Yukarı Çık




129   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   131 

           
**

"Bayan Margarita, yarınki çay partime sizi de davet etmek istiyorum. Gelebilir misiniz?"

"Daha önce hiç fark etmemişim ancak Bayan Margarita, siz oldukça eğlencelisiniz."

"Bayan Margarita, eğer kabaca olmazsa, sonraki etkinlikte sizin eşlikçiniz olabilmeyi diliyorum..."

"Bayan Margarita..."

Jennette, insanların onun adını seslenmesinin ne kadar güzel bir şey olduğunu hiç bilmemişti. Son zamanlarda herkesin ona çok nazik davrandığını fark etmişti. İnsanların gülümsemelerini ve selamlarını kazanmak bu kadar mı güzeldi?

"Bayan Margarita, aynı zamanda DeVinic'in siyah çayını sevdiğinizi söylemiştiniz, değil mi?"

"Evet, bu doğru."

"Sizin ve benim çaylar için damak tadımız aynı. Bir dahaki sefere lütfen benim malikanemi ziyaret etmeye gelin, sizin için en sevdiğim siyah çayımı demlettireceğim."

Jennette'in mücevherler konusunda hizmetçilerinden şüphe ettiğini düşünen kız, Rosali Herman bile, Jennette'e karşı çok arkadaş canlısıydı.

"Teşekkür ederim. Çok mutlu olurum."

Rosali'nin bu nezaketini takdir eden Jennette, gözleri parıldarken gülümsedi.

Ağzını kapatıp özür diler bir şekilde, Rosali konuştu.

"Amanın. Bayan Margarita, daha önce sizin ne kadar sevimli olduğunuzu neden fark etmedim hiç bilmiyorum."

Onlarla birlikte olan herkes aynı fikirdeydi.

Jennette'in yanakları utançtan pembeye döndü. Bir anda herkesin ilgisinin tam ortasına olduğu için, tuhaf hissetmiş ve utanmıştı. Yine de kötü değildi.

Hayır... Belki de, zaten böyle olması gerekmiyordu mu? Burası olmam gereken yer değil miydi zaten?

Bu düşüncelerin acayip olduğunu bilmesine rağmen, yine de bunlar aklını kurcalıyordu. Sonunda, yanlış olan her şey doğru yola girmişti.

"Eğer bugün Prenses de bizimle olsaydı ne güzel olurdu."

Başka bir leydi mırıldandı.

Jennette'in parmağı bilinçsizce titredi.

"Haklısın. Ama Prenses büyülerle çalışıyor, ne kötü."

"Kendi büyünü yönetmenin zaten zor olduğunu duydum ancak Prenses'in diğer büyücülerle etkileşime girmesi ve büyüler hakkında araştırma yapması ne kadar da harika."

"Şimdi söyledin de, geçmişte Prenses Athanasia'nın akademisyenlerden çok şey bilen bir dahi olduğu hakkında söylentiler yayılıyordu."

"Geçen yıl ben de Prenses'in Silatoren'in Bilgelik Tapınağı'ndaki Obelia'lı bilim adamlarıyla münazaraya girdiğini duydum."

"Ha~... Prenses Athanasia her yönden mükemmel. İşte bu yüzden İmparator onun üzerine titriyor ve diğer genç efendiler de ona aşık oluyorlar."

Sohbetlerinin ana konusu Prenses Athanasia'ya kaymıştı.

Ah... nedense, bu duygudan hiç hoşlanmıyorum...

Bilinçsizce düşündüğü şeyleri fark ettiğinde, Jennette çekindi ve şaşırmış bir şekilde gözlerini kırpıştırdı. Bir saniyeliğine, 
diğerlerinin göremediği siyah bir ışık, kendi vücudundan etrafa yayıldı ve yok oldu.

"Ah, doğru ya. Şimdi hatırladım. Genç Efendi Alpheus, Bayan Margarita'ya öncesine göre çok daha nazik davranıyor."

Biraz önce Prenses Athanasia hakkında konuşan leydi kafasını Jennette'e çevirdi ve nazik bir şekilde gülümsedi.

"Öyle mi? Aynı olduğunu düşünmüştüm."

"Tabii ki, Genç Efendi Alpheus genellikle size karşı nazik davranıyor, Bayan Margarita. Eminim ki sizin özel birisi olduğunuzu düşünüyordur."

Birbirlerine "Evet, aynen öyle!" diyen insanların arasında, Jennette utanmış bir şekilde gülümsedi.

***

Bu değişimler devam ederken, Jennette çok daha canlı bir hale gelmişti. Eskiden bir yere asla tek başına gidemeyen kendisi, artık tek başına Safir Sarayı'ndaki Cabel Ernst ile buluşmak için çıkan Ijekiel'i görmeye gidebiliyordu. Şükürler olsun ki, Prenses Athanasia'nın arkadaşı olduğu için sık sık saraya geldiğinden, bu sayede Jennette kolayca izin alabiliyordu.

Safir Sarayı'na doğru yürümeye devam ederken, tanıdık gelen birisiyle, Kara Kule'nin büyücü cübbesini takan siyah saçlı ve kırmızı gözlü bir oğlanla karşılaştı. Ne zaman diğer kızlarla birlikte olsa her zaman (Ijekiel ile birlikte) onun hakkında konuşulurdu. Aynı zamanda Jennette de onu her gördüğünde harika bir büyücü olduğunu düşünmüştü.

