Who Made Me A Princess - Novel - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




103   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   105 


           
"Prenses..."

Şimdi, Lily'nin sanki kanepede oturmaya zorlanmış gibi yumruklarını sıktığını fark ettim. Başımı arızalanmış bir robot gibi çevirdim.

"Yani Kuruluş Kutlaması'nı hedefliyordun."

Çenesini avcunun içinde dinlendirirken bana dik dik bakan Claude'u gördüm.

Onun soğuk gözlerine baktığımda, o an nefes bile alamayan donmuş bir kaya parçasıydım.

Hayır...bu doğru olamaz. O gerçek Claude mu? Ancak onu biraz önce geçit töreninde görmüştüm!

Uyuşmuş duygularıma kayıtsız kalarak, biraz süren sessizlikten sonra tekrar konuştu.

"Sarayın içindeki hizmetçilerden arkadaşlıklarını duydum. Benim yokluğumda onları ziyarete geleceğinden şiddetli bir şekilde şüpheleniyordum."

Bir kristalin içine bakarmış gibi bütün planlarımı gören Claude'a bilinçsiz bir şekilde kekeledim.

"S-Seni orada gördüm..."

"O benim kuklamdı."
Kukla? Ne kuklası?

Şok edici sözlerine aptal gibi baktım. Şimdi bunun hakkında düşündüm de, bu kadar önemli bir etkinlikte kukla kullanmak tamamen mümkün. Artı olarak, Claude kendisini 
etrafta sürüklemekten hiç hoşlanmaz. Şimdi ne yapmalıyım?

Benimle işbirliği yapmayan beynimle birlikte ne yapmam gerektiğini düşünmeye çalıştım.

Hadi şimdilik kaçalım.

Fiyuu-!

Şimdi...çimen tarlasında olmalı-...Neden hala saraydayım?

"Karşı büyü oluşturdum."

Claude panik içinde olan bana, küçümseyen bir şekilde güldü.

Öhöm! 'Bu çocuğa dersini vereceğim' yüzü de ne?

"Sadece Zümrüt Sarayı'na değil, her yere bu büyüyü yerleştirdim. Geçen seferki Garnet Sarayı'nda ortaya çıkmanı beklememiştim ve bu sefer o kadar kolay kaçmana izin vermeyeceğim.   "

Ne? Bunun tam olarak ne olduğunu bilmiyorum ancak görünüşe göre Lily'nin yem olduğu bir tuzak? Ne kadar da soysuz bir korkak!

Fwoşş!

Claude elini havada voşşladığında, zeminde ışık iplikleri ortaya çıktı. Sonunda bir altın büyü çemberi ortaya çıktı.

Onun kibrine daha fazla dayanamayarak, bir kez daha parmağımı şıklattım. 

"Ekselansları,  yapma...!"

Şak!

Benim burada olduğumu fark ettiğinde Felix buraya doğru koştu ancak çok geçti. Büyülü güçler çoktan vücudumun etrafında fırıl fırıl dönmeye başladı.  

Ancak hiçbir şey olmadı.

"Majesteleri!"

Tip.

Hayır, bir şey oldu. Claude'un çenesinden aşağıya doğru akan kanı gördüğümde titredim.

Ancak ağzından akan kanı eliyle sildikten sonra kırmızı kan damlalarına bakarken sadece sırıttı.

Onun büyüsünün tam bir saçmalık olduğunu biliyordum ancak bu benim düşündüğümden bile daha çok saçmalık.

"İyi misiniz, majesteleri?"

Üçümüz -Felix, Lily ve ben- Claude'u gördükten sonra endişelerimizi gizli tutamadık. 
Sadece Felix tavırlarını devam ettirebiliyordu.

Sessizce soğuk bakışlar tekrar yüzüme baktığında ellerim titredi.

"Herkes istediği büyüyü yapabilir, ancak bütün etkileri karşı büyüyü yapan kişiye gelecektir. Tamamen faydasızlığı nedeniyle uzun zaman önce unutuldu."

