Who Made Me A Princess - Novel - Türkçe Çevrimiçi Oku
Yukarı Çık




105   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   107 


           
Bir süre sonra, Claude'un odasında geç kahvaltı yaparken söylenemeyen şeyi söyledim.

"Bu akşam bir yere gideceğim."

Klak.

Gümüş çatal ve bıçağı tutan Claude'un elleri durdu.

"Buna izin veremem."

Soğuk atmosferi yaymaya başladığında tatlı bir kızgınlıkla ona baktım.

Bruh. Yeteri kadar büyümüş bir gencin dışarı çıkmasındaki sorun ne? Yani, izin vermeyeceğini biliyorum, ama hâlâ.

Salatamı çatalımla karıştırırken Claude'a baktım ve söyledim.

"Beni yanlış anlama. Seni ve bu sarayı seviyorum."

Dediğim şeye kaşları seğirdi.

"Ve Felix, Lily, saraydaki diğer uşaklar ve hizmetçiler, gül bahçeleri, inşa edilmesi için 
sayılamayacak kadar saat harcadığın kütüphane, ve biraz garip, içinde yaşadığımız Garnet Sarayı."

Claude neden bunun hakkında konuştuğumu anlamış gibi gözükmüyordu.

"Dürüst olmam gerekirse, sevdiğim her şey bu sarayda. Tüm bu zaman boyunca burada doğup büyüdüm."

"Evet, sana ne istersen vereceğim. Bu yüzden lütfen, kal...."

"Ne istersem?"

"Evet."

"Yani bu demek oluyor ki hiçbir şey yapmadan burada oturayım ve ne istersem sana söyleyeyim, haklı mıyım?"

"Uh-huh."

"Ama bunu istemiyorum."

Claude'un katılaşmış yüzüne baktım ve konuşmaya devam ettim. Saraya geri geldiğim zamandan beri dışarıdaki hayatım hakkında neler düşündüğümü Claude'un bilmesini sağlamalıyım.

"Diğer insanlara bu saray sahip olduğum bütün dünya olduğu için bütün seçenekler arasından bunu seçtiğimi söylemek istemiyorum."

Diğer bir şekilde, Athanasia olduğum için bütün hayatımın sarayda geçmesini ve bu nedenle kaçınılmaz olarak Claude ile tanıştığımı söylemek istemiyorum.

Gerçekçi olarak, hayatımda bana verilen seçimler son derece sınırlıydı. Tüm bunların başında 
'Yaşam' ve 'Ölüm' arasında bir seçim yapmak zorunda kaldım çünkü olağanüstü zengin bir kraliyet 
ailesinde doğmuş olsam da, Claude tarafından öldürülmek gibi kaderim vardı ve bu yüzden onun iyi tarafında ya da kötü tarafında olmam hayatımın devam edip etmemesine bağlıydı.

"Hem de kendime yalan söylemek istemiyorum."

Bana göre, bizim ilişkimiz rüzgar gelmeden yanan mum ve ateş gibiydi. Belki de bunun sebebi çoktan tedirgin hissettiğim Sevimli Prenses'in olay örgüsünü bildiğim içindir.

İşte bu yüzden tam karşımdaki kişiyle birlikte kırılmış ilişkimi değiştirmek istedim. Gerçek bir baba-kız olarak, bir güven oluşturmak istedim.

"Artı olarak, ne zaman istersem buradan gidebilirim."

Şakayla karışık bir şekilde bunu söylediğimde Claude'un gözleri seğirdi. Sadece tedirgin hisseden kişi ben değildim. Ancak aynı zamanda, ben Claude tarafından parçalanmaması için korunan ve kontrol edilen kırılgan cam bir oyuncak değildim.

"Daha fazla başkalarına güvenmeme gerek yok, baba. Artık kendi işlerimi kendim yapabilirim."

Eğer kafesin içindeki bir kuş gibi burada yaşamaya devam edersem, bizim ilişkimiz birazcık bile değişmeyecek.

"Bu yüzden senin için baş belası bir kız olabilirim, baba. Ama saraydan dışarı çıkmadan ilk önce her zaman sana söyleyeceğim. Sonra..."

