı yarım daire şeklinde sallanıp aynı anda beş ya da altı kişiyi kesti.
Ardından gelen saldırı silah tutan bir eli kesti. Başka bir bileği daha deldim.
“Kuaaaak!”
Kopan uzuvlar havada gerçekçi olmayan bir şekilde uçuyordu. Acı içinde çığlık atan bir adamın arkasından yürürken bir beceri kullandım.
[Özel beceri ‘Basınç Noktasına Vur Sv. 1’ etkinleştirildi.]
Adamın uzuvlarını kesmiştim ama daha zalim olmaya gerek yoktu.
Adamın kolunda koyu mavi bir hançer saklıydı. Bu, 5 kişilik zindan, ‘Dongui Bogam’ın sonunda elde edilebilen zehirli hançerdi. Eğer cevabım birazcık bile gecikmiş olsaydı, böyle soyulan biz olacaktık.
İnsanlar yere yığılır yığılmaz Lee Gilyoung’a seslendim.
“Lütfen.”
Lee Gilyoung başını salladı ve eli insanların nefes alışlarını teker teker durdurdu. Sanki önemsiz böcekleri öldürür gibi yapıyordu. Biraz şaşırmıştım.
Sonra Yoo Sangah öne çıktı.
“Ben yaparım Gilyoung…”
“…Yapabilir misin?”
“Yine de yapacağım.”
Yoo Sangah’ın ses tonu alışılmadık derecede inatçıydı. Sert gözlerle Lee Gilyoung’a baktı. Sonra elindeki kılıçla bana sırtını döndü, belki de beni hor görüyordu.
Belki de Yoo Sangah’ın aklından geçenleri okuyamadığım için şanslıydım.
Yoo Sangah, Lee Gilyoung’dan bile daha etkili bir şekilde hareket etti ve kalan insanların canını aldı. İş bittiğinde parmak uçları titriyordu.
“…Böyle mi devam edeceğiz?”
“Evet, muhtemelen.”
“Gelecekte Gilyoung’un yerine ben yapacağım.”
“Yapabilir misin?”
“…Sorun yok. Tıpkı yumurta kırmak gibi.”
Yoo Sangah sakinmiş gibi davranarak bir benzetme yaptı.
“Ben daha iyisini yapabilirim.” Lee Gilyoung homurdanarak Yoo Sangah’ın elini başına koymasına neden oldu.
İlerde birçok dönüm noktası olacaktır. Bazen çökecekmiş gibi hissedebilir ya da vazgeçmek isteyebilirdik. Ama üstesinden gelmek zorundaydık.
Yakında karşılaşacağımız Yedi Kral’ın çoğu bizden daha yüksek istatistiklere ve benzersiz becerilere sahip olacaktı. Düşmanlar tarafından vurulmadan kazanamayacağımız durumlar kesinlikle olacaktı.
Grubun düşürdüğü eşyaları sessizce topladık.
[2,300 jeton kazandınız.]
[Dongui Bogam – Çeşitli Hastalıklar (Vücudun Üst Yarısı) eşyası alındı.]
Beklendiği gibi, bunlar beş kişilik zindanı temizleyen kişilerdi. Beş kişilik zindanda her biri farklı kullanımlara sahip toplam sekiz kitap mevcuttu. Beş kişilik zindana katılan az kişi olduğundan emindim, bu yüzden kalanları bulmak az çok kolay olmalı.
Ne yazık ki, az önce öldürdüğüm grupta ‘Kral’ yoktu.
Şak şak şak.
Sonra alkış sesleri duyuldu.
Büyük şenlik ateşinden izleyen adamlardan biri yüzünde bir gülümsemeyle bana yaklaştı. Diğer grup yok olmasına rağmen hiçbir panik belirtisi göstermiyordu.
Kılıcımı kaldırıp onu kayıtsızca uyardım.
“Ne istiyorsun?”
Adam bir adım geri çekildi, sanki dövüşmeye niyeti yokmuş gibi iki elini de havaya kaldırdı.
“Uhh, sakin ol. Kavga etmek istemiyorum.”
Adama daha dikkatli baktım. Sırtında büyük bir mızrak vardı. Sıkı göğüs kasları kıyafetlerinden belli oluyordu ve uzun saçları arkadan bağlanmıştı.
“Becerileriniz harika. Pasif becerilerin yok gibi görünmesine rağmen Chungjeong grubunu yok edebildin… o piçler, Krallarını kaybeden gruplardan biri onlar.”