Bir anda leydilerin ona "Yalnız Kara Kurt" diye seslendiklerini hatırlayınca kıkırdadı. Büyücü onu fark etmemiş gibi gözüküyordu çünkü onun yanından geçip gitmişti. Bu yüzden, ilk önce Jennette onu selamladı.

"Merhaba, Bay Lucas. Kara Kule'ye doğru mu gidiyorsunuz?"

Eğer önceki kendisi olsaydı, asla birisini selamlamazdı, özellikle daha önce hiç konuşmadığı birisini. Son zamanlarda etrafından aldığı ilgiyle birlikte, görmezden gelinmek aklından bile geçmemişti. Aynı zamanda, onu tanıyor olmalıydı çünkü ara sıra Prenses Athanasia'nın sarayına girip çıkıyordu.

Biraz önce, başka bir şey hakkında düşündüğü için mi beni görmedi ve yanımdan geçip gitti?

İnsanların son zamanlarda onunla birlikte olmak için birbirleriyle nasıl savaştıklarını hatırladı. Ve onun varsayımını doğrularcasına, selamlamasından sonra Lucas'ın gözleri sonra Jennette'e döndü, ama onun söylediği şey beklediğinden çok daha farklıydı.

"İstediğin zaman bana adımla seslenmene izin vermediğime kesinlikle eminim."

Duygusuz sesini duyduğunda, Jennette'in gözleri büyüdü. İnsanların ona karşı arkadaşça davranışlarına alıştığı için, onun soğuk tepkisi çok farklı hissettirmişti.

Aynı zamanda, bu kişinin bunca zamandır böyle bir ifadesi var mıydı? Prenses'in karşısında, çok daha cana yakın gözüküyordu...

"Ah, kusuruma bakmayın. Prenses size öyle seslendiği için, ben de..."

"Ama sen Prenses değilsin."

Bir anda, Jennette ne söyleyeceğini bilememişti. Gözleri onun kırmızı gözleriyle karşılaştığında, bilinçsizce titredi. Duygusuz gözlerinin içinde, Jennette kendi varlığının yolun kenarındaki bir taştan çok daha değersiz olduğunu hissetti. Onun diğerlerinin önündeki saygılı konuşmasından ziyade şu an ki konuşma stilinin ona daha çok uyduğunu fark etti. Kabalığıyla yüzleşmek için kelimeler aklına bile gelmeye bile cesaret edemedi.

Tam karşısındaki kişi kaşlarını çattı.

"Her zamanki gibi sinir bozucu derecede can sıkıcısın."

"Efendim?"

"Yok bir şey."

Sanki etrafında böcek ya da toz varmış gibi elini salladı ve yürümeye devam etti.

Jennette yürümeye devam etmeden önce bir süre onun uzaklaşan vücudunu izledi.

Garip. Neden Bay Büyücü bana böyle davrandı? Şimdiye kadar herkes bana karşı çok nazikti. Şimdi, herkes beni seviyor. Neden sadece o kişi Prenses Athanasia'yı seviyor...

Bu tür düşünceler zihninde oluşmaya başlarken, zihni karman çorman olmuştu.

Sonra, Jennette Safir Sarayı'na girdi. Dışarıdaki birçok hizmetçi mutlu bir şekilde onu selamladı. Cabel ve Ijekiel'in nerede olduğunu söyledikleri için pek uğraşmadan ikisini de bulabilmişti. Bahçenin köşesinde birbirleri ile konuşuyorlardı. Hafifçe canı sıkılmış bir şekilde, Jennette onlara doğru yaklaştı.

"Bu arada, koruman gereken kişinin Bayan Margarita olduğunu söylemiştin."

Cabel'in sesini duyduğunda Jennette olduğu yerde kaldı.

"Ancak aslında gerçekten korumak istediğin kişi kesinlikle-"

Cabel yakınlardan gelen hışırdama seslerini duyar duymaz hızlıca ağzını kapattı. Sonra çimlerin üstünde duran Jennette'i gördü ve heyecanlı bir şekilde bağırdı.

"BAYAN MARGARİTA!"

Ne hakkında konuştuklarını çok az duymuştu. Yine de, Jennette onların beklenmedik konuşmasıyla olduğu yerde donmuştu.

"Jennette, burada ne yapıyorsun?"

Jennette'in burada olmasını beklemediği için, Ijekiel şaşırmış gözüküyordu. Cabel ve Ijekiel biraz önce onların konuşmalarını duyduğunu bilmiyor gibiydi.

"Burada olduğunu duydum, Ijekiel. Bayım da aynı zamanda dışarı çıkmama izin verdi."

"Anladım, son zamanlarda babam senin isteklerini kolayca reddedemiyor."

Ijekiel hafifçe gülümsedi.

Jennette'e karşı nazik olan kişiler sadece bazı leydiler ve genç efendiler değildi. Dük ve Düşes Alpheus hatta malikanedeki hizmetkarlar bile son zamanlarda onu reddedemiyordu.

"Bayan Margarita, ben de buradayım."

"Evet, yol boyunca sizi de görmek istedim, Bay Ernst."

"Ah, gerçekten mi?"

Mutluluğunu saklamayı beceremeden, Cabel kulaklarına kadar kızardı.

"Cabel!"

Ancak şövalye birisi ona seslendiğinde, göz yaşlarını silip oradan ayrılmak zorunda kaldı. Cabel her ne kadar tasasız birisi olsa bile, komutanın çağrısını görmezden gelemezdi.

