Adamlarını kıskandım. Benden daha iyi biriyle tanışmış olsalardı, adamlarımın bu anlamsız ölümünden kaçınabileceğini düşünmek acımasızcaydı. Astlarım benim emrime göre savaşa hazırlanmak zorunda kalacaklardı ve benim emrim yüzünden öleceklerdi. Ve prensin emirlerini geri çekemediğim sürece, onları teslim etmekten başka seçeneğim yoktu. Hayatınız boyunca hiç bu kadar çaresiz hissettiniz mi? Her yerden kuşatılmış gibi hissettim. "Majesteleri Prens, lütfen, gerçekten bunu demek mi istiyorsunuz?..." "Kes sesini, Stiana. Kapa çeneni! Eileen yapabileceğimi söylüyor ama sen sonuna kadar bana karşı geliyorsun. Senin şaka yapıyor gibi mi geliyorum?" Prens öfkeyle bağırdı. Hikaye her zaman böyle devam ediyor, Evet. "Hayır, Ekselansları. Bunu düşünemem?" "Çık .Oraya git ve savaş için hazır ol. Sakın aklından çıkarma! Sen benim şövalyemsin. Hayatın boyunca beni koruyacağına yemin ettin. Bütün gece uyanık kalsan iyi olur. Bugün Ayın parlak olmasına çok sevindim. Öyle olmasaydı ierleyemezdik." Gece çalışmasının faydalarının ne olduğunu bilmiyordum. Derin bir nefes alarak, ondan önce çıktım. Bu sessiz ve sakin yerde duyulan tek ses benim çıkardığımdı. Bunların bir daha asla göremeyeceğim yerler olduğunu sanıyordum, bu yüzden hiçbirini öylece geçmedi. Tüm şüphelerim göz önüne alındığında, boş bir odaya gittim. Bir süre orada durup, boş boş, karanlık boşluğa baktım. Bir karar vermenin zamanı gelmişti. Çok uzun zamandır erteliyordum. İlk başta, o böyle biri değildi. Beni oldukça iyi dinledi ve benden bir şeyler öğrenmek istedi. - Stiana benim şövalyem olduğu için kıtadaki en güçlü Kral olmamın mümkün mü sence? Stiana kadar güçlü olacağım, öğret bana. Yavaş olsam bile pes etme. Sonuna kadar düzgün bir şekilde yapacağım. - Majestelerinin işini yapabilirsin. Kimsenin kılıcı Majesteleri'ne dönmeye cesaret edemez. Eileen ortaya çıkmadan ve onu kendine bağlamadan önce, işe yaramaz biri olsa da, bizi böyle bir tehlikeye sokacak hiç bir şey yapmadı. Tek yapmasını istediğim buydu. - Prens Stiana'nın astı mı (emrinde mi?) ? Prens neden Stiana'yı dinliyor? Kraliyet Şövalyeleri görünüşe göre Stiana'ya ait. Bu hızla tahtı Majesteleri yerine Stiana almayacak mı? Earl Umbert'in üvey kızı Eileen, aşağılık kompleksini sürekli olarak arttırdı ve Prens buna karşı oldukça savunmasızdı. Gerçeği ustalıkla çarpıttı. Eileen'in söylediklerinin sadece birkaçı doğruydu. Yine de söylediği gibi, şövalyeler sözlerimi takip etti ve emirlerime kesinlikle itaat etti. Operasyonlarımı her zaman mükemmel bir şekilde gerçekleştirdiler ve zafer sevincini birlikte paylaştık. En azından prens bizim zaferimiz ile sevindiğinde durum böyle değildi. Ama yakında bir noktadan sonra, artık kazandığımızı ve hayatta kaldığımızı görmeyecek. Bunu istemediğimi fark ettim. Bir gözlem gezisi adı altında sınıra gitmek için mantıksız bir emir verdiğinde ve bizi düşman kampına sayısız kez gönderdiğinde, yirmiden fazla adamımı kaybettim. Ve şu anda, ben de tam belki de geriye kalanlarımızı yok etmeye çalışıyor diye düşünüyordum. Şövalyelerinin Komutanı olduğumdan beri, ondan hoşlandığıma dair söylentiler dolaşıyordu. Ama onu bir kez bile sevmedim. Takdir edebileceğim