Felix'in hayal kırıklığı içinde 'Majesteleri! Bunu ona daha önce söylemeliydiniz!' diye bağırdığını duydum ancak Claude kafasını Felix'in olduğu yere çevirmedi bile.

Buraya ışınlandığımdan beri bana sabitlenmişti. Ben de hala çemberin içerisinde ayakta dururken onunla olan göz temasımı korudum.

"Eğer benim kan kusup ölmemi umursamıyorsan, o çemberden ayrılıp istediğin zaman bana saldırmakta özgürsün."

Konuştuğunda iç çektim.

Yani...ne olmuş? Peki ya bu hiç umrumda bile olmazsa ve seni öldürürsem? Senden korktuğumu mu sanıyorsun?

O zaman ne? Senin yaralanmadan korkacağım için burada durup hiçbir şey yapmayacağımı mı düşünüyorsun?

Ancak dürüst olmalıyım ki, ağzından akan kanı gördüğüm andan beri bir kasımı bile hareket ettiremiyorum. Kan hızlıca akmaya başladığında, nefes alışım da hızlanıyordu. 
Büyü patlamasına karıştıktan sonra yatağında kan kustuğu zamanın anıları beni olduğum yere zincirlemişti.

Olacağımı düşündüğümden çok daha korktuğum için dudaklarımı ısırdım. 

Ondan her zaman kaçabileceğimi düşünerek çok fevri davranıyordum ancak açıkçası, onu yaralarken bunu yapamam.

Başka bir deyişle, bana karşı en etkili rehinesinin kendisi olduğunu biliyordu.

Ancak beni düşünmeye itti.

Eğer beni yakalamak ve öldürmek isteseydi, neden ilk önce bunları yapardı ki? Ve neden bana karşı, onu incitecek bir karşı büyü kullansın?

Burada büyü kullanamayacağımdan emin miydi? Ancak yüzüne bakarak değerlendirirsem, en azından şu anda, durum böyle değildi. Bahsin kendi hayatı olduğu 
bir kumardaydı.

Atlanta'da okuduğum büyü kitaplarından yola çıkarsam aslında düşmanı hareketsiz kılma ve saldırmak için birçok etkili büyü var.
Lily de Claude'a şaşırmış bir yüzle bakıyordu.

"Ancak eğer tekrar kaybolursan..."

Kısık sesi kulağımın içinde yankılandı.

"Burada herkesi öldüreceğim..."

Onu takip eden korkutucu cümleyle nefesimi tuttum.

"Herkesi...merhametsizce."

Korkutucu sesi kulaklarımın içinde çınlamaya devam ettiğinde Claude'a iki gözümü de kocamanca açarak dik dik baktım. Ve gözlerinin içine baktığımda, söyleyebilirim ki o yalan söylemiyor.

Hayır, bekle!

Biraz önce Zümrüt Sarayı'nı Yakut Sarayı'nın varisi yapacağını mı açıkladın? 

Herkesi öldüreceksin? Çok sevdiğim Lily, Hanna, Seth, diğer hizmetçiler, aşçılar ve bahçıvanlarları bile? Benim yüzümden hepsini?

Yakut Sarayı'nda olan kanlı katliam aklımın içinde şimşek gibi çaktı.

Bam!

Lily'e baktığımda gözlerim titremeye başladı, Claude sanki çiviyi tabutun içine çakmak istiyormuş gibi sertçe söylemeye başladı.

"Ben ölümcül derecede ciddiyim. Bu yüzden eğer bu sarayı devasa bir mezarlığa dönüştürmek istiyorsan..."

"MAJESTELERİ!"

Felix hüsranla birlikte haykırdı, muhtemelen Claude'un davranış şekli yüzünden.