Claude nefes bile almadan beni dinlerken, cümlemi bitirdim.

"Her zaman geri geleceğim."

Claude'un yüz ifadesi beklenmedik bir şekilde değişti.

Sanki yüzündeki demirden maskeyi indirmiş gibi yüzü yavaşça yumuşadı.  Sanki daha önce hiç böyle şeyler duymamış gibi bana bakıyordu.

"Sen beni burada beklediğin sürece, sonsuza dek bir anda kaybolmayacağım."

Çünkü ben burada kendi isteğimle onunla birlikte kalmak istedim.

"Çünkü burası benim evim, ve senin olduğun yer benim geri dönmem gereken yer."

Claude benim kaygımı anlamadı hatta tam tersiydi. Belki de asla bilemeyecek. Ancak fark etmez.

"Bu yüzden hemen geri döneceğim."

Çünkü o benim her zaman babam olacak, ve ben de her zaman onun kızı olacağım.

"Söz veriyorum."

Kocaman bir gülümsemeyle birlikte, şu ana kadar gördüğüm en zayıf yüze sahip olan Claude'un güvenini tazeledim.

***

"Bayan Margarita?"

Turuncu güneşin batışıyla birlikte Jennette'i görmeye gittim.

"Prenses!"

Endişe ve mutlulukla birlikte üzerime atladı.

"Majesteleri sizi aradığı şeylerin kaldırılmasını emrettiğinde sizin için çok endişelendim."

Oha tanrım! Aramayla ilgili olan her şeyi unuttum! Şükürler olsun. Umarım etrafta dolaşan utanç 
verici görüntü taşım da durur.

"Umm... bazı şeyler bizim için oldukça güzel oldu."

İçten rahat bir nefes aldım ve zafer kazanmış bir şekilde konuşmaya başladım.

"Böylece saraya geri döndüm."

Jennette gözlerini şaşkınlıkla kocamanca açtı.

Ne. Bu bakışın ne anlama gelmesi gerekiyor?

Derin mavi gözlerinin içindeki gizemli duyguyu gördükten sonra dudaklarımı hareket ettirdim. Derin ve kara bir deniz gibi gözüken gözlerinde hafif, gölgeli bir titreme görülebiliyordu.

"Anladım."

Ancak bu sahne sadece birkaç saniye sürdü. Rahatlamış bir şekilde ellerimi tutarken gülümseyen 
Jennette'e baktım.

"Ne kadar güzel. Tebrikler!"

Saraya döndüğüm için gerçekten çok rahatlamış gibi gözüküyordu. Masum yüzünde kandırma  hiçbir yerde görünmüyordu ve başımı eğdim.

Ama biraz önceki o uyumsuz bakışlar da neydi? Sadece benim hissim miydi? Ancak bu sanki...

Bir an kendi kendime düşündüm, sonra buraya yapmaya geldiğim şeyi yapmaya devam ettim.

"O zaman hadi gidelim!"

"Huh? Nereye?"

Unutmuş olmalı. Biraz üzücü...

"Havai fişekler! Neredeyse zamanı geldi."

Jennette'in gözleri yavaş yavaş açıldı, sonra mutlulukla kızardı. Gülümseyerek elini tutarken malikaneden ayrıldım.

O gece onunla birlikte izlediğim havai fişekler en güzeliydi.

"Ta-da!"

Kısa dışarı çıkmamdan sonra, Claude'un olduğu yere ışınlandım. Artık istediğim zaman büyü kullanabilirim çünkü ona, karşı büyüsünü etkisizleştirmesini sayılamayacak kez söyledikten sonra 
sonunda yaptı.

"Geri döndüm!"

Çalışma odası yerine yatak odasındaydı. Sanki benim geleceğimi bekliyormuş gibi gözleri bana sabitlenmişti. Bir dakika orada hareket etmeden durdum.

"Ne yapıyordun?"

"...."

"Hmm... Tahmin edeyim."

Meraklı bir şekilde dudaklarımı okşadım ve bir cevap bulmuşum gibi parlak bir şekilde bağırdım.

