Birkaç gün sonra, Atlanta elçileri Obelia'dan ayrılmadan önce son bir parti verildi.
"Prenses Athanasia De Alger Obelia geliyor!"
Yüksek bildiriyi bir işaret olarak algılayarak içeri girdim.
"Şövalye Felix Robane geliyor!"
Claude ziyafetin yarısında gelmeyi düşünüyordu bu yüzden eşlikçim Felix oldu.
"Bugün de her zamanki kadar güzelsiniz, Prenses."
Ziyafet salonuna girer girmez Felix tekrar önümde eğildi.
Birazcık utandım ama bunu biliyorum. Çok güzel olduğum için değil, ama ben bile bugün kendi görünüşümün şaka olmadığını düşünüyorum. Bana harika genler verdikleri için anneme ve babama bir kez daha saygı duyuyorum!
Ayrıca, hizmetçi ablalar bu ziyafetin Atlantalı büyükelçiler ayrılmadan önceki son parti olduğunu iddia ettikleri için tutkuyla ve heyecanla beni bu partiye hazırladılar. Özellikle Hannah ve Ces çok çalıştı.
Ana karakterlerin geç gelme kuralına göre... tch, evet, aynen öyle. Yoğun hazırlıklardan dolayı partiye geç gelmek zorundaydım bu yüzden birçok insan çoktan içerideydi.
"Prenses, bugün çok güzelsiniz."
"Eğer bana izin verirseniz, ikinci dansınızda eşlikçiniz olabilir miyim?"
İşte geliyorlar... Her zamanki gülümsememi takınarak başkalarından gelen övgüleri kabul ettim.
Birbirleri ile konuştuktan hemen sonra, herkes dans salonunda dans etmeye başlayacaktı. Ve tabii ki, dans salonunda kalma süresini uzatmak gibi bir planım yoktu. Hesaplamalarıma göre Felix ile hızlıca dans edip gidecektim.
"Felix, şimdiden özür dilerim."
"Hiç sorun değil..."
Ancak cevabının aksine, çok solgun ve zayıf görünüyordu çünkü...
Dans becerilerim birazcık bile gelişmedi!
Çok tuhaf bir şekilde, her dans ettiğimde ayaklarım eşlikçimin ayaklarına basmakla meşguldü. Hatalarımı başkaları açıkça göremediği için mutlu mu olmalıyım?
Bugün... Felix'in ayakları benim için feda edilecekti.
Bekle... Yoksa Claude'un geç gelmesinin sebebi de benimle dans etmek istemediği için mi...?! Eğer bu doğruysa, bu bir ihanet!
"Ancak bugün, üzerlerine ne kadar basarsanız basın ayaklarım yine de iyi olacaktır, Prenses. Her gün sağlıklı bir yemek yiyordum ve özenle vücuduma bakıyordum."
Yoksa... Yong-Bong çorbası hakkında mı konuşuyorsun? Çorbadan yararlanmış olsan bile, eminim ki ayağındaki deri kalınlaşmamıştır...
"Bu yüzden bugün istediğiniz kadar basabilirsiniz!"
"P-Peki."
Şey, eğer onun için ayağına basmamda sorun yoksa o zaman fazla endişelenmeme de gerek yok sanırım...
"Obelia'nın Güneşine, şan ve kutsamalar dileriz. "
Sonra, zambak kız ve eşlikçisi yanıma geldi ve beni selamladılar.
Ah, onu uzun zamandır görmemiş gibi hissediyorum.
Zambak kızın yanında abisi, ünlü Genç Efendi Flower vardı.
"Helena ve Genç Efendi Irein, görüşmeyeli uzun zaman oldu."
Soğuk kaptığı için, zambak kızın bir süre evden dışarı çıkamadığını duymuştum.
"Her zamanki gibi çok göz alıcısınız, Prenses."
