Vay, şu an birazcık Lucas'a benzemiyor muyum? Yakut Sarayında ne zaman öleceğini merak ederek dolanan Athanasia, artık mükemmel bir büyücü olmuştu. Bu kesinlikle işlerin değiştiği anlamına gelmiyor mu?
"Bilmiyorum. Bunun hakkında hiçbir şey duymadım. Ve sesini alçalt. Burası kütüphane."
"Hey, bu şekilde davranma ve..."
Konuşmaları gerçekten çok sevimliydi. Geçmişimi hatırladım ve burnumun altını ovaladım. Evet, okul zamanlarınızda bir sürü güzel anı oluşturun! Adios!
Kitapları düzenlemeyi bitirdikten sonra, benim olduğum köşeye doğru döndüler. Onlardan kaçındım ve parmak uçlarımla kütüphaneden çıktım.
***
"Hari, tatilinde ne yapacaksın?"
"Bilmiyorum, hala karar veremedim."
Artık buna alışmıştım, ve kolayca öğrencilerin arasından yürüdüm.
Mm. Hem de eğlenceli çünkü ajan filminde oynuyormuşum gibi hissediyorum.
Şansımı bekledim ve elimde olan şeyi cebine yerleştirdim.
Depoda düşürdüğü kolyeydi. Eğer gizlice onun cebine yerleştirirsem bulacaktır.
Ancak onda inanılmaz bir içgüdü olduğunu bilmiyordum. Cebinin öncekinden biraz daha ağır olduğunu fark ederek, arkasını döndü ve gözlerimle buluştu.
"Aaaack!"
Çığlık attı. Çünkü hiçbir şey beklemeden arkasını döndü ve beni gördü.
"Ne! Ne oldu?"
Arkadaşları ve oradan geçen bütün öğrenciler gözlerini kocamanca açarak Hari Ernst'e baktılar.
Ter sırtımdan aşağı doğru inmeye başladı.
Ü-Üzgünüm! Bu kadar hızlı fark edeceğini düşünmedim ... Daha fazla sana yaklaştığımda hiçbir şey görmemiş gibi davradın! Beni fark edeceğini düşünmedim ve ben de çok şaşırdım! Ühü.
"Y-Yok bir şey. Bir şey gördüğümü sandım."
Hari Ernst özür diledi ve hala şoktan kurtulamamış gibi elini kalbindeydi.
"Tuvalete gitmem gerekiyor gerçekten hemen!"
"Böyle şeyleri yüksek sesle söyleme!"
Ve bileğim kavrandıktan sonra, onunla birlikte koştu.
"Prenses, neden hala buradasınız?"
Bir süre sonra, boş konferans salonuna girdik. Hari Ernst kapıyı kapattı ve etrafta kimse olmadığından emin oldu. Fısıldayarak bana sordu.
Beni gördüğü için fazlasıyla şaşkın gibi gözüküyordu.
Beceriksizce üniformasının eteğini işaret ettim.
"Onu depoda buldum ve geri getirmem gerektiğini düşündüm."
Sonra Hari Ernst öncesinde fark ettiği şeyin ne olduğunu anlamış gibi gözüktü. Cebini karıştırmaya başladı.
"Ah, nereye gittiğini merak ediyordum."
Nerede kaybettiğini bilmiyormuş gibi gözüküyordu. Kolyeyi çıkardıktan sonra yüzünün yumuşadığını gördüğümden sonra fark ettim ki,o şey onun için çok önemliymiş.
O zaman bugün öncesinde kullandığım yöntemi şimdi de kullanmalı mıyım?
"Elimden geldiğince hızlı bir şekilde geri vermek istedim ancak bir yolunu bulamadım bu yüzden geç kaldım. Üzgünüm."
"Sorun değil. Aksine, minnettarım, artık onu bulamayacağımı düşündüğüm için."
"Bu büyülü bir eşya, haklı mıyım?"
"Büyülü eşya?"