"Şirin, güzel ve sevimli kızını bekliyordun! Doğru!"

'Abartılı blöf yapmayı bırak' ya da 'Sende bir sorun mu var?' gibi bir şey söyleyeceğini 
düşünmüştüm, ancak bir kelime bile etmedi.

Tuhaf sessizliğin içerisinde sonunda bir şeyler söyledi.

"Yani gerçekten geri geldin."

Kısık gelen sesiyle çekindim sonra yorumunu cevaplamak için devam ettim.

"Tabii ki. Sözümün arkasındayım."

Claude'un oturduğu kanepeye doğru sürünürken kıkırdadım.

"Baba, pamuk şekerin ne olduğunu biliyor musun?"

"Yarı sıvı şekerin merkezkaç kuvveti kullanılarak bir çubuğun etrafına sarılması..."

Yuh! Kesinlikle onun ne olduğunu bilemeyeceğini düşünmüştüm! Sarayın içine girmesine bile izin verilmeyen sağlığa zararlı bir yiyecek olduğu için 'Pamuğu yiyemezsin.' gibi bir şey söyleyeceğini 
düşünmüştüm. 

"Bruh..."

"Ne oldu, soran kişi sensin."

Claude'a hayal kırıklığına uğramış bir bakış attım. Sonra bu soruyu sormamı bekliyormuş gibi alay 
etti. Şimdi bu daha çok benziyor.

"İşte, hediye!"

Arkamda sakladığım hediyeyi ona gösterdim.

İşte ben, hediye verici Athy! Etrafım pamuk şekerlerle kaplıyken beni saraydan sabırla bekleyen 
Claude'a bunu vereceğim!

Ancak pamuk şekere ifadesizce baktı. Sen-Sen....Ne cüretle bizim ulu pamuk şekerimize öyle bakarsın?!

"İnsanlara hediye vermiyorum ancak sen hak ediyorsun çünkü benim babamsın. Çok leziz gözükmüyor mu? Hayır mı? Hayır mı?"

Yine de pamuk şekeri onun ellerine verdim.

Hehe, Pamuk şekerli Claude. Daha ikonik bir ikiliyi bulun bakalım. 

[Claude'un saflığı 1 arttı.]

[Claude sonraki 30 saniye için masumluk kazanacak.]

Eğer oyun olsaydı, böyle bir şey ortaya çıkardı.

"Havai fişekleri gördün mü? Çok güzellerdi. Eh, buradan gözüken manzara vasat ama."

Yüzünde iğrenmiş bir ifade ile oturan Claude'un yanına otururken bacaklarımı sallayarak söyledim.

Ugh...Evim güzel evim. Her neyse, bu kanepe nasıl bu kadar rahat olabilir? Neyden yapılma ki? 
Zümrüt Sarayı'ndaki kanepelerle bunları değiştirsem mi? Hem de, Claude'un çalışma odasında oturarak beklediğim kanepe de çok rahat.

"Sonraki sefer birlikte gidelim. Çok güzel bir yer buldum."

Sonraki dışarı çıkma partnerim olacak, Claude, seni seçtim!

Bir sebepten dolayı, hiç konuşmadan bana baktı. Bunu evet olarak algıladım ve mırıldanmaya başladım.

On dört yaşının bitmesine az kalan bir gece daha geçti.

***

"Galiba biraz gerginleşmeye başladığımı hissediyorum..."

Ugh, bence bu karın ağrıları kaygı yüzünden.

"Endişelenmeyin, ekselansları. Sadece onlara elinizi sallamalısınız."

"Doğru. Yapmanız gereken tek şey onlara biraz yüzünü göstermeniz."

Lily ve Felix beni rahatlatmaya çalışsa bile kaygılarımı kontrol edemiyorum. Bu benim ilk kez resmi bir şekilde halkın ışığına çıkmam olacak.

Özellikle Kuruluş Kutlaması bittiği için neden kendimi insanların karşısında tanıtmam gerekiyor cidden anlamıyorum.