"Haha... Teşekkür ederim. Genç Efendi Irein, siz de bugün oldukça yakışıklısınız."
Ugh, gözlerim...! Işık huzmesi Genç Efendi Irein'in arkasından parlamaya başladı. Aynı takma adı gibi, beyefendinin çok güzel bir yüzü vardı. Bu yüzden, ne zaman görünüşü hakkında iltifat alsa genç efendi utanıyordu.
"Efendi Kan Şövalyesi, merhaba."
"Haha..."
Felix, zambak kızdan karanlık geçmişindeki takma adı duyduğunda beceriksizce güldü.
"Bu arada, şurada eğlenceli bir şey mi yapılıyor?"
Zambak kızın baktığı yere kafamı çevirdiğimde, kalabalık insanların tam ortasındaki Jennette'i gördüm. Aynı şeyi görüyorken, genç efendi Flower da konuştu.
"Bayan Margarita orada."
"Ah, Bayan Margarita'yı kalabalığın tam ortasında görmek ne kadar şaşırtıcı. Prenses, ben evde istirahat ederken pek çok şey olmuş olmalı."
Bir süredir etkinliklere katılamadıkları için, zambak kız ve genç efendi Flower şaşkın görünüyordu. Avlanma yarışmasından hemen sonra Jennette'in popülerliğinin bir anda nasıl arttığına şaşırdıkları için nasıl hissettiklerini anlayabiliyorum.
"Gidip bakmalı mıyız?"
"Olur."
Nasıl olsa Claude gelene kadar yapacak hiçbir şeyim olmadığı için, Felix ile birlikte kalabalığa doğru yaklaştım. Oraya ulaşana kadar pek çok kez başkaları tarafından selamlamalar aldığım için durmak zorunda kaldım.
"Herkes iyi zaman geçiriyor mu?"
Beni görür görmez, hemen beni selamlamaya başladılar.
Genç leydi ve efendilerin arasındaki sevimli kız af dileyen bir yüz ifadesi yaptı.
"Prenses, Obelia'nın kutsamaları sizinle olsun. İlk önce sizi selamlamalıydım. Özürlerimi sunarım."
Yani demek Jennette burada temsilci, anlıyorum.
"Eğlenceli şeyler hakkında konuşuyor olmalısınız."
"Evet, herkes bana çeşit çeşit hikâyeler anlatıyorlardı."
Herkesin üzerine gizlice arındırma büyüsü kurarken Jennette'e gülümsedim. Aynı anda birden fazla kişinin üzerinde büyü kullanmak zorunda kaldığım için, büyünün etkisinin yarıçapını arttırmalıydım.
"Hm? Biraz önce gerçekten çok rahatlatıcı bir şey hissettim."
"Zihnimin çok daha netleştiğini hissediyorum."
"Bu çok tuhaf. Bana mı öyle geliyor?"
Büyü dalgası herkesin üzerinden geçtikten sonra, kalabalığın arasındaki birkaç insan kendi kendine mırıldandı. Belli ki, benim ne yaptığımı bilmeyerek insanların tepkileri ile Jennette kafasını yana doğru eğdi.
Düşündüğüm gibi, manasını bilinçsizce kullanıyor. Rahatladığımı hissettim.
"İmparator Claude De Alger Obelia giriyor!"
Jennette'in mavi gözlerinin sesi duyar duymaz ziyafet salonunun girişine odaklandığını gördüm. Birkaç saniye onun yüzünü izledikten sonra, kafamı çevirdim ve Claude'un olduğu tarafa doğru yürüdüm. Odadaki herkes kafasını eğmişti bu yüzden onların arasından rahatlıkla ilerleyebiliyorum.
"Geldin demek?"
"Evet."
Claude elini kaldırdı ve ziyafet resmen başladı. Müzik devam etti.
"Prenses."
Ha... Şimdi benim dans etme zamanım...
"Ben şurada olacağım, yani istediğin kadar dans et."
