Yukarı Çık




127   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   129 

           
"Baba! Sakın üzülme! Mutlu ol! "

Claude'un çalışma odasına dalarken haykırdım.

Claude, bir anda ortaya çıkan cesaretlendirici sözlerimle birlikte kaşını kaldırdı. Biraz önce Felix ile ilgili olan olay yüzünden kendimi suçluyordum. Konuşmaya devam ettim.

"Senin duygularına hiç önem vermediğimi fark ettim. Ben korkunç bir kızım!"

"Ne diyorsun?"

Claude'a böbürlendiğim için kendimi kötü hissediyorum! Ona her zaman 'Lütfen hareket et.', 'Daha fazla uyu.', 'Baba, yaşın hakkında dikkatli olmalısın.', 'Baba, hâlâ yirmili yaşlarda olduğunu mu sanıyorsun?' gibi sözler ve çok daha fazlasını söylemiştim! Hem de bunları onun nasıl hissettiğini düşünmeden söylemiştim!

Öncesinde Claude'a çok sinirlenmiştim çünkü kendisine hiç dikkat etmiyordu, ancak Felix ile ilgili olan bu olaydan sonra çok abarttığımı fark ettim. Felix bile bu kadar şok olduysa Claude nasıl hissedecektir kim bilir?! Claude Felix'ten daha büyük!

"Yaşlanmak; sadece yaşamın doğal bir olgusudur, ancak ben bunun hakkında oldukça acımasız sözler söylüyordum, değil mi?"

Bu düşüncelerden sonra, bir anda çok kötü hissettim. Claude'a yaklaştım ve sıkıca ellerini tuttum.

"Baba, eminim ki sende gözlerinin etrafında koyu halkalar olan hasta bir tavuğa benzemek istemiyorsundur. Geçen yıl önceki yıla göre ve bu yılın da geçen yıla göre daha farklı olması gerekiyor ama ben kendimi senin yerine koymadım."

"Ne..."

Konuşmaya devam ederken Claude kaşlarını çattı.

"Doğru düzgün yürüyemeyecek bir yaşa geldiğinde bile, ben her zaman senin yanında olacağım, Baba! Bu yüzden yaşlanmak hakkında endişelenme ve duvarların her tarafında kakanı sürdüğünde bile benimle sonsuza kadar mutlu bir şekilde yaşamayı düşü-"

"Sana böyle saçma fikirleri kim verdi? Felix mi?"

İrkildim. Claude'dan yayılan karanlık, keskin bir enerji artarak daha da kötü bir hale geldi.

"H-Hayır. Felix bir şey dediğinden değil..."

"Felix!"

Ancak Claude çoktan odanın dışında duran şövalyeyi çağırmıştı.

Her zamanki gibi, kapı İmparator'un seslenmesiyle anında açıldı.

"Evet, Majesteleri."

"Seni neden çağırdığımı bildiğinden eminim."

Claude'un 'Suçunu biliyorsun' anlamına gelen soğuk bakışlarının altında Felix dondu kaldı. Aynı zamanda ben de olduğum yerde kalmıştım. Zaten depresyonda olan Felix'e neden bunu yapıyorsun?!

"Baba, Felix hiçbir şey yapmadı! Ben sadece-"

"Affınıza sığınırım, Majesteleri! Ölümü hak eden bir suç işledim!"

Aniden, Felix Claude'a itiraflar etmeye başladı.

"Yerimi unuttum ve kendi çıkarlarıma göre davrandım. Yüz kez ölsem bile suçumu asla ödeyemem!"

Ne? Felix'in neden ve neye özür dilediğini anlamamıştım. Başlangıçta Claude şu an kötü bir ruh halinde olduğu için Felix'in de neden olduğu şeyi bilmeden özür dilediğini düşünmüştüm.

Bu durum bozuk saatin günde iki kez doğruyu göstermesine benziyor! Kendi çıkarlarına göre davranmak mı? Tam olarak ne yaptı? Felix... Birisinden rüşvet almadın ya da saraydan para çalmadın değil mi? Sen asla böyle bir şey yapmazsın!

Ama Felix o kadar ciddi gözüküyordu ki yavaştan gerginleşmeye başladım. Aşırı suçlu olduğunu söyleyen yüzünü izlerken gerçekten çok ciddi bir şey olduğunu düşündüm. Claude bile Felix'in böyle davranmasını beklemiyor gibiydi. Şüphelenmiş bir şekilde Felix'i izlerken onu azarladı.

