Yukarı Çık




104   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   106 

           
Sırtıma yerleşen yoğun sıcaklık sayesinde daha da gürültülü ağladım.

"B-Baba..."

"Evet."

"Baba...."

"Hâlâ buradayım."

Anılarını kaybetmiş o, benim babam olmadığını söyledi. Ancak, ağlarken o 'baba' diye seslendiğimde cevap vermeye devam etti.

Oh, ikimiz de ne kadar aptalız...

Ağlamam muhtemelen sayısız olayda göz yaşlarımı tuttuğum için durmadı. Claude'un sıcaklığında ,çok tanıdık gelen bir şeyin bana burada kalmamın sorun olmadığını ve benim bunu hak ettiğimi söyleyen bir şeyin kokusunu aldım.

Yaşlarım kollarına döküldüğünde sonunda onunla karşılaşabildiğimi fark ettim.

Ah, evime geri döndüm. Bu kadar yıl sonra. En çok özlediğim kişiye geri döndüm.

Hafifçe beceriksiz okşamasından başka hiçbir şey kalmayana kadar ağladım.

= = = = = = = = = = =

"Lily, o karşı büyüyü biliyor muydun?"

Uzun zaman sonra Lily'nin benim için hazırladığı yatağa girmeye hazırlandım.

Benimle ağlayarak konuştuğu için gözleri hala biraz suluydu. Saraya geldikten kısa bir süre sonra ağlamaya başladığım için benim gözlerim de kırmızıydı.

"Majesteleri ikinizin olduğu portreye her zaman hayran kaldı."

Lily üzerime battaniyeyi örterken gülümsedi.

"Odasından dışarı çıkmadığı zamanlarda odasında görüntü taşlarını oynatırdı."

Bir an için şefkatli dokunuşunu hissettiğimde gözlerimi kapatıp açtım. Claude'un yüzü zihnimde yavaş yavaş ortaya çıktı.

"Bunu açıkça söylemek istemiyor ancak geçmişte yaptığı şeyler yüzünden pişman ve vicdan azabı çekiyor."

Lily haklıydı. Claude gerçekten her an yıkılabilecek dengesiz bir Jenga kulesine benziyordu. Artı olarak, o aptal karşı büyü yüzünden kendisine kan kusturdu.... Ne tür bir 
aptal o.

"Tabii ki siz benim için dünyadaki en değerli insan olduğunuz için majestelerine çok sinirlenmiştim."

"Hayır,hayır... nasıl olsa bütün bunlara sebep olan bendim."

"Ebeveyn ve çocuklar farklı olmalıdır. Belki de bunun sebebi sizi kendi öz kızımmış gibi düşünmeye cüret ettiğim içindir."

Nefes verirken gelen ince bir kıkırdama kafamın üstünde yankılandı. Vücudumda sakinleştirici dokunuşlarını hissettiğimde burnumu buruşturdum ve rahatlatıcı fısıldamayı duydum.

"Ancak sizi incitmeyeceğine inandım."

İç açıcı elleri ve sesi beni teselli etmeye devam etti.

Sonra anında saraydan ayrıldığımdan beri huzurlu bir gece uykusu geçirmediğimi fark ettim. Bunun hakkında hatırlamaya devam ederken göz kapaklarım kapanmaya başladı.

"Rahatça uyuyun, sevimli prensesim."

Meleksi rahatlatan sesini dinlerken sonunda gözlerimi kapattım.

O gün sonunda tamamen huzurlu bir şekilde uyuyabildim.

***

"Ekselansları, majesteleriyle buluşmak istemiyor musunuz?"

Sarayın içerisindeki normal hayatıma devam ettim.

"Artık giyinmeli misiniz?"

"Şimdi değil."

Zümrüt Sarayı'ndaki insanlar bana sıcak bir hoşgeldin verdiler. Bu yüzden onların ilgisi ve sevgisiyle birlikte saraydaki yepyeni rahat hayatımın tadını çıkarıyordum.