Aslında kendimi Kuruluş Kutlamasında Kraliyet Geçidinde gösterecektim ancak o zamanlar bir kaçaktım....öhöm.

Her neyse, perdenin arkasında süslü bir kıyafet ve makyajla birlikte kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

Bu saray o kadar sık kullanılmıyor, bu yüzden daha önce buraya hiç gelmedim ancak en üst kattaki balkondan dışarı bakarsanız, doğrudan meydanı görebilirsiniz.

Ve ben de tam balkon perdesinin arkasındayım. Tanrım, dışarıdan gelen bütün gürültüler beni daha da geriyor!

"Sadece birkaç el sallayacaksın, o kadar zor mu?"

Claude benim gerginliğimi anlayamadığı için bana hayal kırıklığına uğramış bir yüz gösterdi. Şu an onun bana sırıtması bunu yapmak istememi sağlıyor!

"Zamanı geldi."

Uşaklar perdeleri kaldırdığında, Claude balkonda ileriye doğru ilerledi.

"WHOOO!"

Kalabalıktan yükselen coşkulu bağırmalar bütün meydanı doldurdu. Whoo-hoo, bütün şu tepkilere bak. Aynı Kuruluş Kutlaması'ndaki gibi, insanlar kraliyet ailesini kendi gözleriyle fazla görmüyor gibi gözüküyor.

Bunların hepsinin üstünde ise, Claude bugün çok daha havalı gözüküyor. Pelerini nasıl bu kadar zarifçe dalgalanıyor? Öncesinde ben denediğimde olmamıştı. Ağır kumaştan yapılan pelerininin arasından omuzları gözüküyordu.

"Ekselansları."

Tanrım, benim sıram! Neticede arkamdaki baskı yüzünden ileriye doğru yürümek zorunda kaldım.

G-Gülümsemeliyim, değil mi? Claude'un ciddi ve sert görünümü bana pek de yakışmıyordu ancak ikimizin de birbirimize benzemediğini görmek gerçekten garip olurdu.

"Ne yapıyorsun?"

Ben...şey....tek oyunculu donmalı elim sende oynuyordum! Yani demek istediğim... ayağım bir anda yürümeyi reddetti! Sen böyle şeylere alışkın olabilirsin ancak ben değilim, tamam mı!

"Daha yürümeyi öğrenmemiş bir bebeğe benziyorsun."

Hahahahaha, ne kadar da yüreklendirici, baba.

Balkona doğru adım atamayan bana bakarken Claude dilini şaklattı. Sonra bana elini uzattı.

"Elimi tut."

Ne-Neden bu bana debutante zamanını hatırlatıyor? O zamanlar da bana böyle bir şey söylemişti... 
Anılarını kaybettiğine emin misin?

Ühü...Anıları ve doğuştan gelen özellikleri ayrılmış olabilir mi....Bu biraz moral bozucu, değil mi...?

Eline ilk önce dokundum ama en sonunda elini sıkıca tuttum.

"Hadi, gülümse."

Dışarıya doğru bir adım attığımda, meydandaki büyük kalabalık gözlerime girdi.

Fark etmeden gergin bir yüz yaptığım zaman Claude bana fısıldadı. Whoops, gülümsemeliyim! 
Yüzümde normal olmayan bir gülümsemeyle çekinerek elimi salladım.

 Tam o sırada kalabalık sağır edici bir tezahürat yaptı.

"UWAAAAAAA!"

"Buraya bakın, ekselansları!! Yalvarırım!"

"Çok yaşa Obelia!!"

"Çok yaşa İmparator!! Çok yaşa Prenses Athanasia!!"

Oha anasını!

Beklenmedik coşkulu tepkiyle birlikte konuşamaz kalmıştım. N-Ne? Neden bu kadar yükseldiler? 
Karşılamalarına çok garip kalmıştım.

"Belki de görüntü taşları sayesindedir?"

Kalabalık hala sevinçle bağırırken geri adım attığımda, Lily ve Felix kahkaha attı.

'Görüntü Taşı' sözcüğünü duyduğumda dondum.

"Debutantenizdeki görüntü taşını izledikten sonra ekselanslarına aşık olan sayısız insan var. 
Sadece Obelia değil diğer ülkelerden de."