Kendimden emin bir şekilde, ona sordum. Ancak Hari Ernst ne dediğimi bilmiyormuş gibi sadece bana baktı.
Ah, bu abla bilmiyor demek. Ancak muhtemelen haklıyım.
"Eğer sorun olmazsa, onu bana hemen verebilir misin? Sadece on saniyeliğine, hayır beş saniye yeter."
Dışarıda gözlerini gördüğümde daha da emin olmuştum, ancak tekrar kontrol edersem tamamen emin olacaktım. Hari Ernst kafasını hafifçe salladı ve kolyesini bana verdi.
"Whoa!"
Ve kolyesi tamamen benim elimde olduğunda, gözleri kocamanca açıldı.
"Beni görebiliyor musun?"
"H-Hayır."
Haklıydım! Orada kendimden emin bir şekilde durdum, ve kolyeyi Hari'ye geri verdim. Elim onunkilere dokunduğunda zıpladı, ve inanamayan bir yüzle bana baktı.
"Aslında sana bunu vermek için buraya birkaç kez geldim.... "
"Hm? Okula benim yüzümden birkaç kez mi geldiniz?"
"Evet. Ancak beni ilk zamanki gibi görmüyor gibi gözüküyordun."
Okula onun kolyesini vermek için birkaç kez geldiğimi öğrendiğinde şaşırmış gibi gözüküyordu.
Hari isminin yazılı olduğu kolyeyi masaya koydu. Sonra kendisi test etti, ve haykırdı.
"Vay, çok güzel."
Ben de onun güzel olduğunu düşündüm. Büyünün etkilerini yok eden bir eşya, bu harikaydı! Ve o büyük ihtimalle süper pahalıdır.
"Huh? Hey, orada tek başına ne yapıyorsun?"
Sonra, kapı hızla açıldı ve sinirli bir ses yankılandı.
Heyecanlı mavi gözleri olan kahverengi saçlı erkek konferans salonuna adım attı. Derste bifteğini arayan Cabel Ernst'di.
Hm. Ancak gözüküyor ki kardeşleri Hari umurlarında değilmiş gibi davranmalarına rağmen onunla çok ilgileniyorlardı.
Onun yalnız başına olduğunu nereden biliyordu? Hari Ernst onlar tarafından sinirlendiriliyormuş gibi gözüküyordu. Şimdi bile, rahatsız olmuş bir ifadeyle ona bakıyordu.
"Cabel, ne oldu?"
"Hey, bu abimin sana okula kaydolduğunda verdiği hediye mi?"
Cabel hızlıca kız kardeşinin elinden kolyeyi çekti.
Ne! Hayır! Eğer şimdi onu yaparsan...!
"Cabel!"
"Ack! Bu da ne?"
Cabel elinde kolyeyle birlikte çığlık attı. Çığlıkları benzer olduğu için kardeş oldukları belliydi.
Tam karşısında beni gördüğü için geri adım attı. Gözleri şokla doluydu. Ben de ona kocaman açtığım gözlerimle bakıyordum.
Nasıl ani bir şekilde kolyeyi alabilir! İkimizin gözleri de birbirimize bakarken şokla dolmuştu.
Ancak bir sebepten dolayı, Cabel'in gözleri tekrar rüya görüyormuş gibi dönmeye başladı.
Ve kesinlikle mantıklı olmayan bir şey mırıldandı.
"Peri mi...."
"Geri ver!"
Hari tekrar kendisine geldiğinde hızlıca elinden kolyeyi çekti.
Uykulu gözüken mavi gözleri bir anda odaklandı.
"Ne! Biraz önceki şey de neydi?"
Cabel etrafına bakarken çılgın bir şekilde haykırdı.
Ve ben... donmuştum,aynı Ijekiel'in ilk karşılaşmamızda bana söylediği kelimeyi duyduğum zamanki gibi, melek.