"Ekselansları, majestelerini görmek istemiyor musunuz?"

"İstiyorum, ama şimdi değil."

Kendi adıma konuşmam gerekirse, geç açan ergenliğimi yaşıyordum.

"Babamın ve benim neden olduğumuz sorunlar için üzgünüm ve yardımlarınız için gerçekten çok minnettarım. Ancak şu andan itibaren meselelerimizi kendi başımıza halledeceğimizi düşünüyorum. Yani her şey için endişelenmenize gerek yok, bilirsiniz."

Benim beklenmedik tepkimden hemen sonra odadan çıktıktan sonra Lily ve Felix şaşırıp kalmıştı.

Zümrüt Sarayı'ndaki ağlamaklı birleşmeden sonra Claude ile hiç buluşmadığım için endişelenmiş gibi gözüküyorlardı.

Adil olmak gerekirse, muhtemelen baba-kız ilişkimizi göstermemizi bekliyorlar, ve ben 
Claude hakkında bir şey bile umursamadığımı görmeleri onlar için uygunsuz olabilir.

Ancak onların istediği gibi Claude'u ziyaret etmeyi düşünmüyordum. Ondan önce çözmemiz gereken birkaç mesele vardı.

"Ne kadar da akıllıca bir karar, ekselansları."

Planlarıma destek çıkan sadece Seth'di.

"Çaresiz olan her zaman önce pes eder. Bütün ilişkilerde serti oynamak anahtarı kazandırır. Belki biraz kabaca gelebilir ancak bence majesteleri birazcık acı çekmeyi hak ediyor. Özürleriyle birlikte, majestelerinin ekselanslarına davranış biçimi kabul edilemezdi."

"Ancak Seth, ya majesteleri tekrar sinirlenirse?"

"Hanna, majestelerinin ekselanslarını bulmak için ne kadar uğraştığını bilmiyor musun? Ve birçok insan ebeveynin çocuklarına karşı kazanamayacağını söyler."

Ancak aslında serti oynamaya çalışmıyordum.

Umm...demek istediğim öyle mi? Her ne kadar Claude ile birlikte geçici de olsa buluşmama rağmen, bilinçaltında onunla iletişim kurmaktan kaçınıyordum.

Ama bu, geçmişin korkunç deneyimlerinden ya da tam anlamıyla beni öldürmeye çalışan adamla buluşmak istemeyerek Claude'u sınırda tutmak için sözde "serti oynamak" değildi.

Dürüstçe, şu an yaşadığım duyguyu nasıl açıklayabileceğimi bilmiyorum.

Ancak kelimelere dökmem gerekirse, en iyi 'Claude ve benim aramdaki ilişkiyi değiştirmeye çalışmak' şeklinde açıklanabilir.

"Ne yapıyorsun?"

Birkaç gün geçti ve Claude sonunda Zümrüt Sarayı'na geldi.

"Ah, selam baba!"

Sık sık çay zamanı yaptığımız Gül Bahçesinde onu karşıladım.

"O mektup ne için?"

"Çay partisine davet."

Bilmemesi garip gelmiş bir şekilde ona söyledim. O sırada Claude biraz kaşlarını çattı.

"Seni çay partisine davet ettim ve sen de cevap olarak buraya geldin."

O kadar kolay.

Onun tepkilerini görmezden gelerek, her bir şeyi açıkladım. Onda 'Gerçekten bilmediğim için sana sorduğumu mu düşünüyorsun?' bakışı vardı ancak daha az umursayamazdım 
ve ona önümdeki koltuğa oturmasını teklif ettim.

"Lütfen, otur. Boynum acıyor."

Claude, Felix'e birkaç kez Garnet Sarayı'na ziyarete gelmemi söylemesini emretmişti, ancak ben Zümrüt Sarayı'nda kaldım.

Ve bugün ona bir davetiye yolladım ve beni öldürebilecek kişinin kendi kendine 'Bu çocuk benimle oyun mu oynuyor?' diye içinden düşünmesini sağladım.