herhangi bir niteliğe ya da başka bir şeye sahip değildi. Astları için fedakarlık yapabilecek bir kalbi ya kötü durumlarda bile karar verecek cesareti... Sahip olduğu tek şey, resim gibi yüzü ve bir prens olarak statüsüdür, ama ne yazık ki, bu şeylerin benim üzerinde pek bir etkisi yoktu. Kraliyet Şövalyelerinin giriş sınavını geçmiş olmamdan mutlu olanlar için kızgındım. Bir zamanlar Şövalyelerin Komutanı olmaktan mutluluk duyan kendim için de üzüldüm. Aksine, benden başka biri şövalyelerin Komutanı olsaydı, adamlarım bu kadar anlamsız bir şekilde ölüme sürüklenmezlerdi. Ağzım kurudu. Su içmek istiyorum, ama yapabilecekmişim gibi görünmüyordu. '...' Kendi kendime düşünmeyi bıraktım ve ceketimi çıkardım. Yaralarımın etrafındaki bandajları birkaç kez açtım, ama gömlekteki kan kurumuştu. Kurumuş kan bedenime yapışan bir canavara benziyordu. Düşünmek istemediğim sahneler aklıma geldi. Benimle gurur duyan, tezahürat yapan ve başarılara ulaştıkları ve sonunda duvarı geçtikleri için sevinen astlarımın görünümü. Liderleriyle tanıştıkları için çok mutlu olduklarını söylediler. Çoğu akademiden beri birlikteydiler. İsimleri ve yüzleri aklıma gelmeye başladı, bu yüzden kafamı deli gibi salladım. Çoğu çoktan ölmüştü ve hala hayatta olan diğerleri , yarın sabah listeye dahil edilecekti. Dişlerimi sıkmaya, bandajı koparmaya ve yaralarımı yeni bir bandajla sarmaya çalıştım. Şafakta bile, yalnızken baskı altında olmadığımı hissettim. Sarılan bandaj yere düştü ve bir şey yapmadan serbest kaldı. "Ugh!" Bandajı almak için eğildiğimde, aacı şiddetlendi. Yaranın açıldığı görülüyordu. Alt dudağımı çiğnedim ve kısa bir inilti ağzımdan kaçtı. Yine de, böyle bir acı için oldukça minnettardım. Bunun sayesinde dikkatimin dağılmasından mutlu oldum. Bandajı alıp tekrar sardığımda, kapı açıldı ve bir soğuk rüzgar akışı geldi ve bir güm sesi duydum. Adımlarının sesinden bile kim olduğu anlaşılıyordu. Kapıyı çalmadan açtı ve bandajı elimden aldı. "Aptal olma ve bunu yapmak için beni çağır. Eğer ben yoksam, o zaman bunu memnuniyetle yapacak bir sürü insan var!" Öfkeli, keskin bir sesle bağıran, Şövalyelerin kontrolden çıkmış Düşünceli Adamı Ren'di. İlk ortaya çıktığı andan itibaren etrafa baktım. Önce amacımı belirledi ve kendi ikinci kişiliğim gibi emirleri uyguladı. Kazara kontrolden çıkan bir çete. Kesinlikle öyleydi, ama şimdi bu kelime onun için geçerli değildi. Karanlıkta bile, adil özellikleri ve güzel gözleri ışığını kaybetmedi. "Bitti." "Bu benim için yeterli. Olduğun yerde kal. Çünkü buraya seni dikizlemek için gelmedim." Kavga etmek için zaman yoktu, utanmak için zaman yoktu. Yarayı uygun şekilde bastırdı, sardı ve bir düğümle bağladı. Ve üstüme bir gömlek giymeme yardım etti. Kolumu sokmaya çalıştım ama düzgün bir şekilde kaldıramadım. Duraklarsam eğer şu anki durumumu tahmin ederdi. İyi gibi davrandım, dişlerimi sıktım ve kollarımı kaldırdım. "Hazır oradayken, lütfen bir ceket giy." Gömleğini bağladı. "Bu durumdayken gidemezsiniz. Kılıcını bile kaldıramayacaksın. Bu seferlik bize bırak. Bize güvenmiyor musun?" "Bana bir ceket ver." "Komutan!" "Öyleyse şikayet mi ediyorsun? Bana kralın emirlerine karşı mı gelmemi