Bu nasıl olabilir! Melek bile çok abartılı olmasına rağmen, şimdi de peri mi? O Diana'mız için! S-Sen kesinlikle Ijekiel'in arkadaşısın.
"Biraz önce bir peri gördüm! O neydi? Ne oldu?"
Bekle! Yakında yakalanacakmışım gibi hissediyorum!
Bana doğru uzattığı elinden kaçındım. Cabel benim olduğum tarafa doğru sanki biraz önce gördüğü şeye inanamıyormuş gibi elini salladı.
Hari Ernst ise onun yaptığı şeyi izlerken kekelemeye başladı.
"N-Ne hakkında konuşuyorsun? Bu dünyada nasıl periler var olabilir?"
"Hayır! Kesinlikle tam karşımdaydı!"
"Rüya falan mı gördün?"
"Sen görmedin mi? Tam gözümün önünde bir peri vardı! Saçları parıldıyordu ve gözleri de parıldıyordu! Ve orada! Tam arkasında ışık vardı!"
D-Dur! Utanç verici!
"Ve özellikle gözleri ilgi çekiciydi! Aynı mücevher gibi parlayan mavi ya da yeşil gözleri vardı...."
"O zaman bence de kesin bir periydi! Vay, sadece bir perinin öyle gözleri olabilir. Yani."
Ö-öhöm!
Hari Ernst'in dediği şeye öksürdüm.
Cabel'in benim kimliği fark etme durumu için bunu söylüyor gibi gözüküyordu.
Bu yüzden onun cümlelerine verdiği tepkiyi görmem benim daha da acı çekmemi sağladı.
Neden her yerde insanlar beni aşağılıyor? Ancak benim kendimi korumam da düşüktü. Evet, beni istediğiniz kadar rahatsız edin...
"Ne! Ancak ne yapmalıyız! Bir kitapta periyi gördüğümüzü başkalarına söyleyemeyeceğimizi okumuştum."
"Neden?"
"O zaman peri utandığı için saklanacaktır. Peri sen ona 'peri' diye seslendiğin anda kaybolmadı mı?"
"Öyle mi?!"
Cidden buna inandı mı? Yedi değil de on yedi yaşında olan birisi, cidden buna inandı mı?
En azından Ijekiel bana melek diye seslendiğinde on yaşındaydı. Eğer gerçekten bu dünyada perilerin olduğuna inanıyorsa, o-o zaman biraz salak olmaz mı...
"Hayır! O zaman ne yapmalıyım! Peri artık gelmeyecek mi? Artık periyi göremeyecek miyim? Hayır! O şimdiye kadar tanıştığım en kusursuz şeydi! Acele et biraz önce söylediğim kelimeyi duymadığını söyle! İptal et! Çabuk! "
Cabel Ernst kız kardeşinin omuzlarını sıkıca tutup ileri geri sallamaya başladı.
Bekle.... gerçekten de bu dünyada periler yok, değil mi?
Y-Yani, bu dünya kutsal hayvan ve büyünün olduğu bir yer! Bir yerde perilerin farklı bir türü olmalı. Ancak büyümüş birisinin perilere inanıyor olmasını görmek kırmızı bayrağı kaldırmamı sağlıyor.
"Ah, hadi ama! Eğer yeteri kadar terbiyeli davranırsan, sadece senin için gelebilirler!"
Elinde epeyce sarsıldıktan sonra Hari Ernst sonunda bir bağırarak patladı. Cabel hemen ardından aniden sarsılarak durdu.
"Yeteri kadar terbiyeli mi?"
"Evet. Çok çalışırsan ve başını belaya sokmazsan! Düşünsene. Peri nazik bir insanı mı yoksa senin gibi kaos oluşturan, düzensiz birisini mi sever?"
Ancak bir dakika bekle. Neden Cabel'i yorulmayan eziyet verici davranışını bir yerlerde gördüğümü düşünmeye devam ediyorum? O canlı, dertsiz kişiliği gerçekten tanıdık geliyor.