Ancak açıkça davetiye 'Eğer o kadar çok benimle buluşmak istiyorsan, kendin buraya gel!' anlamındaydı bu yüzden buraya gelmekten başka seçeneği yoktu.

Ve gerçekten de geldi! Bu yüzden gereksiz ilk adım iddialarını saralım ve biraz çay içelim. Kulağa hoş geliyor değil mi?

"Burası, olacağını düşündüğümden fazla farklı değil."

Claude bir süre benimle dalga geçti ve sonunda pes ederek, gösterdiğim koltuğa oturdu.

"Burada sık sık bulunur muydum?"

Kafamın üzerindeki yeşil yapraklar hışırdadı. Ağacın gölgesinde otururken etrafa bakınan Claude için biraz çay koydum.

"Öyle söylenebilir... haftada üç ya da dört kez buraya gelirdin."

Tip...

Hoş kokulu berrak sıvıyı ince bir çizgi çizerek fincanın içine döktüm. En son yalnız başıma kaldığımda barbarca çay dökmüştüm ancak artık bunu asil bir şekilde de yapabiliyorum, işte!

"Lippe çayı. Bu sefer kendim demledim."

Klink.

Hatta önüne bile çay fincanını koydum. Öncesinde onlardan bunu istediğim için çaycı hizmetçiler bugünlük bir yere gittiler.

Çiçeklerin ve çayın kokusu sadece,Claude ve benim, ikimizin olduğu bahçeyi doldurdu.

Bir süre sonra, en sonunda, Claude elini çay bardağına doğru ilerletti. Eli çay bardağını kaldırdığında ve ağzına doğru götürdüğünde onu izledim.

Claude çay bardağından bir yudum içti. Onun yaptığı şeyi izledikten sonra konuştum.

"Kaygılı değil misin? İçine zehir koymuş olabilirdim."

Küçük bir baskı yüzünden ona sordum. Ancak Claude biraz rahatsızlık gösterdi ve bana tekrar sordu.

"Koydun mu?"

"Hayır. Neden öyle bir şey yapayım?"

"Sorun çözüldü, değil mi?"

'Sorun çözüldü?' Peki ya cidden o çayın içine zehir katmış olsaydım ne olacaktı? Beni 
hatırlamadığını bile söyledin! Benim yaptığım her şeyde şüpheli ve tedbirli olman 
gerekmiyor mu?

"Ancak ben senin için bir yabancıyım, baba. Biraz daha tedbirli olursan daha güvenli 
olacağını düşünmüyor musun?"

Bunu kendi babama söylerken vurdumduymaz olmuş olabilirim. Claude ifadesizce bana bakmaya devam etti. Gün ışığının sarı ışınları kısılmış gözlerine parladı.

"Emin değilim."

Daha sonra derin sesiyle bana mırıldandı.

Cevabı da belirsizdi. Ya bana karşı tedbirli olup olmayacağından veya neden bu soruyu sorduğumdan ya da her ikisinden de emin değildi.

Sonrasında söylediği şeyi duyduğumda, kısaca çay bardağıma uzattığım elimi durdurdum.

"Ancak ne olursa olsun içerdim, zehirli bile olsa ve bunu yaptığını bilsem bile."

"...Neden?"

"Çünkü bunu bana sen verdin."

O sırada ne demem gerektiğini bilmiyordum ve Claude sanki biraz önce çok utanç verici bir şey söylemiş gibi anında kaşlarını çattı.

"Biraz önce ne dedim ben?"

Uhh, b-ben bilmiyorum!?

Belki de bunu kendiliğinden söylemiştir. Claude'un yüzü sanki bütün bu saçma şeyleri duymak üzereymiş gibi iğrendi.

Ancak diğer taraftan, o inanılmaz sözleri söylediği için kendisini tamamen aptal olarak görüyor gibiydi. Ancak komik olan şey ise Claude'un kendisinin ilk başta konuşmuş 
olmasıydı.