"Bayan Margarita, bir dahaki sefere tekrar geleceğinize dair bana söz vermelisiniz!"

Hemen sonra, Cabel üzgün bir şekilde komutana doğru koştu.

Şövalyenin uzaklaşan vücudunu izlerken Jennette gülümsedi.

"Eğlenceli birisi."

"Biz de artık gitmeliyiz."

"Aslında saraydaki halka açık kütüphaneyi görmek istemiştim."

Jennette'in ani isteğiyle, Ijekiel kafasını çevirip ona baktı.

"Daha önce oraya hiç gitmedin mi?"

"Hayır, bir kez bile gitmedim."

Jennette sadece Zümrüt Sarayı ve Safir Sarayı'na davet almıştı. Uzun zaman önceden beri, Dük Alpheus ona ne zaman saraya gitse aşırı dikkatli ve titiz olması gerektiğini söylerdi. Sarayda olduğu sürede asla etrafta gezinmemesi gerektiğini de dikkatle söylerdi. Dük muhtemelen İmparator Claude yüzünden aklına böyle uyarıları kazımıştı.

Zorlukla gülümsediğinde, Ijekiel'in gözleri birkaç saniye boyunca onunkilere kenetlendi.

"O zaman hızlıca gidip bakabiliriz."

Hemen sonra, Jennette elinin etrafında bir sıcaklık hissetti. Elini tutup ona yol gösterirken Ijekiel'in sırtını izledi.

Ah...Düşündüğüm gibi...

Belki de ona öyle geliyordu ancak Jennette öncesinde de Ijekiel'in ona karşı çok daha nazik olduğunu hissetmişti. Tabii ki, o her zaman nazik ve düşünceliydi ama hoş sözcükleri veya davranışlarının daha da nazikleştiğini hissediyor olması yanlış mıydı?

Sonra, cama yaslanan Ijekiel'in izlerken Jennette düşünmeye başladı. Gözleri yarı kapalıydı ve gün ışığı yüzüne yukarıdan parlıyordu. Sarı güneş ışığı saçlarını ve gözlerini parlatıyor ve burnunu dudaklarına kadar gözler önüne seriyordu.

Şimdiye kadar her gün, Jennette Ijekiel'i ne zaman görse kalbinin çok daha hızlı attığını fark etti. Ellerinde sıkıca tuttuğu kitabı gevşetti. Kütüphanenin sessiz ortamında, sadece Ijekiel parlak ve keskin gözüküyordu.

Bekle... Bunca zamandır nereye bakıyor?

Jennette, Ijekiel'in bakışlarını, pencerenin dışarısına kadar takip etti. Nereye baktığını gördükten sonra, Jennette'in gözleri küçüldü ve titremeye başladı.

Güneş ışığını yansıtıyormuş gibi parıldayan altın rengi saçlar... Canlılıkla parıldayan o mücevher gözler... Bahçedeki güzel çiçeklerle birlikte baskınlığını ortaya koyan varlık... O kişi Prenses Athanasia'ydı.

Jennette'in gözleri tekrar karşısındaki kişiye kenetlendi. Ijekiel'in gözleri ise sadece Prenses'i görüyordu. Gözleri içinde karman çorman olan duyguları yansıtırken titremeye başladı.

Kendiliğinden mırıldandı.

"Ijekiel."

Ona bakma.

Ijekiel kafasını ona doğru çevirdiğinde, nedense ağzındaki kelimeler dudaklarından çıkamadı.

"Ne oldu?"

Yumuşak sesiyle, sessizce onu izleyen kıza sordu. Sesi her zamanki gibi yumuşacıktı ama...

"Ah..."

Farklılar. Pencerenin dışarısına bakan gözleri ile şu anki gözleri farklı.

"Hayır, yok bir şey. Sadece sıkıldın mı merak etmiştim."

"Sıkılmadım."

Verdiği cevap daha çok onu düşündüğü için, zamanını sadece onun için saray kütüphanesinde geçirmek, kendisi için sorun değilmiş gibiydi. Ama belki de Ijekiel'in Prenses Athanasia'yı izlediğini bildiği için, kelimeleri ona çok daha farklı gelmişti. Jennette küçük bir taş parçasının yuvarlanarak tam göğsünde sıkıştığını hissetti.

"Prenses ve Lucas isimli büyücüyü biliyor musun?"

Hissettiği bir dürtüyle bu kelimeleri mırıldandı.

"-Birbirlerine çok yakın gibi gözüküyorlar. Çocukluktan beri birliktelerdi, değil mi?"

Jennette dudaklarından çıkan kelimeleri durduramadı. Sanki dudakları kendi kendine hareket ediyormuş gibi hissettiriyordu.

"Leydilerin söylediklerine göre, Prenses ve Bay Büyücü'nün sadece normal arkadaş olmadıklarını düşünüyorlar. Ben de onların haklı olduğunu düşünüyorum. Saraya ne zaman gelsem ikisini birlikte görüyorum ve her saniye ikisi..."

Ama daha fazla devam edemeyeceğini anlayınca ağzını kapattı. Gerginlik ve kaygı ile birlikte, Jennette teker teker söylediği her bir kelime için kusma dürtüsü hissetti.

Hayır, bunları söylemek istememiştim. Ne düşünüyordum ki ben?

"Şey, hayır... Lütfen dediklerimi unut."