"Biliyor musun? Haklısın."
"Ne hakkında?"
Sonra Cabel kardeşinin omuzlarını bıraktı ve yarı ciddi bir sesle mırıldandı. Hary merak ederek kaşlarını çattı ancak Cabel sonunda ciddi kararını açıkladı.
"PERİ İÇİN DEĞİŞECEĞİM!"
...Değişeceğim!
...şeceğim!
...ceğim!
Gürleyen sesi konferans salonunun duvarlarından zıplayarak etrafta defalarca yankılandı.
O sırada, başımın üzerinde bir aydınlanma parıltısı uçuştu. Ağzımı tamamen şok olmuş bir şekilde açtım.
Vay anasını! Şimdi hatırladım! Bütün bu zaman boyunca nasıl unutabildim?
O, Sevimli Prenses'te Jennette'in sevgisi için yalvaran yardımcı karakterlerdendi!
***
Cabel'i tâlihsiz yardımcı erkek karakter diye açıklayabiliriz.
Hayır, sadece o değil, ama Sevimli Prenses'teki bütün erkek karakterler onlardan birisiydi.
Şey, kesin olarak, 'Ijekiel hariç bütün erkek karakterler' oluyor.
Sevimli prenses Jennette olduğu için, başka ülkelerdeki erkeklerin bile aşklarını alıyordu. Ancak şanslı kişi Ijekiel'di.
Bunun üstüne, diğer erkek karakterler Ijekiel'in rakipsiz çekiciliği yüzünden romanın hikayesinden adil bir pay alamadılar.
Hey, en azından bazı hayranlar onları sevdi.
Her neyse, işte Cabel başka bir Jennette'in sevgisini isteyen ateşli bir tâlihsiz yardımcı karakterdi.
Eğer, doğru hatırlıyorsam, ikisi ilk kez Obelia'da tanışmıştı.
O zamanlar Jennette on yedi yaşında mıydı? Ya da on sekiz? Lanet. O kadar iyi hatırlayamıyorum ancak bundan birkaç yıl sonra olmalı.
Çünkü kitaptaki Cabel öğrenci değil de Atlanta Kraliyet Ailesi'nin tüyler ürpertici bir şövalyesiydi. İşte bu yüzden Obelia'ya giden Atlantalı elçiye eşlik etmişti.
En ufak anılarımı hatırlamak için düşündüm, sanırım bu eski okul arkadaşı Ijekiel ile bir şekilde tanışmak için gittiğinde olmuştu.
Her neyse, Cabel Obelia Kraliyet Sarayı'nı ziyaret ettiğinde ilk görüşte Jennette'e aşık oluyordu.
Bu olay, onun bakışından, kader kadar önemliydi. Ancak, Jennette Cabel'i yardımcı karakter listesinde bırakarak, onu unutmasını isteyerek yalvardı.
Bütün bunlar hakkında konuşmak onu acınası yapıyor. Ancak bununla ilgili ne yapabilirsin ki? Ijekiel en başından beri tam bir alfa erkekti!
Buna rağmen, talihsiz Cabel, ısrarcı kişiliği nedeniyle bir miktar popülerlik kazandı.
Dürüst olmam gerekirse, bugüne kadar onu unuttuğum için ne bilmem gerekiyor ki? Kitabı bana anlatarak öneren orta okullu kızın dediklerini hatırladım.
Ühü ühü. Çok üzgünüm, Bay Yardımcı Karakter! Kitaptaki minicik varlığınla ne yapacağım ki....
Her neyse, şimdiye kadar bunun hakkında her şeyi unutmuştum. Cabel bana peri diye seslendiğinde ve sonra değişeceğini açıkladığında, bütün bu anılar geri döndüğü için aslında çok şaşırmıştım.
Şimdi düşündüm de, yardımcı erkeklerin arasında Jennette'e 'peri' diye seslenen bir erkek vardı. Belki de ilk başta onların bir periyi istemesine neden olan şey mücevher sevgisi olabilirdi.