"S-Sadece neden onu tekrar tehdit ediyorsunuz? Yeter artık!" (Çn: Felix şu koca 
serideki en harika insan sen olabilirsin. İlk bölümlerde sana şeytan gibi çocuk dediğim için özür dilerim.)

Whoa. Felix sonunda onunla bağırarak konuşuyor! Aşırı bir hüsran içinde ciğerlerini 
patlatacak derecede bağırdı ve (açıkça) Claude ona kızgın bir bakış attı.

"Bu kadar tehditkar bir şekilde konuştuğunuzda, ben bile kaçmak isterim!"

Bu gerçekten çok garip....

Eğer Claude beni gerçekten öldürmek isteseydi, bunu yıllar önce yapmış olurdu. Artı olarak, Lily sadece orada hiçbir şey yapmadan oturuyor...

Dürüst olmam gerekirse, en azından Lily'nin beni Claude'a karşı aynı ben bebekken yaptığı şekilde bütün tehditlere rağmen onun karşısına çıkıp beni koruyacağını düşünmüştüm.

"Ona aslında söylemek istediğiniz bir şeyiniz yok mu?"

Söylediklerinin bana mı yoksa Claude'a mı doğru olduğu konusunda kafam karışmıştı. Bu sanki Claude'un davranışlarında daha sorumlu olması için bir uyandırma çağrısıydı ya da gerçekten ciddi olmadığı için kaçmamam için bana yalvarıyordu.

Claude kaşlarını çatarak ağzını araladı.

"Defolun. Hepiniz."

Hıh!

Aniden gelen emirle titredim.

En iyisi onun emirlerini takip etmekti. Felix ve Lily'le birlikte gidebilir miyim? Off. Ancak ben o 'Defolun' listesinde yokum...

Ancak, Felix ve Lily sadece oldukları yerde durdular.

"Ekselanları, eğer bize yanınızda durmamızı emrederseniz, o zaman ben kalacağım." (Çn: Ağlasam mı mutlu mu olsam bilemedim.)

"Ben de."

D-Değiştiler!
Kararlı bakışlarla bana söylediler. Dürüst olacağım birazcık mutlu oldum ancak Claude'un yüzü çok daha kırışmaya başladı.

"Seni öldürmeyeceğime dair yemin mi etmem gerekiyor?"

Hayali işlerimle meşgulken Claude'a baktım sonra yanımdaki Lily ve Felixle konuştum.

"İyi olacağım. Eğer ölecek gibi hissedersem çığlık atacağım."

Uh...Umm.... Bu biraz değişik. Ancak bana birkaç kez daha sorduktan sonra sonunda 
odadan ayrıldılar.

Klik.

Sonunda büyü çemberiyle birlikte sadece ikimiz odadaydık.

Yüzü birkaç dakika önce hala buruşmuş olmuş Claude koltuğundan kalktı. Geri adım attığımda ona söyledim.

"Lütfen, fazla yakınlaşmayın."

Tak.

Etrafımızdaki hava anında değişti. Tarifsiz bir duygu yayan gözlerinin içine baktım.

B-Bu tuhaf.

Soğuk duygusuz yüzünü korudu ancak neden reddedilmiş bir sokak köpeğine bakıyormuş gibi hissediyorum?

Ondan daha fazla yaklaşmamasını rica ettiğimde Claude durdu. Rahatsız edici bir sessizlik ikimizi de sardı.

Kurumuş dudaklarını araladı ve sakin bir sesin çıkmasına izin verdi.

"Görüşmeyeli nasılsın?"

Eh? Ne?

Davranışlarındaki ani değişime inanamayarak, göz temasından kaçınarak mırıldandım. 
Bana sorduğu şey çok daha kafa karıştırıcıydı.

"Buralardaydım...bilirsiniz..."

"Nerede?"

"Doğa beni nereye yönlendirirse, gibi."

"Görüntü Taşlarının kopyalarını yaptırmış olmama rağmen kimse senin tamamen nerede olduğunu bilmiyor gibi gözüküyordu?"