"Ve ekselanslarının Claude'un Harika Büyücü unvanını sürdürmesi için halefi olduğunu söyleyen bir 
söylenti var. Bu aynı zamanda popülariteyi çıldırtıyor."

Ne! Şimdiden bilinen çok şey var!

Düşünülemeyecek şeyleri duyduktan sonra bir süre salak gibi kaldım.

NE, şimdi hatırladım! Görüntü taşları diğer ülkelere de gönderilmişti! Halkın karşısına çıktıktan sonra, meseleleriyle ilgili yapması gereken bir konferans nedeniyle daha önce ayrılan Claude'u 
düşünerek üzgün bir surat yaptım.

"Bundan bahsetmişken, o görüntü taşlarından kaç tane yapıldı? Yani -ne zaman öyle bir şey yaptılar?"

Ancak Lily ve Felix ilk sorumu cevaplamaktan kaçındılar ve ikinci sorumu cevapladılar.

"Bilmiyoruz. Görünüşe göre majesteleri önceden bazılarını yapmış."

N-Ne? Ne zaman bunu yaptın? Dans ederken sürekli Claude'un ayağına bastığım debutante 
videosu mu?

Felix'in söylediklerini duyunca daha çok şok oldum.

"Başka modelleri de var, izlemeyi ister misiniz?"

Ha!

Uh-başka...? Başka ile ne demek istiyorsun? Demek istediğin orada burada benim başka görüntü taşlarım mı var?

"...Benim başka videolarım mı var?"

"Kesinlikle, ekselansaları. Eğer isterseniz görmeye gide-"

"Hayır, hiç ilgilenmiyorum."

Aşırı derecede ciddiyim! Onları görmek istemiyorum!

Claude, seni acımasız insan! Benim en utanç verici anlarımı halka göstererek insanlar arasında bir tür utanç komplosu yapıyor olmalısın!

"Neden olmasın sadece biraz baksa....?"

"Ah oraya bak! Ne kadar sevimli bir cırcırböceği. Annesini arıyor gibi gözüküyor."

Hayır, ben hiçbir şey duymadım. Görüntü taşları ile ilgili hiçbir şey.

Gerçekliği görmezden gelmeye çalışarak Zümrüt Sarayı'na geri döndüm.

***

"AHHHHH!"

Saraya doğru yürürken, bir yerden yüksek bir haykırma sesi duydum. Sağır edici sesin geldiği yöne  kafamı çevirdim.

Ummm... Neden beni gördükleri için çok şaşırdılar?

Çapraz yönümde aynı kıyafete sahip dört kişi vardı ve bunun hemen Kraliyet Büyücülerinin cüppesi olduğunu tanıdım.

Dang, o üniformayı bir süredir görmüyordum. Lucas her zaman etrafımda olduğu için neredeyse her gün görürdüm. Ühü, şu an çok duygusal hissediyorum.

Beni hayrete düşürecek kadar bağıran kişilere dokunaklı hayal gücüme sıkışıp kaldım.

"Sonunda, Peri Prenses!!!"

"Öhöm...!"

Tin!

[Kritik vuruş - 'Peri Prenses!!!' 500 hasar aldınız!]

Tin!

[Zihinsel gücünüz %60 hasar aldı!]

Tin tin!

[Kulak zarlarınız yırtıldı!]

Tin tin tin!

Kulak zarlarıma giren yasaklı kelimeyle birlikte büyük bir şokla karşılaştım! Ugh, sanki birisi kafamın 
arkasını sayısızca defa tokatlıyormuş gibi!

"UWAAAA!"

"Onu daha yakından görmek istiyorum!"

"Ben de, ben de!"

"UAGH...!"

Ancak bu son değildi.

Bir grup kuduz zombi gibi bağırarak bana doğru koşmaya başladılar.

Bu ne lan? Korkarak geriye doğru adım attığımda, Felix benim önüme doğru adım attı.

"Geri çekilin. Ekselanslarının iznini almadan yaklaşamazsınız."