Tabii ya, demek bu yüzden o kadar pervasızca karşımıza çıkmışlardı.
“Ama biraz geç kaldınız. Büyük Kralların hepsi zindana girdi, şu an savaşmakla meşguller. Kazanan neredeyse belli oldu sayılır ama… buradan geçen son Kral inanılmaz derecede vahşiydi.”
“Kimdi o?”
“Tiran Kral’ı tanıyor musun?” Adam konuşmaya devam etti. “Kendisi şu anda Kuzey Seul’deki en güçlü Kral. Onu tanıyanlar arasında geçen bir hikaye diyor ki: Mutlak Taht’ın sahibi kesinlikle Tiran Kral olacakmış.”
Tiran Kral’ı şahsen görmüş biri böyle düşünebilirdi. Tiran Kral’ın silahlı kuvvetleri kesinlikle Yedi Kral arasında en üst sıradaydı.
Ancak onun Mutlak Taht’ın sahibi olması gülünçtü. Tiran Kral güçlüydü evet ama Yedi Kral arasında en güçlüsü değildi.
Adam sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi ağzını açtı.
“Ama ben öyle düşünmüyorum. Bence Tiran Kral asla Mutlak Taht’ın sahibi olamayacak.”
“…Neden öyle düşünüyorsun?”
“Kendim gördüm. Güçlü bir iktidarı var ama insanları nasıl idare edeceğini bilmiyor. Kral dediğin insanların kalbini bilmeli.”
İnsanların kalbi mi?
“Kralım bunu yapabilir. Birçok enkarnasyonun onu takip etmesinin sebebi de bu. Kralımın Mutlak Taht’ın sahibi olacağından yüzde yüz eminim.”
Adamın bakışlarını takip ettim. Büyük Kepçe bölümü yedi kapıdan oluşuyordu. Belki de Kralı bu baktığı kapılardan birindeydi.
“Ne yani? Size katılmamızı mı istiyorsun?”
“Haha, güzel olurdu da beni öylece takip etmeyeceksin, değil mi? Sadece teklifte bulunmak istiyorum. Eğer sakıncası yoksa, neden bizimle ittifak kurmuyorsunuz?”
Şimdi anladım neden hâlâ bekleme odasında olduğunu. Bu adam yemdi.
“Neden yapayım ki?”
“Tiran Kral fazla güçlü. Kralıma güveniyorum elbet ama tek başına Tiran Kral’ı yenebileceğini sanmıyorum.”
Sadakatinin aksine çok gerçekçi bir adamdı. Fakat yine de ‘gerçek’ bir sadıktı.
“Bir düşün. Efsanevi kılıcı ele geçirmesini engelleyemezsek ne olur? Ya Mutlak Taht’ı ele geçirir ve Seul’deki tüm Kralları kontrol ederse? Ne olursa olsun bunu durdurmanız gerektiğini düşünmüyor musun?”
Belli belirsiz hatırladım.
Üçüncü regresyonda yoktu ancak ‘Tiran Kral Karşıtı İttifak’ Hayatta Kalma Yolları’nda birçok kez kurulmuştu.
Bir kez daha, gelecek değişmişti.
“Haklısın.”
“İşte bu yüzden bu teklifi yapıyorum. Grubumuz yakında Tiran Kral’a karşı harekete geçecek. Şimdiden diğer birkaç Kralla görüştük. Hangi gruba mensup olduğunuzu bilmiyorum ama bize katılarak hiçbir şey kaybetmezsiniz. Sadece biraz yardım etmeniz yeterli bize.”
Doğru diyordu. Sorun şu ki, o biraz yardımın fiyatı düşündüğünden daha fazlaydı…
Adam sessizliğimi onay olarak algıladı.
“Eğer ciddiyseniz, Kralımızla görüşüp bu konuyu düşünebilirsiniz. Bekleme odasına dönme vakitleri neredeyse geldi… Ah, işte oradalar.”
O an, yedi kapıdan biri açıldı ve Büyük Ayı’ya giren grup geri döndü.
“Kral…”
Kapıda duran insanlar hemen diz çöktüler. Sonra kalabalığın ortasındaki adam bu tarafa yaklaştı.
Temiz traşlı bir adamdı. Elinde kahverengi bir sopa vardı.
Bekle. Bu adam, o muydu?