'İstediğim kadar' mı? Ederim sanki! Dans etmekten hoşlanmadığımı biliyorsun!
Claude'a yaklaştım ve teklif ettim.
"Eğer üzgünsen, Felix yerinle seninle dans edebilirim."
"Reddediyorum."
Sırıtırken, Claude sertçe teklifimi reddetti.
Ugh, seni hazır cevaplı adam! Felix'i kendisine doğru yaklaşmakta olan işkenceden kurtaramayınca, arkamı dönerken suratımı asmıştım. Felix ise efendisinin onu kurtarmayacağını çoktan bildiği için üzgün ve acınası gözüküyordu.
Sanki yaşam ve ölüm arasında bir seçim yapıyormuş gibi Felix tamamen kararlı bir şekilde konuştu.
"Sorun değil. Bana Yong-Bong çorbasını içmemi emrettiği için cömert Majestelerine bir şekilde geri ödemeliyim."
Uh, bi bakar mısın. Bu kadar azimli bir şekilde konuşmaz mısın, lütfen? Eğer milyonlarca düşmana karşı savaşacakmış gibi gerginleşirsen, o zaman burada ben ne oluyorum...?
"Ov!!"
Ve beklenildiği gibi, özenle Felix'in ayağına bastım.
"E-Endişelenmeyin lütfen. Bu kadar acı ile başa çıkabilirim. Yong-Bong çorbasının etkileri sağ ol—UGH!"
Birkaç yıl önceye kadar, dans eşlikçime acıdığım için olabildiğim kadar dikkatli hareket ediyordum. Ancak şimdi, istediğim şekilde umursamadan hareket ediyorum.
Eğer ne yaparsam yapayım dans eşlikçimin ayağına basacaksam, en azından dans ederken onurlu GİBİ gözükmem daha iyi, değil mi? Yıllar sonra, dans etme becerim alışılmadık bir şekilde gelişti... Birisinin ayağına bassam bile, sanki hiçbir şey olmamış gibi diğer adımı atabiliyordum.
A-Ancak bu kötü hissetme durumumu kaldırmadı. Ciddiyim! Şimdi bile, Felix için aşırı üzgün hissediyorum.
Her neyse, sonunda dans bitti. Güzel ve zarif duruş ile birlikte dansı sorunsuzca bitirdim.
"Felix, elinden geleni yaptın."
"Hayır, hiç sorun değil..."
Müzik tamamen bittikten sonra, Felix'in omzunu okşadım. Biraz önceki tamamen kararlı hali çoktan yok olmuştu. Sendelemeye başlayan Felix'in yüzü çoktan bembeyazdı. Yong-Bong çorbası etkisizdi yani.
"Çoktan bitti mi?"
Ne diyorsun be sen?! Felix bu beş dakikayı beş saat gibi hissetmiş olmalı.
Ona doğru yaklaşırken, Claude yavaşça bana baktı, tahtında oturduğu için biraz yorulduğunu varsaydım.
Hey, yakışıklı, benimle dans eder misin? Bir saniye sonra hemen uyanacaksın!
"Baba, benimle dans eder misin?"
"Eğer silahsız halinle teklif edersen, düşünebilirim."
Ne cüretle benim topuklu ayakkabılarımı silah olarak düşünürsün! Yanımda duran Felix, biraz önceki acı verici deneyimini düşünürken kafasını salladı. Bu şekilde Claude'un ayağına basılmasını istemediği için Felix'i zorla benim eşlikçim yaptığına emin oldum.
Sonra, Dük Celoid bize doğru yaklaştı.
"İmparator Claude ve Prenses Athanasia. Biz, büyükelçiler için bu büyük ziyafete ev sahipliği yaptığınız için çok onurlandık, teşekkür ederiz."