"İşin içine biraz büyü karıştı..."

"Hiç paran yoktu?"

"Büyüyle yap- bu bir tüccarın sırrıdır, efendim!"

Tanrım, neredeyse ona sahte paraları anlatacaktım! Claude'un suçlayıcı bakışlarından uzaklaşmaya çalıştım.

"Anladım. Dışarıda bir yerde açlıktan öldüğünü düşünerek endişelenmiştim."

Kısık sesi kulaklarımı karıncalandırmaya başladığında ifadesiz gözlerle ona baktım.

Bir süre birbirimize hiçbir şey söylemeden öylece baktık.

Claude, onunla gül bahçesinde karşılaştığım zamanki ve diğer gün yatak odasında onu gördüğüm zamankinden çok daha harap olmuştu. 

Oh, şimdi bana kötü muamele edildiğini anladı. O kadar kan kustuktan sonra hala bu şekilde duruyor olması ona çok uyuyordu (sadece kişiliğine).

Sessizlik içinde ona bakmaya devam ettim ve konuşmaya başladım.

"Ancak bana benim babam olmadığınızı söylediniz."

"Hayır. Değilim."

Sorularımın ardından inatçı cevaplar geldi.

"Ama neden bu kadar çok umursuyorsunuz?" (Çn: Yürü be Athy! Hadi kazanacaksın bu düelloyu!)

Ona bir tane daha soru fısıldadığımda gözlerindeki duyguların sallanışını hissettim. 

"Neden bu kadar çok babammış gibi davranıyorsunuz?"

Bana sanki benim için endişeleniyormuş gibi sordu ve artık beni öldürmek için beklemiyor gibiydi.

Bu sefer, normal bir inatçı cevap yerine kısa bir sessizlik sorumun arkasından geldi.

"Ben de bilmiyorum."

Claude'un yüz ifadesindeki sinirli ve diş gıcırtan bakışlarının gitgide sakin ve hoş şekle girmesini izledim.

"Ama bana o şekilde seslendiğinde, garip hissettiriyor."

"....."

"..."

"Sadece senin bu yüzü yapmanı izlemek bile öyle hissetmemi sağlıyor."

Yüzümü kastederken ne demek istediğini anlamamıştım. ancak bakışları garip hissettirdi. 
Sanki bir torba çivi yutmuş gibi gözüküyordu.

"Neden seni her gördüğümde böyle hissettiğim hakkında hiçbir fikrim yok."

Claude'un yumruklarını daha da sertçe kilitledi.

"Hala senin kim olduğunu hatırlamıyorum, ve bu yüzden benden istediğin kişi olamam."

Sözleri üzücüydü, ama...

"Belki de asla bilemeyeceğim."

Ama kendi kendime Claude'un da bu durumda benimle aynı korkuyu yaşıyor olabileceğini düşündüm.

"Ancak..."

Claude ağzından bir ültimatom çıkardı. (Ültimatom*:Uyulması gereken kuralları kesin bir dille anlatma.)

"Senin ayrılmana izin veremem."

Gözleri bir kez daha soğuklukla doldu.

"Seni istediğim zaman, görebileceğim ve ulaşabileceğim bir yerde olacaksın."

Claude'u çevreleyen hava, sanki ona iki kez kaçtığım zamanı hatırlatıyormuş gibi aniden soğuklaştı. Sözleri kulak zarlarıma dart tahtasına atılan dartlar gibi çarptı.

"Eğer benim bilgim olmadan tekrar kaybolursan, seni öldüreceğim."

Ancak artık ondan korkmuyordum.

"Senin kaçmaya yardımcı olanlar ve hatta kıyafetleri hafifçe seninkilere dokunanlar da dahil olmak üzere. "

Eğer benimle birlikte diğerlerini öldürse bile gerçekten hiç umrumda olmaz.

Ne....