Tekrar Ijekiel'in yüzüne bakmaya cesaret edemedi. Sanki oradan kaçıyormuş gibi hızlıca yürümeye başladı. Biraz önce, Ijekiel'i üzmeye ve Prenses'i aşağılamaya çalışmıştı. Şimdiye kadar, asla yapmayı bile düşünmediği bir şeydi.

Ah, ne zamandan beri bu berbat duyguyu hissetmeye başladım?

"Jennette."

Masadan geçmeye çalışırken Ijekiel Jennette'in elini tuttu.

"Bir şey mi oldu?"

"Hayır, olmadı."

Sanki zihnini okumaya çalışıyormuş gibi, Ijekiel dikkatlice Jennette'in yüzünü inceledi. Onu görmesini istemediği için, Jennette kafasını eğdi.

"Ben... Sadece..."

Jennette bir şey söylemek için ağzını araladı ancak ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu.

"Artık gidelim. Bugün zamanını bana ayırdığın için teşekkür ederim."

Ijekiel hala ikna olmamış gibi gözüküyordu ancak Jennette kendini çekerek yürümeye başladı. Bileğini çekmesiyle, taktığı örgüden yapılmış bileklik sallandı.

***

Helena Irein, asıl Yalnız Kara Kurt olan Genç Efendi Jarbie'ye tapan genç kızlardan birisiydi. Gri saçları ve siyah gözleriyle, genç efendi Obelia'nın yakışıklı erkeklerinden birisiydi. İçinde Helena'nın da bulunduğu genç leydilerden oluşan büyük bir fan kulübü vardı.

Kasvet içinde boğulan siyah gözleri, her zaman uzaklara bakıyordu!

Sırtından yayılan o yalnız atmosfer!
Genç efendi Jarbie, leydilerin annelik içgüdülerini ateşleyen bir özelliğe sahipti. Böylece, leydiler ona baktıklarında, bilinmeyen 
bir pişmanlık duygusuyla iç çekiyorlardı. Helena da onlardan biriydi.

Ancak, üç yıl önce kalbi tamamen yön değiştirdi. Çok daha iyi, hayır, Genç Efendi Jarbie'den daha çok Yalnız Kara Kurt unvanına uyan birisini bulmuştu. Bu kişi Kara Kule'den bir büyücüydü, ismi ise Lucas.

"Ha... İsmi bile çok yakışıklı."

"Evet, haklısın. Kesinlikle ona uyan bir isim."

"Ah...! Aynı karanlığın içindeki bir ışık gibi, 'Lucas' ismi tamamen ona uyuyor."

Yakışıklı erkekler hakkında benzer zevklere sahip olan birçok kız Lucas'a âşıktı. Sarayda bile, büyücü kendisini genellikle ortada göstermese de, kimse ne zaman ve nasıl bu kadar leydinin ona karşı duygular beslemeye başladığını bilmiyordu.

Ancak Helena onları iyice anlayabiliyordu. Prenses Athanasia'nın çay partisi sırasında onu tesadüfen ilk gördüğünde, kaderin güçlü bir duygusunun kendisini ona doğru çektiğini hissetmişti.

"Bay Lucas'ın varlığını bilmeden Genç Efendi Jarbie gibi birisinin peşinden koştuğuma inanamıyorum... Kendi aptallığımla yazıyorum."

"Bayan Sila, lütfen kendinize hakaret etmeyin. Ben de aynı şekilde hissediyorum."

"Haklısın. İlk önce artık Bay Lucas'ı tanıma fırsatımız olduğu için şükür etmeliyiz."

Neden daha önce fark etmemişlerdi? Şey, genç ve basitçe daha iyisini bilmiyorlardı. Lucas'ın yumuşak siyah saçlarına kıyasla, Genç Efendi Jarbie'nin saçları saman gibiydi. Aynı zamanda, Lucas'ın parlak, güçlü kırmızı gözleriyle kıyaslayınca da, Genç Efendi Jarbie'ninkiler ölü balıkgözleri gibiydi.

Ancak ikisinin en önemli etkeni- etrafa yaydıkları atmosferdi! Genç Efendi Jarbie'nin sefil sırtı Lucas'ın acılar çekmiş aynı zamanda rahat, vahşi ve sert ama yine de yalnız atmosferi ile karşılaştırılamazdı bile.

Birisi nefesini tuttu.

"Yoksa bu adam...?!"

"Bay Y-Yalnız Kara Kurt'un son formu...?!"

"Onu çok fazla hayal ettiğim için halüsinasyonlar görüyorum sanırım?"

Atlantalı elçilere elveda partisi düzenlendiğinde Prenses Athanasia ile dans eden adamı gören leydiler hızlanan kalplerini yatıştırmaya çalışırken nefeslerini tuttular.

"Bay Lucas'ın abisi...?! Yoksa bu adam Bay Lucas'ın abisi olabilir mi?!"

"Şey, kan bağları olmasaydı, nasıl bu kadar çok birbirlerine benzeyebilirlerdi?! "

"N...Nefes... Alamıyorum... Bay Lucas saray büyücüsü kıyafetini giydiğinde kalbim çok hızlı atıyordu ama bu... Bu...!"

Lucas'a çok benzeyen bu adam yirmili yaşlarının başında gibi gözüküyordu ve ziyafete yakışan resmi bir kıyafet giyiyordu.

Eğer Bay Lucas biraz daha uzasa ve yetişkin olsa, kesinlikle onun gibi olur.