Kelimelerine kaybetmiştim, sonra tuttuğum çay bardağını masaya koydum ve iki elimle tuttum, parmaklarımı kıpır kıpır hareket ettirdim ve ona söyledim.

"Şey, bana sen vermiş olsan bile zehirlenmiş bir çayı içmezdim."

Tabii ki, Claude asla benim çayımı zehirlemeyeceğini biliyordum. Ancak bir sebepten dolayı, böyle bir şey söylemeseydim, özellikle de utanç verici olan bir şeyi duyduğum için heyecanımı içimde tutabileceğimi sanmıyordum.

"Seni öldürmeyeceğimi kaç kere daha söylemem gerekiyor?"

Hala ondan şüphelendiğimi düşünerek, kaşlarını çattı.

"Eğer bir daha çıldırırsam ve tekrar seni öldürmeye çalışırsam"

Sonra çay fincanını masaya koyduktan sonra devam etti.

"O zaman kaç."

Ağzımdan küçük bir kıkırdama çıkardım.

"Eğer uzaklara kaçarsam beni öldüreceğini düşünmüştüm."

"Evet. Seni dünyanın sonuna kadar kovalayacağım."

Bu senin söylediğinin tamamen tersi değil mi?

Ancak sonradan söylediği şey Claude'a çok daha fazla sempati duymamı sağladı.

"Ancak bu benim ellerimde ölmenden daha iyi."

"Bu...tuhaf."

"Biliyorum."

Biraz önce ağzından çıkan şeyden utanarak, Tek yudumda yaptığım çayı içti.

Cik cik.

Üzerimizdeki kuşların cıvıldamasını dinlerken babama duyduğum üzüntümden güldüm

***

"Ahhh!"

Gecenin ortasında uyandım. Ağır nefes alışlarımla birlikte odasının içindeki her şey zifiri karanlıktı.

O korkutucu rüya da neydi?

Gerçekten korkunç bir kabus gördüğümden eminim ancak uyandığımda, hiçbir şey hatırlamıyordum. Ancak emin olduğum tek bir şey vardı... Korkunçtu.

Zorlanarak yatağımdan kalktım.

"Neden bu geç saatlerde ayaktasınız, ekselansları? Uyumakta zorluk mu çekiyorsunuz?"

Odamdan ayrıldıktan kısa bir süre sonra, koridorun sonunda Lily'i elinde bardak ve tabaklarla birlikte gördüm. Bu geç saatle hala yatağına gitmemişti.

"Babamın yanına gitmek istiyorum."

"Efendim?"

Lily beklenmedik cümlemden sonra gözlerini kocamanca açtı, ancak fazla konuşmadan yürümeye başladım.

"Ekselansları, neden-"

Lily aceleyle bana doğru ilerledi ancak benim yüzümü gördüğünde sorusunun ortasında durdu.

Tabakları bir yere koydu ve giydiği şalı omuzlarıma bağladı.

"Amanın ekselansları, bir sorun mu var?"

"Bu geç saatte nereye gidiyorsunuz?"

Uşaklar ve saray hizmetçileri neden bu geç saatte dışarıda olduğum hakkında endişelilerdi.

"Ekselansları sadece majestelerini ziyarete gidiyor."

Ancak Lily'nin açıklamasından sonra hepsi işlerine sessiz bir şekilde geri döndü.

Zümrüt Sarayı'ndan ayrıldım ve Garnet Sarayı'na doğru ilerledim. Sarayın önüne Claude'un yerleştirdiği şövalyeler bizi takip etti.

Claude'un sarayın etrafındaki tehlikeli karşı büyüyü kaldırması için ısrar ettim ama yine 
de ortadan kaybolmam ihtimaline karşı istemedi. Bu yüzden Claude'a daha hızlı ulaşmak için ışınlanma büyüsünü kullanamadım.

Oraya geldiğimde, Claude hala uyanıktı.