"Aynen öyle. Eğer suçunu biliyorsan o zaman kendi dilinle onu söyle."

Claude'un da aynı zamanda Felix'in ne yaptığı hakkında hiçbir fikri yoktu ancak, şövalyeye daha fazlasını itiraf etmesini emrederken, başını dik tutmaya çalıştı. Bir süre sonra Felix'in cevabıyla odadaki atmosfer hızlıca yok oldu.

"Yong-Bong Çorbası... Ben o değerli Yong-Bong Çorbasını tek başıma içtim...! Majesteleri çorbayı benden önce içmeliydi, ancak ben bunu düşünemedim! Affınıza sığınırım, Majesteleri!"

Şok oldum. Y-Yong-Bong Çorbası mı?! Geçen sefer vücudu için çorba bulmaya çalışacağını söylemişti ve gerçekten buldu mu?!

Claude da şaşırmış gibi gözüküyordu.

"Yong-Bong çorbası mı dedin?"

"Son zamanlarda vücudum ve zihnim önceki kadar enerjik değildi, bu yüzden şifalı bitki çorbası aldım ve içtim. Majsteleri'nin bu kadar çok kızacağını hiç düşünmemiştim... Hayır, hayır. Bunun hepsi benim suçum! Birinin yaşının diğerini geçemeyeceğini söylerler... Tabii ki, Majesteleri, siz yaşınız yüzünden benden çok daha zor durumda olmalısınız...!"

Claude'un gözünün seğirdiğini gördüm.

"Bu gayet normal çünkü benim uğraşlarım sizinkilerin yanında okyanustaki bir damla kadardır, Majesteleri! Aksi takdirde nasıl düşünürüm...?! Bunların hepsi benim vurdumduymazlığım yüzünden! Lütfen beni cezalandırın!"

F-Felix! Tehlikedesin! Ağzımı araladım ve Claude'un etrafında her geçen saniye büyüyen karanlık atmosferi gördüğümde hemen kapattım. Ancak kendi suçunun altında boğulan Felix, karanlık enerjiyi görüyor gibi gözükmüyordu.

Kısa bir süre sonra, alçak ve korkutucu bir ses Claude'un dudaklarından çıktı.

"Yani, gizlice içtiğin Yong-Bong Çorbası lezzetli miydi?"

"Hayır, Majesteleri! Birisi çorbanın Obelia halkının damak zevkine uymadığını söylemişti ve haklıydı da. Tek bir kaşık aldım ve tadı iğrençti... Çok pahalı olduğu için kendimi bitirmek için zorladım ancak sonraki üç gündür içim çok tuhaf hissediyor."

"Peki, yemesi zor demek, anladım."

Tekrar bir hata yaptığını düşünerek, Felix hızlıca konuşmaya devam etti. Ama şövalyenin dediklerini dinledikten sonra, Felix'in Claude'un Yong-Bong Çorbası hakkında ilgilendiğini düşündüğünü varsaydım.

"Ah, ancak en iyi ve etkili ilacın tadının acı olduğunu söylerler, bu yüzden eminim ki Majesteleri de yemek-"

"Felix Robane, sonraki aya kadar, bu ilacı her gün içeceksin. Bu bir emirdir."

"Efendim?"

"Eğer bir gün bile aksatırsan, sana ağır ceza vereceğim."

Sonra, gerçekten kötü bir ruh halinde olan Claude tarafından ikimiz de dışarı atıldık.

Öff, buraya kesinlikle Claude'un daha iyi hissetmesi için gelmiştim ama görünüşe göre her şeyi batırdım!

Felix'e bakmak için kafamı çevirdim ve yüzündeki aşırı duygulanmış ifadeyi gördüğümde korktum.

"Majesteleri benim sağlığım için o kadar çok endişelendi ki o ilacı her gün içmemi söyledi...!"

Ne?! Claude'un niyetinin bu olduğunu sanmıyorum...?! Biraz önce, Claude 'Eğer bir gün bile aksatırsan, sana ağır ceza vereceğim.' Dedi. Hem de sadece normal bir 'ceza' değil, 'ağır' bir ceza! Felix'in sadece o ilacı içmesi bile bir ceza!

"Ben, Felix, ölene kadar Majesteleri'ni takip edeceğim!"

Ancak Felix o kadar duygulanmış gözüküyordu ki, onun için o anı mahvedecek kadar kalpsiz değildim.