söylüyorsun?" Şiddetle ceketi uzattı ve elimi onun elinin üstüne koydum ve onu süzdüm. "Ren. Size inanıyorum. Çünkü size bizzat öğrettim." Onunla ilk tanışmamız aklıma geldi. Ben olmasaydım, Akademinin en önemli yeri onun olurdu. Büyük bir duvar gibi ayağa kalktı ve beni sevmediğini söyleyerek durmadan çalıştı ve bana her meydan okuduğunda kabul ettim. Ve her seferinde sayısız kez dövüldü ve sayısız kılıç darbesine maruz kaldı, ancak bir kez bile pes etmedi. "O zaman, seni kollamak da zordu." "Yalan söyleme." "Ren. Kendime güveniyorum, bu yüzden sana güveniyorum. Sağ salim geri gel ve akşam bandajlarımı değiştir. Lütfen." İyi gibi davranarak omzuna vurmaya çalıştım, ama yapmasam daha iyi olurdu. Bilinçsizce kaşlarını çattım çünkü bu küçük hareket çok canımı acıtmıştı. Canı yanan benim, ama alnı buruşan o. "Kaşlarını çatma. Güzel yüzünde kırışıklıklar olacak." Parmaklarını alnıma bastırdı ve bana baktı. "Akşam değiştireceğim. İnan bana. Kesinlikle!" "Şüphesiz. Herkes ölse bile, ben yaşayacağım." Şakacı bir şekilde güldü ve kollarını çaprazladı. "Evet. Gerçekten. Lütfen öyle yap." Bunu daha sonra konuşma şansım olacağını sanmıyorum, ama şimdi söylemeli miyim? Ona teşekkür etmem gereken çok şey var. Ancak, biraz tereddüt ettikten sonra, odadan çıktım. Uzun bir iç çekiş beni arkadan takip ediyordu. Prens'in seçkin şövalyelerine girdiğim andan itibaren, kendimi ona doğru gelen bir kılıcın önüne attım. Hiç korkutucu değildi. Bir şey ifade etmese bile, sadece benim karar verdiğim bir şeydi. Ama Eileen sadece benim adamlarım oldukları için onları sonsuza kadar tehlikeye atmaya çalışıyordu. Benimle tanıştıkları için adamlarımın uçuruma sürülmesine izin veremezdim. Kim ölmek ister ki? Başka bir yol olsaydı, onu kesinlikle yapardım. Ama ne kadar düşünürsem düşüneyim, yapabileceğim tek bir şey vardı. "Rüzgar serin." Kasten cesaret göstermeye çalışırken, kimsenin duymadığı bir şeyi kendi kendime mırıldandım. Kararımı verdikten sonra kendimi daha rahat hissettim. Kaderin belirlediği zaman sessizce yaklaşıyordu. * Toplanmalarını emrettiğim kışlaya giderken, prensin dinlendiği binadan Eileen ve prensin kahkahalarını duydum. Eileen'in yanında getirdiği gardiyanların sesi de gürültülü ve sarhoştu. Erken kutlama yapıyorlardı. Belki de yaklaşmakta olan ölümümü kutluyorlardı, çünkü bu bizim zaferimiz olamazdı. Aniden, adımlarım ağırlaştı ve kendimi ileriye doğru adım atmaya zorladım. Sanki iyi bir şey olmuş gibi neşeyle yürüdüm. Bu sadece benim omuzlarımda olan yüktü. Bu yükü başkalarıyla paylaşmak istemedim. * Birbiri ardına kışlaya gelen adamlarım, kalabalıklaşmaya başladılar. Hızlı koşarken ayak seslerini zar zor duyabiliyordum. Gruplar halinde hareket ettiler, ancak hareketleri bir gibiydi. Bu, sıkı bir eğitimin sonucuydu. 'İlk başta, beceriksizce kızarıyor ve birbirlerine bağırıyorlardı.' Bu düşünceyi hatırlamak beni güldürdü. Şimdi benim uzuvlarım gibi hareket edebilir ve operasyonları yönetebirler.
***** İngilizce çeviri kötü olduğu için elimden geldiğince kendi cümlelerimle anlam bozukluğunu gidermeye çalıştım. Umarım beğenirsiniz :) İyi okumalar ... :D
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.