Tanrım. Birine bu kadar utanç verici şeyleri söyleme cesaretini nasıl verebiliyorsun? T-Tamam Diana'ya peri diye sesleniyorum çünkü benim annem kesinlikle bir peri!
Bu yüzden, Diana'ya peri diye seslenmem de hiçbir yanlış yok! Doğru, doğru!
Odadan çıkarken 'görüşürüz' bakışı atan Hari'yi düşündüm.
Bu içimde biraz ıslak hissetmeme neden oldu.
O abla gerçekten çok şey yaşadı. Öte yandan, Cabel'i kabadayı benzeri birisi olarak hatırlıyorum. Yoluna çıkan her şeyi parçalar ve sık sık başkalarını rahatsız eder.
Ancak bazen Cabel'in Jennette tarafından reddedilmesi açıkça belli olduğunu düşünüyorum. Sürekli perilerden bahsetmesi onu kızdıracaktır gibi görünüyor...
Uww.
Sadece düşünmesi bile ürpertici değil mi? Cabel'in yanında olmak istesem bile, Peri ile yüz yüze buluştu. Bütün yardımcı karakterlerin yardımcı karakter olmasının bir sebebi var.
"Jennette bugünlerde ne yapıyor merak ediyorum."
Belki de bunun sebebi Jennette'e aşık olması belirlenmiş Cabel ile tanıştığım içindir.
Bir anda Jennette'in ne yaptığını merak ettim. Eh, yani iyi olacaktır ancak madalyonun diğer yüzü olan Kraliyet Sarayı'ndan ayrılmadan önce neden benimle hiç iletişime geçmediğini düşünüp duruyorum.
Bekle. Yoksa Dük Alpheus tek şansını kullanarak Jennette'i Claude'a vermiş olabilir mi?
O adam birazcık psikopat bu yüzden onu da öldürmeye çalışabilir ancak eğer bu olsaydı, haberler çoktan yayılmış olmaz mıydı? Yani bu söz konusu bile değil.
Ve eğer öyle olsaydı, muhtemelen Jennette'in ilk görünümünü hazırlamak için kıçını çok çalıştırırdı.
Kitapta, Jennette ve Claude ilk kez debutante de tanıştılar. Bu yüzden Claude beni bulmakla kafasını bozmuş olsa da, Jennette'in hala Dük Alpheus'un malikanesinde olması daha mantıklı olacaktır.
Hızlıca bir bakmalı mıyım?
'Hanımefendi, şimdi görüyorum da, siz lanetlenmişsiniz!'
'Sizin mutsuz olmanızı isteyecek birisi tarafından lanetlenmişsiniz!'
Kara Büyücü Dede'nin bana söylediklerini düşünürken, bir süre sessiz kaldım
Fiyuvv!
Ve ben de hemen, çiçek festivalinin yapıldığı Lasus bölgesindeki güzel çiçekli ağaçta oturmakla ilgili düşündüğüm şeyi hemen gerçekleştirdim.
***
"Garip..."
Bir süre sonra, malikaneye gelen ve giden insanları incelerken gözlerimi kısarak bakıyordum.
Işınlanma bu sefer güzel çalıştı, bu yüzden Alpheus malikanesine güvenli bir şekilde ayak basmıştım. Sonra, yakınımdaki ağacın üstünde görünmezlik büyümle birlikte etrafa bakınıyordum.
Heck, odasının bile nerede olduğunu bilmiyorum. Bir şey yapsam iyi olur.
Ancak malikane...garip hissettirdi. İçinde zalimlik hissettiriyordu. Duygularımın bana oyun oynamadığından da oldukça emindim...
Klik.
Sonra, gizemli sakinliğin içinden, malikanenin kapısı yüksek bir sesle açıldı.
"Kendine iyi bak."
Huh, bu Roger Alpheus! Ve onun yanındaki kişi de Bayan Alpheus mu?