Dük bizi Atlanta büyükelçilerinin temsilcisi olarak selamlamaya geldi. Partinin ne kadar harika olduğu, Obelia da geçirdikleri zamanın ne kadar rahatlatıcı olduğu, iki imparatorluk arasındaki bu birliğin ne kadar anlamlı olduğu hakkında pek çok şey geveledi.
Sıkılmış bir yüzle Dük Celoid'i dinledikten sonra, sonunda Claude ağzını araladı.
"Sonuna kadar iyi eğlenceler."
Atlanta'nın büyükelçilerinin temsilcisi olduğu için, biraz daha ilgili bir şekilde konuşman gerekmez mi?
Büyükelçilerin Atlanta'ya ilk gelişi olmadığı için Dük, İmparator Claude'un tutumuna alışmış gibi gözüküyordu. Claude'un tamamen kendine uygun bir adam olduğunu bilerek, Dük Celoid bir kez daha minnettar bir şekilde davranırken kıkırdadı ve arkasını döndü. Ancak yanımızdan ayrılmadan önce, bana baktı.
"Ne kayıp, gerçekten tam bir kayıp. Kesinlikle Prens Dyce'mizin ruh eşi olmasına rağmen..."
Dük'ün mırıldanmasını duyduğumda, dilimi şaklattım. Demek hala benimle Prens Dyce'i birleştirme olayından pes etmemiş. Ama bütün uğraşların boşuna. Tsk tsk.
"Dük Celoid, neşelenin. Kişi dünyadaki her şeye tam olarak istediği gibi sahip olamaz."
İmparator Claude'u tam zamanında selamlamaya gelen, Bay Beyaz Köpek zafer kazanmış bir şekilde Dük Celoid Celopanzi'ye gülümsedi. Atlantalı Dük çoktan sinirli ve üzgün gözüküyordu. Bu iki Dük'ün de de yanıldığını düşünürken, onlara acımaya başladım.
"Ben burada olacağım. Sen git ve oyna."
"Baba, eğer burada yalnız başına durursan sen de sıkılacaksın."
Ancak gerçekten rahatsız edilmek istemeyerek, Claude gitmem için elini salladı. Ben etraftayken pek çok insan geldiği için daha fazla insanla uğraşmak istemediğini biliyordum.
Ah pekâlâ, o zaman başka seçeneğim yok. Babam aşırı derecede yorgun gözüktüğü için, savaş alanına ben kendim gideceğim. Baba, sen sadece orada İmparator olarak otur ve ben senin için herkesle başa çıkacağım! Kalabalığa doğru yürürken, Jennette'in tekrar insanların ortasında olduğunu fark ettim. Arındırma büyüm çoktan etkisini mi kaybetti?
Olağandışı bir şey hissede hissetmez, Felix kulağıma fısıldadı.
"Majesteleri bir süreliğine salondan ayrılacağını söyledi."
"Neden?"
"Odanın çok boğucu olduğunu söyledi. Ziyafetin doruk noktası çoktan geçtiği için Majesteleri'nin artık burada olmasına gerek yok. Ancak siz burada olduğunuz için, Prenses, hemen geri döneceğini söyledi."
Aw, eğer o kadar çok yorulduysa, geri gelmesine gerek yok. Yeteri kadar büyümüş olmama rağmen bana çok dikkat ediyor. Şey, işte Claude. Bütün babalar bu şekilde mi? Yine de Claude'un bana önem vermesinden asla nefret etmedim.
Ah, Felix ile konuşurken Jennette'i kaybettim. Nereye gitti? Manası etrafa yayıldıkça yayılıyor bu yüzden ona bakacaktım.
Sonra, tam karşıma Jennette yerine Ijekiel ortaya çıktı.
"Genç Efendi Alpheus."
Ona doğru yaklaştım ve ilk konuşan ben oldum. Ijekiel arkasını döndü ve sanki onu selamlamamı hiç beklemiyormuş gibi gözleri kocamanca açıldı.