Genellikle gerçekten çok yakışıklıydı ama yetişkin halinde, onun hakkında olgun bilinmeyen ve tehlikeli bir büyüleyici özellik var.

Sadece onu izlemek bile birisinin kalbini tekletebilir...

Ve adam Prenses ile dans ederken yüzüne güzel ve öldürücü bir gülümseme takındığında, bütün leydiler bayılacak gibi olmuştu.

"Ah... Harika bir hayat yaşadım..."

"Bu hayatımda artık bir pişmanlığım yok..."

"Oh..."

Bu eriyen leydilerin çok garip olduklarını düşünerek tuhaf bakışlar atanlar da vardı ancak leydiler umursamadı.

Bu şekilde, parti devam etti.

**

"Ahahaha. Ben de aynı şekilde düşünüyorum, Bayan Margarita."

İnsanların ortasında Jennette parlakça gülümsedi. Onunla konuşmaya çalışan başkalarının yanında olmak onu iyi hissettirmişti. Ancak, Claude ve Prenses Athanasia'yı birlikte hatırladığında yüz ifadesi karamsarlaştı. Bu ikisini bir baba ve bir kız gibi ilk kez görüşü değildi ama Jennette göğsünde bir taş varmış gibi hissetti.

Dün, Jennette aslında babası hakkında Dük Alpheus ile tekrar küçük bir çatışma yaşamıştı. Dük, Jennette'in isteklerinin çoğunu kabul etmesine rağmen, konu Claude'un karşısında kimliğini ortaya çıkarmaya geldiğinde kabul etmiyordu. Dük Alpheus da son zamanlarda herkes gibi ona karşı nazik davrandığından, Jennette bu sefer kimliğini ortaya çıkarmaya izin vereceğini düşünmüştü. Ancak, yüksek beklentilerinden çok, hayal kırıklığına uğradı.

Ve sonra, ona güvenemediği için, dük Jennette'in partiye katılmasını bile engellemeye çalışmıştı. Ağlayarak yalvardıktan sonra gitmesine izin verilmişti.

Bu olaydan sonra çok üzgün hissetmişti bu yüzden saraya gelirken Ijekiel onu teselli etmeye çalışmıştı. Jennette bir anda insanların ona karşı bu kadar arkadaş canlısı olmasını garipsemişti. Aynı zamanda, Jennette düşünmüştü.

Yani ne olmuş?

"Sorun ne?"

Jennette bir anda kafasını kaldırıp ona baktığında Ijekiel nazikçe Jennette'e sordu. Ziyafet salonuna geldiklerinde hemen onu bırakıp Prenses Athanasia'yı görmeye gideceğini düşünmüştü ama Ijekiel onunla birlikte kalmaya devam etti.

Evet, sorun değil. Eğer Ijekiel bu şekilde yanımda kalmaya devam edecekse sabırlı bir kız olup babamı biraz daha bekleyebilirim.

Jennette'in vücudundan siyah aura etrafa yayıldı ve yok oldu.

"Bayan Margarita, yüzünüz öncesi kadar iyi gözükmüyor."

"Gerçekten öyle. Yoksa iyi hissetmiyor musunuz?"

Jennette'i dikkatlice inceleyen birkaç kişi hızlıca konuştu.

"Neden bir süre dinlenmiyorsunuz?"

"Zayıf bir vücudunuz var, Bayan Margarita. Kendinize dikkat etmelisiniz."

Etrafındaki insanlardan böyle cümleler duyduktan sonra, Jennette hafifçe gülümsedi.

"Sanırım biraz uzaklaşıp, dinlenmeliyim."

Onlara, narin güzel koku yayan bir çiçeği hatırlattığı için Jennette hakkında endişeleniyorlardı.

"O zaman biraz hava aldıktan sonra geri döneceğim."

"Bayan Margarita, o zaman sizinle geleyim!"

"Hayır, ben geleyim!"

Herkes Jennette'i takip edeceklerini iddia ederken birbirlerine bağırdı. Hepsinin ortasında, Jennette kafasını kaldırıp biraz uzakta duran erkeğin yanına gitti.

"Ijekiel, benimle gelecek misin?"

Zayıf ve nazik sesiyle ona sorarken sanki güvenebileceği tek kişi oymuş gibi Jennette elini onun koluna uzattı.
Bir süre sessizce Jennette'e baktı.

Sonunda, cevap verdi.

"Tabii. Hadi dışarı çıkalım."

İkili ziyafet salonundan ayrıldı. Eğer leydiler daha önce oldukları gibi olsalardı, gözleri kıskançlıkla yanardı. Ama şimdi, hepsi onun için gerçekten endişelenmişti. Bu değişim de çok aniydi ancak kendileri de kendilerinde herhangi bir tuhaflık hissedemediler.

***

"Ah, soğukmuş."

Jennette balkona çıktığında, soğuk havanın yanaklarından geçip gittiğini hissetti. Davetlilerin dinlenmesi için yerleştirilen rahat sandalyeye oturdu.

"Ijekiel, sen de oturmalısın."

Ijekiel yanına geldi. Ancak oturmak yerine, elini ona uzattı.

"Biraz sıcaksın."

Alnına dokunan el akşam rüzgarı kadar soğuktu. Jennette kafasını kaldırıp sessizce karşısındaki insana baktı.

Seni delilercesine istiyorum ama neden sana sahip olamıyorum...?