Whoa. Felix tam benim önümde onların yolunu kapatırken çok güvenilir gözüküyor.

Ah, evet ateşli kan şövalyesi! Kesinlikle senin için bir takma isim. Eskiden senin cesaretini 
küçümsediğim için üzgünüm, Felix abi!

"Ö-Özür dileriz... Bu bizim onunla kişisel olarak ilk görüşmemiz..."

"Doğru. Ekselanslarının görüntü taşlarını her gün titizlikle temizledim..."

"Her gece uyku bile uyuyamadan onun taştaki yüzünü izlemek..."

"Yaklaşık elli tane görüntü taşını çoğaltmak için kıçlarımızı çalıştırmak... Fazla mesai ücreti bile alamadan....blah blah blah...."

Oh, şimdi neden bu kadar zevkli davrandıklarını anladım çünkü görüntü taşları hakkında konuşuyorlar.

A-Ama onlar kim? Hayatım boyunca onları hiç görmedim ancak bana sanki on yıllık arkadaşmışız gibi bakıyorlar.

Bunun yanında, Felix onların yolunu kapattığında çok üzülmüş gibi gözüküyorlardı.

Öhöm. Kara Kule'nin Büyücüleri... Aslında hayal ettiğimden çok daha farklı gözüküyorlar.

"Sorun yok, Felix. İzin ver."

Her ne kadar tamamen yabancı olsalar da, meraklanarak bana yaklaşmalarına izin verdim. Lucas hariç daha önce hiç Kule'nin Büyücüsü ile tanışmadığım için onlarla konuşmak istedim.

Bazılarının bana bakarken birbirlerine fısıldayarak geçtiklerini görmüştüm bu yüzden gerçekten etkileşime girmedim.

Onlar da benim hakkımda ilgilenmiyorlar gibi gözüküyordu. Bu yüzden onların ilgilerini almak benim için taze bir deneyimdi.

"Oh, sizinle tanıştığıma memnun oldum. Demek sizler görüntü taşlarını yapan kişilersiniz."

Ayy!

Ne? Onlara bunu söylememle yüzleri anında kırmızı bir renkle parladı. Ugh, daha çok kafalarını deliklerinden dışarı çıkaran köstebekler gibiler.

"T-Taşları yaparken en çok uğraşan kişi bendim! "

"Ben de diğer ülkeler için özel taşlar yaptım!"

"Ben üzerilerine koruma büyüsü oluşturdum! Yani bana taşların başına herhangi bir zarar gelmemesinden sorumlu olan kişi diyebilirsiniz. "

"Ve bende bu tembel kıçları mesai ücreti almadan çalıştırdım!"

Uhh, bu çok hevesli....

"Ancak ekselansları!"

Büyücü1 gözlerinde parlak yıldızlarla birlikte ani bir soru sordu.

"Gerçekten de günde birçok kez ışınlanabiliyor musunuz?"

"Evet! Ekselanslarının zincirleme büyülerini hiç terlemeden yapabildiğini duydum!"

"Sizi sarayın içinde büyü yaptığınızı gördüğünü söyleyen bazı Büyücüler var!"

"Bizler Kule'ye yakın olmazsak ateş kıvılcımı bile oluşturamayız!"

Onların acımasız soru bombardımanını dinledim ve onlara tuhaf bulduğum bir şeyi sordum.

"Oh, sarayda büyü kullanmak zor mu?"

Sanki bu soruyu bekliyorlarmış gibi cevaplarını kustular.

"Tabii ki, burada büyü kısıtlaması var!"

"Bu yüzden bizler büyülerimizi belirlenmiş yerler haricinde kullanamayız!"

"Eğer ki o yerlerde büyü kullanırsanız kendi hayatınızı tehlikeye atabilirsiniz, sonra siz- ancak 
büyüyü kullanan kişi, bir şekilde hayatta kalmayı başarırsa yan etkiler yüzünden en azından sakat 
kalacaktır!"

https://www.wattpad.com/story/219056558-who-made-me-a-princess-novel
buradan daha önce bölümlere ulaşabilirsiniz ^^

Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


105   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   107 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.