Görüyorum ki bugün de parıldıyorsun. Pekâlâ, devam et. Bu salondaki en yakışıklı erkek ol.
"Bayan Margarita'yı gördünüz mü?"
"Ziyafet sırasında kendisini kötü hissettiğini söyledi, bu yüzden şimdi balkonda dinleniyor."
"Ah, kendisini kötü mü hissediyor?"
"Sadece biraz bunalmış olmalı bu yüzden endişelenmenize gerek yok, Prenses."
Oops, manasının aşırı yayılmasından dolayı kötü hissediyor, değil mi? Bu arada, Ijekiel Jennette'in nerede olduğunu biliyordu demek, huh. Şimdiye kadar hep birlikte miydiler, bugünlerde Jennette'e karşı eskisinden çok daha fazla ilgi gösterdiğini fark etmiştim, o zaman ona sorduğum için çok mutlu oldum.
"Bayan Margarita'yı mı görmeyi düşünüyordunuz?"
"Evet."
Ijekiel kafasını çevirdi ve balkonun olduğu tarafa baktı. O tarafta kalabalık insanların bulunduğunu gördü ve konuştu.
"Ama görünüşe göre yanında ben olmasam da iyi olacak."
Ah, Jennette'in nerede olduğunu kolayca anlayabiliyorum sanırım. Perdeye rağmen insanların oraya gitmesi birinin zaten balkonda olduğunu anlatıyor.
"İlk önce benimle konuştuğunuz için, ne söyleyeceğinizi merakla bekliyordum, Prenses."
Ijekiel elinde tuttuğu bir bardak suyu oradan geçen bir uşağa verirken konuştu. Ijekiel'in üzerinde de arındırma büyüsü kullanmalı mıyım merak ediyorum.
"Ancak Jennette yüzündenmiş..."
Oh, o anda biraz kafam karışmıştı. Ijekiel'i istemeden üzmüş olmalıyım. Sesinde hayal kırıklığına uğramanın ayrıntısını duyuyorum, zihnim şu an tamamen bomboş.
"Bunun aptalca gelebileceğini biliyorum ama..."
Acı bir şekilde gülümseyen Ijekiel'i izledim.
"...Jennette'i biraz kıskanıyorum."
Tamamen mükemmel olan birisinin, başka birisini kıskandığını duymak oldukça garip görünüyordu.
"Hayır, sadece Jennette değil, sizin yanınızda bulunan herkesi kıskanıyorum, Prenses."
O sırada ne hissettiğimi nasıl anlatabilirim bilmiyorum.
Sevimli Prenses'te asıl erkek Ijekiel ve asıl kadın Jennette kusursuz insanlar olarak tasvir edilmişti. Ve romanın içindeki bu dünyada da, aynı ana karakterlerin olduğu gibi tamamen mutlu gözüküyorlardı.
"Eğer beni yanınızdaki insanlardan birisi olarak kabul etmenizi diliyorsam, çok açgözlü mü olurum?"
Daha önce Claude'un insancıl bir yanının olduğunu ilk kez fark ettiğimde böyle hissetmiştim. Bu zamanı ve yeri bir hakikat olarak kabul ettiğimi düşünmeme rağmen, her zaman Ijekiel ve Jennette'in romanın ana karakterleri olduğunu düşünmüştüm.
"Bu ifadeyi görmek istemiyorum."
Ijekiel bana tekrar gülümsedi. Ancak bu acı bir gülümsemeydi, sanki bir torba çivi yutmuş gibi.
"Sizi gülümsetmek istiyorum ama bu benim için imkânsız gibi görünüyor..."
Sonra, elini bana doğru uzattı.
"Eğer kabaca olmazsa, ikinci dans eşlikçiniz olma şerefini bana bahşeder misiniz?"
Dürüst olmak gerekirse, bu gibi etkinliklerde her zaman Ijekiel ile karşılaşmamaya çalıştım, ama şu anda onu reddetmekte tereddüt ediyorum.