Küçükken, her zaman Ijekiel ile birlikteydi. Kabuslar gördüğünde de ateşi yüzünden gecenin yarısında uyandığında da Ijekiel her zaman onun gözleri önündeydi. Bütün günü onun etrafında dönüyordu. Bu yüzden bir süre Atlanta'ya gideceğini söylediğinde, Jennette dünyasının başına yıkıldığını hissetmişti.

Belki de tam o anda ilk kez fark etmişti, ne kadar çok ağlasa da yalvarsa da, bazı şeyler kolayca onun istediği gibi olmayacaktı.

Ancak Jennette ona her gün mektup yolladığında, Ijekiel her zaman ona cevap vermişti ve asla sinir olduğunu ima etmemişti. Aynı zamanda, ara sıra Obelia'ya geri döndüğünde, zamanının bir kısmını onun için ayırırdı.

Ancak... Prenses Athanasia ile karşılaştıktan sonra değişmeye başladı.

"Bence artık geri dönmeliyiz."

"Henüz geri dönmek istemiyorum."

Çünkü tamamen normal olduğunu düşündüğü şeyler artık belli ve normal değildi, Jennette her zamankinden çok daha çaresiz hissetmişti. O değişmese bile, yine de her şekilde Ijekiel'e aşık olduğunu biliyordu. Bu duygunun ne zaman oluşmaya başladığını bilmesem bile.

Sonra, birisi balkona daldı.

"Bayan Margarita, iyi misiniz?!"

"Cabel, girmeden önce kapıyı çalmalısın."

"Bayan Margarita'nın kötü hissettiğini duydum, nasıl sakin olmamı beklersin?!"

Onun endişelenmiş sesini dinlerken, Jennette hafifçe gülümsedi.

"Ben iyiyim. Biraz dinlendikten sonra daha iyi hissedeceğim."

"Emin misiniz?"

"Bu arada, eşyanızı geri alabildiniz mi?"

"Ah, hayır daha değil. Kesinlikle ziyafet salonunun dışındaki mum standının önünde olacağını söyledi, ancak ne kadar beklersem bekleyeyim, gelmedi."

"Lütfen, neşelenin. O kişinin de balo salonunda olduğundan eminim, bu yüzden kesinlikle onunla buluşabileceksiniz."

"Bayan Margarita! Nasıl melek gibi bir kalbiniz olabilir?"

Jennette'in tesellisiyle duygulanan Cabel'in gözleri doldu.

"Jennette, sesinin de kısıldığını düşünüyorum."

"Öyle mi?"

"Sana içecek bir şey getireyim."

Ijekiel balkondan ayrılmak için arkasını döndüğünde Jennette bilinçsizce kıyafetinin ucunu kavradı.

Ona bakmak için kafasını çevirdiğinde. Ijekiel kıyafetinin ucunu kavrayan elini gördü ve iç çekti. Onun bu davranışını duyan Jennette çekindiğinde, Ijekiel ceketini çıkardı ve omuzlarının üzerine koydu.

"Hemen geri döneceğim."

Onların konuşmasını dinledikten sonra Cabel yanına geldi.

"O zaman, Bayan Margarita. Ijekiel geri dönene kadar sizinle konuşabilirim."

Jennette balkondan ayrılan Ijekiel'in sırtını sessizce izledi. Belki de omuzlarının üzerindeki sıcaklık ve hafif kokusundan dolayıydı ancak yanında olmasa bile Ijekiel onun yanındaymış gibi hissetti.

Ancak tuhaf değildi. Ne zaman uzaklaşan seni görsem, bir daha asla geri dönmeyeceğini hissediyorum.

"Bu bilekliği her zaman taktığınızı görüyorum."

Cabel Ijekiel'in ceketini tutan Jennette'in eline baktığında konuştu. Soylu bir leydinin aynı takıyı tekrar tekrar takmasının çok nadir olduğu için de bilekliği hatırlamış olmalıydı. Aynı zamanda, bileğindeki bileklik bu tür bir ziyafete uymayan basit ve sadece bir şeydi.

"Özel birisi bana hediye olarak verdi."

Bilekliğe dokunurken Jennette mırıldanarak cevapladı.

"Ah, yoksa Ijekiel mi?"

"Hayır."

Cabel çok daha meraklanmış gibi gözüküyordu ancak Jennette sadece gülümsedi.

"Eğer birisi kalbinden yeterince dilerse, gerçekten gerçek olacak mı acaba?"

Karanlık gökyüzüne bakarken mırıldandı. Jennette birkaç yıldır kutuda sakladığı bilekliği sonunda takmaya başlamıştı çünkü bu bilekliği veren kişinin ona ne söylediğini hatırlamıştı.

"Buna inanıyorum."

"Umarım bu gerçektir..."

Karanlık atmosfer bir kez daha Jennette'in arkasından etrafa yayıldı ancak o da Cabel de bunu fark etmedi.

Bir süre sonra, onun hakkında endişelenen diğer gençler balkona geldi. Jennette onlara teşekkür etti ve Ijekiel'i aramak için ziyafet salonuna geri döndü. Son zamanlarda onun yanında bir çocuk gibi davrandığı için ondan özür dilemesi gerektiğini hissetti. Jennette onunla karşılaşmak ve ona artık iyi olduğunu söylemek istedi. Ancak, Ijekiel ve Prenses Athanasia'yı birlikte gördü.