"Bu geç saatte seni buraya ne getirdi?"

Damdan düşer gibi çalışma odasına adım atan beni görünce kaşını kaldırdı. Onu istediği zaman değil de beklemediği bir zamanda ziyaret etmem onun için garipti.

Son zamanlarda düzenli bir şekilde yemek yemeye ve rahatça uyumaya başladığı için geçen seferden çok daha iyi görünüyordu.

Claude'un iyi olduğunu gördüğümde içimdeki gerilim kaybolmaya başladı.

"Uhh...gecenin ortasında uyandım ve sadece seni görmek istedim."

Neden bu saçmalığı yaptığımın asıl sebebini söyledim.

Ancak bir sebepten dolayı, Claude'un yüzü bana garip geldi. Hemen şimdi ayrılmanın tuhaf olacağını düşünmeme rağmen, amacımı tamamladıktan sonra sadece arkamı 
döndüm ve ayrıldım.

"Seni görmek güzeldi. Şimdi çıkıyorum."

"Bekle."

Konuştuğu anda gölgesi beni kapladı. Öncesine göre çok daha yakın olduğumuz için şimdiye kadar bana yukarıdan baktı.

"Sen..."

Sanki devamı için ne demesi gerektiğini belirleyememiş gibi kelime oyunu yapmaya 
başladı.

"Athanasia."

Sesi kulak zarlarımın içinde çınladı. Seslenmesi zihnimin içinde sıkıştı ve sonra havaya yayıldı. Belirsiz bir iç ses ve iç çekiş beynimin içinde yankılandı ve çözüldü.

"Görünüşe göre böyle garip şeyler yapmak için yeterince yaşlandım."

Claude beni havaya kaldırdığında, gözlerimi kırpmaya devam ettim ancak başımın üzerinde bir yas bıraktığında çabucak huysuzlaştım.

"N-Ne zaman senden bunu yapmanı istedim?"

"Belki bana da senin aptal davranışlarını bulaştırdın."

Yani, bu saatte çalışma odasına dalan kişi bendim bu yüzden durumu savunmak için hiçbir şeyim yoktu. Aldırışsız bir ses tonuyla söylediği sırada boğazımda aniden oluşan 
bir yumru hissettim.

Ama bu... bu biraz utanç verici. Ben bu kadar büyüdüğümden beri Claude beni bir kez bile kaldırmadı veya taşımadı... VE ben Prenses'im!

Claude kapının önünde duran diğerlerini yolundan çekilmesini sağladı ve sonra kollarında beni taşırken koridorda yürümeye başladı. Bu oldukça utanç vericiydi ancak şu an onda beni indirmesini söylemek durumu daha da garip yapabilirdi bu yüzden sadece kollarının arasında durdum.

"Sadece bugünlük seninle ben ilgileneceğim, rahatça uyu."

Yatak odasına vardığımızda, beni yatağa yatırdı ve battaniyeye sardı. Komik küstahlığından biraz rahatsız oldum ve ona dedim ki,

"Kötü bir rüya gördükten sonra uyuyamayan bir çocuk değilim!"

E-Evet, doğru, buraya kabus gördükten sonra geldim ancak egom bunu kabullenemez. Ama Claude sadece benimle alay etti ve küçük egomu öldürdü.

"Bunun hakkında emin misin?"

Rawrr, sinir bozucu!

Battaniyenin altında sinirle titrerken dilini şaklattı.

"Hiçbir şey düşünme ve sadece uyu."

Oldukça beceriksiz eli kafamın üstünde hissettiğimde durdum. Saçlarımın üzerinden geçerken enerjimin vücudumdan çekildiğini hissettim. Claude ben uyuyana kadar yanımda kalacakmış gibi görünüyordu.

"....istiyorum...."

Bir anda, ağzımdan bir ses çıkardım.

"Annemi görmek istiyorum."

Eli anında durdu. Gözlerim kapalı bir şekilde bütün dikkatimi sessizliğe verdim.