Aniden, çevremizdeki insanlar mırıldanmaya başladı.
Hm? Neler oluyor?
Ijekiel'in bakışları arkamda bir şeye kaymıştı.
"Üzgünüm, ancak prensesin zaten planları var. "
Kalın bir ses kulaklarımı gıdıkladı. Ellerimi istila eden bir sıcaklık hissettiğim için refleks olarak kafamı hızlıca arkaya çevirdim.
Arkamdaki kişiyi gördüğümde olduğum yerde kaldım, neredeyse bağıracaktık.
"LU...-!"
Ancak son anda kendimi toparlayabildim.
LUCAS! BURADA NE ARIYORSUN?! V-VE BU GÖRÜNÜŞÜN DE NE?!
"Sen..."
Elimi tutan kişiye bakarken Ijekiel kaşlarını çattı. Kişinin kim olduğundan emin değilmiş gibi gözüküyordu.
Onu suçlayamazdım çünkü yanımdaki kişi Lucas'ın yetişkin haliydi. (ÇN: Allah'ım sana geliyorum...)
"Pekâlâ, Prenses. Lütfen ikinci dans eşlikçiniz olma şerefini bana bahşedin."
Sonra Lucas elimin üstünü öptü.
Beni ziyafet salonunun tam ortasına sürükleyen yetişkin Lucas'ı dikkatsizce takip ettim. Kendime geri geldiğimde, müzik çoktan başlamıştı bile.
"Bir anda ne yapıyorsun?!"
Salondaki insanlar bizi izlerken fısıldaşmaya başlamışlardı. Şaşırtıcı derecede güzel dans eden Lucas'a fısıldadım.
"Neden yetişkin halinle buraya gelip beni şaşırtıyorsun?!"
"Bugün eğlenceli şeyler olacağını düşündüm."
Lucas tamamen mutluydu. Onun bu dünyada herkesin dikkatini çekmeye alışkın bir idol olduğunu düşünebiliriz!
"Ancak eğer genç halimle buraya gelseydim, o piç kesinlikle sinir bozucu bir şekilde beni küçük görürdü."
Lucas'ın genç halinin Ijekiel'den azıcık daha kısa olduğunu hatırladım. Yani... Buraya asıl halinle geldin çünkü Ijekiel'in seni küçük görmesini istemiyorsun...? Şey, bunu bir yana koyalım da, daha önce hiç Lucas'ın resmi kıyafet giydiğini görmemiştim. O kadar saygın görünüyordu ki etraftaki insanlar ona kuşku ile bakıyordu.
Böyle birisi ile dans ederken, ben de şaşırmış ve serseme dönmüştüm.
"Ah, şimdi düşündüm de, neden şimdiye kadar senin ayağına hiç basmadım?"
Bir anda fark etmemle konuştum.
Lucas hoş bir şekilde gülümsedi.
"Ben diğer insanlardan farklıyım."
Lucas'ın dedikleriyle, benim için ayaklarını feda eden önceki eşlikçilerim 'diğer insanlara' dönüştü. Ama çok tuhaf... Neden şu an gözlerinin içine bakamıyorum?
"Doğru ya... Biraz önce Jennette oldukça tuhaf gözüküyordu. Manası aşırı derecede yayılıyor sanırım..."
Lucas'tan utanarak ve tuhaf hissederek Jennette hakkında konuştum.
"Öyle mi?"
"Onu olduğu gibi bırakırsak bir şey olabilir mi?"
Lucas'ın verdiği cevapla, söylediği kelimelerin içinde kayboldum.
"Neden o Kimera yerine benimle daha çok ilgilenmiyorsun?"
Gözlerim onunkilerle buluştu. Kırmızı gözleri yaramaz bir şekilde parlıyordu.
"Buraya en sevdiğin halimle bile geldim."