Şey, ona gerçeği söylesem bile, beni asla dinlemeyecektir... Bence... Bu herkes için mutlu son olabilir...? Nihayetinde, Claude Felix'i cezalandırdı ve Felix bunun bir ödül olduğunu yorumladı yani...

Felix'in gözleri mutluluk gözyaşları yüzünden parlıyordu. Onu da yanımda ilerletirken oradan ayrıldım.

***

"Ah, tanrım. Demek bugün bu oldu."

Lily, o gece bugünün raporunu dinledikten sonra gülerken ağzını kapattı. Onun gülmesini izlerken, gün içinde olan her şeyin komik olduğunu düşündüğüm için kıkırdadım.

"Yani yarından itibaren, Felix her gece Yong-Bong Çorbası içecek."

"O zaman Zümrüt Sarayı'nda hazırladığımız yemeklerden bir porsiyon daha az yapmamız gerekecek."

Lily'nin gülümsemesine bakarken sordum.

"Lily, evlenmek istemiyor musun?"

Benden bu soruyu beklemiyormuş gibi Lily yatağımı yaparken duraksadı ve bana baktı.

"Sorun değil, bu yüzden eğer iyi birisiyle karşılaşırsan o zaman geldiğinde sen evlenmelisin."

Benim yüzümden, Felix, Lily ve diğerlerinin hâlâ yalnız olmaları beni endişelendiriyordu. Ve onlara sorsam bile bana endişelenmememi söyleyeceklerini biliyorum ama yine de... Küçükken, dürüstçe Felix ve Lily'nin evleneceğini düşünmüştüm ama öyle bir şey olmadı. Felix Obelia'nın Ateşli Kan Şövalyesi olduğu için... Mm. Her neyse, takma adı da oldukça bilinen ünlü bir şövalye ve Lily ise benim baş hizmetçim. Yani eğer isteseydiler, ikisi de oldukça iyi insanlar bulabilir ve evlenebilirlerdi. Bu şekilde onların özgürlüğünü alıyormuşum gibi hissettiğim için endişeleniyorum.

Ama Lily her zamanki gibi gülümsedi.

"Bu dünyada en çok yapmak istediğim şey, size bakmaktır, Prenses. Bu yüzden evlilik hakkında hiç düşünmedim. "

Evet, Felix de aynı şeyi söyledi. Ancak yine de, beni endişelendiriyor. Aynı zamanda... Hiçbir yere gitmelerini istemiyor ve sadece benim yanımda durmalarını istiyorum.

"Eğer Lily'nin sana benzeyen bir çocuğu olsaydı, bebek çok sevimli olurdu."

Eğer Lily'nin bir çocuğu olsaydı, harika bir anne olacağını biliyordum.

"Prenses, sizin benim çocuğum olmanız benim için yeterli."

Ne zaman bunu söylese kendimi mutlu hissetmekten alıkoyamıyorum, bu benim kötü birisi olduğum anlamına mı geliyor?

"Dürüst olmam gerekirse, bende Lily'i gerçek annemmiş gibi hissediyorum."

"Bayan Diana bunu duyarsa çok üzülür."

"Haklısın, yani iki tane annem var. Çok şanslıyım, değil mi?"

Gülümsediğimde Lily tereddüt etmeyi bıraktı ve başımı nazikçe okşadı. Gözleri yaşlarla dolmuştu bu yüzden yüzümde çok daha büyük bir gülümseme oluşturdum.

***

"Ne kadar bakarsan bak, tuhaf olduğunu düşünmüyor musun?"

Yanımda oturan Lucas'a sordum. Çiçek açan bir ağacın dalına oturmuş altımdaki insanları izliyordum.

"Onlar kesinlikle normal değiller."

Lucas dediğime katıldı.

Şüphelenmiş bir şekilde, insanlarla çevrelenmiş Jennette'i izledim.

"Sizi düşünürken dikkatlice seçtiğim hediyeyi kabul edin lütfen, Bayan Margarita!"

Sarayın dışında, genç leydiler ve genç efendiler birbirleriyle daha da yakınlaşmak için toplanmışlardı. İki gün önce Safir Sarayı'ndaki ziyafete katıldıktan sonra, bugünkü buluşmaya katılamamıştım.

Kuşkusuz, aslında şu anki buluşmada konuşmaktan daha çok herkes Jennette'e yakınlaşmaya çalışıyor gibi gözüküyor. Genç efendilerden birisi ona hediye veriyordu. Bu tuhaf değildi ancak tuhaf olan şey birkaç gün önce insanların Jennette'e karşı davranışlarının büyük ölçüde değişmesiydi.