Prenses Athanasia'ya bakış şekli...

Yavaşça boğuluyormuş gibi, Jennette nefes almayı unuttu. Ijekiel ve Prenses Athanasia birbirlerine bakarken, ikisi birbirleri için yaratılmış gibi gözüküyordu. (Çn: Tövbe de kız aaa) İkisinin arasında kimsenin durmayacağını hissetti. İkisine ulaşmaya ne kadar çok çabalarsa çabalasın ikisi ulaşılamaz gözüküyordu.

"Bayan Margarita, artık daha iyi misiniz?"

Genç efendilerden birisi yanına geldi ve Jennette donmuş bir şekilde dururken onunla konuştu.

"Bayan Margarita?"

"Hayır..."

Jennette kiminle konuştuğunu bilmeden umursamazca cevapladı.

"Ben bir Margarita değilim."

Gülümsemelerin ve kıkırdamaların arasında, Jennette karamsar ve zavallı bir şekilde duruyordu. Kendisini bu kadar değersiz ve acınası hissettirenlerin en çok sevdiği insanlar olduğu gerçeğini kabullenemiyordu.

"Bay Ernst! Buradaydınız demek."

Jennette Ijekiel'i bulmak için ayrıldıktan sonra, Cabel tekrar balo salonunun köşesinde morali bozulmuş bir şekilde duruyordu. Sonra, heyecanlı bir şekilde birisi onun yanına yaklaştı.

"Bu, bu eşya Bay Ernst'ın değil mi? Avlanma yarışmasından sonra onu yerden aldım ve yanımda tuttum."

"Ah! Yani benim buluşmam gereken kişi sizdiniz...!"

Konuşmalarından sonra, buluşma yerlerini yanlış anladıklarını öğrendiler. Sonunda, Cabel'in kaybolan broşu ona geri döndü. Duygulanmış bir şekilde Cabel broşu eline aldı.

Hm? Broşa dokunur dokunmaz Cabel hafifçe tuhaf hissetti. Ne? Neden şimdiye dek Bayan Margarita'yı kaybolmuş bir yavru köpek gibi peşliyordum?

"Sorun ne?"

"B-Bir şey yok."

Samimiyetle bu genç efendiye teşekkür ettikten sonra, yollarını ayırdılar. Yine de Cabel kendini çok tuhaf hissediyordu neden şimdiye kadar aptal gibi sanki sırılsıklam ona aşık olmuş gibi Ijekiel'in ailesinin bir üyesi olan Jennette Margarita'nın etrafında gezdiğini anlayamıyordu.

"AMAN TANRIM! Bugün benim son günüm olmasına rağmen Peri Hanım'ı selamlamayı unuttum! Atlanta'ya geri döndükten sonra onu ne zaman tekrar görebileceğimi bilmiyorum!"

Bir anlık farkındalıkla, Cabel, Prenses Athanasia'yı bulmak için koşturmaya başladı.

**

"Ijekiel, sen Prenses Athanasia'yı seviyorsun, değil mi?"

Balo salonunun dışarısındaki koridor tamamen sessizdi. Bu yüzden, Ijekiel Jennette'i sesini açıkça duyabiliyordu. Prenses Athanasia balo salonunda büyücü Lucas'a benzeyen birisi ile dans ediyordu.

"Ama Prenses sana bakmayacak, Ijekiel."

Ijekiel'in gözleri ona doğru döndü.

"Çünkü Prenses çok nazik ve iyi kalpli birisi."

Ijekiel Jennette'e hiçbir zaman sinirlenmemişti, ancak Jennette şu an bundan emin değildi. Artık yapayalnız hissetmekten yorulmuştu. Artık, başka birisini incitmek istemişti. Ve herkes arasından, zaten bilmesine rağmen ona karşı olan hislerini görmezden gelen Ijekiel'i kendisinin olduğu kadar perişan hissettirmek istiyordu.

"Prenses seni sevdiğimi biliyor, yani senin onun için olan duygularını asla kabul etmeyecek."

Jennette gerçeği ilk kez yüksek sesle söylemişti ve kalbini acıtıyordu. Bu korkunç duygu ile birlikte asla onunla bu şekilde konuşmak istememişti. Bu iğrenç durumda ona kalbini açmayı hiç istememişti. Jennette duyguların sanki bir fidanmış gibi değer vermesini, sevmesini ve ilgilenmesini istemişti. Ve duyguları çok güzel bir çiçeğe dönüştüğü zaman Ijekiel'e aşkını itiraf etmeyi düşünmüştü.

"Ben ölene kadar, büyük ihtimalle sen asla Prenses'e sahip olamayacaksın."

Ve itiraf ettiğinde, Ijekiel'in cevabı ne olursa olsun, ona gülümseyerek açılmak istemişti.

"Benim duygularıma karşılık vermediğin gibi, Prenses de senin duygularına asla karşılık vermeyecek."

...duyguları karşılıklı olmasa bile, seni tanıdığım için çok mutluyum ve bu benim için yeterli.

"Bu şekilde, eşitiz."

Ve kalbindeki insanla birlikte sana mutluluk diliyorum.

"İkimiz de asla istediğimiz şeye sahip olamayacağız."