Bir süre sonra, kafamın üstündeki sıcaklık hareket etmeye başladı.

Claude yorumuma cevap vermedi. Karanlık odada, sadece ikimizin nefes alışverişleri yankılanıyordu. Pencereden sızan ay ışığı, yüzünü hafifçe aydınlattı.

Uzun zaman sonra-benim uyumamı sağlayacak kadar uzun değil- soğuk akşam havasının içine zayıf bir ses karıştı.

"Ben de."

Claude da ben de o gece uyuyamadık.

***

Cik cik.

"Ehh....?"

Pencerenin dışındaki kuşların cıvıltısıyla uyandım.

Yorgun gözlerimden gördüğüm bulanık manzara bir anlığına garip geldi. Odaklanamayan gözlerimi kırpıştırdım ve dün gece ne olduğunu hatırlamayı başardım.

Ah, doğru. Garnet Sarayı'na gelmiştim. Galiba yatak düşündüğümden çok daha rahat olduğu için uyumuşum.

Kendimi dağınık bir yüzle uyandırdım. Güneş ışığı pencerelerden odaya düşüyordu. 
Genellikle Lily beni belirli bir saatte uyandırırdı ancak bugün durum böyle değildi, bu 
yüzden saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Peki ya Claude? Yine çalışma odasında mı?

Yoksa gerçekten geçen gece ben uyuyana kadar yanımda mı durdu. Belki de daha sonra çalışma odasına geri dönmüştür. Onun bakış açısından, bütün iş akışını berbat ettim.

Ancak yatağın içinde etrafa bakınırken tanıdık sarı saçların kanepenin üstüne durduğunu gördüm.

Ah, tam orada!

Battaniyeyi tekmeledim ev zemine ayak bastım. Sonra parmak uçlarımda Claude'un yattığı kanepeye doğru ilerledim.

Cik cik.

Güneş ışığı tenine çarparken hala uyuyordu. Yüzü bana derin uykuda olduğunu söylüyor.

Kanepenin tam önüne çömeldim ve Claude'un yüzüne dikkatlice baktım.

Mm..hmm. Şimdi bir şekilde güzellik kazandı. Birkaç gün önce her an ölebilecek birisine benziyordu ve bu da benim sinirlerimi bozuyordu.

Ühü, ölümcül bir şekilde güzelliğe sahipti ancak hala....

Onu daha sağlıklı bir ten ve bedenle birlikte görmek çok daha iyiydi. Şu zamana kadar daha çok kıyafet giymiş bir zombiye benziyordu.

Ama bu yaşta bile nemli cildini nasıl koruyorsun? Nasıl bu kadar güzel bir cildin var? Şu kabarık yanaklara bir bak!

Hala uyuduğu için yakın bir şekilde yüzünü inceledim.

Bir süre sonra, onu uyandırmam gerektiğini düşündüm bu yüzden parmağımı yumuşak 
yanağına dürttüm.

Evet, bu zıplama hissi. Ama tamamen zıplamıyordu ancak bir tür anı gibi. Ama neden ilk etapta cildini bu kadar kapsamlı bir şekilde inceliyorum?

"Unhhh..."

Birkaç dakika sonra, alnı kırışmaya başladı. Evet! Dürt! Daha fazla!

Yavaşça gözlerini açmasını izledim ve gözlerimiz buluştuğunda ağzımı araladım.

"Günaydın,baba!"

Gözbebeklerinin içindeki yansımamla birlikte gözleri rengarenk parıldadı. İçinde 
dünyanın en güzel ve gizemli hikayelerini tutan göz kamaştırıcı gözleriyle yavaş yavaş 
bana odaklandı.

Bir süre bana ifadesizce baktı sonra konuşmaya başladı.

"...Evet canım. Günaydın."

Güneş gökyüzünün tepesinde bizimle birlikte gülümsedi.

Yuna: Canım dediii!!


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


104   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   106 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.