Sadece daha yeni Jennette'in değerini anlıyor olabilirler... Ancak yine de... Tuhaf olan bir şey var.

Lucas'ın gözleri de benim baktığım yere doğru ilerledi. Bir süre sonra, gördüğü şeye inanamıyormuş gibi sırıttı.

"Bu kadar dikkatle seçtiği hediyenin ne olduğunu merak ediyordum ama bu tamamen acınası."

Ne? Jennette'e verilen hediye hakkında mı konuşuyor?

"Ne verdi?"

"Bir şey. Acınası bir adamdan, acınası bir hediye."

Daha önce... Hiç karşılaşmadığın birisine karşı biraz fazla kaba değil misin...? Jennette'e ne verdi? Çok merak etmiştim ancak ağaçta oturduğum yer yüzünden, hediyenin ne olduğunu göremiyordum.

"O Kimera'ya ne yapmak istiyorsun?"

Lucas bir anda sordu.

Bana mı öyle geliyor? Neden gözlerinin bana 'Ondan hemen kurtulmalı mıyım?' demek istediğini hissediyorum?

"Bugün hava çok güzel. Bakın, çiçekler tamamen açmış."

"Çiçekler ne kadar güzel olursa olsun, Bayan Margarita, sizin güzelliğinizle karşılaştırılamazlar."

Aşağıda, açık havada piknik yaparken eğlenen insanları izledim.

"Galiba, onunla artık eskisi gibi olmam imkânsız."

Konuşurken, açgözlü ve bencilce davrandığımı biliyordum. Hiçbir sonuca varmadan bu barışın devam etmesi gerçekten çok güzel olur ama... Bu sadece bir dilek olarak kalacak. Aynı zamanda, Jennette anlamayacak bile.

"Eh, her şey kısa bir süre sonra çözülecek, yani fazla endişelenme."

"Ne? Ne demek-"

"Biz de takılmalıyız."

Lucas'ın ne dediğini anlamamıştım. Ancak cevap olarak bir kelime bile söyleyemeden, Lucas elimi tuttu.

"Ah, bekle!"

Ama her zamanki gibi, 'bekle!' çığlığım boşunaydı. Havada yürümeye başlarken Lucas'ın elini tuttuğumu fark ettim. Biraz önce oturduğumuz çiçek ağacından çiçekler düşmeye başlamıştı.

"Ah, oraya bir kuş oturmuş olmalı."

Ağacın altından mırıldanan insanların sesini duyuyordum.

"Hareket etmeden önce bana bir uyarı ver!"

"Neden böyle davranıyorsun? Amatör gibi davranmayı kes."

Lucas ile birlikte havada uçmayı deneyimlemiştim... Eh, hayır. Havada yürüme mi demeliydim...? Önceki deneyimlerim sağ olsun fazla korkmamıştım. Bunu bilirken, Lucas dalga geçti.

"Bu arada, nereye gidiyoruz?"

Lucas'ın beni nereye getirdiğini merak ediyordum.

"Gölü daha yakından görmek istediğini söylemiştin."

"Şey, demiştim, ama yine de... WOAH!"

Bir anda Lucas beni yakaladı ve gölün tam ortasına doğru alçalmaya başladı.

Güneş ışığını yansıtırken gümüş bir tepsiye benzeyerek parıldayan göl çok güzeldi ama bu kadar yakından görmek istediğimi hiç söylemedim!

"Hâlâ korkuyor musun?"

Tepkimi eğlenceli bulmuş gibi gözüken Lucas konuştu.

Ve aynen dediği gibi, hâlâ korkuyordum. Ugh, havada yürüdükten sonra, şimdi de suda mı yürüyoruz?!

"B...Bundan pek hoşlanmıyorum."

Yüzmeyi biliyordum, ancak suyun altında olmaktan hiç hoşlanmıyordum. Gölü uzaktan izlediğim için, hiç bu kadar büyük olduğunu fark etmemiştim. Ancak şu an tam ortasında duruyordum, bütün su ayaklarımın altında.

Hâlâ havada Lucas'ın elini tutuyorken, Lucas yere indi ve gölün üzerinde durdu.

Kafasını kaldırıp bana baktı ve alayla güldü.

"Duruşun çok canlandırıcı gözüküyor. Eğer bilerek komik olmaya çalışıyorsan hedefine ulaştın. Görünmezlik büyüsünü kaldırıp seni herkese göstermek istiyorum."

"Eğer böyle bir şey yaparsan seni gebertirim!"