Ancak bu nasıl olur... Şimdi, Ijekiel artık onun konuşmak istemediğini söyleyip, arkasını dönüp gidebilir. Ya da, gözlerinde soğukluk ve iğrenmişlik ile ona bakıp, sinirini kusabilir. Bu olasılıkları düşündüğünde, yoğun bir korku oluştu.
Şaşırtıcı bir şekilde, Ijekiel herhangi bir öfke belirtisi göstermedi. Ancak yüzüne bakan soğuk bakışları, kalbini bıçak yağmurundan daha da fazla deldi.

"Jennette."

Jennette mırıldanan sesini duyduğunda titredi.

"Sonsuza kadar senin bu sinir krizlerine göz yumacağımı düşünme."

Herhangi bir öfke ya da sinir belirtisi göstermeden konuşmuştu. Ancak Jennette'in kulaklarına göre, bu cevap hepsine göre çok daha soğuk ve acı vericiydi.

"Aynı benim senin duygularını görmezden geldiğimi bildiğin gibi, senin benim duygularımı da görmezden geldiğini biliyorum."

Ijekiel gözlerini kapattı.

Bir süre sonra, sonunda gözlerini açtı ve ona baktı.

"Aslında, bu durumun daha önce olmasını diledim."

Jennette kalbine bir şey batıyormuş gibi hissetti. Bütün hayatı Ijekiel'i görmüş biri olarak biliyordu. Biraz önce bir karar vermişti. Her şeyi bitirecek, onu yapayalnız bırakacaktı.

"Neden?"

Jennette'in titreyen dudaklarından fısıldar gibi bir kelime kaçtı.

"Neden böyle acımasızca sözler söylüyorsun?"

Sanki biraz önceki acımasız hali bir şakaymış gibi, şu anki kız daha önce hiç olmadığı kadar zayıf ve kırılgan gözüküyordu.

"Duygularım gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, seni asla sevmeyeceğim."

Ijekiel fısıldadı.

Jennette'in yanağından bir damla gözyaşı düştü.

"Seninle olduğum her zaman kendimi yavaşça tükettiğim gibi, eminim sen de aynısını hissediyorsundur."

Eğer onu daha az sevseydi, kalbindeki bu acı da azalır mıydı?

"Yani, artık duralım."

Ancak bu tür düşünceler anlamsızdı. Gözyaşları yanaklarından aşağı yuvarlanmaya ve düşmeye devam etti. Jennette tek bir kelime bile söyleyemeyecek haldeydi.

"Ben benim, sen de sensin."

Ancak bu sefer Ijekiel gözyaşlarını silmedi. Ve şimdiye kadar ilk kez, ona en çok ihtiyacı olduğu zamanda arkasını döndü.

"Her zaman benimle birlikte olamazsın."

Bu kelimeler on yıl önce beyaz güllerle dolu kapalı bahçede konuşulması gereken kelimelerdi...

**

Daha sonra, Jennette belirli bir hedefi olmadan insanların bakışlarından uzaklaşarak yürüdü. Tamamen binadan ayrıldığında, soğuk akşam rüzgarı tenine kazındı.

'Her zaman benimle birlikte olamazsın.'

O soğuk, duygusuz sesi kulaklarında yankılandı.

Her zaman olmak? Ne zamandan beri istediğim bir şey oldu ki?

Bir kez bile istediği bir şeye sahip olmamıştı ve Ijekiel de onlardan biriydi. Ama o bunca zaman boyunca ona acı çektiriyormuş gibi konuşmuştu.

Konuşmalarından sonra, Jennette karanlık bir köşeye saklandı ve ağladı. Neticede gözyaşlarını sildi ve yürümeye başladı ancak nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu.

Geri dönebileceğim bir yerim var mı ki?

Tekrar gözyaşları gözlerinden dökülmeye başladı.

Yürümeye devam ederken, yıldızlar karanlık gökyüzünde teker teker ortaya çıkmaya başladı.

Sonra, Jennette ay ışığının altında duran Claude'u gördü. Gözleri onu gördüğü an göğsünün sıkıştığını hissetti. O gün sarayda istediği gibi dolaşmamasını söylediği uyarı çoktan zihninde yok olmuştu.

Ona doğru yaklaşırken Jennette ne yaptığını bilmiyordu. Sanki bilinmeyen bir şey kendisini ona doğru çekiyormuş gibi hissetti. Adımlarıyla ezilen çimlerin sesi sessiz geceyi bölüyordu.

Claude kafasını ona doğru çevirdiğinde. Jennette titreyen elleriyle hızlıca yüzüğünü çıkardı ve mücevher gözlerini ortaya çıkardı. Sonra şimdiye kadar hep kalbinin derinliklerine gömdüğü kelimeyi fısıldadı.

"Baba."

Claude'un korkutucu derecede keskin soğuk gözleri onu delip geçmişti.


Bu bölümde emeği geçen; çevirmen ve düzenleyici arkadaşların
emeklerinin karşılığı olarak basit bir minnet ifadesi yani teşekkür etmeyi ihmal etmeyelim.


129   Önceki Bölüm  Sonraki Bölüm   131 




DISQUS - Mangaya Ait Yorumlar

*Not: Yorum Yazmadan Önce;

  • Spoiler butonu kullanılarak spoiler yazılabilir fakat buton kullanılmadan spoiler verenler uyarılmadan süresiz engellenecektir ve geri alınmayacaktır.,
  • Küfür, siyasi ve seviyesiz yorumlar,
  • İçerikle alakasız link paylaşımları yasaktır.
  • İçeriği çeviren gruplar dışında site reklamı yapanlar sınırsız uzaklaştırılacaktır.