Beni öldürmek için tehdit etmesine rağmen, oluşturduğu karşı büyü sadece kullanan kişiyi cezalandırıyor, aslında ona daha fazla yaklaşmamasını söylediğimde bile durdu...

Tam bir ikiyüzlü. Ve saçmalıktan başka hiçbir şey söylemiyor...

"Hadi ama. Gerçekten mi?"

Kontrol edilemeyen bir duyguya kapıldım ve bir mırıltı çıkardım.

"Cidden...."

Bu da... Ne söylediğini biliyor musun ki?

"Ne istiyorsun?"

Bir şeyleri yanlış anlıyor olabilirim.

Ancak bana göre, Claude'un kelimeleri 'Onun yanında olabilirim' ve 'Burada kalmalıyım' gibi anlamlara geliyor.

"Neden bana bunu söylüyorsun...?"

İçimde bir şey büyümeye başladı ve titreyen bir ses çıkardım. Bir sebepten dolayı boğazımda bir yumru hissettim.

Claude'un yüz ifadesi anında değişti.

İlk başta zayıf sesler çıkarıyordu, ancak sonra kaba ve titreyen bir ses çıkardı.

"Çıldıracağım."

Ne yapacağını bilmeden dudakları kımıldadı ama sadece sessizlik içinde ayakta durdu.

Bir süre sonra Claude sonunda konuştu.

"Ağlama."

Ancak çok geçti.

".....waaa...."

Göz yaşlarımın arasından Claude'a bakarken ağlamaya başladım.

"Hayır....hık. Berbatsın baba...."

Derinlere attığım üzüntülerim en sonunda patlayarak dışarıya çıkmaya başladılar.

"Berbatsın baba...hık..."

Bunu söylemek istememiştim ancak şu anda Claude'u tanımlayabileceğim tek kelime 
'berbat'tı. Yaşlar yüzümden akmaya devam ettikçe, Claude'un zayıf yüz ifadesi daha da 
pekişmeye başladı.

Onun yüzü görüşüme girdiğinde daha da çok ağlamaya başladım.

"Hık....Nasıl beni unutabilirsin...."

Gerçekten bunu yapmak istemiyordum.... Özellikle de on iki yaşında bir çocuk gibi üzgünlüğümü ağlayarak dışarı atmak...

Ancak göz yaşlarım duracakmış gibi gözükmüyordu.

"Ve beni her gördüğünde beni öldüreceğini söylüyorsun..."

"......"

"....."

"Ve gerçekten de beni öldürmeye de çalıştın.... "

Beni öldürmeye çalıştığında karşısında durabildim ancak şu an çok çaresizce davranıyor -hiçbir şey yapamıyor ama aynı zamanda bana ayrılmamamı söylüyor- daha fazla içimde tutamam.

Ellerimle gözlerimi ovuştururken öksürürken boğazımdan anlaşılmaz sesler çıkarmaya devam ettim.

"Çok aptalca..."

Kendi kendime yaptığım şey yüzünden cezalandırıldığımı düşündüm.

"Neredeyse benim için ölecektin...."

Çünkü Lucas'ın kararlarını dinlemedim ve aptalca açgözlülüğüm yüzünden Blackie'yi kaybettim, ve Claude bu hale geldi.

"Ben.....hık.... sana kötü bir şey olacak diye gerçekten çok endişelendim...."

Kitabı hafife almış ve Claude'un asla ölmeyeceğini ya da yaralanmayacağını varsaymış olabilirim.

Aklımdaki tek şey benim ölümümdeydi. Her şeye gücü yeten Claude'a benim yüzünden bir şey olacağını hayal bile edememiştim. 

"Gerçekten berbatsın baba...."

Evet. Aptaldım. Bu durumda kötü kişi Claude değildi ben kendimdim.

Şimdi fark ettim de ona karşı hiç olgunca davranmıyordum.

Masum bir çocuk gibi davranmamın ve bu kadar açgözlü ve düşüncesiz olabilmemin arkasındaki tek sebep, tüm bunlara tahammül edecek birisine sahip olduğumu düşünmemdi.