Lucas'ın durduğu yere hafifçe baktım. D-Düşündüğümden çok daha güvenli gözüküyor...

"Şaka olarak beni aniden suya düşürmeyeceksin, değil mi?"

"Neden bunu yapayım."

Lucas sanki zamanımı saçma sapan düşünerek harcadığımı düşünüyormuşçasına dalga geçti.

"Birkaç saniye önce havada yürüyordun yani neden böyle davranıyorsun? Ayaklarının altında hiçbir şey olmamasından çok suyun olması daha iyi değil mi?" (Çn: Ne kadar düşünceli...)

O...haklı, sanırım. Kolayca ikna olmuştum. Şey, pekâlâ. Havada yürümüşlüğüm var yani suda yürümek bir problem olmamalı. Sonunda ayağımı gölün üzerine yerleştirdim.

"OHAAAA! DURUYORUM, DURUYORUM!"

Heyecanlı bir şekilde bağırmaya başladıktan sonra, Lucas yüzüme 'Demiştim.' Der gibi bakıyordu.

"Jöle gibi hissediyorum!"

Suda yürümenin verdiği his kesinlikle havada yürümenin verdiğinden tamamen farklıydı. Bir kauçuk ya da jölenin üzerinde yürüyormuş gibi hissediyorum... Hareket etmemle zemin dalgalandığında 
tuhaf hissettim.

"Bir pudingin üzerinde duruyoruz gibi hissettirmiyor mu?"

"Yemeyi gerçekten çok seviyorsun ha?"

Seni piç! Kaşlarımı çatıp sinirle onu izlerken, Lucas sırıttı ve eliyle havada bir daire çizdi.

"Bu özellikle senin için, obur Prenses."

Gözlerimin önünde ortaya çıkan her şeyi şaşkınlıkla izledim. İlk önce, yuvarlak bir çay masası ortaya çıktı ve beyaz bir masa örtüsü üzerine serildi. Yuvarlak tabaklar ve çatallar oluştu ardından cam bardaklar ve diğer kap kacaklar onların peşinden masaya geldi. Hemen sonra, üç katlı tatlı tepsisi ortaya çıktı. Renk renk tatlıların tepsinin üzerine kendilerini yerleştirmesini dalgınlıkla izledim. Sadece bunlar değil, imparatorluk ailesinin çay partisine yakışan çeşit çeşit tatlılar, kekler, pudingler, krakerler, reçeller ve daha da fazlası masayı doldurmaya başladı. Bir anda ortaya çıkan çaydanlık kendi kendine hareket etti ve hafif kokulu çayını bardaklara doldurdu. Hemen yanlarında şeker kabının ve çay kaşıklarının ortaya çıkmasını hemen sonra masanın tam ortasında oluşan kristal vazonun içerisine yerleşen pembe çiçeğin hızlıca tamamen açmasını izledim. Açık sarı çiçeklerin taç yaprakları beyaz masa örtüsünün üzerine serpildi.

Kendime geldiğimde çoktan masanın önünde oturuyordum.

"B-Bunlar da ne?!"

Şaşırmanın da ötesindeydim. Bekle...! Bu sandalye ne zaman oluştu?! Ve oturduğumu hiç hatırlamıyorum ama oturuyorum!

Böyle bir durumda abartılı bir çay masası...! Hepsi de çok hayal ürünü gibi!

Şokun etkisinden yavaş yavaş kurtulmaya başlarken, sadece Lucas sakindi.

"Senin ilk çay partin değil, değil mi? Şimdiye kadar bunu herkesle yapıyordun."

"Bu tamamen farklı ama!"

Herkesle ne yapıyormuşum ben?! Bunun neresi benim her zamanki çay partilerim gibi?!

İkimiz de tamamen suyun üzerinde uçuyorduk. Bu çay partisi "suyun üstünde yapılan çay partisi" olarak etiketlenmelidir. Çay masasıyla birlikte gölün tam ortasında olduğum için, karşımda oturan Lucas'a hiçbir şey söyleyemedim.

"Bunun biraz... Çılgınca olduğunu düşünüyorum."

Etrafıma bakınırken mırıldandım.

Hayatımda böyle çığır açan bir psikopatla hiç tanışmadım! Daha önce suyun üzerinde hiç yürümemişken şimdi ise suyun üzerinde çay partisi yapıyorum...

"Bunu bir ders olarak düşün. Normal bir insanın seviyesini aştığının farkına varman için..."

Ara sıra bana büyü öğretmeye devam ederken Lucas konuştu.