Öncesinde Roger'i çok kez gördüm ancak bu ilk kez Bayan Alpheus'u görüşüm. Biraz otoriter, ancak şık bir leydiye benziyor. Buna rağmen Ijekiel gerçekten hiç annesine benzemiyor. Daha çok Roger Alpheus'un küçük versiyonu gibi.
"Ijekiel, hazır mısın?"
"Evet, baba."
Kapının yanından Alpheus soruyu sorduğunda, başka birisi daha ortaya çıktı. Ah, bu Ijekiel.
Balodaki o olaydan sonra onu ilk görüşüm olduğu için ellerim biraz titredi.
'Prenses Athanasia.'
Kafamdaki hoş bir sesi kulaklarımı süpürdü.
'Lütfen izin verin.'
'Evet. Hiçbir şey görmedim.'
Ve o gün ciğerlerim acıyana kadar ağladığımda beni tam yanı başımda teselli ettiğini hatırladım. Birkaç dakika aşağıya baktım sonra tekrar onlara bakış açımı sabitledim.
İkisi bir yere gidecek gibi gözüküyor.
"Sen ve Ijekiel, yalnız başınıza gitmenizde sorun yok mu?"
"Rosalia ile ilişkimiz hakkında pek bir şey bilinmiyor, bu yüzden kendi başımıza gitmemiz daha iyi."
Bayan Alpheus'un sorusunu Roger kafasını sallayarak cevapladı. Ama Rosalia mı? Jennette'in teyzesinin evine mi gidecekler?
Dük Alpheus'un sinsice davranması ihtimaline karşı ekstra temkinli davrandım, bu yüzden gözlerimi kısarak hareketlerine odaklandım.
"Ancak peki ya Jennette...?"
"Ben de gideceğim."
Açık kapıdan siyah bir vücut ortaya çıtı. Simsiyah kıyafetler giymiş Jennette'di.
Bir sebepten dolayı, Alpheuslar Jennette'e şaşırmış bir yüzle baktılar.
Ancak bir şeyler garip. Neden o şekilde giyinmişler? Hepsi simsiyah. Dük Alpheus ve Ijekiel resmi kıyafet giydiği için siyah olmasını anlıyorum ancak neden Jennette de siyah bir elbise giymiş? Ve şapkasında da yüzünü örten bir örtü var...
"Jennette, sana gidemeyeceğini söylediğimden oldukça eminim."
"Ama neden olmasın?"
Şaşırmış ifadesi yok olduktan sonra Dük Alpheus acımasız bir sesle Jennette'i azarlamaya başladı. Durumdan tahmin ediyorum ki, Jennette'i gidecekleri yere yani Kontes Rosalia'nın evine götürmeye istekli değil.
"O benim teyzem. Eğer ben izinli değilsem, o zaman kim gidecek?"
"Jennette, bunun izinli olup olmamakla ilgili olmadığını bilmiyor musun?"
"O zaman sorun ne? Gitmemi istemesen bile gideceğim."
Uhh, burada ne oluyor? Jennette'in gitmek istediğini ancak Dük Alpheus'un onun gitmesini istemediğini anladım... Ancak bu sert ve belirsiz atmosfer de ne?
"Gitmene izin veremem."
"Efendim!"
Roger Alpheus soğuk bir şekilde cevapladığında, Jennette neredeyse bağıracaktı.
Onun bu kadar duygusal davranmasına çok şaşırmıştım. İlk sefer böyleydi.
Yüzündeki örtü yüzünden yüzü açıkça göremedim, ancak sesinden anladığım kadarıyla, göz yaşlarını akıtmamak için çok uğraşıyor.
Roger'in onun duygularına acımasız davrandığını düşünüyor gibi gözüküyordu. Ancak aynı zamanda, derin bir sinir ve umutsuzluk içerisindeymiş gibi gözüküyordu.
"B-ben gitmeliyim. Gitmem lazım..."
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.