Onun karşısında her zaman kızı Athanasia oldum.

Ve açıkçası, Claude beni tüm gücüyle koruduğu için böyle davranabiliyordum.
Claude'a ağladığımı göstermemek için kızgın bir şekilde gözlerimi ovuşturdum ancak göz yaşı bezlerim çoktan parçalanmıştı.

Şimdi bunun hakkında düşündüm de, onun karşısında hiç bu kadar çok ağlamamıştım.

"Sahip olduğum tek şey sensin, baba..."

Bunu gerçekten hiç sevmiyorum.

"Eğer bu şekilde davranırsan.....eğer artık sana sahip olmazsam.... ben...."

Ne yapıyorum ben? Gerçekten de bu vücudun içinde bir çocuk oldum.

Göz yaşlarıyla ve yüzümde sümüklerle birlikte bu kadar çocukça şeyleri söyleyebilmem. 

"Ben...."

Şu anki görünüşüm tarif edilemeyecek derecede aptalca gözüküyor olabilir ancak içimde sakladığım her şey dökülüyordu.

"Tekrar yapayalnız kalacağım...."

Bundan nefret ediyorum... Benim sorunum ne? Bunu yapmak istemiyorum. Kendi duygularımı kontrol edemeyerek parçalanmak....

Bir toz zerresi gibi parçalanıp yok olacağım. Bu yüzden hiç kimsenin içime girmesine izin vermek istemedim...Bunu asla itiraf etmek istemedim...

"Hık...B-Ben özür dilerim...."

Küstahlığımı bıraktım ve beni dış dünyadan korumak için oluşturduğum dış kabuğumu parçaladım ve tüm kalbimle ondan özür diledim.

"B-Ben aşırı derecede özür dilerim.... Bir daha asla yapmayacağım..."

"......"

"..."

"Bu yüzden.... bu yüzden...."

Belki ben....ben bile kendimin bu kadar çaresiz olduğumu bilmek istemedim.

Ama her neyse. Bundan daha da aşağı inmeyi başarabilirim. Artık hiç umrumda değil.

"...Bu üzüyor ancak beni artık kızın olarak görmesen de olur."

"Bu yüzden... bu yüzden..."

Bum.

Bulanık görüşümden, Claude'un yavaşça bana doğru adım attığını gördüm.

İkimizin arasındaki uzaklık sadece dokunma mesafesine kısaldığında, eli yavaşça havaya kalktı ve havada hareket etti. Ağlayan bana hiçbir şey söylemeden baktı.

"Hayır...."

Nefesini tuttu ve fısıldadı.

".....Üzgünüm."

İtirafını duyduktan sonra şok olmuş bir şekilde gözlerimi ovuşturmayı bıraktım.

Kısık sesi bir kez daha fısıldadı.

"Daha dikkatli olması gereken kişi bendim. Çok özür dilerim." (Çn: Çevirmeniniz bir beş 
dakika afk.)

Ağlayan kişi ben olmama rağmen Claude daha çok özür dileyen birisiymiş gibi 
gözüküyordu. Sanki tam tersi yerine onu bezdiriyormuşum gibi.

"Bir daha asla onu yapmayacağım. Yani..."

Hiçbir şey yapmayan eli bana doğru uzandı ve sadece havada durdu.

"Yani ağlamayı bırak."

Bastırılmış sesi neredeyse bir yalvarma gibiydi. Yüzüme dokunup dokunamayacağından emin olmayan endişeli elleri nihayet yüzüme temas etti.

"Lütfen."

Endişesi daha da derinleşmeden önce benim için açtığı kollarına düştüm.

Göğsünün derinliklerine doğru ilerlediğimde vücudum dikkatsizce hareket etti. 
Gözlerimden düşen gözyaşlarım Claude'un kıyafetlerini ıslattı...

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


103   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   105 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.