Çok çalışarak zengin olan bir insan ve aniden piyangodan zengin olan bir insan arasında nasıl bir fark varsa, ben de Kara Kule'nin Büyücüsü Lucas ve kendi aramdaki bu farkları hissettim. İkinci hayatımı yaşıyor ve büyü kullanabiliyor olsam da, zihnim hâlâ kendimin 'normal bir insan' olduğumu haykırıyordu. Lucas, benden farklı olarak, bana daha önce hayal bile edemediğim şeyleri göstermeye devam ediyordu.

Vay... Hâlâ inanamayarak önümdeki masayı inceledim. Kutsal Tatlılar Ülkesi tam karşımdaydı. Lucas çoktan çayını içmeye başlamıştı bile.

"Ama bunlar pek uymuyor."

"Hey, onlar çok kırılgan. Dediklerin hislerini incitebilir."

Kafamı kaldırıp yanımdaki kâğıttan kuklaya baktım. Çay partileri sırasında hizmetçilerden ya da uşaklardan biri olarak işlev görmek için yaratılmış gibi görünüyor, ancak Lucas sadece sihir kullanabilirdi, öyleyse bunu neden yarattı? Ah? Ve boynunda bir papyon mu var? Bu kâğıttan kuklanın debutante balom için dans ettiğim kuklanın aynısı olduğundan %100 eminim. Şey, farklı olabilirler, ama dış görünüşü o zamanki kukla ile aynı. Her neyse, Lucas ikinci kez kanacağımı mı düşünüyor?!

"Tabii tabii. Öncesinde, insan dilini anlayamadıklarını söylemiştin."

"Bu bir üst versiyonu. Baksana, dediklerin yüzünden ağlayacakmış gibi gözüküyor."

"Ne, gerçekten mi?!"

"Pfft, cidden inandın mı?"

Aynı yalana ikinci kez kandığım için bir aptal olduğumu kabul ediyorum. Kızgın bir şekilde ona baktığımda, Lucas kıkırdadı ve kâğıt kukla yok oldu.

Ona sinirli kalmak istedim ama etrafımdaki manzara o kadar güzeldi ki hemen sinirim geçti. İyi bir sebebi olsun ya da olmasın, Lucas yanımda olduğu zamanlarda hiç sıkılmadım.

"Vay canında, suyun altındaki balıkları görebiliyorum!"

"Göl olduğu için görmen gerekiyor zaten."

"Bir anda sudan üzerime atlamazlar, değil mi?"

"Onlardan kurtulmamı mı istiyorsun?"

"Ne?! Yaşayan varlıklara biraz saygılı davran!"

Lucas'ın başının etini yerken, etrafımdaki manzaradan zevk aldım. Suyun üzeri kristaller gibi parlıyordu. Sayılamayacak kadar fazla olan beyaz çiçek ağaçları gölün etrafını çevreliyordu. Kendimi saflık diyarındaymışım gibi hissettim.

"Göl parıldıyor. Çok güzel."

Ancak Lucas ile birlikte sadece ikimiz otururken, tuhaf bir duygu oluşmaya başladı. Bekle... Bu sanki... Bir tür randevuya benzemiyor mu? Hayır, hayır. Sadece ikimiz daha önce bir şeyler yapmadık değil tabii ki. B-Bu sadece bu yer ve bu manzara bana bunun bir randevu olduğunu hissettirdi.

"Haklısın."

Lucas'ın gözlerine bakmadan önce bu tür düşünceler aklımda dolaşıyordu.

"Aynı senin gözlerin gibi, parıldıyor."

Çenesini avucunda dinlendirirken fısıldadı ve gülümsedi.

Neden bir anda dilimin tutulduğunu bilmiyordum. Belki de Lucas, her zamanki halinden farklı olarak, daha tatlı ve nazik bir yüz ifadesi yaptığı içindir? Ya da onun böyle sözler söyleyeceğini hiç beklemediğim için de olabilir?

Neden bu kadar şaşırdığımı anlamadan, utanarak konuşmadan önce birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım.

"T-Tuhaf şeyleri söylemeyi bırak da hemen yemeye başla!"

"Sadece senin yemeni izlemekle mutluyum."

Lucas, sanki tepkilerim onu eğlendiriyormuş gibi kasıtlı olarak daha sinir bozucu davrandı. Kısa bir süre sonra, daha fazla ona dayanamayacağımı anladığımda ağzına bir parça kek sokmaya çalıştım.

***


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


127   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   129 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.