"E-En sevdiğim mi?!"
Ugh, neden son zamanlarda sözlerinin ve davranışlarının böyle olduğunu bilmiyorum. Benimle dalga geçmek etmek eğlenceli mi?! Ha?!
"Seni en çok minik halindeyken seviyorum! En az sevdiğim halin yetişkin halin!"
Yetişkin halinde olduğun zaman, sebepsiz yere gerginleşiyorum. Şimdi bile, ellerim terli mi değil mi ya da yüzüm aptalca mı gözüküyor merak etmekten kendimi alıkoyamıyorum...
"Peki. Eğer sen öyle diyorsan."
"Gerçeği söylüyorum!"
Ancak Lucas beni dinlemedi bile. En sonunda, arka arkaya üç kez dans ettik. Daha önce hiç kimseyle bu kadar uzun süre dans etmemiştim.
"Bu arada, dans etmeyi sevmiyordun hani?"
"Evet, nefret ederim."
O zaman neden elimi bırakmıyorsun?!
Lucas da sonunda ne kadar garip davrandığını fark etmiş gibi gözüküyordu.
"Ama burada seninle birlikte olabilmek eğlenceliymiş."
Tekrar dediği kelimelerin içinde kayboldum. Bu hissi uzun zaman sonra ilk kez hissetmiştim, ancak yine de yetişkin bir adam olsa da Lucas'ın gülümsemeyi göz kamaştırıcı derecede güzeldi. Aman tanrım. Ijekiel'in güzelliğinin acımasızca zayıf noktalarıma saldırdığına inanıyordum ama Lucas'ın yetişkin hali beni tamamen zayıflattı.
P-Pekâlâ. Eğer sen eğleniyorsan, bu benim için yeterli. Nedenini bilmiyorum ama bir saniye 'Eğlencen için ayaklarımı feda edeceğim' deme dürtüsü hissettim!
"Kya! Tanrım! Bu yakışıklı beyefendi kim?!"
"İkisini yan yana görmek... Prenses ve o peri masalından çıkmışlar gibi. Böyle bir yüzü daha önce hiç görmemiştim. Hangi aileden geliyor acaba?"
"Böyle baskın bir varlık nasıl var olabilir, nasıl onu daha önce hiç görmedik...?"
Lucas'ın kimliği hakkındaki insanların fısıltıları her geçen dakika daha da gürültüleşiyordu.
Lucas kaşlarını çattı ve mırıldandı.
"Çevremiz oldukça gürültülü olmaya başladı."
Bunun sebebi SENSİN! Lucas'ın kayıtsız doğası nedeniyle biraz yorulmuştum.
Lucas'ın demek istediği, ziyafet salonunun içindeki insanlar değildi.
"Ah?"
Bir anda, yabani mana dalgaları hissettim.
"Bu da neydi?"
Bu aşırı tanıdık gelen mana dalgaları, yoksa...
Etrafıma bakındım ama etraftaki herkes hiçbir şey hissetmemiş gibi sadece Lucas ve beni izliyordu. Genç beyefendinin ve benim neden aniden hareket etmeyi bıraktığımızı merak ediyor gibiydiler.
"Tch, içeride neler olacak diye merak ettiğim için o kadar giyinmiştim, ama aslında dışarıdaymış."
Lucas sanki rahatsız edilmiş gibi mırıldandı.
Bana mı öyle geliyor yoksa bir şeyler olacağını biliyor muydu?
"Ah, o zaman. Gidelim mi?"
Nereye? Ancak sormaya bile zamanım kalmadan Lucas parmaklarını benimkilerle kenetledi.
Kısa bir süre sonra tamamen farklı bir ortamda olduğumu fark ettim.
"Yalan... TAMAMEN YALAN!"
Sonra Jennette'in acı içindeki çığlığını duydum ve hemen sonra onun tam karşısında duran Claude görüşüme girdi...
Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.
Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.